8 Ekim 2006
ÇOK kontrollü oynadık, fazla maceraya girmedik ve kazandık. Bir attık, üç tane de net pozisyondan yararlanamadık. Oyunun sonlarına doğru Fatih Terim’in elinde başka defans elemanları olsa ya da oyuncu değişikliği hakkı olsa, onları da sokacaktı. Gökdeniz kendi takımındaki oynadığı yerde değil. Haliyle verimi de düştü. Hakan ileride tek başınaydı. Fena da mücadele etmedi. Yine aynı hastalığı burada da nüksetti. En ufak bir ikili mücadelede üstünü, başını formasını hakeme gösteriyor, "çekiliyorum" diyor. Hadi Türkiye’deki hakemler görmüyorlar. Demekki, Avrupa’dakiler de Hakan konusunda hemfikirler. İbrahim Üzülmez oyuna kötü başladı. Son yarım saatte düzeldi. Bu dakikalarda da iyi şeyler yaptı. Arda’yı G.Saray’daki kadar rahat görmedik. Demekki, arkadaşlarından uyumu henüz tam değil.
Tuncay çok koşuyor, çok çalışıyor. Aslında bu kadar enerji sarfetmese, biraz da bu eforunu gol yollarında kullansa, daha başarılı olacak. Hamit Altıntop dengeli. O taraftan pek sıkıntımız olmadı. Hamit, çok tecrübeli ve ne yaptığını bilen bir oyuncu. Maceraya girmiyor.
Güven vermiyorlar
Gökhan’la Servet için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Karşılarındaki 9 numaralı oyuncu tamamen fiziğe dayalı futbol oynadı. Çok da süratli değil. Böyle olduğu halde bile bu ikili güven vermediler. Bakmayın Macarlar bu grubun kötü takımlarından. Hatta kötünün de ötesinde. Yani bu maç bize ölçü olmasın. Böyle bir takıma karşı defansın göbeğinde bu tarz hatalar yaparsak, biraz daha dişli rakipler karşısında başımıza çok işler gelir.
İki takım da çok top kaybetti. Yani bu maçı seyreden rakiplerimizin teknik adamları başka maçlarda da böyle oynamamızı beklerler.
Psikolojik faydası var
Macar seyirciler zaten azdı. Olanlar da tiyatroya gelmiş gibi maç seyrettiler. Bizim seyircimiz takımımızı çok daha iyi teşvik etti.
Hakem kötü değildi. Zaman zaman avantaj kuralını kesti. Zaten maç da fazla kontak noktası olan bir maç değildi. Bu yüzden zorlanmadı. İyi oynamadığımız bir maçtan üç puan almak, hem de deplasmanda psikolojik olarak bize yarar. Ama galip geldiğimiz böyle bir maçtan sonra hatalarımızı iyi görebilirsek ve telafisine gidersek bizim için hayırlı olur. Yoksa her maçı bu tarz kazanamayız.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2006
Ey yöneticiler, kulüplerimizi babanIzIn çİftlİĞİ gibi yönetemezsiniz. Baba parası yemek kolaydır. Alın terinizle kurduğunuz, büyüttüğünüz şirketleriniz gibi yönetmelisiniz başında olduğunuz kulüpleri. TÜRKİYE’deki sisteme göre kulüpler, dernek statüsünde... Kongreler başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçiyorlar. Yani bu kulüpler, belli sürelerde bu yönetim kurullarına emanet ediliyor. Gelecek konusundaki planları da bu yönetim kurulları yapıyor... Teknik direktörler bu kulüplerde çalışan birer işçi. Belli bir sürede bunları getirirsiniz, veya yollarsınız.
Bazen "Her şeyde tam yetkili hocamızdır. Biz futbol takımımızı ona bıraktık" açıklaması yapılıyor. Burada yanlış yapıyorsunuz veya derdinizi yanlış anlatıyorsunuz. Ya da bu işi bilmiyorsunuz.
Yanlış anlaşılmasın
Kulüp başkanları veya futbol takımından sorumlu yöneticiler, teknik direktörler ile devamlı mesai halinde olurlar. Ondan bilgi alırlar. Hatta ona bazı telkinlerde de bulunabilirler.
Çünkü bu o kulübün menfaati içindir. Teknik direktörler gelip geçicidir. Onlar kendilerini ve geleceklerini düşünürler. Kulüp ön planda değildir. Ama yönetim için öyle değil. Kulübün geleceği onların vereceği kararlara bağlıdır.
Aman yanlış anlaşılmasın. Teknik direktör ile istişare etmek demek, maçtan evvel ona takım tertibini vermek, veya bazı futbolcuların oynayıp oynamamasını belirlemek veya devre arasında soyunma odasına gitmek değildir.
Bunları neden yazıyorum. Mesela Fenerbahçe... Evvelki yıl şampiyon olan takım ve geçen ligi son 15 dakikada kaybeden takım. Bakın bakalım.. Selçuk, Serkan, Deniz, Kemal, Önder, Servet ve hatta Semih... Bunlar takımın asları, genelde oynuyorlar. Teknik direktör değişiyor. Bazıları gidiyor, bazıları ise 18’de bile yok.
Nasıl politika bu?
Peki nasıl bir futbol takımı politikası bu? Aynı cümleleri Beşiktaş için de söyleyebiliriz. Bu olay Galatasaray’da daha bir kontrollü. Daha bir oto-kontrol sistemi var. Daha bir kulüp havası var. Her sene 7-8 futbolcu alıp, 6-7 futbolcu satarsanız hem kulübü, hem kendinizi batağa sokarsınız.
Sonra da bazılarının yaptığı gibi basını suçlarsınız. En kestirme yolu seçersiniz. Kulüplerimizi babanızın çiftliği gibi (Çünkü baba parası yemek kolaydır) yönetemezsiniz. Kendi alın terinizle kazanılmış gibi yönetmeniz lazım.
Tonla para ve UEFA
Kuralar çekilince bütün yöneticiler beyanat verirler "Çok iyi kura çektik. Biz bu gruptan çıkarız" diye. 5 takımdan 3’üncü olamazsan, o zaman zaten hiç konuşmayacaksın. Fenerbahçe de Beşiktaş da transferlere tonla para yatırdılar. Şu andaki görüntüleri de fiyasko.
Biz Avrupa Kupaları kuralarına bakmadan önce, geriye ve içeriye bir dönüp, Fenerbahçe ve Beşiktaş futbol takımları henüz takım oldular mı ona bakalım. Bence şu an ikisi de takım değiller. Bölük pörçük lego gibi bir görüntüleri var. Yani torbanın içinden çıkartıp, yan yana koyup, takım yapacaksın.
Ondan sonra da bu Avrupalı rakiplerini eleyeceksin. Henüz lego torbasından çıkmamışların, Avrupa kupalarından çıkanlarla nasıl mücadele edeceklerini ben de merak ediyorum.
Çulcu ne yapacak?
MUSTAFA Çulcu geldiği günden itibaren, "Benim hiç kimseye diyet borcum yok, bir ceketim var, alır giderim" diyordu. Ama FIFA listesi geldi, çattı. Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, Çulcu’ya bir dayattı, tam dayattı.
Çulcu’nun maç vermeyi bile düşünmediği Kuddusi Müftüoğlu’nu tekrar FIFA listesine aldırdı. Şimdi Mustafa’nın önünde iki tane yolu var. Ya istifa edip her şeyi açıklayacak, ya da MHK başkanlığı cazip gelecek, zokayı yiyecek, üstünde oturacak. Bundan sonra da yapacağı eylemlerde inandırıcılığını kaybedecek.
Levent Kızıl’ın değişimi
LEVENT Kızıl, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nda çalışırken pervasızca hareketler yapıyordu. Hatta işi daha ileri götürüp, "Onu asacağım, onu keseceğim. Onun sesini kısacağım" gibi tehditler bile savuruyordu.
Çünkü orada sırça köşkteydi. Kimse dokunamıyordu. Onun dediği dedikti. Kimseyi dinlemiyordu. Ne zamana kadar? Bursaspor’a başkan olana kadar.
Yeşil beyazlılara çok zor dönemde başkan oldu. Bursa’da kendisinden çok daha tecrübeli olanlar meydandan kaçtı.
O işe soyundu. Çok zor günler geçirdi. Yılmadı, çalıştı. Mücadele etti. Çünkü giydiği gömlek ateştendi. Artık kulüp başkanıydı. Federasyondaki gibi sırça köşkte değildi.
Taraftar ile uğraştı. Futbolcu ile uğraştı. Bazı yöneticilerle uğraştı. Eski yöneticiler ile uğraştı. Daha da önemli Futbol Federasyonu ile uğraşmaya başladı. Yani masanın bu tarafına geçmişti. Ama bu taraftan bakınca, masanın öbür tarafı farklı gözüküyordu.
Futbol Federasyonu’ndaki Levent Kızıl’ı ne kadar eleştirdiysem Bursaspor Başkanı Levent Kızıl’ı o kadar beğeniyorum. Çok doğru işler yapıyor, her şeyden önemlisi kamuoyuna çok önemli mesajlar veriyor.
Türk futboluna federasyondaki Levent Kızıl değil, Bursaspor Başkanı Levent Kızıl lazım.
Papila’ya yazık oldu
CEM Papila müthiş bir Beşiktaş-Samsunspor maçı yönetti. O karşılaşmada çok doğru kararlar verdi ve tavan yaptı. Ama o günden sonra basındaki bir kısım formalı ve taraflı yazarların etkisinde kalarak zikzak çizmeye başladı. Onu doğru yola çekmek isteyen az sayıdaki insana cevap vermeye, tartışmaya kalktı.
Kendini arkadan itenler ile çelme takanları ayırt edemedi, fark edemedi.. Sonunda duvara vurdu. FIFA listesinden çıkarıldıktan sonraki hakemliği bırakma kararı da ona yakışandı. Bence yazık oldu. Ama dedim ya, kılavuzları karga idi.
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2006
G.Saray’da Bülent Tulun ayrıldıktan sonra futbolcu, yönetici ve teknik adam üçgeninin sihri bozuldu. Böyle bir tabloda dün G.Saray’ın Konyaspor’la oynaması bence büyük şanstı. FUTBOL öyle bir oyun ki, kimisi otobüsten iner, kimisi de yeni biner. Dün gece Ali Sami Yen’de bir Arda seyrettik. Bazı talebeler vardır ya, ilkokul üçte okur ama lise talebesinin matematik problemlerini çözer. Arda’nın futbolu da öyle bir şey. Yaşı çok genç olmasına rağmen dün gece sahadaki kendisinden çok yaşlı 10 futbolcudan daha önde düşünüyordu. Hem de uygulayarak.
Sadece Ayhan’la olmuyor
Bunun yanında sahada bir de Hakan vardı. Artık son durağa gelmiş, bütün ikili mücadelelerde güçsüzlükten ve çaresizlikten, hakemden medet uman, üstünü başını gösteren, rakibi ile mücadele etmekten kaçınan, göstermelik deparlar atıp bir şeyler yapıyormuş hissini veren... Hakan’ın çok iyi düşünmesi lazım. Gerets onu ısrarla oyunda tutarak iyilik mi yapıyor, yoksa kamuoyuna "Israr edin bakalım, işte ısrar ettiğiniz Hakan bu. Buyrun tepe tepe kullanın" diye teşhir mi ediyor? Ama tabii, futbolcu enterasandır. Hele yaşlanınca, bir de teknik direktörle biraz sürtüşmeye girmişse, hem yöneticiyle, hem seyirci ile oynayarak o teknik direktörü ısırmaya kalkar.
Düşünün, G.Saray takımı arkada dört kişi oynuyor. Onların önünde bir tek Ayhan ön libero. İleride hiç markaj yapmayan Hakan Şükür, Ümit Karan, İliç, Arda ve Hasan Şaş var. Ön libero oynayan Ayhan da hiçbir zaman bozan ve hırpalayan bir oyuncu tipi değil. Oyun kuran bir oyuncu tipi.
Bu kadar büyük bir alan tek başına Ayhan’a kalıyorsa, bu Konyaspor bu G.Saray’ı Ali Sami Yen’de yenemiyorsa, bu Konyaspor’un zaafıdır. Sakın bu G.Saray’la İstanbul’da berabere kaldık diye sevinmesinler.
Başka takım fark yapardı
Böyle bir tabloda dün G.Saray’ın Konyaspor’la oynaması bence büyük şanstı. Orta sahayı daha iyi kullanan bir başka takım olsaydı, G.Saray’ın bu sistemde tarihi fark yememesi içten bile değildi. Bakın, hakem biraz korkmayınca Türkiye ligi maçları ne hale geliyor?
Hasan Şaş, Hakan Şükür ve Sabri aynen eller kollar havada hakeme itiraza devam ediyorlar.
Konyaspor o ilk yıllardaki heyecanını kaybetmiş. Oynuyorlar ama hırs ve baskı fazla yok. Hepsi göstermelik. Düşünün bir kere G.Saray 3-1 önde ve rahat rahat oynayarak maçı kazanma şansına sahip. Ancak, bu maçı bitirecek gücü yoktu sarı kırmızılı oyuncuların. Tamam, Liverpool maçında yoruldun. Ama senin kadronla, Konyaspor’un kadrosu eşit oranda değil ki.
Üçlü sihir bozuldu
G.Saray’da sorunlar var. Bülent Tulun ayrıldıktan sonra futbolcu yönetici ve teknik adam üçgeninin sihri bozuldu. Bundan sonra da bu dikiş tutmaz. Takım içindeki dengeler teknik adam ve yeni futbol şube sorumluları nasıl bir görüntü verecekler merak ediyorum.
Hakemin Mondragon’a verdiği topla fazla oynama kararı doğru. Bence Hasan Şaş’ın pozisyonunda penaltı vermemesi de doğru. Maçın içindeki çoğu kararları da iyi. Her şeyden önce büyük takım fobisi yoktu hakemde.
Liverpool’daki halı gibi sahayı gördükten sonra Ali Sami Yen, şu andaki Ankara’nın inşaat halindeki Cinnah Caddesi’ni andırıyor.
Geçen sene Galatasaray son dakikalarda attığı gollerle inanılmaz puanlar aldı. Bu, takımdaki dayanışmanın, takım ruhunun bir belirtisiydi. Bu sene de son dakika golleri yemeye başladılar. Bu da takım ruhunun değil, tuz ruhu belirtisi olsa gerek.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2006
Federasyon, taraftarların yaptığı taşkınlıkların cezasını kulüplere kesme kararı almıştı. Ama şimdi bazı kulüplerin baskısıyla bundan vazgeçme eğilimine girdi. Eğer vazgeçerlerse çok büyük hata yaparlar.
FUTBOL Federasyonu çok doğru bir kararla tribünde edilen küfürlerin ve şiddetin faturasını kulüplere kesme kararı almıştı. Ama şimdi bazı kulüplerin baskısıyla bundan vazgeçme eğilimine girdi. Eğer vazgeçerlerse çok büyük hata yaparlar. Maçlar bir daha hiçbir şekilde dikiş tutmaz.
Neden? Bütün kulüplerin seyircilerinin ele başları var. Bunlar 3, en fazla 5 kişidir. Hiçbir gün 6 kişi olmadılar. Başkanlığa oynayan şahıslar bunları mamalarlar. Onlar da tribünde organizeyi yaparlar, mevcut yönetimi düşürürler. Eğer siz onları yemlemeye devam ederseniz onlardan hiç ses çıkmaz. Sahada kötü sonuçlar bile alsanız, o grup hakeme, rakibe, en sonunda kendi futbolcusuna bağırır.
Nemayı veren yönetim onlar için velinimettir. Bazı başkanlar kulüpteki paraları kurtardıktan sonra artık bunları tanımazlar. Su yolunu keserler. Onlar da işi şiddete dönüştürürler. Yeni düzenlemeye göre de cezayı kulüp yer.
Bunları herkes bilir
Peki çözüm ne? Kolay. Kulüpler bu organizeyi yapanlardan şikayetçi olsunlar. O şehrin emniyet amiri, bu elebaşıları gider çalıştıkları yerden değil, maçtan değil, evlerindeki yataklarından alır. Çünkü o şehrin emniyet amirleri bunları çok iyi tanırlar. Ama işte bütün sorun burada başlayıp bitiyor.
O ele başlarından şikayetçi olacak cesarette başkanlar nerede? Çünkü bunları emniyete alırsan bülbül gibi konuşturulurlar. Hatta kendiliğinden konuşurlar. O zaman da bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülür. Bu da başkanların işine gelmez.
Yumurtayı yumurtaya kırdır
Sevgili okuyucular, bu kısır döngüyü yöneticiler size bu kadar net anlatamazlar. Emniyet güçleri de bu işi bilir. Onlar da devlet memurudur, onlardan da bir şey alamazsınız. Ama olayın aslı budur. Federasyon bu yoldan dönerse, bence bindiği dalı keser.
Yıllardır ilk defa çok iyi bir iş yaptılar, bari arkasında dursunlar. Yumurtayı, yumurtaya kırdırırsan, hedefe varırsın.
NOT: Pazar günü İstanbul’un Avrupa yakasında yaşanan meydan savaşı yukarıdaki yazıya en taze, canlı ve heyacanlı bir örnektir. Emniyet güçleri pazar günkü olayın dibine insinler, bakın Türkiye nelere şahit olur.
Ne dersiniz Demirören
YILDIRIM Demirören, Sabah Gazetesi’nde Balçiçek Pamir ile röportaj yapmış.
Diyor ki, "Babam geçmişte mali açıdan çok kötü durumdaki Beşiktaş’a 40 milyon hibe etti. Parayı geri almadı. Ben 20 milyon dolar verdim ama giderken paramı geri alacağım..."
Demirören’in önce birinci cümlesini merak ettim, araştırdım.
Bakın karşıma nasıl bir tablo çıktı.
Titreyerek okuyun ve kendinize gelin.
Yıl 1980... Beşiktaş’ta Dorde Miliç teknik direktör. Kulübün vergi dahil, 100 milyon TL borcu var. Durum zor.
Beşiktaş’ı çok seviyorum
Erdoğan Demirören ortaya çıkıyor. "Ben Beşiktaş’ı çok seviyorum, 40 milyon TL borç vermeye hazırım. Ama bir şartım var başkan Süleyman Seba olacak" diyor.
O sırada siyah beyazlılarda, Mehmet Üstünkaya liderliğinde bir başka grup daha aday oluyor.
Aralarında Mekki Başak, Sami Albayrak, Faruk Pala, Şevket Belgin, Şevki Kurtkaya, Yalçın Sürmeli gibi isimler var.
Üstünkaya 15 milyon çıkarıp veriyor. Diğer üyeler de 5’er milyon. Bu grup kendi arasında 60 milyon para topluyor.
Süleyman Seba "Madem bu para toplandı. Erdoğan Demirören de 40 milyon verirse, Beşiktaş rahatlar. Ben başkanlıktan feragat ediyorum" diyor. Ve Üstünkaya başkanlığındaki bu grup idareyi ele alıyor.
Sıkı durun... Bundan sonrası çok enteresan.. Erdoğan Demirören 40 milyon lirayı 1.5 sene vadeli senetlerle yönetime veriyor. Karşılığında Beşiktaş yönetim kurulundan 45-50 milyon arası fatura alıyor. Giderine yazmak için.
Bitmedi... O yıllarda Beşiktaş sahaya Erdoğan Demirören’in sahibi olduğu Ankara Pazarları ve Milangaz firmalarının göğüs reklamıyla çıkıyor.
Yani Erdoğan Demirören parayı hibe ettiğini bırakın, verdiğinin çok daha fazlasını alarak bu işten sıyrılıyor.
Diğerleri ne yapıyor? Bir tek rahmetli Yalçın Sürmeli’ye 7.5 milyon tutarında fatura veriliyor. Mehmet Üstünkaya dahil, bütün diğer para verenler parasını kulübe hibe ediyor.
Eğer Sayın Yıldırım Demirören’in yukarıdaki tabloya itirazı var ise, haftaya bu sütunlarda ona da yer veririm.
Ailton kaça alındı?
Demirören’in kendi verdiği 20 milyon dolara gelince, verdiği parayla Beşiktaş ileriye doğru hamle yapmışsa, çok tabii ki parasını geri alacak. Ama verdiği borç parayla, yani Beşiktaş’ın parasıyla harcama yapıp, Beşiktaş’ın geleceğini temlik edecekse ve karartacaksa, bunun da hesabını vermeli.
Spor kulüpleri bir yerde ticarethanedir. Kar ettiren genel müdür kalır, zarara sokan yollanır.
Şöyle bir bakıyorum. Ailton kaça alındı, kaça gitti. Juanfran kaça geldi, kaça gitti. Del Bosque ve diğerlerini üst üste koyun neler çıkıyor ortaya. Bunlar yalnızca 3 tane isim. Ne dersiniz sayın Demirören?
Kendi silahınla...
1992-93 sezonunda Ankaragücü, G.Saray’dan 8 yedi, Beşiktaş şampiyon olamadı.
Peki soruyorum şimdi size? O gün Ankaragücü kalesinde önce kim oynadı? Zalad.
Peki Zalad Ankaragücü’ne nereden geldi? Beşiktaş’tan. Ne zaman geldi? O sezon. Beşiktaş, Zalad’ı neden sattı? Aynı Cordoba suçlamasından. (Ama Cordoba’da haksızlık yaptılar)
Peki, Beşiktaş, Zalad’ı Ankaragücü’ne sattığında yöneticiler zil takıp oynadı mı? Evet. Hayat işte böyledir. Attığın silahla vurulursun...!
Yüreksiz krallar
FUTBOL maçının tek hakimi vardır, o da hakemdir. Diğer ikisi yardımcıdır.
Yani düdük kimdeyse, kral odur. Diğerleri sadrazam. Sadrazamlar fikir verir, krallar ise karar. Sadrazamanlar krala yardım ederler.
Ama Türkiye’de maçlara bakıyorum. Sadrazamlar, kralı geçtiler. Kral zurnanın son deliği oldu. Sadrazamlar ne istiyorsa, kral gördüğü halde onlara boyun eğiyor.
Bu şunu gösteriyor. Ya kral kendine güvenmiyor ya da aklınca yüreği yok. Topu sadrazamlara atıyor.
Onun için de Türkiye’de maçlarda kral çıkmıyor.
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2006
O mücadele eden, birbirine destek veren takımdan eser kalmamış. Futbolcular birbirlerine yardım etmedikleri gibi, etrafa şikayet ediyorlar. G.Saray’ı bu hale getiren nedenlerden biri de Trabzon’un mücadeleci oyunu.
GALATASARAY’ı iki yıldır bu kadar kötü görmedim. Sarı kırmızılılar, şampiyon olduktan sonra havaya girmiş. O mücadele eden, birbirlerine destek veren takım yok. Herkes tek başına oynuyor. Ama şunu da belirtmeden geçmeyelim. Galatasaray’ı bu hale getiren faktörlerden biri de, Trabzon’un mücadeleci oyunu. Öncelikle bordo mavililer şunu kabul etmişler; "çok koşarsak, biz bu işi yaparız."
Dünkü maçın en önemli yanı, Gökdeniz’in Trabzon’da oynaması idi. Başka bir açıdan bakarsak, Galatasaray’ın Gökdeniz’i yoktu. Gökdeniz yaptığı günahları affettirmek için olanca hırsıyla oynuyor ve mücadele ediyor. İki sene böyle oynasın, borcunu öder.
Stepanov’u çok beğendim
Ersen Martin aşısı tutmuş. Trabzonspor’un iki defa iki farklı öne geçmesine rağmen çok rahat top kullanması gerekirdi. Alakasız pozisyonlarda hiç gereği yokken topu Galatasaraylılar’a verdiler. Bunda fizik güçlerinin yetersizliği de rol oynadı. Tahmin ediyorum Ziya Hoca bu açığı kapatır.
Mesela Marcelinho. Topu çok iyi kullanan bu oyuncu, fizik olarak hazır değil. Stepanov sıfır hatayla oynadı. Fatih, karşısında eski takımı olmasına rağmen rahattı. O da zaman zaman gereksiz işler yaparak topla rakip alanın ortasına kadar dripling yapmaya kalktı. Musa da dün gece sahada en fazla mücadele eden futbolculardan biriydi. Nesi var, nesi yoksa sahaya döktü. Tam bir profesyoneldi.
Dün gece sarı kırmızılılarda ayakta kalan tek isim Arda’ydı. Ziya Hoca akıllı bir iş yaptı. Maçın başında bütün uzun atılan toplarda Ersen Martin’in yanına hem Marcelinho’yu, hem de Gökdeniz’i soktu. Özellikle Gökdeniz’in yanına hiçbir Galatasaraylı oyuncu yanaşmadı. Böyle olunca Song’la Tomas, Ersen Martin-Marcelinho ikilisiyle uğraşırken aradan Gökdeniz malı götürdü. Anlaşılıyor ki, Ziya Hoca, Gökdeniz’e, "Sen istediğin gibi dolaş, nereyi tehlikeli görüyorsan oraya gir" demiş. 20 dakika sonra Galatasaray’ın solunda Ferhat’ın tek başına olduğunu hissetti ve gördü. Ayhan da onun yardımına gitmeyince, Gökdeniz o kulvarı dikiş makinesi gibi işlemeye başladı. Gerets bu sefer bu genç oyuncuyu oyundan aldı ama sorunu çözemedi.
Galatasaraylı futbolcular birbirine yardım etmiyor. Daha büyük bir tehlike birbirlerini etrafa şikayet ediyorlar. Sarı kırmızılıların bazı oyuncuları hala hakeme itiraz etme alışkanlıklarını sürdürüyor. Eller-kollar havada uçuyor ama maalesef bizim hakemlerimiz büyük takımda oynayan oyuncuları kolluyorlar. Misal isterseniz işte Hasan, işte Sabri, işte Hakan Şükür. Acaba bu üç oyuncu küçük takımlarda oynasalar ve bu hareketleri yapsalar ne olur? İşte onun için de bizim hakemlerimize itimat ve güven kalmıyor.
Ersen Martin bütün hava toplarını alınca, Gerets sakatlanan Song’un yerine Cihan’ı alacağına Emre’yi aldı. Ama o da bir şey fark etmedi.
Aslında ilk 45 dakika biterken Trabzon oyunu 3-1 yapacaktı. Ama iki nolu yardımcı Mustafa Sönmez, Selçuk Dereli’nin de gördüğü Tomas’ın ayağa kayarak yaptığı büyük hatayı faul olarak yorumladı ve Selçuk Dereli’yi yanılttı. Ama işte hakemlik orada başlıyor. Pozisyonu sen de gördün ve faul olduğuna inanmadın. Bayrağı orada indir, devam et. Maçı bayrak mı idare ediyor, düdük mü? Yardımcı hakemlere teslim olursanız kötü pozisyonlara düşersiniz. Nitekim iki tane taç atışını yardımcı hakemlere rağmen değiştirdin. Ama oralarda tehlike yoktu. Buradaki pozisyonda Trabzon, Galatasaray’ı üçe bir yakalamıştı. Dedim ya hakemlik cesaret işidir. Çünkü dün gece Selçuk Dereli bu tür ikili mücadelelerin çoğunu doğru kararlarla devam ettirdi.
Trabzon’da maç seyredin
İstanbul basını, hep "Trabzon seyircisi, Trabzon seyircisi" der durur. Bu stat Türkiye’de tel örgüsü kaldırılan ilk statlardan biri. Dün akşam Trabzon seyircisini herkes gördü. Pırıl pırıl tezahürat ettiler, takımlarını desteklediler. Ben İstanbul’daki maçlarda neler görüyorum. Ama dedim ya, bizim bazı at gözlüklü spor yazarları Trabzon’a gelip maç seyretme cesaretini bile gösteremiyorlar. Yeter ki, siz doğru yazın, doğruları yapın. Şartlı olmayın.
G.Saray seke seke gelip 11 puan yapmıştı. Lig üçüncüsüydü. Trabzon da iyi gitmiyordu. Ne oldu? Bir maçta Trabzon geldi, Galatasaray’ı geçti. Ülke olarak bazı şeylere şartlanmayalım diyoruz. Mesela hurafeye. Neymiş Trabzon, Galatasaray’ı 10 senedir yenemiyormuş. Futbolda böyle bir mantık yok. Oynarsan yenersin. Yeter ki, iyi mücadele et. Futbolun ön şartı bu.
á Not: Marcelinho belki fizik olarak tam hazır değil ama ülkesinde annesi ile kardeşinin yaşadığı sorunlar yüzünden kafası çok dağınık. Ama Ziya Hoca doğru bir hareketle izin isteyip ülkesine gitmek isteyen bu oyuncuya izin vermedi. Ve bu oyuncu da dün akşam maç üzerinde çok etkili oldu.
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2006
FUTBOLDA senden daha isimli, daha tecrübeli bir takımla oynamak, hep onları markaj yapmak, onu oynatmamak çok eski bir mantık. Artık bu düşünce kalmadı. Eğer o senden iyiyse, seni yener. Tamam, ona önlem alacaksın ama onu yenmek için de biraz oynayacaksın. Alex’e markaj, Appiah’a markaj, Kezman’a markaj. Sonra ne oluyor? Golü kalende görüyorsun. Bakıyorsun ki, bu işler böyle devam etmeyecek. Bu sefer hücumdaki en iyi oyuncun olan Yordanov’u oyuna alıyorsun. Yani onu ilk 45 dakika oynatmıyorsun. Ondan sonrada mağlup oluyorsun. Diyorsun ki, "Fenerbahçe’nin kadrosu benden iyi." Fenerbahçe’ye yenil, ama adam gibi futbol oyna, mücadele et, elinden geldiğini yap, yenil. Antalya’nın yaptığı gibi.
Önder bu takımda oynar
Fenerbahçe defansında Önder, ’ben oynarım’ diyor. Hakikaten oynar da. Kezman zaten iyi transfer. Nitekim attığı gol, klasik Kezman golü. Yalnız Appiah, geldiği zamanki gibi değil. Hani böyle sulu şeftaliyi şapır şupur yersin ya, öyle oynuyordu. Şimdi aynı iştahla oynamıyor. Bir sebebi olsa gerek. İkinci devre Konyaspor, aklı başına gelince bayağı pozisyon buldu. Ama işte, hem becerisizlik, hem tecrübe neticeyi 1-0’a kilitledi. Fenerbahçe pozisyon yakalamadı mı? Yakaladı. Ama bunlardan iki tanesini zaten kaleci Özden verdi.
Öyle ya da böyle F.Bahçe, çok iyi futbol oynamasa da aldığı bu galibiyetle içerideki vıdı vıdıyı biraz dondurdu. Yani hani ilahi fıs fıs diyoruz ya. Hani adaleyi dondurup acıyı geçici dindiren. Bu galibiyet de F.Bahçe’ye böyle bir yarar sağladı.
Ağır sahada kaleye çok şut atmak lazımdı. İki takım da bunu yapamadı. Türk futbolunun en büyük hastalığı zor aldığı topu, kolay rakibe vermektir. Saha dün biraz ağırlaşınca, bu daha da üst düzeye çıktı. Futbolcular iyi niyetliydi. Hakem de maçı istikrarlı yürüttü. Geçen seneki Konya-Fener faciacı yaşanmadı.
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2006
Şu aşamada Ersun Yanal’ın F.Bahçe’ye gitmesi intihar demektir. Eğer başka bir kulübe gidecekse sezon sonuna doğru anlaşır, gideceği kulübün futbolcu kadrosundan kimlerin ayrılacağını, kimlerin alınacağını bildirir ve sezona hazırlıklı başlar. ERSUN Yanal 45 yaşında... Buraya gelene kadar en alt kademeden, en üst kademeye basamakları teker teker çıktı. Yani helikopter ile inmedi.
Bazıları diyor ki, "yaşı çok genç..." 10 sene sonra da çok "yaşlı" diyecekler.
Veya bazıları diyor ki, "biraz daha pişsin..." 10 sene daha pişse, bu sefer "dibi tuttu" diyecekler. Veya "son kullanma tarihini bayağı geçmiş" diyecekler.
Bakınız... Etkili olacak, belli bir konuda devrim yapacak insanlar yaşlı insanlar olamazlar. Çünkü insanlar yaşlandıkça çok daha çeşitli yönlerde düşünmeye başlıyorlar.
Her şeye yumuşak iniş yapıyorlar. Yumruğu masaya vuramıyorlar. Yumoş yumoş oluyorlar. Gençler öyle değil. Daha dinamik ve daha cesaretliler. Onlar kötü alışkanlıkları veya bozuk düzeni cesaretle yıkabilirler.
Gitsin diyordum
Üç yıl evvel Ersun Yanal için "3 büyüklere gitsin" diyordum.
Bugün de. Ama bugün görüyorum ki, çok yazar vatandaş sanki yeni farkediyor.
Şu aşamada Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’ye gitmesi intihar demektir. Çünkü "Mecbur olunca seni aldık, sen de gel, seni de bir deneyelim" havasında Fenerbahçe başkanı.
Ama Aziz Yıldırım diyecek ki, "Ben onun pişmesini bekledim. Kamuoyu hazırladım. Sonra zamanı gelince aldım..."
Bunlar hikaye... Ersun Yanal’ın göreve geldikten bir yıl sonra Manisaspor’u ilk üçe sokması Fenerbahçe’yi şampiyon yapmaktan daha büyük başarıdır.
Hele görsel ve yazılı basını olmayan, 2-3 bin seyircisi olan, Futbol Federasyonu’nda etkisi olmayan Manisaspor’un bu neticeye erişmesi tamamen Manisa yönetiminin, futbolcuların ve Ersun Yanal’ın eseri olacaktır.
Daha önce de "Denizlispor’dan ve Ankaragücü’nden sorunlu ayrıldı" diyenlerin ağızlarına ciklet verecektir.
Fenerbahçe’nin şu andaki sorunu teknik direktör değildir. Nasıl şampiyon olunduğunda bu takımı "Ben şampiyon yaptım" diyorsa, başarısızlıkta da fatura başkan Aziz Yıldırım’ındır.
Başkan Yıldırım’ın geçen yıl "Ben takımın şampiyon olacağına çok inanıyordum. Onlara çok güveniyordum. Yoksa olaya el koyardım" dediği doğru mudur?
Seneye hazır olur
Böyle bir başkanla Ersun Yanal ne yapar? Tartışılır. Ama işin şık olanı Ersun’un bu yıl Manisa ile sezonu kapatması olacaktır. Eğer başka bir kulübe gidecekse sezon sonuna doğru anlaşır, gideceği kulübün futbolcu kadrosundan kimlerin ayrılacağını, kimlerin alınacağını bildirir ve sezona hazırlıklı başlar.
Yoksa kucağına konulacak futbolcular ile değil.
Antrenör başkanlar oldukça...
HANİ bir laf vardır "Sözüm Meclis’ten dışarı" diye. Benim sözüm Meclis’ten dışarı olmayacak bizim futbol meclisinin içinden olacak. Eskilerden, yenilerden, yakınlardan, şimdilerden...
Bir teknik adam futbol takımını yüzde kaç etkiler?
Bu futbolda ileri gitmiş ülkelerde, yani sistemlerini oturtmuş ülkelerde yüzde 20-25’lerde görülür. Ama bizim gibi ülkelerde 50’lere hatta 60’lara çıkabilir. Çünkü bunları geçmişte çok zaman yaşadım.
Peki Türkiye’deki sistemde teknik adam takımı ne kadar etkiler?
Teknik adam nedir ki
Bazı başkanlara göre teknik adam nedir ki, hiç etkilemez.
Çünkü o başkan ya Futbol Federasyonu’ndaki kişilerle sıkı bir temastadır. Ya da futbol camiası içindeki federasyon yan kurullarında çalışan etkili ve yetkili ama çürük şahıslarla halvet olur.
Küme düşmeyi son anda kurtaran, sevinen teknik adam ve futbolculara veya şampiyonluk kazandığı için sevinen futbolcu ve teknik adamlara hitaben. "Ne yani 8-10 puanı ben aldım fazla havaya girmeyin" diyebilen başkanları duyduk...
Bu başkanlara göre haklı olarak teknik direktörlerin varlığı tamamen şekildedir. Bu başkanlar bu teknik adamlara zaman zaman kadro yaparlar, zaman zaman oyundan futbolcu çıkartırlar veya futbolcu soktururlar. Çünkü onlar için teknik adam bir araçtır. Bazıları soyunma odasına gider, taktik bile verir.
Zeki olursa başarır
Eğer sistem düzelirse, antrenmanını düzenli yapan, çok çalışan, zeki olan, maçlarda düdükleri tarafsız çalınan, teknik adam ve futbolcuların takımları başarılı olacaktır. Onun için de bu başkanlar, bozuk düzenin toparlanmasını istemezler. İşlerine gelmez ve sinirlenirler. Sizlere televizyonlarda da başka başka hikayeler anlatırlar ve saptırırlar. Bahaneleri de hazırdır.
Derler ki, "Herkes doğru hareket etsin, ben de edeyim..."
"Adalet herkese eşit dağıtılsın" diye fetva bile verirler.
Mercedes YAKIŞIR
ZARAR ettik, devlet bize sahip çıksın diyen fındık üreticileri ortalığı birbirine kattılar.
Onların ne kadar kar veya zarar ettiklerini bilmiyorum. Ben de bir portakal-limon üreticisiyim. Mersin Tarsus arasında 40 dönüm bahçem var. Ve bu bahçede bir görevli çalışıyor. Bu yılki takriben 90-100 ton arası tutan portakal-limonu tüccara 24 bin YTL’ye sattım. Bunun için tüccar bana birisi 2006 aralık tarihli, diğeri 2007 şubat olmak üzere 12’şer bin YTL’lik iki çek verdi. Bir yıl boyunca bahçeye yaptığım masraf 16 bin YTL. Bu sene kullandığım gübre ve ilaç maliyeti geçen seneye göre çok farklı. Yani elime geçen para ile harcadığım arasında 8 bin YTL’lik fark var. Bölün bunu 12 aya 666 YTL yapar. Yalnız portakal- limon üreticiliği yapsam, benim halim ne olacak?
Bu kimi ilgilendirir? Haliyle hükümeti. Özellikle de Ziraat Odaları Başkanı’nı. Hani o başkanın açıklamaları vardı ya. "Türk köylüsü çok zor durumda, bankalara olan borçları yüzünden traktörleri haciz edilen ve satılan" diyordu. Ama o başkanın altında da traktör yok. S500 Mercedes var.
Türk üretici köylüsünün başkanına da zaten böyle bir araba yakışır.
Bu eziyet NİYE?
ALİ Sami Yen Stadı’nda neden Şampiyonlar Ligi maçı oynanmıyor. Çünkü UEFA bu stattaki bayan tuvaletlerinden, doping odasından şikayetçi.
Basın toplantısı odasından memnun değil. Yeni stat yapılıncaya kadar bu eksikleri geçici olarak toparlamaya kalksanız, maliyet en fazla 250-300 bin dolar tutar.
O da zaten Şampiyonlar Ligi’nde Ali Sami Yen’de alınacak bir galibiyetle çok rahat karşılanır. Çünkü Olimpiyat Stadı’nı futbolcu da istemiyor, seyirci de.
Ama yönetim niye hala ısrar ediyor, anlamak mümkün değil. Şu kadarcık bir detayı halledemedikleri için takımlarına ve seyircilerine Olimpiyat Stadı eziyeti çektiriyorlar.
Tigana’ya anlatın...
TİGANA da modaya uydu. Neticeyi hakeme yükledi. Tamam hakem iyi değildi. Ama Tigana hiç iyi değildi. Yani hakem o maçta Tigana’dan daha formdaydı.
Ben teknik adamın konuşmalarına bakmam. Bana hikaye gelir. Sahaya çıkardığı takımın mücadelesine ve oyununa bakarım. O futbol takımına yapılan yatırıma bakarım. Tonla para yatırıp, o takımın maçında keçi boynuzunu ısırıp emersem, ne kadar tat alırım ona bakarım. Aslında Tigana’ya birisinin keçi boynuzunu anlatmasını ve göstermesini isterim. Tigana sigarayı bıraktıktan sonra kürdan kullanarak kendini oyalıyor. Bence keçi boynuzu ile bu işi yapsa, taraftarının da duygularına ortak olur. En azından ne durumda olduklarını ve çektikleri ıstırabı canlı olarak anlar.
NOT: Beşiktaş Tigana’yı yollarsa, dün Korkut Göze’nin yazdığı gibi 4.6 milyon Euro tazminat ödeyecek. Zaten Demirören döneminde Beşiktaş yaptığı transfere yakın tazminat ödeme başarısını gösterdi. Sayın Demirören kendi özel işinde bu zararı yaptırsa, şirketi iflas eder miydi? Veya genel müdür olsa görevden alınır mıydı?
Neden saklanıyor?
FENERBAHÇE’nin aldığı 4 yabancı oyuncunun maliyeti ne kadar? Zico’nun maliyeti ne kadar. Niye bunlar Fenerbahçe camiasından ve kamuoyundan saklanıyor? Veya neden korkuluyor?
Bakınız, Fenerbahçe kötü oynuyor tamam... Ama daha tehlikelisi ve kötüsü Fenerbahçe hiç mücadele etmiyor. O zaman sorun tamamen yönetimdedir. Çünkü futbolcu zeki insandır. Yukarıda olanları çok dikkatle izler. Ve ona göre hareket eder.
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2006
BEŞİKTAŞ oyunun başında daha derli toplu görünüyordu. G.Saray, seyircinin de baskısıyla Beşiktaş hücuma çıkmadan pres yapmaya başladı. Orta alanda Beşiktaş daha iyi gözükmesine rağmen hücumda çoğalamadılar, pozisyon bulamadılar. G.Saray da az geldi ama daha tehlikeli oldu.
Baki ile Koray tat vermiyorlar. Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama öyle yerlerde, öyle kontrolsüz işler yapıyorlar ki, bir çuval inciri berbat ediyorlar. Öncelikle kademeye girmeyi bilmiyorlar. Futbolcuları paylaşamıyorlar, rakip hücumda yön değiştirdiği zaman yerlerini, pozisyonlarını kaybediyorlar. Nitekim aralarına atılan toplar kalelerinde büyük tehlike oldu. Topu oyuna sokarken de iyi değiller. Beşiktaş’ın defansı böyle olunca, haliyle bu hücuma da etki ediyor, oradada güçsüz kalıyor, etkisiz oluyorlar.
Yanlış adamı değiştirdi
İkinci 45 dakikada da oyun olarak fazla değişiklik olmadı. Ama Tigana müthiş bir oyuncu değişikliği yaptı. Belki de hücumda Beşiktaş’ın en etkili adamı olan Nobre’yi oyundan aldı. Bobo etrafta gözükmüyor, sıfır etkili. Onu sahada tutuyor. İkinci yarı Ricardinho hiç yok.
Bakın, Nobre diyoruz, Ricardinho diyoruz, Delgado, Kleberson diyoruz ama sahada bir oyuncu var, her şeyi ile oyuncu. Hem de gencecik bir çocuk. Arda, sahadaki en etkili isim. Solda Ferhat da öyle. Bizim takımlarımız bu iki oyuncuyu transfer etmeye kalksalar acaba kaç paraya mal ederlerdi? Beşiktaş takımına bu masrafı yaptıran Tigana yarın nasıl hesap verecek? Beşiktaş yönetimi de bu kadar borcun hesabını nasıl verecek? Beşiktaş’ın gelecek 5 yılı kararmış gözüküyor. Eğer takım olarak başarılı olamazsanız, yani bu parayı geri çeviremezseniz, kulübü uçurumdan aşağı itiyorsunuz demektir.
G.Saray fazla zorlanmadan maçı kazandı. Dikkat ediyorum, Türkiye’ye gelen yabancı oyuncular içerisinde Song elinden ne geliyorsa yapyor, her maçta aynı mücadeleyi veriyor. Kamerunlu, sarı kırmızılılar için çok önemli bir oyuncu.
Cüneyt Çakır’ı da fazla zorlayacak bir pozisyon olmadı. Oyunun başında iki nolu yardımcıyla ters düştüğü bir pozisyon var. Ofsayt mı, korner mi diye düşünürken, bu olayın etkisinden bir 20-25 dakika kurtulamadı. Neticede maçı hak eden kazandı.
Yazının Devamını Oku