Paylaş
Ve çıktık yola, sanata mekan olsun diye birbiri ardından yükselmiş yapıları dolaştık.
Şimdi yeniden soralım: İzmir ve çevresinde atelyelerinden sahnesine tam kuruluşlu bir tiyatro var mı? Yok. İçinde sahneleri olan yapılar var mı? Çok. Bu, “yok”la “”çok” yanyana olunca ben de o güzelim yapılara “İçi Boş Kutular” deyiverdim.
Yerel yönetimlerin kavramamakta direndikleri bir gerçek var: Sanat, üretimine elverişli ortamla mekanların özelliklerine göre gelişir. O sahnelerin hangisinde gerçek boyutlarıyla, diyelim bir “Aida” operası, ya da “Coppelia” balesi, ya da “Öp Beni Kate” müzikali, ya da bir “Kral Lear” sahneye konabilir?
“Eser” bırakıyorum diye kentin en işlek yerlerinde, içinde “eser” üretilemeyecek yapılar yükseltmek, sokağa para saçmaktan hiç farklı değil. Kaynak yararsız olana gidince, yararlı olabileceklerin de önü tıkanıyor.
Doğrudur, her ilçe yerel yönetiminden Halkevi gibi işlev görmelerinin ötesinde sanat evleri açmaları beklenemez. Çarpık olan, bugüne değin İzmir’i temsil eden hiçbir yerel yönetiminin savrukluktan kurtulup “tümleşik” tek bir yapı yükseltememiş olması.
AYKIRI GERÇEK
Bir başka can alıcı soru şu: Belli bir işlevselliğe göre inşa edilmiş bir yapı, salt o işlevi yerine getirsin diye oluşturulmuş kamu kuruluşuna mı, tahsis edilir, yoksa onurlandırmak adına o işlevle hiç ilgisi olmayan bir kuruluşa mı? Atatürk Kültür Merkezi ile Sabancı Kültür Sarayı’nın durumunda karşı karşıya kaldığımız aykırı gerçek, bu sorunun yanıtıdır. Bu kültür ve sanat merkezleri, mülkiyetlerini üzerine alan değerli üniversitelerimize ne gibi bilimsel ufuklar açmıştır? Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi, İzmir’e kazandırılmış birer onurken, ne acı gerçektir, Büyükşehir yönetimlerinden en ufak bir destek gelmemiştir yıllardır olanakları dar sahnelerde boğuşan bu sanat kuruluşlarına. Hele halktan toplanan bağışlarla da Devlet Tiyatrosu için 1958’de inşa edilen Tiyatro Sarayı’nı, 20 yıl kuru iskelet gibi beklettikten sonra “depremde çöker” gerekçesiyle yıkıp yerine otobüs toplanma alanı yapan bir belediyecilik anlayışı İzmir’in sanat alınyazısının inatla değiştirilmeyen belgesidir!
NEFES VAR, SES YOK
Ya halk adına seslerini esirgemeyen İzmir’in toplum kuruluşları?
Osmanlı Dönemi’nin yabancı kültür kalıntılarıyla İzmir’in canlı kalması için gösterilen onca çaba yanında -halkıyla Cumhuriyet değerlerini yaşatmaktan yana hiçbir sapma göstermemiş kentler arasında başı çekiyorsa İzmir- sanattan yana da önüne konan engelleri aşma adına niye uğraş verilmesin!
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözü doğruysa, “sanatsız kalan bir kentin hayat damarlarından biri kopmuş” sayılmaz mı!
Ve “son” derken, körfezinde seyrine doyum olmayan batan güneşiyle güzel İzmir, yine de yaşayanlarıyla kıskanılacak bir kenttir.
Paylaş