15 Eylül 2009
Sürüp giden “İçi Boş Kutular” da vurgulamak istediğim her neyse, bu kadar iyi anlatılamazdı doğrusu:
Hürriyet Ege’nin en tepesine yerleştirmişler “İşte ‘İçi Boş Kutular’ın sonuncu uyarıları” diye bir başlık, yanında Leyla Gencer’in fotoğrafı ve benim yazımın sunumu!
Demiştim ya, “Türkiye’de kalsaydı Leyla Gencer, dünyanın en ünlü sopranolarından biri olabilmek için bir La Scala bulabilecek miydi!”
Bırakın İzmir’i, koskoca Türkiye’de La Scala ne gezer; olsa olsa dış dünyaya sanatçı yolu açan Ankara’da bir Opera, öteki adıyla Büyük Tiyatro yapılanması var.
50 YILIN DA GERİSİNDE
Ne hüzün verici bir gelişmesizlik! Operası olmayan Türkiye, daha 1930’larda çağdaş bir sanat yapısı tasarlıyor, sanatçılarını yetiştirdikten sonra 1948’de de o sanat yapısı perdelerini Avrupa’ya eğitime gönderdiği bir sanatçının, Adnan Saygun’un “Kerem ile Aslı” operası ile Cumhurbaşkanı İnönü’nün katıldığı törenle açıyor. Gelin karşılaştırın şimdi, Leyla Gencer’i vareden o yolu: Var mı 1930’lardaki Büyük Tiyatro’ya eş yeni bir sanat yapımız? Yok, aşamamışız o yılı daha. Nerede Cumhuriyet’in Avrupa’ya yetişsin diye gönderdiği Saygun’ları yetiştirecek Türkiye’deki sanat kurumları! Ve nerede Atatürk ile İnönü’nün izinde, sanatçıya yol açan kamusal, yerel başkanlar!
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2009
Gele gele “Boş Kutular”ın sondan bir önceki yazısına gelmişim. Ne demiştim işin başında?
Kültür ve sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur da ülkemizde, İzmir’in kendi kültür ve sanat üretkenliği neden o yerleri doldurup taşırmaya yetmez?
İzmir’de mekan zenginliğini varsaymıştık ya, içine girince sanki mutfaksız konaklarda bulduk kendimizi. Dedim, bir de eloğlu nice mekan yapmış, birkaç örnekle ne durumdayız, bir görsek!
GENCİNDEN YAŞLISINA
35 yaşını yeni doldurmuş biri, Avustralya’da, Sydney’de: Opera House. Hani yılbaşını karşılama şenliklerinde televizyonlarda gördüğünüz yelkenlerini açıp da kanatlanmış gibi görünen yapı! Gözalıcı ayrıntısı bir yana, benzersiz çatısı 67 metreye kadar yükseliyor. 5 tiyatro salonu var: 2679 koltuklu Konser Salonu, 1547 koltuklu Opera Sahnesi, 544 koltuklu Tiyatro Sahnesi, ayrıca 398 koltuklu ve 364 koltuklu iki küçük tiyatro daha. Çalışma odaları, prova stüdyosu, 60 soyunma odası yanında, 4 lokanta, 6 bar ve alışveriş yerleri.
Bırakın Atatürk Kültür Merkezi’ni İzmir’in bütün mekanlarını bir araya getirip de içlerini doldursanız Opera House’ın salonlarını dolduramazsınız!
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2009
1992 yılıydı, Ankara ve İstanbul’la birlikte İzmir’de de her türlü sanat gösterisine elverişli, üretimin her aşamasını karşılayacak birimleri de içinde alacak biçimde birer tiyatro yerleşkesi yapılması tasarlanıyordu. Yerler belirlenmiş, İzmir için Bornova’daki Peterson Köşkü’nün bulunduğu geniş alan seçilmişti. O dönemin Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç yeri görmek üzere İzmir’e geldi. İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü’yüm ya, ben de yanında, İzmir’in çağdaş, tam kuruluşlu bir tiyatroya kavuşacağı coşkuyla Sayın Kuruç’la seçilen yerde dolaştık durduk. Yolumuz Uğur Mumcu Parkı’na da düşmüştü, beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık: Park içinde bir tiyatronun kaba inşaatı. Bize eşlik eden Belediye Başkanı, bir kültür ve sanat merkezi yapımına başlamış olmaktan mutluydu.
Baktık ki, sahne diye tasarlanan alanda ve sahne önünde ana kolonlar yükselmekte. Sahne zaten çok geniş değil, daha da darlaşacak; kimi seyircilerde kolonlar arkasından sahneyi izlemeye çalışacak. İşin çok başı, yanlış uygulama niye düzeltilmesin!
O gün en yetkili kişinin uyarı ve yardım önerilerine karşın sonuç değişti mi? Hayır. O kaba inşaat bugün Uğur Mumcu Kültür Merkezi adıyla Bornova halkının hizmetindedir.
HER İLÇEDE BİR MERKEZ
İzmir’de “kent içi” sayılacak ilçelerde “kültür merkezi” diye birbiri ardından yapılan yapılarda belediyelerin yaklaşımları neredeyse birbirlerine benzer.
Güzelyalı’daki bir sinema, önce 150 kişilik tiyatroya dönüştürülmüş, ardından bina yıkılıp yerine Konak Belediyesi’ne bağlı Güzelyalı Kültür Merkezi yapılmıştır. Tiyatro yine üst katta; özenli bir seyirci bölümü ve sahnesi, ardında düz bir duvarın yükseldiği bir yükselti. Oyuncu sahneye girdi mi, bir daha sahneden çıkamayacak sanki!
Eşrefpaşa’da pazar yeri yıkılıp temizlenmiş, yerine evlenme tören yeri ile birlikte tiyatro! Konak Belediyesi’ne bağlı “Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi”. Yine özenli bir salon, elverişli genişlikte bir sahne, derinliğine doğru oyunların oynanmasını yasaklarcasına geride “sakın yaklaşma” der gibi bir duvar.
Narlıdere Atatürk Kültür Merkezi, dıştan bakınca Narlıdere’nin çağdaş gelişimiyle uyumlu görkemli bir yapı. Tiyatro, İzmir’de değişmez bir kuralmış gibi, yine üst katta. Salon 600 kişilik, sahnedeki temsili ancak 400 kişi izleyebilir. Yanlardaki seyircinin sahne içindeki oyunu görmelerine yasak konmuş gibi tasarlanmış olmalı!
BELEDİYE İMZALI OLUNCA
İzmir Devlet Tiyatrosu, yöre halkının ayağına tiyatro getirme adına bu sahnelere geldiğinde ışık düzeneğini de getirmek zorunda kalması bir yana, sahnelerin değişen boyutlarına göre dekorlarından ya parçalar atıyor, ya eklemeler yapıyor. Çaresizce bir “gecekondu” sanat yaklaşımı; bir süre sonra da Devlet Tiyatrosu, yıllardır “oyalandığı” kendi sahnelerine çekiliyor.
Belediyelerin “kültür merkezi” adının ayrıcalığı ile yaptıkları yapılarda, çevrelerinde onca boş alan varken özenli oturma yerleri yapıp da asıl oyunun oynanacağı sahneden “yer esirgemeleri”, bir bakıma sinema salonu anlayışından öteye geçememeleri nasıl bir çağdaş yaklaşımının sonucudur, anlamak olası değil.
“Mutfağı olmayan büyükçe bir salon” inşa etmek, sanatla iç içe olup yaşamaya yetiyorsa, kim ne diyebilir!
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2009
HAFTALARDIR “İçi Boş Kutular” diye diye neredeyse bu köşenin adı değişecek! Öyle ya, tutturdum gidiyorum İzmir’deki tiyatro yapıları yapılış amaçlarına uygun mu, kentin sanat birkimi bu yapılarla niye eyleme dönüşmüyor diye.
Yine de sürdüreceğim. Çünkü, büyükşehirinden ilçesine, belediyeler birbiri ardından “kültür sanat merkezi” diye yapılar yükseltmiş de, içlerinde neler üretilecek, tasalanıp tasarlamamış olsalar gerek. Bir “eser” bırakmışlar, doğru; ama içinde eyleme dönüşecek eserleri yok!
Halkla topluca paylaşılan sahne sanatı alanındaki gösterilerin ana direkleri tiyatro – opera – bale acaba bu taştan eserlerin hangisinin içinde birer sanat eseri olup hayat bulur?
YANILTICI GELİŞME
“Anakent” konumunu kazanınca İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzmir’e kazandırdığı üç sanat mekanı İsmet İnönü Sanat Merkezi, İzmir Sanat ve Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi’dir. Kültürpark içinde Açıkhava Tiyatrosu, geçmişindeki görkemli temsilleri unutturucasına büyütülüp bir beton yığınına dönüştürülünce İsmet İnönü Sanat Merkezi, ardından da İzmir Sanat, sanat etkinliklerinin çekim merkezleri olmuştur.
Yine de yanıltıcı bir gelişme. Tiyatro, opera, bale ve çoksesli müziğe düşkünlüğü bilinen İsmet İnönü’nün adı verilip de yapılan yapı, oyun yerini neredeyse üç yandan çeviren salonuyla övgüye değer olsa da, sahnesi, ardına duvar çekilmiş geniş bir düzlükten başka bir şey değildir. Ancak son yıllarda İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın yerleşik konser salonu olarak kullanılmış olmasıyla, hiç olmazsa bu yönüyle, İsmet İnönü Sanat Merkezi sanatın derinlikli, gürleyen sesiyle öne çıkıverdi.İsmet İnönü Sanat Merkezi artık boşalmış, bir yazgı sanki, adını aldığı İnönü gibi işitmeden yana kusurlu mu kalacak bundan böyle!
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, gecikerek de olsa, artık çağdaşlığına yaraşır yeni yerinde, Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde. Ya Devlet Operası ile Devlet Balesi ne oldu? İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, İsmet İnönü Sanat Merkezi’ne onur kazandırırken de düzenli yıllık repertuvarıyla ulusal, uluslarası değerlerin yüksek düzeyde sesiydi. Opera boğazı sıkılmış, Bale adımları bağlanmışcasına çırpınır durur yıllardır Elhamra Sineması’nda. Güzelyalı’nın o koca boşluğunda, kültür merkezi havasıyla “Kent Meydanı”, “Kültür Platformu” gibi göz alıcı adlarla sanatsal işlevi olmayan mekanlar yaratılırken Orkestra’nın yanı başında Opera ile Bale’nin özlenen yaratıcılığına ayrılacak yer mi kalmadı acaba!
BİR İMBAT YELİ
Herhalde Kültürpark’taki İzmir Sanat yapısı sahne sanatlarının gereklerine uygundur diye düşünenler olmalı. Öyle ya, tiyatro şenliklerinin başlıca sahnesi orası. Bir de içine girip de oynayan sanatçıya sormalı! Dört yanı boş alan içinde durur da İzmir Sanat, ne sahnesinde dekor kurmaya yeterli derinlik var, ne de yanlarda giriş çıkışa elverişli kulis boşluğu.
Tasarımları kim yapar, kararları kimler verir bilinmez ama, bilinen şu ki, İzmir’in işlek yerlerinde eser diye dışı alımlı kültür-sanat merkezleri yükselir de, o merkezlerin içinde sanatın sesi de, sözü de, soluğu da büzülüp kalır.
Hiç olmazsa birinden İzmir adına bir imbat yeli esse ya!
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2009
ALTINCISI olmuş "İçi boş kutular" diye sürdürdüğüm haftalık yazıların. Daha da sürecek korkarım, çünkü sırada büyükşehir ile ilçe belediyelerin sanatsal üretimle ilişkili "özenle" inşa ettikleri yapılar var.
Niye "İçi boş kutular" diye niteledim onca güzel yapıyı; kavram karışıklığına uğramasın, anımsatayım yine.
ÜÇ KENT İÇİNDE
İzmir, Türkiye’nin her alanda başı çeken en gelişmiş üç kentinden biridir. İstanbul tarihinden gelen, yüzyıllardır süren üstünlüğünün "ilk" oluşunu elinde tutar.
Ankara, Cumhuriyet’in yarattığı, Atatürk düşüncesinin özenle yerleştirilip geliştirildiği, "başkent" olmanın öncelikleriyle güçlenmiştir.
Ya İzmir?
Geçmişiyle İstanbul’dan pek geri kalmış sayılmaz İzmir. Cumhuriyet öncesi Osmanlı yurttaşı azınlıkların öncülüğünde tiyatroyla da operayla da tanışmıştır. Yöresi,
Efes gibi sanatın varlığını tarihin derinliklerinden bugünün insanın yüzüne vururcasına duran kalıntılarla doludur.
Bağımsızlık Savaşı’nın sanatla ilişkisi yokmuş gibi görünse de, İzmir o savaşta düşmanın kovulup atıldığı ve Büyük Zafer’in gerçekleştiği son noktadır. Bu gerçek
İzmir’in başında bir "taç" gibi durduğuna göre, neden devrimci yapılanma sürecinde kültür ve sanat alanında da kendine yer edinememiş olsun! Ankara Türkiye’nin başkenti ise, neden İzmir özgürlük kavgasının başkenti değildir? Buradan kaynaklanacak bir değerle beslenmesi beklenirken, neden İzmir kültür-sanat kaynağında kurumaya yüz tutmuştur?
Ve İzmir kenti, halkıyla "geriye sırt çevriren", "çağdaş olma" inancını sürdürmekte ne denli dirençli olduğunu her seçimde gösterir.
Ve yine İzmir, sürekli sanatçı üretip İstanbul’a ihraç eden bir verimli kaynaktır.
Daha ne olsun!
NEDEN, NEDEN, NEDEN!
Öyleyse neden İzmir, güzellikler adına Körfez’de günbatımı ile ya da Kordon’unda balık yenen bir kent diye akla gelir hemen?
Niye kendi kaynağında üretilmiş bir sanat atılımı ile gündeme oturmaz bir türlü İzmir?
Dedim ya, kültür ve sanat etkinliklerine "mekan" olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur ülkemizde. Ve sonuç: O mekanlarda oturmaya "ev sahibi"nin gücü yetmez, sürekli değişen "kiracı"larla İzmir, Osmanlı yurttaşı azınlıkların yaptıklarını çağrıştırır gibi, "taşıma suyla" sanatın soluğunu koklar, kendi öz kaynağıyla “içi boş kutular”ı doldurup taşıracak yerde.
Bir de bakalım içiçe yakın ilçelerde neler var? Ve dahası, neden?
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2009
İzmir'de birer sanat yuvası olmaları düşüncesiyle yola çıkılıp da devlet kaynaklarının önemli desteğiyle inşa edilen üç anıt yapı: Atatürk Kültür Merkezi, Sabancı Kültür Sarayı, Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi. Sabancı Kültür Sarayı, ülkenin bilim gözdelerinden biri sayılan İzmir adıyla kaynaşmış Dokuz Eylül Üniversitesi’nin mülkiyetinde ve yönetiminde.
Konak’ın orta yerinde, biri 12’ye 16 metrelik geniş sahnesiyle her türlü gösteriye elverişli 538 seyirci, öteki 75 metrekarelik sahnesiyle 123 seyirci alabilen iki
tiyatrolu çağdaş bir yapı.
Sorsak mı acaba?
Sabancı Kültür Sarayı’nda, 20 yıla yakın süre içinde, İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirme adına neler gerçekleşmiştir?
BOŞ GEÇEN YILLAR
Yapımında öncülüğü ve büyük katkısı olan İzmir Valisi Kutlu Aktaş’ın İstanbul’a vali oluşuyla, başlangıçta haftanın yarı süresince kullanacağı tasarlanan İzmir
Devlet Tiyatrosu devre dışı bırakılınca Saray da, sahne ve salonları kiralayacak kuruluşları bekler oldu.
Geride kalan yıllar içinde özel okulların yıl sonu temsilleri, çocukların bale gösterileri, İzmir Devlet Tiyatrosu’nun dağınık birkaç temsili Saray’ın büyük sahnesinde görünmüştü. Küçük tiyatro ise bir ara özel bir dans okuluna kiralanmış, boş kaldığı sürece neredeyse bir depo olarak kullanılıyordu. Saray, geniş girişiyle daha çok dinsel ağırlıklı kitaplar basan yayınevlerinin sergi yeri de oldu bir süre. Saray’ın günleri daha çok “iş tanıtım toplantıları”, sempozyumlar, sergiler, film gösterimleriyle geçip gitti.
Sabancı Kültür Sarayı’nın yapılış amacına uygun kullanımı son yıllarda gerçekleşebilmiştir. O da İstanbul’dan gelen tiyatroların artık Atatürk Kültür Merkezi’ni tercih etmemeleri yüzünden. Küçük tiyatro da bu yıl özel bir tiyatronun sürekli temsilleriyle bir kullanım alanı bulmuş oldu sonunda.
Soru yine karşımıza çıktı: Sabancı Kültür Sarayı, geçip gitmiş yılları unutsak da, son yıllarda olsun, İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirme adına varlığıyla katkısı ne oldu?
TAHTA BARAKADAN SARAY'A
Bu yazıdan, öteki yazılar gibi, ne Atatürk Kültür Merkezi ne de Sabancı Kültür Sarayı’nın kötü yönetildiği anlamı çıkmasın. Çünkü birer bilim kurumu olan Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinden beklenen, bu anıt yapılardaki tiyatro salonlarının işletmeciliğini yapmak değildir.
Sanatsal üretime sahne olsun diye tasarlanmış yapılar, sanat üretecek kuruluşlara ya da oluşumlara ayrılmadığı sürece sonuç değişmeyecektir. Dar salonlarda, elverişsiz sahnelerde yıllarca soluk almakta zorlanan Devlet Tiyatrosu’nun yararlanmasına kapatılmasıyla ya da Elhamra’ya hapsedilmiş Devlet Opera ve Balesi’nin atacağı adımlara sırt çevirmekle Sabancı Kültür Sarayı’nın yazgısı çizilmiş oldu.
Hele anımsarsak, bugün Saray’ın kapladığı alanda tahta barakalarda eğitim veren Konservatuvarı! Tahta barakalardan Saray'a geçmiş olmakla İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliği çok mu arttı acaba?
Yazının Devamını Oku 4 Ağustos 2009
“538 koltuk kapasiteli büyük salonumuz, gerek panelistler gerek sanatçılar açısından unutulmayacak anılara şahitlik etmeyi bekliyor. Klimatik havalandırma sistemi, akustik mimari yapısı, etkileyici ışık donanımı, ortopedik rahatlıkta koltukları ile konforlu bir ortama sahip olan 123 kişilik küçük salonumuz, büyük salonumuzun sizlere vereceği rahatlığı aratmayacak şekilde dizayn edilmiştir.” Bir web sitesinden alındı bu “parlak” ve “davetkâr” sözcükler. Ne anladınız?
Herhalde çok açık. İki salonlu bir yapı var, “işletmeci” bu salonlarda etkinlik yapacak panalist ve sanatçı bekliyor; “ortopedik rahatlıkta koltukları ile konforlu” bir ortamda “unutulmayacak anılara şahitlik etmeleri” için. Tabii, günlük kirasını ödeyerek.
Yukarıdaki sözcükler Dokuz Eylül Üniversitesi’nin internetteki “deu.edu.tr/sabancikultur” adresinden alınmıştır; söz konusu yapı ise, Atatürk Kültür Merkezi’nden sonra İzmir’in adını yüceltecek diye düşünülen Sabancı Kültür Sarayı’dır.
Düşünelim, sunumu böyle bir yaklaşımın İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirdiğini söyleyebilir misiniz?
TARİHİNE ALÇAKGÖNÜLLÜ BİR NOT
Önce Sabancı Kültür Sarayı’nın tarihine not düşelim:
1991 yılı. Kutlu Aktaş İzmir Valisi. Ben de İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü’yüm, sayın Vali’nin de “mülkiyeli abisi”yim. Kutlu Aktaş, valilik yaptığı illerde olduğu gibi İzmir’e de bir “eser” kazandırmak istiyor. Sabancı Vakfı’nın katkısıyla bir kültür-sanat merkezi inşa etmek Aktaş’ın İzmir’deki ilk ataklarından biri. Sayın Vali, Sanat Merkezi’nin İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi’ne komşu araziye inşa edilmesi kesinleşince bize sevindirici haberi verdi:
“Size Balkanlar’ın en büyük, en modern tiyatrosunu yapıyoruz.”
Gerçekten de başlangıçta, şimdi çift yönlü ara yol olan yandaki araziyi Büyükşehir Belediyesi’nin bağışlayacağı varsayılarak Sabancı Kültür Sarayı, Balkanlar’ın çok amaçlı, en büyük tiyatrosu olarak tasarlanmıştı. Belediye Başkanlığı arazi tahsisini yapmayınca tasarı, bugün gerçekleşen “daha küçük” durumuna dönüştü; İzmir de anıtsal bir sanat yapısına kavuşma fırsatını kaçırmış oldu.
VE NE OLDU
İnşaat, Konak Tiyatrosu’nun yan bahçesi neredeyse işgal edilerek yürütüldü. Vali Aktaş’ın yüreklendirici sözleriyle İzmir Devlet Tiyatrosu olarak içinde temsiller vereceğimizi düşlerken Sabancı Kültür Sarayı “tiyatro olmak” açısından tasarımında aksaklıklar taşıyacağı kaygısıyla görüştüğüm o zamanki Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü’nün neredeyse beni azarladığını anımsıyorum.
Sonunda yine İzmir Devlet Tiyatrosu’na geldiler: İnşaat bitmiş, dekorların taşınması için asansör yeri açmayı unutmuşlardı; trafo merkezi için yer ayırmamışlardı. Yan duvara genişce bir asansör boşluğu açıldı, trafoyu da İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yan bahçesine kurdular. Bugün İzmir Devlet Tiyatrosu, Sabancı Kültür Sarayı’nda temsil verebilir mi derseniz? Her tiyatro gibi günlük kirayı öder ve sıraya girerse, neden olmasın!
Tarihe bir not düşelim derken Sabancı Kültür Sarayı’nın bugün düştüğü durum üzerinde durmaya yer kalmadı. Bir sonraki yazıda Sabancı Kültür Sarayı’nın içi nasıl doluyor, görelim.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2009
“Paris” deyince aklınıza ne gelir? Ola ki Eyfel Kulesi, ya da Luvr Müzesi. “Opera” da pek görkemli bir yapıdır III. Napolyon’dan beri. Bizim kuşağımızdakilerde Paris adı, daha çok bir sanat kenti tadı bırakmıştır.
Londra, başta “Royal National Theatre” olmak üzere, tiyatrolara tutkundur sanki. “New York” adı Broadway’le eş anlamlıdır neredeyse. “Milano”yu düşününce “La Scala” önünüze dikiliverir, 1778’den bu yana.
Ankara’nın sanat atakları, önünde Atatürk Heykeli olan Türkocağı’nda başlamış, halkın “Opera” dediği Büyük Tiyatro’da yoğunlaşıp kente yayılmıştır. İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi, Taksim’in en seçkin yerinde. İçi boşaltılmış olsa da, dışı duruyor ya.
Ya “İzmir” deyince aklınıza ne gelir? Saat Kulesi mi, Kordon Boyu mu?
“İzmir” adıyla sanatın kaynaştığı bir “yapı” söyleyebilir misiniz?
BİR İLK: AKM
“Atatürk Kültür Merkezi”... Yanıbaşında Devlet Resim ve Heykel Müzesi ile birlikte İzmir’in sanat onurunu yüceltecek ilk yapı. Yıl 1980. O güne kadar İzmir, “eylemli” sanat yolunda Elhamra Sineması ve Konak’taki DT binasıyla “idare” etmiştir.
AKM, ara duvar-perdesi açılınca izleyicileri iki yanda, sahneleri komşu iki salonlu, duvarı kapatılınca iki ayrı tiyatro olarak tasarlanmıştı; ayrıca daha küçük bir tiyatrosu daha vardı.
Yazının Devamını Oku