16 Ağustos 2006
Türkiye’de şikenin önüne geçilir mi? Geçilir. Hakem, gözlemci, temsilci, Futbol Federasyonu dörtlüsü raporlarını yazarlar ve işi karara bağlarlar, kimse de bir şey diyemez. Ama bu federasyon bunu yapamaz. TÜRKİYE’de şikenin önüne geçilir mi? Geçilir. Hakem, gözlemci, temsilci, Futbol Federasyonu dörtlüsü raporlarını yazarlar ve işi karara bağlarlar. Kimse de bir şey diyemez. Ama bu federasyon bunu yapamaz.
Çünkü şu andaki federasyonun bir önceki ayağında çalışanların mafya üyeleriyle telefon bağlantıları, konuşmaları basında yayınlandı. Bakan M.Ali Şahin diyor ki, "Bunun için spor mahkemeleri lazım. Ben şimdilik bu konuyu Başbakanlık Teftiş Kurulu’na havale ettim" diyor.
Zaten Türkiye’de bir işi sulandırmak istiyorsanız, ya komisyon kuracaksınız ya da başka yerlere havale edeceksiniz.
Ben de diyorum ki, "Şike organize bir suçtur, çete teşekkülü oluşturmak ve haksız kazanç temin etmektir."
Ey Türk halkı, bizi aldatıyorlar, diyorlar ki, "Şike kavramı Türk Ceza Hukuku’nda olmadığı için işlem yapamıyoruz."
Peki o zaman yukarıda söylediğim cümleler Türk Ceza Hukuku’nun için de yok mu? Var, hem de palamut gibi.
Peki, şike ile ilgili konuşmalar dolaylı yollardan telefonlara takıldı mı? Takıldı, onlar da palamut gibi duruyor. Peki o zaman, bu hazır palamutları niye afiyetle ızgara yapıp yiyemiyorsunuz?
Cevabı ben vereyim; "Sonra kılçıklar boğazınıza takılır" diye.
Siz yeter ki isteyin, TCK’nın her tarafında şikeyi tanımlayan çok madde bulursunuz. Yeter ki isteyin.
Nobre Türkiye’yi nerede tanıttı?
PEK çok kulüp yabancı sayısının artırılmasına karşıydı. Hatta düşürülmesini istiyorlardı. Hepsi hikaye. Bir anda kulüplerin, yabancı oyuncularını, Türk statüsüne geçirmek için sıraya girdiklerini görüyoruz.
Neymiş efendim, bazı futbolcular Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunuyorlarmış. Mesela Nobre. Allah aşkına Nobre Türkiye’yi nerede tanıttı?
Geçen yıl Schalke maçında bomboş durumdaki Anelka’ya topu vermeyip, Türkiye’nin Avrupa’da tanıtımını engelledi. Bu örnekleri gördükten sonra aklıma, Türkiye’yi dünyada tanıtanlar geliyor.
Mesela M.Ali Ağca. Allah’ı var, Türkiye’yi, dünya tanıttı. Hem de köküne kadar. İnanıyorum ki, yaşı müsait olsa bazı kulüpler onu da transfer ederler.
THY’nin son hali
TARİH 28 Temmuz 2006.. Saat 21.05 Antalya- İstanbul uçağı. Uçak yolcularını alıyor fakat hiçbir açıklama yapmadan tam 30 dakika alanda bekliyor. Bu bekleyişin ardından İstanbul’a havalanıyor.
Yolcular Atatürk Havalimanı’na indikten sonra bavul bekleyişi başlıyor. 10 dakika, 20 dakika, 40 dakika değil.. Tam 1 saat bavul bekliyor yolcular. İç hatlardaki danışma memuru yerinde değil. Yolcular muhatap bulamayınca danışma bankosunun arkasına atlayıp dahili telefonları rastgele çevirip muhatap aramaya başlıyorlar.
Bu arada kayıp eşya bölümündeki memur gözlerine ilişiyor. Tüm öfkelerini o memura kusuyorlar. Memur da öfkeli, "Biriniz bir yumruk vursun, ben de kurtulayım siz de. Her gün öfkeli yolculara muhatap olmaktan bıktım" diyor.
Yolcular memurdan, Türk Hava Yolları sorumlu amirinin telefonunu istiyor. Memur, amirini (Yavuz bey) arıyor. Amir beyin yanıtı basit; "Şikayetleri varsa şikayet kutusuna yazsınlar." Bu yanıt üzerine küfürler başlıyor.
THY yolcuları isyan ediyor. Tam 1 saat 15 dakika sonra bavullar görünmeye başlıyor. Ancak Antalya yolcularının çilesi bununla da bitmiyor. Alandan dışarı çıktıklarında trafiğin arap saçına döndüğünü görüyorlar. 34 SGP 23 plakalı bir araç, yolun neredeyse ortasına park etmiş. Polis memurları da çaresiz. Niye aracı çekmediklerini soran yolculara çaresiz gözlerle yanıt veriyorlar; "Bu araç bir milletvekilinin nasıl çekerim. Eğer çekersem soluğu kim bilir nerede alırım."
İşte THY’nin ve Türkiye’nin son hali....
Hakemleri satan satana...
BÜLENT Yavuz MHK Başkanı, Metin Tokat faal hakem.. Yer, bir hakem semineri.. Ben ve Ahmet Çakar, görsel ve yazılı basında yorum yaptığımız için hakemler vıdı vıdı yapıyorlar. Ve yukarıda ismini yazdığım bu ikili, genç hakemlere hakemliği öğreteceklerine, güzel bir beste yapıyorlar ve koro halinde bu genç hakemleri çalıştırıyorlar. Beste şöyle;
- Hakemleri kimler satar?
- Erman Toroğlu, Ahmet Çakar.
Allah için, Yavuz ve Tokat besteyi kendileri seslendirmedi. Gençleri tetikçi olarak kullandı. Yıllar su gibi akıp geçti. Şimdi bakıyoruz ki bu bestenin mimarları, gazetelerde televizyonlarda boy gösteriyorlar. Yani hakemleri satan satana...
Elinizde patlar
HAKEM eskilerinin kulüplerde teknik ve idari bölümlerde görev almaları son derece yanlış ve tehlikeli bir olaydır. Eğer bu tarzı kullanan ve kullanacak kulüpler varsa bu o kulüplerin ellerinde patlar.
Halil’in hakkı
HALİL Akkaş.. Aslanlar gibi yarıştı İsveç’te. Eğer biraz daha tecrübesi olsaydı o yarışı kazanırdı. Genel müdür Mehmet Atalay kendisine özel ödül verecekmiş. O ödül Halil’in hakkı.
Bravo genel müdüre. Atalay bu ödülü verirken, Halil’i uluslararası yarışmalara götürmeyenlerden de hesap sormalı. Sormalı ki, bir daha bu kadar basit nedenlerle Halil gibi başarılı sporcularımız madalyadan olmasınlar.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2006
HANGİ sporu yaparsanız yapın, daha ileriye gitmek ve başarılı olmak istiyorsanız, kendinizden zayıfla değil, kendinizden daha kuvettli, daha iyi olanlarla oynamalı, antrenman yapmanız lazım. Dün gece F.Bahçe, hiçbir şey oynamadan, fazla bir şey yapmadan, bireysel kabiliyetle ve pozisyonla G.Birliği’ni yendi. Yani G.Birliği, F.Bahçe’ye iyi bir antrenman yaptırdı. Maç rakibi olamadı.
Ee, peki bu F.Bahçe, Avrupa’nın vasat takımlarından olan D. Kiev’le nasıl mücadele etsin? Büyük bir ihtimalle Dinamo Kiev, bu Fenerbahçe’yi eleyecek. Eğer sürpriz olmazsa... Peki o zaman suç F.Bahçe’de mi veya hata? Bence yalnız onda değil, sistemde.
Büyükler- Küçükler
Çünkü, Türkiye Ligi’nde büyükler ve küçükler var. Küçükler, büyüklere antrenman bile verdiremiyorlar. Peki bu düzeni isteyen ve bu düzeni sağlayanlar kim, yıllarca? Büyükler. Yani, hani bir şarkı var ya " Kendim ettim kendim buldum" gibi...
Yukarıda yazdıklarım hep genel görüntü. Fenerbahçe Başkanı, ’Önümüzdeki 2 yıl içinde Avrupa Kupası’nı alacağız’ diyordu. ’Avrupa’nın büyüklerinden olacağız’ diyordu. Ama dün gece Fenerbahçe’nin santrforu 90 dakikaya başlayan Semih’ti.
Pardon derler
Sonra Semih çıktı, santrfor Alex oldu. Eğer, Şampiyonlar Ligi’nde oynayacak bir takımın santrforu Alex’se adama ’pardon’ derler. Veya eğer Fenerbahçe taraftarıysanız ’Sizler, bizlerle dalga mı geçiyorsunuz?’ derler. Daha acı tarafı da bu Fenerbahçe, bu Gençlerbirliği’ni 2-0’la geçiyor.
Daha da ilginç yanı İlhan Cavcav, Fenerbahçe formasıyla "En büyük Fenerbahçe " (Başkayı söyledi mi, söylemedi mi büyük yok) diyor. İşin daha acı tarafı stadın üçte ikisi boş. Hepimizin bir karar vermesi lazım. Olay kulüpler mi, yoksa Türkiye’deki futbol mu? Yoksa siyaset mi? Yoksa güç mü? Benim ümidim gittikçe azalıyor...
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2006
İKİ takımda da transferde oyuncu değişikliği fazla... Yeni gelen oyuncular ne yapacaklar belli değil. Çünkü neticeye göre, tribündeki değil, sahadaki esas teknik direktörler hesap verecekler. Şimdi şöyle fazla uzatmadan, kestirme kestirme cevaplar verelim. Türk futbolunda bazı gündemler oluşuyor. Bir ara 10 Numara vardı. Şimdi ön libero var. Kleberson, Beşiktaş’ta bu işi iyi yapmaya başladı. Burak, Nobre, Bobo üçlüsünden Burak daha acemi. Olur mu olur. Ama önce diğer ikisi oynar.
Bazı teknik adamlar enterasan işler yapıyor. Ben, bir maçı ticari bir olaya benzetirim. Para kazanıyorsan, işler iyi gidiyorsa, sistemi bozmam. Olayı çomaklamam.
İbrahim Üzülmez, eskiden 60 metre gider, altmış metre gelirdi. Bu mesafe bazen yetmişe çıkardı. Sonra orada bayılırdı. Şimdi arkasında Mercimek var. O da fasuleyi iyi pişiriyor. Çünkü ciddi mesafe otuz kırk metre. Tribürlerde bağırıyor "Deli İbrahim" diye, o da iyice delirip tempoyu arttırıyor.
Anlamak mümkün değil
Ve çok faydalı işler yapıyor. Ama Tigana yandan kementi atıyor. Deli İbrahim’in yerine akıllı genç İbrahim Akın giriyor. Ama herkes birinciyi arıyor.
Sahada mücadele eden Gaziantep takımı vardı. Tribünde onlara ayrılan yerde seyircilerini aradım, yok. Ama normal. Çünkü o seyirciden Fenerbahçe ile İstanbul’da oynadıkları şampiyonluk maçına 8 kişi gelmişledi. Yani takımlarından 3 eksik. Bir kaç cümle de Beşiktaş seyircisine yazalım.
Takımlarını güzel destekliyor, ne var ne yok bağırıyorlar. Belki can alıcı noktalarda yüklenmiyorlar, kendilerini tatmin ediyorlar. Ama iki tarz tezahüratlar yapıyorlar ki, anlamak mümkün değil. Bir tanesi bir şarkı. Güftenin içindeki bir cümle "Allah belanı versin". Benim bildiğim bela okunmaz.
Eğer okursan kendine döner. İkinci şarkı daha da enteresan. "Şarabı da içeriz, esrarı da çekeriz...!" Yorumları sizlere bırakıyorum...?
O bayrağı taca attı!
Kuddusi Müftüoğlu ve yardımcıları ofsayt kararlarında düzgün işaretler verdiler. Ama 1 nolu yardımcı, bir ikili mücadelede hakemine bakmadan bayrağını çekti.
Kuddusi de o bayrağı taca attı. Bence de doğru yaptı. Yardımcı hakemler, hakemin görmediğine kanaat getirdiği pozisyonlarda bayrak çekerek. ikazlarını yaparlar.
Yani acele edip her pozisyona maydanoz olmazlar.
Not: Beşiktaş takımı lige uzunca bir hazırlık dönemi geçirerek, Beşiktaş İnönü Stadı’na geldi. Ama aynı şeyi İnönü Stadı için söylemek mümkün değil.
Çünkü bulunduğum Doğan Medya locasındaki klima soğuk değil, ılık üflüyordu. Yani yaza değil, kışa ayarlanmıştı. Tahmin ediyorum kışın da soğuk üfler.
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2006
ANKARASPOR-Galatasaray maçında 19 Mayıs Stadı’ndaki top toplayıcılar (bizim zamanımızda bunlara ikibuçukluk derlerdi, çünkü ikibuçuk lira yövmiye alırlardı) Ankaraspor öne geçtikten sonra Mondragon’a topları geç atmaya başladılar. Sonunda Mondragon onları hakeme şikayet etti. Şimdi bana şunları söyleyebilirsiniz. Ey Erman, Denizlispor Başkanı ve yöneticilerinin Türkiye Ligi’nde şampiyonluğu ve küme düşmeyi belirleyecek bir maçı organize olarak 16 dakika geciktirmeleri sadece 2 maç cezası ile geçiştiriliyorsa 19 Mayıs Stadı’nda da top toplayıcıların meşin yuvarlığı 15-20 saniye geç atmaları tartışılamaz.
Pes be Can Çobanoğlu
Daha da hayret verici olan şeyler var. Denizlispor Menajeri sevgili Can Çobanoğlu, takımının bu hafta Konyaspor ile oynayacağı cezalı maç Antalya’ya alındığı için bir açıklama yapmış...
Neymiş Denizlispor’un üzerine oyunlar oynanıyormuş. Pes be Can... Hani yavuz hırsız ev sahibini bastırır ya, aynen öyle. Bari sus Can. Teşekkür et Futbol Federasyonu’na, zaten başkanın Ali İpek gerekli teşekkürlerini ve bağlılıklarını sayın federasyon başkanına iletmiştir
Bedava seyahat eden sinekler
YILLARDIR Ankara’ya uçakla gelenler gecekonduların arasından şehir merkezine ulaşırlardı. Hatta bazen önemli yabancı konukları gece getirirler ve gece uğurlarlardı.
Şimdi bu yol geliş-gidiş otoban oluyor. Ulus’tan itibaren hiç kırmızı ışıkta durmadan Esenboğa’nın yeni havalimanına ulaşacaksınız. Çünkü havalimanı da yenileniyor. İnşaat inanılmaz çabuk yapılıyor. Ama bir şey var ki, nasıl çözecekler bilemiyorum.
O da sinek meselesi. Çünkü Esenboğa’nın etrafı küçük ve büyükbaş hayvanların ağılları ile dolu. VIP, CIP salonu, yolcu salonu sinek istilasında... İçtiğimize, yediğimize hepsine konuyor, pisliklerini bırakıyorlar. Ama bu sinekler şanslı.
Uçağın açık kapısından içeri girebilenler, ki yüzlercesi giriyor İstanbula’a, Bodrum’a, Erzurum’a, İzmir’e bedava seyahat yapıp uçup; yeni yerler görüyorlar.
Avcı neden gitti?
TÜRKİYE’de zaman zaman güzel şeyler oluyor. Mesala U-17 Milli Takımı’nın geçtiğimiz yıllarda oynadığı futbol, gördüğü alaka ve yaptığı hava hepimizi mest etti. Olan oldu. Bir gün aniden bu U-17 Milli Takımı’nın mimarı olan, teknik adamı Abdullah Avcı görevden ayrıldı. Şu ayrıntıya dikkat edin; ayrıldı mı, ayrılmaya mecbur mu bırakıldı? Bence bırakıldı.
Bu çocuğu hiç tanımam, belki milli formayı giymemiştir bile! Her Milli Takım’da oynayandan iyi teknik adam olur diye bir kanun da yok. Bunun geçmişte çok örneklerini gördük.
Ben Abdullah Avcı’nın basından en ufak demecini görmedim. Belki de çocuk çok kibar, çok beyefendi veya konuşursa şu anda çalıştırdığı İstanbul Büyükşehir Belediye takımı zarar görür diye düşünüyor.
Ama kimse şu sıralar yerlerde sürünen U-17 Milli Takımı’ndan bahsetmiyor.
Çiçekler saksıda büyüyorlardı. Belki de biz onları 3-5 sene sonra topyekün A Milli Takım’da görecektik. Benim dışarıdan gördüğüm kadarıyla şahsi kaprisler uğruna Abdullah Avcı’ya da yazık oldu, o güzelim takımına da... Olsun. Nasıl olsa yapanların yanına kar kalıyor!
Not: Farketmez, şu anda Beylerbeyi Tesisleri Haluk Ulusoy yandaşlarının teknik adam mezarlığı gibi. Salla başını al maaşını sistemi gidiyor. Abdullah Avcı gibiler zaten buralarda barınamazdı veya ona iş yaptırmazlardı.
Sözümün arkasındayım
PAZAR akşamı Maraton programında malüller için, gaziler için ve Genelkurmay Başkanlığı makamı için spontane yaptığım konuşmanın, söylediğim cümlelerin sonuna kadar arkasındayım.
Türk halkının sessiz çoğunluğunun gönderdiği maillerden ve açtığı telefonlardan dolayı hislerini anlıyorum ve teşekkür ediyorum. Ama görüyorum ki, gazetenin biri Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olanlara Fransız... Demek ki İrlandalıları dışarıda aramaya devam etmeyelim.
Not: Pazar akşamı yapılan bu konuşmadan sonra pazartesi günü bir astsubayımız evi basılarak şehit edildi. Haberi alan babası da kalp krizinden öldü. Ey gazeteci kardeşlerim, gidip o aile ile konuşun bakalım. Artık ev basmalar başladı.
Sizin de kapınızı çalacaklar. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Sakın ola ki, o gün ağlamayın, sızlanmayın. Çünkü o gün vakit geç olacak.
Bir doğru, bir yanlış
MHK’nin ’şu hakemi istemeyiz’ tepkisindeki uygulama doğru. Ama göstere göstere formsuz isimleri inadına bazı maçlara da atamak yanlış. Örnek mi? İşte size Bülent Demirlek.
Frankfurt’taki Beşiktaş-Galatasaray maçını kötü idare etti ama komite, kör gözün parmağına onu Fenerbahçe maçına atadı. Bu da yanlış.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2006
ÖYLE bir maç ki, her dakikası ayrı ayrı konuşulur veya yazılır. Öncelikle şu gerçeği gözardı etmeyelim; Daum’un 3 senelik futbol mantalitesinden sonra Zico’nun değişiklikleri göze çarpıyor. Ama bu skor aldatmasın. Çünkü Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Erciyesspor’la karşılaşmayacak. Ama kimse şu gerçeği de yine gözardı etmesin;
Fenerbahçe’nin bu güzel stadına gelen seyirciler, Daum zamanında canları sıkılıp, çekirdek çıtlıyorlardı. Ama tahmin ediyorum Zico’yla hareketli, heyecanlı maçlar izleyecekler.
Belki, biraz kontrollü, fizik olarak üstün takımlara karşı kaybedecekler. Ama maçtan çıkarken, keyifli bir maç izledim diyecekler. Bence doğru olan da bu.
Bakın, maçın kilit noktası veya kopma noktası veya bitme noktası 67’nci dakika. Neden mi? Fenerbahçe, rakibine kafa atan Appiah’ın atılmasıyla 10 kişi oynuyor. Burda pozisyonu gören yardımcı hakem. Ama kırmızıyı gösteren Demirlek, seyircinin baskısını kaldıramıyor. Sonunda dizlerinin üzerine çöküyor.
Demirlek’in kıyağı
Fenerbahçeliler, dünkü maç için sakın Demirlek’i suçlamasınlar. Onu öpüp, okşasınlar, başlarının tacı yapsınlar. Çünkü 67. dakikadaki kıyağı hiçbir hakem onlara yapmaz. Lazarov, o dakikaya kadar hep hakemi aldatmaya yönelik hareketler yapmaya kalktı. Ama o dakikada bariz gol şansındaydı. Marco geldi onu yaka-paça indirdi. Maç 2-0, Fenerbahçe 10 kişi. Verilecek penaltı yanında Marco’ya bir kırmızı kart. Ne olur sonra bu maç?
Ama hakemde bu yürek yoktu. Appiah, atıldıktan sonra Rüştü hep vakit geçiriyor. Sarı yok, dakika 80, maç 4-0 oldu. Hakem cesaretlendi! Rüştü’ye sarı kartını gösterdi.
Ders verdiler
Zico, özellikle Tuncay’ı doğru yerde oynatıyor. Tümer-Alex ikilisi markajı sevmezler. Onun için de Marco ve Appiah’a çok iş düşecek. Ama Fenerbahçe’ye golcü, hava hakimiyeti olan bir santrfor lazım. Semih, iyi niyetli bir oyuncu ama hedefi çok büyük Fenerbahçe’de iyi, kıdemli ve devamlı bir yedek olur. Her şey bir tarafa top Alex’in ayağına geldiği an daha bir başka güzelleşiyor, Fenerbahçe’nin çarkları daha güzel işliyor. Fenerbahçe için Alex, çok önemli bir varlık.
Dün gece, Fenerbahçe seyircisi hakemle nasıl oynanır dersini diğer bütün takım seyircilerine verdi. Hem hiç de çirkinlik yapmadan bu işi yaptılar. Öteki seyircilere ders olsun.
Bir çift sözüm de K.Erciyessporlular’a... Takımınız 1. Lig’e alışmış, amatör ruhunuzu kaybetmişsiniz. Demek ki, tehlike kapıda.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2006
ÇOK kaliteli bir maç olmadı. Bu da çok doğal. İnanılmaz sıcak ve basık bir hava var ve sezonun ilk maçı. Türkiye şartlarında Ağustos’ta ligi başlatmamak lazım. En kötüsü 25 Ağustos’tan sonra başlayacaksın. Eğer çok sıkışırsan, hafta arasına maç koyacaksın. Ankaraspor ileride Jaba’yı bıraktı, Galatasaray bu ufak oyuncuyu Tomas, Song, Mehmet üçlüsüyle marke etmeye kalktı. Böyle olunca Ankaraspor orta alanda fazla oldu. G.Saray da 60 dakika kenarlara inemeyince, oyun ortada sıkışıp kaldı. Ankaraspor’un bu sistemi, Ramazan sakatlanana kadar sürdü. Eğer Ramazan çıkmasaydı, G.Saray’ın golü bulması güçleşecekti. Çünkü çıkana kadar bu oyuncu hatasız oynadı. İliç, Hakan’ın yanında güzel deparlar yaptı, nitekim böyle bir pozisyonda golü yaptı.
Minyatür kale
Galatasaray’da paralar ödenmiş. Demek ki tehlike başladı. Sarı kırmızılılar şunu unutmasınlar, geçen yıl çok mücadele ettiler, kavga ettiler öyle kazandılar. Böyle oynarlarsa, işleri zor. Zaten Adnan Polat-Adnan Sezgin ikilisi ile Gerets-Erdal ikilisi herhalde minyatür kale maça başlamışlar. Futbolcular da bu minyatürü çabuk hissedip görürler. Bu da takımın aleyhine olur.
Ayhan bu takıma şart, neden kenarda anlamadım. Bir oyuncu almışlar; Carrusca. Ama henüz görüntü kapuska. Yine de haksızlık etmeyelim biraz bekleyelim. Galatasaray’da üç oyuncu değişti. 5-6 oyuncunun da yeri değişti. Bu bir takım ve teknik adam için iyi değil.
Hakan yıldızdı
Maçın yıldızı kaleci Hakan’dı. İki penaltı kurtardı, gol de yiyebilirdi, önemli değil. Bir kaleci olarak ne yapılması gerekiyorsa onları yaptı. Bir tek ilk yarı, bir korner topunda yarıda kaldı. Pozisyon tehlikeli olmadığı için pek çok kimse farkedemedi, ama kendisi farketmiştir. Bu tarz devam eder, şımarmazsa Milli Takım için büyük kazanç olur.
Cüneyt Çakır da iyi yönetim gösterdi. Aslında burada Cüneyt Çakır’dan evvel, yöneticiler tarafından "istemezük" denilen hakemleri, anında görüntü ile o yöneticilerin maçlarına atayan MHK’yi tebrik ederim. Hakemin "arkasındayız" diye laf salatası yaparak duramazsınız, ancak böyle eylemlerle durursunuz.
Yazının Devamını Oku 14 Temmuz 2006
Bu Materazzi tam şeytan. "Ben cahilim. Terörden filan anlamam" diyor ama yalan söylüyor. Eğer bu FIFA, başarı için her şey mübah zihniyetiyle hareket edenlere okkalı bir ceza vermezse, yarın bu Materazzi’ler daha da artacak. ZIDANE ile Materazzi’nin pozsiyonunu önümdeki 1 no’lu hakem gördü. Çünkü, yardımcı o sırada o tarafı kontrol ediyordu. Şimdi bu konuda herkes bir şeyler söylüyor ve yazıyor. Öncelikle de şunu söylüyorum; "Tamam, Zidane’ın yaptığı yanlış. O kalitede bir oyuncunun bunu yapmaması gerekir. Ama beyler şunu iyi düşünün; Zidane’ın yerine kendinizi koyun. Bakalım ne karar vereceksiniz? Ondan sonra konuşun veya yazın."
Basur muayenesi
Hatırlarsınız, önceki sezon Emre Aşık, Nobre’ye orta parmağı ile bir basur muayenesi yapmıştı. Adnan Türkkan Ceza Kurulu da Emre’ye 3 maç ceza vermişti. Sonra da bu cezayı o zamanın Tahkim Kurulu kaldırmıştı. Aslında çok kolay gözüken bir şey. Takip edenler hatırlarlar, Tahkim Kurulu üyelerine cezayı kaldırdıklarından sonra şunu sormuştum; "Aynı hareket size yapılsa ne yaparsınız?" Biliyorsunuz, insanların kendilerine olunca tepki hemen geliyor, onlar da beni mahkemeye vermişlerdi. Şunu net bir biçimde söylüyorum. Bu Materazzi yalan söylüyor. Şimdi bu Materazzi’ye soruyorum; (İnşallah İtalya muhabirimiz Reha Erus da bu soruyu ona sorar.) ABD’deki 11 Eylül olayı olduğunda, Okan ile Emre İnter’de oynuyorlardı. Materazzi onlara hitaben, "Bu olayları siz mi tezgahladınız?" dedi mi, demedi mi, şakayla karşılık.
Herkesle oynuyor
Şimdi aynı Materazzi, "Ben cahilim. Terörden filan anlamam" diyor. Ama Materazzi’nin kendisi tam şeytan. Herkesle istediği gibi oynuyor.
Zidane’ın vurduğu kafada kendini yere atış şekli, bizim Ümit Kayıhan’ın yaptığı gibi. O şiddetle atılan kafada öyle düşülmez. Kafayı yediği neredeyse 10 dakika sonra aklına geliyor. Eğer bu FIFA, başarı için her şey mübah; rakibe parmak da sokarım, kolumu da hissettiririm, tükürürüm, küfür ederim, önemli olan hedeftir, başarıdır’ zihniyetiyle bunları yapanlara ve özellikle Materazzi’ye okkalı bir ceza vermezse, yarın bu Materazzi’ler daha da artacak.
Aslında İtalya maçları enterasan geçti. Futboldan biraz anlayan ve özellikle FIFA, bu maçın kasedini defalarca izlesin, İtalya takımının başarıya nasıl gittiğini ibretle görsün. Ve bu İtalya maalesef bindiği dalı kesiyor. Dünyadaki sempatisini hızla kaybediyor. Ne demek istediğimiz bir sonraki Avrupa Şampiyonası’nda veya Dünya Kupası’nda seyircilerden alacakları tepkiyle herkes anlayacak.
MODERN BiR HAPiSHANE
ALMANYA’ya gidip de Heidelberg’i görmezsen, Almanya seyahatin eksik kalmış olur. Heidelberg, dünya şirini bir kent. Bütün Alman şehirlerinde olduğu gibi, göbeğinden nehir geçiyor. Yüzyıllar önce mezhep çatışmalarında bu nehrin kan aktığını söylüyorlar. Müthiş bir kalesi var. Özellikle kalenin içinde 1751 yılında yapılan bir şarap fıçısı var ki, inanılmaz. Görmek lazım.
221 bin 726 litre kapasiteli dev bir fıçı. O tahtalarla onu nasıl yapmışlar, inanılır gibi değil. Ziyaretçi ile dolup taşıyor. Kentin içi mükemmel. Zaten üniversite şehri. Boşuna bu şehrin adına şarkılar yapılmamış.
Almanya’da hava inanılmaz kötü. Bir bakıyorsunuz, 38 derece, her taraf ağaçlık olduğu için müthiş bir nem. İki saat sonra derece 23’e düşüyor. Dört saat sonra yağmur yağıyor. Yani neredeyse 2-3 saat sonra kar yağdı desem mübalağa etmiş olmam.
Dışarıya göç var
Eğer yıllarca oralarda kalıp bu havaya alışmazsanız, işiniz çok zor.
Zaten hem ekonomik olarak, hem de diğer sebeplerden Almanya dışına müthiş bir göç var. Almanya’da oturan yerli ve yabancı talebeler bundan evvel 6 ayda bir 120 euro ödüyorlarmış. Yeni Alman hükümeti bunu AB ülkelerinin vatandaşlarına 500 euro, diğer ülke talebelerine 1200 euroya çıkarmış. Öğrenciler üniversiteleri fazla işgal etmesinler, çabuk bitirsinler diye bu sisteme geçildiği söyleniyor.
Almanya’da polis deyince akan sular duruyor. Haşa, neredeyse yukarıda Allah, aşağıda polis diyeceğiz. Bunu yolda yürürken, araba kullanırken, havalimanlarına girerken, maça giderken, her yerde hissediyorsunuz. Almanya’da asker yok denecek kadar az. Onun için de polis her şey. Zaten polis, trafik polisi veya başka işlere bakan polis diye ayrılmamış. Hepsi polis. Almanya’nın geneline baktığınızda herkesin iş bulduğu, belli zamanlarda sokağa çıkıp gezdiği, çok muntazam ulaşımın olduğu modern bir hapishane.
Hakem, erkek gibi olmalı
2006 Dünya Kupası maçlarında, Almanya’da her kesimden insanlar televizyonlarda canlı yorumlara çıktılar. Mesela ZDF 2’de Urs Maier ve yanında da Mainz 05’in antrenörü Jürgen Klopp vardı. Markus Merk, Gana maçında gene iğrenç, dağlara taşlara bir penaltı veriyor. Urs Maier kıvırtıyor da kıvırtıyor. "Acaba" diyor, "Olur mu" diyor, "Bunu mu düşündü" diyor. Yönetimi idare eden Jürgen’e dönüyor, aldığı cevap net:
"Kesin olarak direkt penaltı değil."
Tam bir üçkağıtçılık
Bir başka kanalda bir başka yorumcu, kendini darbe gelmeden yok yere atan Henry hakkında döndürüyor, dolaştırıyor. Diğer yorumcu eski futbolcu Netzer, "Bu uyanıklık falan değil, tam bir üçkağıtçılık" diyor. Almanya’da da çok televizyon seyircisi, sağı solu oynayan yorumcular için, "Aman aman, o kanalı değiştirin, öbür tarafta konuşanlar daha düzgün" diyor ve zaplıyorlar. Zaten bu işler Türkiye’de de pek farklı değil.
Poll örnek olmalı
Hakem, erkek gibi olmalı. Ne yaptı 3 sarıyı gösteren İngiliz Graham Poll? FIFA, "Benim iki sarı kart gösterdiğimi internet sayfalarına geçti ama ben 3 sarı gösterdim, yapmamalıydım" dedi.
Bizdekilerden bazıları da mesela Konya-F.Bahçe maçında olduğu gibi, Anelka’nın rakip kaleciyi koluyla dağıtmasına seyirci kalıp, pozisyonu gören 1 no’lu yardımcıya da, 4.hakem İsmet Arzuman’ın, "Hakem senden yardım istedi mi? İstemediyse boşver" dediğini hatırlıyorum. Biliyorsunuz, o gol hala konuşuluyor. Belki 4-5 sene daha konuşulacak. Ama Arzuman gibiler hala hakemlik yapıyorlar.
Bilet verene hediye kadın
BEDELLİ askerlik yapsaydım, 28 gün sürecekti. Ama benim Almanya’daki Dünya Kupası askerliğim 32 gün sürdü. Bu 32 günde enterasan şeylere şahit oldum, yaşadım, gördüm. Felaket büyük boyutta karaborsa yapıldı. Her Dünya Kupası’nda olduğu gibi, ’Bilet istiyorum’ diye elinde pankartlarla gezen insanlar vardı ama bir tanesi çok tuhafıma gitti. Adamın yanında çok güzel bir kadın, pankartta şu yazıyor: "Bu maça bilet verene yanımdaki kadını hediye edeceğim."
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2006
DÜNYA Kupası kalitesiz başladı, kalitesiz bitti. Finale yakışmayan bir maç oldu. Düşünün bir kere, İtalya aynı yerden üç tane korner atıyor, biri gol oluyor, biri direkten çıkıyor, diğerini içeriden çıkarıyorlar. Böyle bir final maçında eğer iki takım arasında böyle sahneler izleniyorsa bu, kalitenin olmadığını gösterir.
Yinen düşünün, 75. dakikada hakem Fransa lehine faul veriyor, Zidane topu alıp korner atmaya gidiyor. Bunu yapan Fransa Milli Takımı’nın kaptanı. Maç uzatmalarla bitiyor, ben iki kaleciye de acıyorum. Nitekim onlar penaltılar başlamadan önce birbirlerine sarılıp, şans diliyorlar. Aslında ben ikisini de "kurbanlık koyuna" benzettim. 120 dakikaya baktığınızda, tempo yok, baskı yok. Mücadele var, risk yok. Kısacası futbol adına hiçbir şey yok. Zaten bu Dünya Kupası’nda da akılda kalacak maç yok. Çok az maçta "eh işte fena değil" diyorsun.
Uzattılar da uzattılar
Fransa’nın oynadığı maçlarda Ribery yorulduğu için hep en fazla 70’te oyundan alınıyordu. Bu maçta uzatmalarda kenara çekildi. Neden? Çünkü yorulmadı, öyle bir mücadele olmadı. İşi uzattılar da uzattılar. İkisi de kaza kurşununa kurban gitmek istemedi. Fransa Milli Takımı Kaptanı rakibine kafa atıyor. Bu, onun fizik olarak hazır olmadığını gösterir. Yoruluyorsun, yorgunluğun neticesinde elinde olmadan rakibine kafa atıyorsun. Dinlendiğin an, "ben böyle bir şeyi nasıl yaptım?" diyeceksin. Şu bir gerçek; futbol yaşla çok ilgili.
Zidane’ın atıldığı pozisyonda top, olayın olduğu yere göre çok uzaktaydı. Hakem görmedi. Özellikle İtalya kalecisi Buffon ilk pozisyonda 1 nolu yardımcıya gelerek sürekli ikaz etti. Herkes birbirine bir şeyler söylüyordu. Ama Buffon 1 nolu yardımcının yanından hiç ayrılmadı ve yerde yatan Matterazi tedavi olup kalktıktan sonra hakem, 1 nolu yardımcının yanına geldi ve çok net bir şekilde Zidane’ın ismini aldı ve kırmızıyı gösterdi.
Bu pozisyondan sonra stattaki Alman seyirciler İtalya’ya cephe aldılar ama iş işten geçmişti. Gök Mavililer bu tarz atmosferlere alışkınlar. Ama şu bir gerçek; koyunun olmadığı yerde keçiye "Abdurrahman Çelebi" derler. Eğer Lippi, bu kupayı kaldırdıysa en az Lippi kadar bu kupada Parreiara’nın ve Pakerman’ın emekleri var. Onların basiretsizliği, kabiliyetsizliği İtalya’yı şampiyon yaptı.
Yazının Devamını Oku