22 Kasım 2006
TELEVİZYON yoktu, sadece radyo vardı, gazete vardı... Bu kafalar yıllarca insanları aldattılar. Ve maalesef bazıları insanları hala aptal zannediyorlar. Çünkü bunların bazıları gazete sütunlarından insanları tehdit ettiler, korkuttular, sindirdiler. Ama televizyon çıkınca bunların esas yüzleri meydana çıkmaya başladı. Dikkat edin, çıktıkları programlara bakın, yavaş yavaş kademe kademe aşağıya iniyorlar. Niye? Çünkü televizyonda herşey net. Bir de o televizyon onların yüzlerindeki samimiyetsizliği, sahtekarlığı, taraftarlığı net bir biçimde gösteriyor. Bunlar, kendi fikirlerini söyleseler tamam... Ama bir de karşı tarafı suçlamıyorlar mı, işte o zaman bunların maskelerini bir defa daha düşürmek farz oluyor.
Bazıları futbol oynamamıştır. Bazıları hakemlik yapmamışlar, bazıları yalnızca taraf tuttukları takımın maçına giderler. Bazıları hiçbirini yapmazlar evde oturur seyrederler....
Ve... Derler ki Erman Toroğlu 20 dakika oynatıyor, sonunda kararını veriyor.
Ey bazı gerçekleri görmek işlerine gelmeyenler veya çok uyanıklar...
Seyirciye saygı
Erman Toroğlu maça gidiyor, maçı seyrettiği yer, yayıncı kuruluşun maçı anlatan spikerinin yanı. Yani Erman, pozisyonu hem canlı görüyor, isterse kafasını yana çevirip monitörden bir daha seyrediyor. Eğer çok sıkışsa telefon açar merkezde görevli arkadaşlara defalaraca oynattırır, haber alır. (Şimdiye kadar hiç olmadı)
Yani o Erman maçı hem canlı seyreder hem de heyecanlı. Sonra maçın 80. dakikasından itibaren çalıştığı gazetesi Hürriyet’e maçı yazdırır. Bütün yorumları yapar. Maç bittiğinde Erman’ın yazısı da bitmiştir. Yani Erman, bu maçla ilgili yorum ve pozisyonları gazetesine zaten yazmıştır.
Peki, Erman pazar akşamı Maraton’da bazı pozisyonları niye defalarca oynatır... Önce bu işin tekniğini bilmeyen seyircisine saygısından. Her seyirci her programda bir şey öğrense bu Türk futbolu için avantajdır. Yoksa, Erman’ın oynattığı pozisyon zaten Hürriyet Gazetesi’nde bir gün önce ya da o gün çıkmıştır. Veya ertesi gün için çoktan yazılmıştır.
Ama Maraton’daki bu eylem bu kalın kafalı taraf, at gözlüklü amigo yazarların işine gelmez. Niye, çünkü onlar yıllarca Türk insanını aldattılar. Ama ne güzel televizyonlar sayesinde Türk insanı onları şimdi bu kalın kafalıları çok daha iyi tanıdı.
Tebrikler Yılnur
PAZAR günü Vedat Yüksel ilk yarı özellikle Appiah ve Lugano’ya göstermediği kartlarla işini zora soktu. Fakat aynı Vedat Yüksel ikinci yarı çok daha hafif pozisyonlarda kartlarını gösterince, benim aklıma devre arasında bir telefon bağlantısı olduğu geldi.
İki tarafın da günahlarını almışım. Yaptığım istihbarata göre telefon yokmuş. Devreye dördüncü hakem Yılnur Önen girmiş ve Vedat’ı ikaz etmiş.
Doğruya varmak için maçlara 4 kişi tayin ediliyor. Doğruyu bulmak için 4’ü de birbirine yardım edecekler.
Eğer işin aslı bu ise Yılnur’u tebrik ederim.
İYİ NİYETLİ OLMAK...
PAZAR günü Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda bir yardımcı hakem izledim. O seyirci baskısına rağmen bütün bayrakları doğru kaldırdı. Çünkü bütün bu pozisyonlarda doğru yerdeydi, yanılmadı. Bir tek yerde iptal ettiği golde fare gibi köşeye kısıldı, kaldı. Ama o pozisyonda ona Allah yardım etti. Niye...
Bir laf vardır ya, ben de çok inanırım. ’Allah iyi niyetli olana, tarafsız olana, art niyetli olmayana, doğru olana yardım eder’
NOT: FIFA’nın yeni gönderdiği yazıda, ayak mayak yok, bir futbolcu diğerine göre kol, omuz, kafa ne olursa olsun vücudun bir bölümü yarım santim bile önde olsa artık ofsayt. Meraklısına duyurulur...
Kolay lokma yok
ESKİDEN büyükler galip geldi mi, küçükleri tokatladı mı, herkes memnundu, her şey iyi gidiyordu. Futbol kurtuluyordu. Şimdi küçükler, büyüklerin boğazına takılıyor. Kolay kolay yutulmuyorlar. Bir anda futbolumuz kötü oldu. Acaba öyle mi?
Suç ve bedeli
TÜRK insanının suç işlemeye hakkı vardır. Neye karşı? Bedeline karşı. Ödersin bedelini, işlersin suçunu. Ama bu cümle, medeni ülkeler için geçerli. Bizim için değil. Neden? Çünkü, suç işleyen bedelini ödemiyor, kim ödüyor, bedelini. Gariban, masum vatandaş. Suç işleyen ne oluyor. İşlediği suç yanına kar kalıyor.
Evine hırsız giriyor, adamı mutfakta, salonda silahla vurursan suçlusun. Neden? Kanuna göre adam yatak odasına girecekmiş. Bence bu kanunu da değiştirelim. Adam, yani hırsız, yani gariban hırsız yalnızca yatak odasına girdi diye vurulmasın. Adama ayıp olur!!! Hatta yazık olur. Bırak adam senin yatağına girsin, seni biraz okşasın öpsün, seni tahrik etsin, sen de sinirlen ondan sonra adamı vur. O zaman haklı olacaksın!!! Size abartı gibi geliyor, ama malesef gerçek olan bu...
Neden? Adamın elinde silah, ateş etmiş. Birini yaralamış. Yani suç aleti ile suç işlemiş. Eylem yapmış. Adamı vuruyorsun, tutuklanıyorsun. Var mı başka böyle bir ülke?
Kimse yok mu orada?
Tarih 5 Mayıs 2003... Sat komandosu Zeki Şen isimli şahsı Hakan Sezik isimli bir manyak bıçaklayarak öldürüyor.
Sonuç... Sadece dokuz ay tutuklu kalmak. Yıllarca emek ve para vererek yetiştirdiğin bir sat komandosunun ölüm karşılığı.
Tarih 1 Nisan 2006... Yine Hakan Sezik, bu sefer Mahmut Altukanat isimli şahsın cebinden parasını kapkaç suretiyle almaya teşebbüs...
Sonuç... Hakan Sezik serbest.
Tarih 4 Kasım 2006... Assolist yine Hakan Sezik. Bu sefer, Yelena Kurdyumova isimli Rus uyruklu bayan gazetecinin çantasını kapkaç suretiyle çalınması olayı...
Sonuç... Hakan Sezik, gene serbest.
Bütün bunları yapan Hakan Sezik, şu anda aramızda gene dolaşıyor. Kim bilir neler yapmıştır. Belki de faili meçhul bir cinayetin baş kahramanıdır. Veya yapmak üzeredir.
Soruyorum size. Nerede kanun, nerede adalet?
Aloo... Cevap veren yok mu? Kimse yok mu orada? Ses versenize...
Üfle deme püf de!..
BİR ara Türk futbolunda, doping çok modaydı. Öyle teknik direktörler bilirim ki, takım sahaya çıkarken kapıda durur, verdiği hapı içmeyen veya elinde iğne ile yanında duran masörün enjektöründen kaba etine iğne yaptırmayan futbolcuyu oynatmayan. Hatta, elinde çantayla seyyar gezen kulüplere giderek ’Bendeki doping çok iyi’ diyen insanları...
Bilinçlenmeye başlayınca, bunların çoğunluğu ortadan kalktı. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Biz, bilinçlenen futbolcu, teknik adam sayısını arttırırken, her zaman olduğu gibi yöneticiyi unutmuşuz.
Eski dopingçilerin yerini şimdi üfürükçüler aldı. Eskiden iğne ile kalçanın sağ veya sol lopuna şırınga vuranlar; şimdi üfürükçü hocaların eline düştüler. Bu hocalar, yıllarca hamile kalamayan kadınlara çocuk doğurttular. Nasıl, doğurtturduklarını da hepimiz biliyoruz!!! Malumumuz...
Kaleci gol yemeyecek
Şimdilerde bu hocalar, rakip takımlara dokuz doğurtturacaklar. Yani onlara gol attırtmayacaklar. Yani üfledikleri kaleci gol yemeyecek.
Bakmayın siz, bazı yöneticilerin ’Biz bu işlere inanmıyoruz’ dediklerine. Ben de onlara inanmıyorum. Neden? Çünkü bu adam bazı statlarda boynuna sahaya girme kartını geçirmiş cirit atıyor. Habire, kalenin arkasından üflüyor.
Ondan sonra da irtica yok diyorsunuz. Asker niye konuşuyor diyorsunuz... Siz bu kafayla devam ettiğiniz müddetçe O ASKER, size bir üflüyecek, tam üflüyecek, feleğiniz şaşacak. Ah deme oh de. Üfle deme püf de. Bu da benden size tavsiye.
NOT: Geçenlerde Vatan Gazetesi’nde 8 sütun başlıktı. Almanya’da bir hoca. Yani, bu üfürükçü imamlardan bankaya para yatırıp, faiz alan insanları, hacca giderken anasıyla zina yapmaya benzetmişti.
O zaman ben hacca gitmekten vazgeçeceğim. Kendimi de kurtaracağım, rahmetli annemi de... Bunları söyleyen imam acaba şimdi nerededir? Parası resmi bankada mı, yoksa yeşil sermaye de mi? Yoksa Nice’te Cannes’da jet-ski’ye mi biniyor?
Bundan sonra ben de jet-ski alıp, bineceğim...
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2006
İki takımın, yedekler dahil, kadrolarına baktığımızda Fenerbahçe daha ağır basıyor. Ama bu ağırlık sahaya yansımazsa, bunun sorumlusu teknik adamdır. Tümer de Alex gibi oynayınca; Fener’in orta sahası çöktü. İKİ teknik adam, ikisi de futbolculuklarında hücuma dönük oynarlardı. Tigana daha arkada, Zico daha önde. Şimdi diyeceksiniz ki, bu yazdıkların ne alaka? Türk spor basınında iki tane tartışma var; Tümer’le Alex yan yana oynar mı, oynamaz mı, aynen Ricardinho-Delgado birlikte oynarlar mı? Birisi ısrarla oynatıyor, diğeri tek tek kullanıyor. İkisini beraber kullanan, bence, kendi takımını frenliyor. Diğeri doğru yapıyor. Bunu maçı kazanmaya ya da kaybetmeye bağlamıyorum. İşleyen takımlara bakıyorum.
Tümer de Alex gibi oynamaya kalkınca Fenerbahçe’nin orta alanı çöküyor. Ümit Özat sakatlanıyor, sahada hazır bir Deniz var. Hem de sol tarafta oynayabilen. Ama Zico, Deniz’in evelliyatını bilmediği için oyuna Uğur Boral’ı alıyor. Halbuki Deniz’i sola, Marco’yu ortaya alsa, hatta Tümer’i de oyundan alsa Fenerbahçe çok daha etkili olacak. Zico’ya tahmin ediyorum, maçlardan evvel kadro için bir şeyler söyleniyor ama maçın ilerleyen dakikalarında durum değişikliklerine göre yapılacaklar aynı çabuklukta iletilemiyor. Aynen hakem Vedat Yüksel’e olduğu gibi. Çünkü, aynı hakem ilk yarıda verdiği ve veremediği kartlar, ikinci yarı aynı pozisyonda uyguladıkları... Mutlak suretle hafta arasında gerekli ikazlar yapıldı. O da ilk yarıda yapamadıklarını ikinci yarıda yaptı.
Ofsayt kararı doğru
Bence dün gece Beşiktaş, yapabileceğini yaptı. Başka türlü oynamazdı. Kadro seçimi de doğruydu. İki takımın, yedekler dahil kadrolarına baktığımızda Fenerbahçe daha ağır basıyor. Ama bu ağırlık sahaya yansımazsa bunun sorumlusu teknik adamdır. İlk yarıda yardımcı hakem Ulusoy, 6 tane ofsayt kaldırdı hepsi doğruydu. Seyirci, Ulusoy istifa diye bağırdı, ama seyircinin istifa etmesini istediği adam Futbol Federasyonu Başkanı’ydı, yardımcı hakem değil. Maçtan önce hep iki takımın kalecilerinin formsuz olduğu, çok hata yapıldığı konuşuldu, yazıldı. Ama iki takım futbolcuları o çok konuşulup, yazılan 2 kaleciyi zorlayamadı. Ancak 84. dakikaya kadar birer defa tehlike yaratabildiler. İkisinde de kaleciler başarılıydı.
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2006
MİLLİ Takım, Volkan’a rağmen iyi futbol oynadı. Hani, "perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" derler ya, Volkan da aynen onun gibi. İnanılmaz derecede güven vermiyor. Kendini rahat göstermek istiyor ama maalesef rahat değil. Kendine güvenen kaleci, o tarz hareketler yapmaz. Her şeyden önce çalışmadığı belli.
İyi bir hazırlık maçı oldu. Öyle veya böyle rakibin de dünya şampiyonu. Topu ayağa oynadığımız zaman önce İtalyanlar’ı durdurduk. Özellikle Emre, Arda, Marco Mehmet ve Hamit kısa ve sert toplarla oynayınca İtalyanlar’ın temposunu düşürdük. Tuncay son derece verimsiz oynadı. Bu tip maçlarda 10 tane pozisyona giremezsin. Ve A milli düzeyine gelmiş bir oyuncu ayağına atılan sert paslarda topu stop edince ayağından beş metre ileriye açmamalı. Zamk gibi yapışmalı. Marco Mehmet ön liberoda milli takımın aradığı ilaç oldu. Mükemmel oynadı. Arda güzel hareketler yaptı ama bu oyuncunun alt tarafı biraz daha güçlenirse, çok iş yapacak. Maç içinde devamlılığı yok. Bu da çok normal. Aslında bu performansı bile büyük başarı. Emre, İtalya’da bazı şeyleri göstermek için ne var, ne yok vermeye çalıştı. Fena da değildi.
Servet’te yükseliş grafiği devam ediyor. Gökhan, milli takımda, Beşiktaş’tan daha iyi oynuyor.
Sabri’nin hastalığı!
Özel bir milli maç ama saha dolu. 250 bin Euro hasılat var. İki taraf futbolcuları da sahada birbirlerini hırpalamadılar. Centilmence oynadılar.
Fatih Terim’in çok sinirlendiği pozisyonda hücuma kalkan oyunaular Hakan’ın sakatlandığını görmediler. Ama tabii bizim Hakan da o kadar kolay sakatlanıyor ki, yine her pozisyonda "itiyorlar, çekiyorlar" diye hakeme şikayet etti. Sabri’de de aynı hastalık devam ediyor. Hadi Hakan itirazda duracağı yeri biliyor ama Sabri kontrolsüz. Bir gün hem kendi takımını, hem milli takımı çok önemli bir maçta yaralayabilir.
Hakem, Türkiye’de çok çalınacak faulü çalmadı. Ama Avrupa’da oynayıp mücadele edeceksek, bu tip sert hareketlere alışmalıyız.
Maçın ilerleyen dakikalarında çok oyuncu değişince, karşılaşmanın temposu da kalmadı, tadı tuzu da... Ama özel bir maçı güçlü takımlarla oynamak milli takımımız için bir avantaj oldu. Hiç olmazsa, nerede nasıl olduğumuzu insan daha iyi anlıyor.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2006
DÜN gece Beşiktaş yenilgiyi haketti. Çünkü normal şartlarda atılacaklar ve yenilecekler hesabı yapılsa, maçın skoru 9-1 Sivasspor lehine olurdu. Bu pozisyonları gol yapamayan takımın da bu sahadan yenilgiyle ayrılması gerekirdi. Yani siz Beşiktaş’ın aciz durumunu düşünün.
Altını çizerek özellikle söylüyorum, sakın bana kimse, "Beşiktaş seyircisi çok iyi, bu işi iyi yapıyor" demesin. Bu seyirci Beşiktaş’a inanılmaz zarar veriyor. Beşiktaş seyircisi kendi şovunu yapıyor, kendini tatmin ediyor. Takımına destek vermiyor. 15. dakikada kaleci hatalı bir gol yiyebilir. Veya bir futbolcu hata yapabilir. Sen 75 dakika onu protesto edersen seyirci değilsin. Ayrıca yenilen golde yalnız kalecinin hatası olmaz takımın olur. Beşiktaşlı seyircilerin yaptığı takıma destek değil, bunun adı, "Haybeye yurttan sesler."
Bakın, Beşiktaş çok adamla hücum ediyor. Çok adamla da defans yapıyor. Kalesinde 9 tane gol pozisyonu var. Neden? Çünkü iki kalabalığı organize edecek orta alan, bağlantı yok. Sivasspor son derece kontrollü oynadı. Aman aman da bir şey yapmadılar. Biraz topu ayağa oynadılar. Biraz da birbirlerine yardım ettiler. Petkoviç son dakikalarda mükemmel bir top çıkardı.
Tezahürata bakın
Beşiktaş’ın içi boşalmış. Bu takımda sorun futbolcularda değil. Seyirci bağırıyor, "Saldırın saldırın, şerefiniz varsa saldırın." Yani bir futbolcu ne kadar saldırırsa o kadar mı şerefli olacak. Gerektiği kadar saldırmazlarsa da şerefsizler. Ne alaka?
Aslında sorun bir tek yerde. Yönetim de, tabii ki başkanda. Sen Nobre’yi alıyorsun, kurtarıcı diye. Beşiktaş seyircisi de bağırıyor, neymiş Nobre maçtan sonra üzüntüden ağlamış. Kapalı tribündeki orta grup futbolcuya bağırdı, rakibe bağırdı, hakeme bağırdı. Bir tek yönetime bağırmadı.
Yönetim istifa
Ama o aynı grup, yıllar önce, "Ahmet Dursun, Seba gitsin" diye bağırıyorlardı. Serdar Bilgili’ye, Seba’ya küfür ettiler. Dün gece stadın diğer yerlerinde, "Yönetim istifa" sesleri yükselince onlar ıslıklıyorlardı. Çünkü onlar için Beşiktaş liderliğe oynayan bir takım değil o grupların liderlerine para kazandıran, geçim sağlayan bir kurum haline geldi.
Aslında futbolcular değil, koca kulübü bu hale getirenler utanmalı. Sivasspor bileğinin hakkıyla Beşiktaş’ı çatır çatır yendi. Onlar da çok hatalıydı çünkü en az 4-5 farkla o sahadan galip ayrılmalıydılar. Sivas seyircisini de anlamak mümkün değil. Lige çıkarken Ali Sami Yen’de oynadıkları maçta 20 bin kişi vardı. Dün İnönü’de o seyirci 65 kişiydi. Bu da şunu gösteriyor. Türk insanı ufak şeylerle tatmin oluyor. Elindeki değeri bilmiyor.
Düşünün, İnönü’de, Beşiktaş 1-0 mağlup, rakibin 9 gol pozisyonu var. Ve Selçuk Dereli’ye, "İ... hakem" diye bağrılmadı. Maçın nasıl tek taraflı oynandığını gözlerinizin önüne getirin.
NOT: Dün geceki Beşiktaş’ı izledikten sonra bir şey net olarak belli oluyor. Bu takım doğru dürüst antrenman yapmıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2006
Sarı lacivertli takımın kadrosunda değişiklikler olacak. Bu da doğum sancısı gibidir, kolay olmaz. Kameralar maç oynandığı sırada yedek kulübesine döndüğü zaman oradaki futbolcuların yüzlerinden olay net bir biçimde gözüküyor.
ALEX’le Tümer yan yana oynar mı? Bu tip garip sorular, ancak bizim ülkemizde sorulur. İyi bir oyuncu, etkili bir oyuncu demek, illa top ayağına geldiği zaman oynayacak demek değildir. Ama maalesef bu cümleler ülkemizde geçerli.
Tamam, Alex çok etkili bir oyuncu. Top ayağına geldi mi, hele biraz da rahatsa, yüzde 100 neticeye dayalı işler yapıyor. Yani, rakip için tehlikenin başladığı nokta. Denizlispor da Tomas’ı verdi Alex’e; Alex sahada kalana kadar yapışık ikizler gibiydiler. Denizlispor Teknik Direktörü’nün yaptığı en doğru iş buydu.
Alex yüzde 100 markajda. Peki, Tümer ne iş yapar? O da yüzde 100 serbest oynadı. Ne kovalayan var, ne basan. Ne yaptı? Hiçbir şey. Boşa çıkıp top alacağına, arkadaşının ayağına gelip top alıyor. Her pozisyonda kayıp 15-20 metre. Böyle olunca, Fenerbahçe zaten otomatikman 9 kişi kaldı. Denizlispor da arka tarafını pek açmadı. "Kontratağa çıkacağım" diye 6-7 kişi ile gelmedi. Maç da ortada kilitlendi.
Pozisyon yok denecek kadar az
F.Bahçe’nin iki yan toptan kazandığı pozisyon var. Denizlispor’un da bir Volkan’ın hatasından, bir de direkten dönen top. Yani koca 90 dakikada yok denecek kadar az pozisyon... Tuncay tek başına mücadele ediyor. Bazen alıyor, 30-40 metre topla rakibin arasına dalıyor. Dünyada böyle bir futbol kalmadı. Deivid’e istediği toplar gelmedi. Çünkü ona topu atacak adam Alex, yüzde 100 markajdaydı. Koca takımda bir tek Appiah vardı, bir şeyler yapmak isteyen, hırslı, çalışkan... Appiah tarzında ona yardımcı olacak iki kişi daha olsa, F.Bahçe dün gece işi bitirirdi. Yusuf mükemmel bir oyuncu. Ama ne zaman? Yorulana kadar. Yani nereye kadar? 60. dakikaya kadar.
Volkan kalede güven vermiyor
Kalede Volkan güven vermiyor. Bence bunun sebebi, uzun zaman oynamamanın verdiği eksiklik. Ama bir kaleci oynadığı zaman antrenmanda üç misli çalışmalı ki, kaledeki duruşu size güven versin. Demekki, çalışmıyor. "Geçen sezonki olaylı maçtan sonra, Fenerbahçeli futbolcular hırslanırlar, şampiyonluğu kaçırdıkları maçın rövanşında farklı mücadele ederler" diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Zico, her şeye rağmen Alex’i oyunda tutup, Tümer’i alsa, çok daha doğrusunu yapardı. Hatta, madem Tomas yüzde 100 Alex’le oynuyor, dön çift santrfora, sok Alex’i Denizlispor ceza alanının içine. Rakibin hiç çıkamasın. Onu da yapmadı.
Alex’i oyundan aldıktan sonra Tomas rahatladı. Bu sefer Denizlispor hücumda etkili olmaya başladı. Tümer yine piyasada yok. Tümer’e şunu hatırlatmak lazım; futbol çeneyle oynanmıyor, ayakla oynanıyor.
Futbol çeneyle oynanmıyor
Yalnız şu bir gerçek ki, Fenerbahçe kadrosunda bazı değişiklikler olacak. Bu da doğum sancısı gibidir, kolay olmaz. Çünkü kameralar maç oynandığı sırada yedek kulübesine döndüğü zaman orada oturan futbolcuların yüzlerinden olay net bir biçimde gözüküyor.
Denizlispor, planını beraberlik üzerine yapmış. "Arada bir gol kıstırırsam, olur" zihniyetindeydi. Golü kıstıramadı ama 1 puanı hakkıyla aldı. "Şampiyonluğa oynuyorum" diyen Fenerbahçeli futbolcuların daha bir farklı mücadele etmeleri gerekir. Bülent Yıldırım, bence neticeye tesir edecek bir hata yapmadı. Denizlisporluların penaltı istediği pozisyonda, top yerden sekerek Edu’nun koluna geldi. Yani top çarptı, Edu koluyla oynamadı.
Hakemler topla çarpışmaz!
Öyle bir maçtı ki, iki takım futbolcuları da hakemi zorlayacak pozisyonlar yaratamadılar. Yalnız şunu gene özellikle belirteyim; Turkcell Süper Ligi’nde maç idare eden üst düzey hakemler, futbol topuyla çarpışmazlar. Her maçta muhakkak bir-iki tane görüyoruz. Bu, onların hakem tekniklerinin eksik olduğunu gösterir. Yani, acemi olduklarını...
Bir başka önemli nokta; hakemler yalnızca saha içi disiplininden sorumlu değillerdir. Kazanın altına odunları yedek kulübesinden de atarlar. Dün gece Denizlispor yedek kulübesinden olduğu gibi. Topyekun hareketlerle seyirciyi tahrik etmek için her şeyi yaptılar. Dördüncü hakem bir-iki kez ikaz etti, o kadar. Sen hakem olarak, olaya el koyup, "Ben buradayım" diyeceksin. Dördüncü hakemi olayın içine atmayacaksın.
Not: Dünkü maç, Almanya, İngiltere, İtalya gibi medeni bir ülkede oynansaydı, herhalde soruşturma açılırdı. Bu hava kirliliğinde, bu maçı oynatmak cinayet. Kaç senedir Denizli’ye gelirim, hava kirliliği rezilliği aynen devam ediyor. Demekki, Denizli’de görev yapan belediyeler yıllardır insanlarını santim santim ölüme sürüklüyorlar. Yani, hiçbir iş yapmıyorlar. Yazık.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2006
Sen tonla parayı sokağa at, ondan sonra da Başbakan’a, Maliye Bakanı’na git, yıllarca ödemediğin vergilerin affedilmesini iste. Onlar da affetsinler. Türkiye’de yıllardır sistem bu. TÜRKİYE’de futbol neden ileri gitmiyor? diye herkes birbirine soruyor. Hani, "Ne olacak Türk futbolunun hali?" klasiği... Fenerbahçe Kulübü’nün bütçesi 132 milyon YTL civarında. Diğer kulüplerimizin de bütçeleri yüksek. Geçen hafta PSV Eindhoven Kulübü’nün bazı yöneticileri bir sohbet toplantısında ilginç şeyler söylediler. Size aktarayım...
PSV Eindhoven Kulübü’nün yıllık bütçesi 28 milyon Euro imiş. Bunun 4 milyon Euro’sunu kulübün sponsoru olan Philips firması karşılıyor. Bakın PSV takımına, her sene Hollanda Ligi’nde ilk 3’te, Avrupa kupalarında da sonuna kadar varlar. Yani, kasım ayında elenip vitrinden kopmuyorlar.
PSV’li idareciler Türkiye’de yabancı transferlerinin hem yanlış hem de çok büyük paralar ödenerek yapıldığı fikrindeler. Bu paraları veren kulüplere ve yöneticilere hayret ediyorlar.
Başarılı olamazsınız
Ve diyorlar ki; "Bu kadar har vurup harman savurursanız başarılı olma şansınız yok."
Devam ediyorlar: "Biz mesela Peru’da, Perulu 3-4 tane inandığımız adama görev veriyoruz, futbolcu tarattırıyoruz. Onlar bu oyuncular hakkında bize kademeli olarak bilgi veriyorlar. En sonunda bizden birileri gidip, onları seyrediyorlar. Beğendiklerimizi buraya getiriyoruz, vatandaşlık hakkı veriyoruz. Ondan sonra da yavaş yavaş oynayarak yüksek verim alıyoruz. Bu sistem yalnız Peru’da değil, bazı ülkelerde de var."
Türkiye’de bu sistem zor yürür. Nedenine gelince... Gelen yabancı teknik adam futbolcudan komisyon alacak. Arada bazı kulüp başkanları veya yöneticiler de yemlenecekler. Tefeci, yani komisyoncu, yani menajerler de bu arada yollarını bulacaklar. Böyle bir sistemde her şey kitabına uygun olacak. Yani, yasal. Kulübün başarılı olması pek önemli değil. Bazı kulüp başkanları, teknik direktörler veya yöneticiler kendilerini kurtaracaklar. Türk futbolu onlar için hikaye.
PSV’liler çok mu aptal?
Bizim kulüplerdeki yöneticiler bilmiyorlar mı, PSV’liler çok mu aptallar... Sen tonla parayı sokağa at, ondan sonra da Başbakan’a, Maliye Bakanı’na git, yıllarca ödemediğin vergilerin affedilmesini iste. Onlar da affetsinler. Maliye’ye kayıtlı olan kazlar nasıl olsa yolunmaya hazır bekliyorlar. Türkiye’de yıllardır sistem bu.
Beyoğlu niye karanlık?
YILLARDIR Beyoğlu’na bayılırım. 1966’larda, ikinci ligdeki Güneşspor’da oynarken, İstanbul’a maça geldiğimizde Tepebaşı’nda bir otelde kalırdık. Şimdiki TRT binasının olduğu yerde bir park vardı, önce orada ufak bir ter idmanı yapardık. Duşumuzu aldıktan sonra Beyoğlu’nun keyfini çıkara çıkara yürüyerek, Hacı Salih Lokantası’na giderdik.
Ayhan Işık’tan Türkan Şoray’a, Sevda Ferdağ’dan Ekrem Bora’ya kadar, kimi ararsanız, orada yemek yerken görürdünüz. Kravatlı insanlar, güzel giyinmiş bayanlar.
Vakko bir simgeydi
Sonra Beyoğlu kabuk değiştirmeye başladı. Taa ki, Vitali Hakko olaya el atana kadar. Vakko, Beyoğlu için bir simgeydi. Ve Beyoğlu’nu tekrar kurtarma operasyonları başladı. Şu anda Beyoğlu’nda 14 bin civarında eğlence yeri var. Ama bir gün baktım, Vakko’nun vitrininde bir kağıt ve mağazanın ışıkları sönmüş. Bir veda yazısı bırakmışlar... Okudum, içim cız etti... Vakko Beyoğlu’nu terk etmişti. Sırtımı vitrine döndüm, şöyle bir Beyoğlu’na yukarıdan aşağı baktım. O ışıl ışıl Beyoğlu kapkaranlıktı. İnsanlar birbirlerinin üzerine yürüyorlardı. Arada sırada polisleri görüyordum ama ara sokaklarda polis namına kimse yoktu.
Adama tokadı bastım
Şimdi polis diyebilir ki, "Hayır arkadaş, biz her yere giriyoruz..."
Daha geçen hafta cumartesi günü, hem de tam Galatasaray Lisesi kapısının karşısında biri beni çarpmaya kalktı. Adama tokadı bastım. Adam kaçmaya çalışınca da peşinden gittim. En az 150 metre kovaladım, ama Galatasaray Lisesi’nin arkasındaki karanlık bir ara sokakta kayboldu. Bu kadar mesafe koşaraken bir tek vatandaş benimle beraber geldi.
Eski Beyoğlu yok
Bir arkadaşım polislere olayı anlatınca, onlardan gelen cevap daha da ilginçti; "Erman Hoca’yı erketeye almışlar. Keşke o ara sokaklara girmeseydi."
Yani bundan sonra Beyoğlu’na çıkarsanız, o eski Beyoğlu yok. Zaten karanlık olunca herkes işini daha kolay görüyor... Veya yanınızda münasip bir şey taşıyacaksınız.
Yani kendi işinizi kendiniz göreceksiniz. Zaten benim yanımda da bu münasip şeylerden biri olmasaydı, adamı 150 metre kovalamazdım.
Havalimanı ve tuvalet
TÜRKİYE’de bazen güzel şeyler de oluyor. Mesela yeni yapılan Esenboğa Havalimanı ve yolu. Bunlar da benim insanım için yapılıyor. Ama benim bazı insanlarım bunları kullanmasını bilmiyor...
Geçen hafta İstanbul’a gitmek için Esenboğa Havalimanı’na geldim ve tuvalete gittim. Ufak ihtiyacımı gördüm, elimi yıkayacağım, bir de baktım ki, vatandaşın biri ayakkabılarını çıkarmış, benim elimi yüzümü yıkayacağım lavaboda, abdest almak için ayaklarını yıkıyor. Yerler, etraf su içinde. Bir de bana döndü, "Nasılsın Erman hocam?" dedi. Hiç cevap vermedim. Çünkü cevap versem ağzımdan başka bir şey çıkacaktı.
İşin daha bir enteresanı, dışarı çıkıp sordum, bu havalimanında 8 tane mescit ve abdest alınacak yer varmış. O zaman aklıma şu geldi, "Bu iş tamamen gösteriş için yapılıyor."
Bu manzarayı uluslararası bir havalimanında gözünüzün önüne getirin. Eğer adamın o koca ayaklarını lavabonun içinde görmeseydim, iki dakika sonra orada ağzımı yüzümü yıkayacaktım. Maalesef bu adam da ben müslümanım diyor. Peki ben de müslümanım, nasıl olacak bu iş. Buyrun cenaze namazına...
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2006
BİR düzine hafta geçti, takımlar daha ancak oturmaya başladılar. Hücumda markajı sevmeyen ama etkili adamları olan takımlar, arka taraflarını sağlam tutmaya mecburlar. Eskiden ön libero diyorduk, bu şartlar meydana çıkınca, bu sefer ön liberolar olmaya başladı. Fener takımının arka ortasında oynayan iki oyuncusu ağır. Sarı lacivertlilerde Alex, Tümer ve Deivid gibi markajı sevmeyen, rakibi kovalamayan oyuncular da olunca, bu sefer arka dörtlünün önüne Deniz’i onunda biraz yanına Appiah’ı koymuş Zico.
Appiah, çıkıyor ama çok az. Daha çok yanlardan gelen tehlikelere doğru hamleler yapıyor. Tümer’in arkasında oynayan defans oyuncularına acıyorum. Çünkü tek başlarına iki-üç oyuncuyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Dün akşam Uğur Boral’da olduğu gibi. Tuncay, arkasında oynayan arkadaşına inanılmaz yardımcı oluyor. Onun daha çok hücuma çıkmasını sağlıyor. Çünkü onunla birlikte geri dönüyor. Uğur Boral, ’biraz gideyim’ dedi, sonra yok oldu.
Çilingir Alex
Ümit oyuna girince Tuncay onun önüne geldi, ikisi de rahatladılar. Tümer, sağ tarafa geçince, bu kez Önder haklı olarak ileriye çıkamaz oldu.
Dün geceki maçın assolistleri kalecilerdi. ’Bir kaleci takımı rezil de eder, vezir de’ deriz ya, dün gece, Antep kaleci Oğuz’dan ’Gazi’ oldu. Bir kaleci topa gider. Topla en önde ve ya en yüksekte birleşir, buluşur. Topun kendisine gelmesini beklerse dün geceki gibi olur.
Tuncay çok iyi işler yaptı. Müthiş oynadı. Alex’in varsa zaten maymuncuğun cebinde. Adam kapıyı da açıyor pencereyi de. İlave olarak çilingir bile diyebilirsiniz. Deivid iyi kullanılırsa, yani ilk startı aldığı an önüne top atılırsa mükemmel çıkıyor. Alex, bunu çok iyi yapıyor. Dün akşam bir defa da Tuncay yaptı. Deniz her zamanki gibi standart. Tam profesyonel.
Fenerbahçe sezon başındaki sorunlarını çabuk halletti. Bunda kendisinin mi payı var, yoksa geçen hafta Maraton’da söylediğim cümlemin mi? Hani zor durumdaki hastalara penisilin yaparlar ya, bu ya Azizsilin mucizesi ya da Zico’nun kafasına saksı düştü, bir anda doğruyu buldu. Artık Fenerbahçe ufak rötuşlarla daha da iyiye gider.
Hakeme fazla bir iş düşmedi. O da düzgün işler yaptı. Ama şunu hiçbir zaman unutmasın. Bir FİFA hakemi maçın içinde hiçbir zaman topla çarpışmaz.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2006
KUTU gibi bir stat... Çok beyefendi bir ev sahibi seyircisi... Bu stadın tam köşesinde Galatasaray taraftar tribünü... Takriben 2 bin 500 seyirci var. Maç başlıyor, iki defa "Cimbom", iki defa da, "Burası Sami Yen, buradan çıkış yok" diye bağırıyorlar, bunun haricinde hep, "Ya Allah bismillah Allahü ekber" tezahüratı yapıyorlar, ondan sonra da Hakan Şükür’ün oyuna girmesini istiyorlar. Ve bu seyirci, en ufak bir tahrik veya tepki yokken, tam dört tane meşale yakıyor... Bu yaktıkları meşalelerin üçünü de aşağıdaki Hollandalı seyircilerin üstüne atıyorlar. Üstelik öyle atıyorlar ki, meşaleyi yaktıktan sonra biraz ellerinde tutuyorlar, dikkat çekmek için... Tabii bütün stat maçı bırakıp oraya bakıyor, onlar da meşaleyi aşağıya, Hollandalı seyirilerin üstüne atıyor...
Ben şimdi size soruyorum; "Bunu gören Hollandalı seyirciler, Eindhovenlı futbolcular ve hakemler nasıl bir ruh haline girerler?"
Ve size bir şey daha soruyorum; "Müslüman olan bir insan, Türk olan bir insan, bunları yapar mı?"
Yaşadıklarımdan utandım
Biz İslam dinini örnek din olarak seçtik. Lider din diyoruz, ama tezahüratımızla ve hareketimizle kendi iddiamızı kendimiz çürütüyoruz. Dün gece 90 dakika bitip maçtan çıkarken, bırakın Hollandalı seyirciyi veya futbolcuyu, yaşadıklarımdan ben iğrendim.
Sahada kazanırız, kaybederiz, bunlar doğal şeyler. İyi oynarsak kazanırız, kötü oynarsak kaybederiz. Futbol maçıdır, 90 dakika biter, yeni 90 dakikaya bakarsın. Ama bu yapılanlar ve bu yapılanlara çanak tutanlar, utansınlar. Ben utandım ama onların utandıklarını zannetmiyorum.
Bu grup Şampiyonlar Ligi’nin belki de en zayıf grubu. Eindhoven güçlü bir takım değil. Ama Galatasaray hiç değil. Bu gruptan Eindhoven’ın yerine Galatasaray çıksaydı, yazık olurdu. Yani, benim yaptığım düz mantık...
Bu zihniyeti yazdığım için üzgünüm
Sarı kırmızılılar üçüncü olurlar mı? Olabilirler. Ama, dün geceki seyirci zihniyeti olduğu sürece bizden hiçbir halt olmaz. Kötü gidiyoruz. İnşallah düzeliriz.
Ben, "İrtica var mı, yok mu" diye soranlara, "Gelin, Eindhoven’a, bu maçı seyredin karar verin" derdim.
Bunları yazarken, son derece üzgünüm. Çünkü ben futbol maçı yorumu yapmak için Hollanda’ya geldim, bu zihniyeti yazmak için değil.
Yazının Devamını Oku