Paylaş
İzmir, ardından Ankara Hacettepe’de Devlet Konservatuarı piyano bölümü, sonrasında Paris’te “Conservatoire Europeen” piyano yüksek bölümü ve Conservatoire National Superior de la Musique’den yüksek dereceyle çıkış. Yıl 1990 olduğunda o da doçent Dokuz Eylül Üviversitesi’nde ve 1996’da profesör. Yurt dışında piyano resital ve konserleriyle dolaşa dolaşa şimdi “İzmirli” Prof. Dr. Aykut Yafe.
Yokluğuyla yaşanabilir o sanat denen olguyu vazgeçilmezler arasına koyabilmek için öğrencilik çabalayışlardan sahnelere doğru giden yolculukta, bir eğitim kurumunun başında olanlar ne denli değerli olurlarsa olsunlar, düzen kendi değerleriyle ağırlığını sürdürmekte.
SANATÇI OLMANIN KAYNAĞI
Cumhuriyet’in tepeden inme içimize soktuğu şu batı sahne sanatları, müzik – opera – bale - tiyatro ile İzmir’de devlet eliyle de olsa canlı tutulabiliyorsa, konservatuvarların birer sanatçı yetiştirme kaynağı olarak ayakta diri ve dirençli kalabilmeleri yüzünden.
Ya gerçeklerin dayattığı durum çok mu sağlıklı?
İlke olarak Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) karşı olmayalım desek de sistem kimi yerde öyle çarpıtılmış ki, karşı olmamak elde değil. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı bu çarpıtmanın güzel bir örneğidir.
“SAHNE SANATLARI” BİRBİRİNE KARŞI
Üniversite’nin internet sitesine girip kuruluş bölümlemesini bir kurcalayın, “Müzik” alanında olduğu gibi iki ayrı “Sahne Sanatları” ile karşılaşırsınız: Türkiye’nin kendi dalında ilk fakültesi sayılan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı “Müzik Bilimleri” ve “Sahne Sanatları” bir yanda, “Yüksek Okullar” başlığı altında “Devlet Konservatuvarı”nın “Müzik Bölümü” ve “Sahne Sanatları” bir yanda.
Daha ilk bakışta, yüksek okullar içinde tutulup Güzel Sanatlar Fakültesi içine alınmamakla orkestra çalgıcılığı, opera ve bale oyunculuğunun “güzel sanatlardan sayılmadığı” gibi bir izlenim yaratılmış oluyor. Çarpıklık bu kadarla değil: Güzel Sanatlar Fakültesi içinde müzik konusuna bilimsel yaklaşımı ile “Müzik Bilimleri” ve “Devlet Konservatuvarı”nın icracı sanatçı yetiştiren “Müzik Bölümü” arasında doğru bir ayrıma gidilmişken, “tiyatro” söz konusu olunca bilimsellik kıstası bir yana konmuş. Fakülte’nin “Sahne Sanatları”, Yüksek Okul Konservatuvarı’nın “Sahne Sanatları” içinde yer alması gereken “tiyatro oyunculuğu” eğitimini de sürdürmekte. Temeli bilim olan üniversite yapısının bilimsel yaklaşımla uyuşmayan bir örgütlenmeyi sürdürmesi şaşırtıcıdır. Kuşkusuz bu ters gelişmenin geçmişe dallanan nedenleri var. Nedenlerin başında da akademik süreci yaşamaksızın YÖK’e geçişle bir günde profesör olma tutkusu. O profesörler artık emekli oldu, ama YÖK’e bağlanmakla “konserve” sözcüğüne sanatsal bir derinlik kazandırmış olan “konservatuvar”lar, biçimi özüne uymayan aykırı bir bölünmeyle, ruhu bedeninden koparılmış gibi emekler durur.
Yine de Prof. Dr. Aykut Yafe gibi Cumhuriyet’in tepeden inip getirdiği değerlere inanmış olanlar, öğrencilerini Türkiye’nin varlığına birer sanatçı niteliğiyle katma direncini sürdürme bilincinde oldukları sürece, hiç olmazsa sanat alanında, “çok seslilik” varolacaktır.
Paylaş