29 Ekim 2006
G.SARAY’ın oyun şekli artık belli. Geri dörtlünün önünde Inamoto’yu oynatacak, onun biraz yanına Ayhan’ı koyacak. Ayhan yüzde 60 hücuma çıkarken, Inamoto yüzde 20 hücuma katılacak. Çok sıkıştıkları zaman Hakan Şükür’ün üstüne şişirecekler veya Ümit Karan karambol topuyla gol yapacak. Gençlerbirliği defansı G.Saray’ın bu hücum şekline alışmıştı. Hakan Şükür girince, daha uyum sürecine giremeden, futbolcuları paylaşmadan kalelerinde golü gördüler.
Gençlerbirliği kalecisi Gökhan maşallah trafik polisi gibi... Daha en ufak bir vuruş yok, top Hakan’ın kafasına geliyor, o kendisini sağ tarafa atıyor. Topun ve rakibin hareketini beklemeden yatan veya hareket eden bir kaleci Süper Lig’de nasıl oynar? Ki, Gökhan tecrübeli bir oyuncu. Vuruşun sonuna kadar kalecinin iki ayağının üzerinde durması lazım. En kötü ihtimalle top vücuduna veya suratına vurup dışarı çıkar.
Dakika 66... Isaac bomboş pozisyonda gidiyor. Galatasaray defansı dağılmış, sol iç yerinde arkadaşı bomboş. Topu ona verse bu stattan en kötü ihtimalle beraberlikle ayrılırlar. Ama ithal oyuncu, gol atacak ona madalya verecekler, o da fiyatını artıracak! Kendisi atmaya kalktı beceremedi, o top döndü Galatasaray’ın golü oldu. Futbol her şeyi kaldırır, bir şeyi kaldırmaz; ukalalığı.
Futbolun cilvesi
Futbolda şans faktörü inanılmaz derecede önemli. Hakan Şükür ısınıp kenara geldiğinde, "Kim çıkar?" sorusuna en mantıklı cevap "Arda" idi. Çünkü bu oyuncu fazla yük binince zorlanmaya başladı. Önde Hakan Şükür, Ümit Karan ve arkalarında İliç, en ideal çözümdü. Ama, dedim ya; şans denen olay, Hakan ilk topla buluşmasında golü atınca, Gerets 12’den vurdu. Esasında yaptığı iş eksi 1’di ama zarı düşeş attı. İşte futbolun cilvesi...
Dün gece Galatasaray Gençlerbirliği’nden fazla pozisyona girdi. Yani, genele baktığınızda Galatasaray’ın bu maçtan galip ayrılması gerekirdi. Gençlerbirliği futbolcuları klasik Türk futbolcuları havasındalar... Trabzonspor’u yenince birkaç hafta dinlenecekler. Türk futbolcusu, daha doğrusu küçük takımlarda oynayan oyuncular, basının pompasının da etkisiyle havaya giriyorlar. Büyüklerde oynayanlar ise, basının itmesiyle hep teyakkuz durumundalar.
Bazıları ayrıcalıklı
Maçın hakemi 90 dakikayı iyi niyetle idare etti. Mümkün olduğu kadar pastayı ortadan kesmeye çalıştı. Ama 2-3 tane daha sarı kart verilir miydi, bence verilirdi. Bunların da en bariz olanı 84’üncü dakikada Ayhan’a göstermediği idi. Hakemlere yapılan son uyarı; yani elleriyle kollarıyla jest yapıp seyirciyi kendisine gönderen oyuncuya sarı kart gösterme direktifi büyük takımlardaki bazı oyuncular için geçerli değildir. En basit misali dünkü 90 dakikayı dikkatle izleyin; kaç pozisyonda Ümit Karan elle kolla hakemi ne yapıyor, ne pozisyona sokuyor?
Yalnız Galatasaray seyircisi bir şeyi yanlış biliyor, 45 dakika bitiş düdüğü çaldıktan sonra hakeme küfür etmek serbest değildir. Maç öncesinde, devre arasında, maç sonrasında hakeme küfür, kara kaplı deftere not edilir. Bilgilerine..
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2006
Maçtan sonra sahada mücadele eden futbolculara sorun. Hiçbiri bu hakemi bir daha istemez. Sarıgül’ün neticeye tesir eden kararlarının yüzde 80’i yanlıştı. Ona "Allah hakemlikte yolunu açık etsin" demiyorum. BUNLAR dört kişiydiler; Bülent Uzun, Mutlu Çelik, Hamza Mısır ve Çetin Sarıgül... Bir önceki Futbol Federasyonu, hepsinin ipini çekmişti. Bu, yani Çetin Sarıgül; direndi, zar zor tutundu, Haluk Ulusoy ve ekibi gelince de tekrar assolist oldu. Ben bunlara ’Mahşerin 4 Atlısı’ diyorum. Dördü gitti, biri kaldı. Ama bu dördün biri, muazzam. Dün gece ibretle ve hayretle seyrettik. Belki çok iyi olabilecek bir maçı son derece yanlış düdüklerle berbat etti.
Hakemin verdiği ve vermediği pozisyonları burada anlatmaya kalksak, sütunlar dolmaz. Size kestirme şunu söyleyeyim; neticeye tesir eden kararlarının yüzde 80’i yanlıştı. Ancak bunları size ’Maraton’da göstere göstere uzun uzun izah ederim.
Maçtan sonra galip gelen ve mağlup olan futbolculara sorun. Hiçbiri bir daha maçlarına Çetin Sarıgül’ü istemezler. Ama işte bu Çetin Sarıgül’ler yüzünden Avrupa’da yokuz. Böyle idare edilen maçlardan sonra Avrupa’ya çıkan hangi futbolcumuz başarılı olabilir? Hiçbirisi. Bakalım bu ’Mahşerin 4 Atlısı’ndan en sonuncusu nereye kadar gidecek? Allah hakemlikte yolunu açık etsin demiyorum, diyemiyorum. Çünkü ederse futbolun yolu kapanacak...
Erciyes kazanamazdı
G.Saray maça iki ön libero ile başladı. Gerets, Orhan Ak atılmasaydı, tek ön liberoya dönecekti. Çünkü baktı ki, Erciyesspor fazla birşey yapamıyor, gücü de yok. Haklı olarak "ne gerek var iki ön liberoya" demişti ki, Orhan Ak gitti.
Şunun altını çizmek lazım. Bu Erciyes, bırakın 10 kişi kalan G.Saray’ı, rakibi 8 kişi de kalsaydı, fazla bir şey yapmazdı. Çünkü futbolcular sahada duracakları yeri bilmiyorlar. Sadece Ümit Karan’ı üç kişi markaj yapmaya kalktı, onu bile yapamadılar. Kaleci Fadhel tipik bir çizgi kalecisi. Yan ortalarda çok zayıf. Cepheden eh işte. Bu sene de çok formsuz. Cenk ruh gibi. Timuçin hiç yok. Önce Kayseri Erciyes’i yazıyorum ki, G.Saray’ı daha iyi anlayın diye. Ve böyle bir Erciyes’e karşın sahanın yıldızı Mondragon. Hesabı siz yapın.
Lazarov iyi bir oyuncu. Ama cin gibi. Böyle hakemleri yakalarsa, onlarla oynuyor. Hele karşısına sarı kartlı bir oyuncu gelirse; hani basketbolda olduğu gibi, dört faullü oyuncunun üstüne gidip turnike yaparsınız, beş faul yaptırıp attırmak için. Faul yapmasa da zaten gidip basketinizi atarsınız, yani golü. Hakem de yerse, atıyor. Dünkü maçta da öyle oldu.
Kayseri cennet gibi
Arda çok iyi bir oyuncu. Hücum etmeyi seven bu oyuncunun karşısına aynı şekilde hücum etmeyi seven bir oyuncu oynarsa bu sefer Arda onunla gittiğinde hücum gücü azalıyor. Song gene iyi mücadele etti. Ayhan’ın yanına Japon gelince o da biraz oyuna girdi. Daha bir rahat etti.
Kayseri seyircisi çekirdek çitlemekten tezahürat yapamıyor. Yani rakip takımlar için Kayseri Atatürk Stadı bir cennet.
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2006
DÜN geceki Şampiyonlar Ligi maçı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynandı. Burası hakikaten bir olimpiyat stadı. Çünkü olimpiyatlar bahar veya yaz aylarında yapılır. Özellikle yaz aylarında bu stat buz gibi olur. Koşanlar bahar havası alırlar. Son baharda da bu stat kış gibi olur. Burası bir olimpiyat stadı, futbol stadı değil. Altını çizerek söylüyorum, bu statta futbol oynanmaz, kışın da oynanmaz...
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeaki fiyaskosunun mimarı yönetimdir. Seyirci Erik Gerets’i istifaya davet ediyor, ama adres yanlış. Bu Gerets geçen yıl yönetimin bütün zaaflarına rağmen bu takımı futbolcularla birlikte özveriyle şampiyon yaptı. Niye aynı Gerets’i şimdi seyirci istifaya davet ediyor...
Mecidiyeköy olsaydı
Bakın beyler, G.Saray yönetimi, Şampiyonlar Ligi maçlarını rahatlıkla Ali Sami Yen’de oynardı. Nasıl yapardı, UEFA’nın olmazsa olmaz kriterlerini Ali Sami Yen’e uygulardı, asgari bir şekilde uygulardı, o sahada oynardı. Bunun mali portresi ne kadardı, 300.000 hadi bilemediniz 500.000 dolar. Yani Şampiyonlar Ligi’nde bir beraberlik ya da galibiyet parası. Karşılığı, bir üst tur. Peki G.Saray Ali Sami Yen’de oynasaydı ve 300-500 bin doları harcasaydı, bir üst tura geçer miydi? Geçerdi...
Neden geçerdi biliyor musunuz, ben maçlara gitmeyi çok seven, canlı seyretmeyi çok seven bir spor adamıyım. Devre arasında o stattan kaçtım. Gerisini siz düşünün...
İşin bir de teknik yönüne bakalım... Son lig maçında tek ön libero Ayhan’la başlayan Gerets, çift ön libero, Ayhan’ın yanınae limonata mı, Inamoto mu onunla başladı. Kapuska mı, Carrusca mı, o zaten ilk 18’de yok. Yani, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Milli maçta 4 gol atan Hakan Şükür bir sonraki Ankaragücü maçında ilk 11’de, dün kulübede. Ve G.Saray tek santrfor...
Arda güçlü olduğu zaman Galatasaray kımıldıyor, yani ilk 45 dakika. O oyundan düştü mü, G.Saray düşüyor. Düşünün, küçük Arda varsa, G.Saray var, yoksa yok. Hakan Şükür, Ümit Karan, Okan Buruk, Gerets, Erdal Keser, Adnan Polat, Özhan Canaydın acaba bu isimlerle teker teker konuşsanız neler söylerler, merak ediyorum. Onların ne söyleyeceğini biraz tahmin edebiliyorum, ama G.Saray’ın iyi gitmediği çok net gözüküyor.
Maçın sonuna doğru bizim gördüğümüz 3 seyirci sahaya giriyor, enlemesine boylamasına koşuyorlar. Bir tanesi kaleye gol oluyor. Adamın tribünden girdiği mesafe ile sahanın içi en az 50 metre. Emniyet güçleri nerede, yoklar. Fatih Terim televizyondan yorum yapıyor. "Bu görüntüler bizim için iyi olmadı" diyor, ama aynı Terim İsviçre milli maçından günler önce ve maç esnasında söylemlerini herhalde unutuyor. Bakın, maçla ilgili teknik fazla bir şey yazamadık. Teknik yazmamız için birşeyler yapmamız lazımdı. Federasyon olarak, emniyet olarak, G.Saray yönetimi olarak, takım olarak... Hiç birini yapamadık. Rakip iyi takım mı, hayır. G.Saray’dan iyi o kadar. Aslında G.Saray kadrosu iyi organize ile kafası rahat olsa, bu PSV’yi rahat yener.
Bu sonucun bir tek mimarı var. O da Özhan Canaydın ve inandıklarıdır. Başta Canaydın olduğuna göre sorumlusu Özhan Canaydın’dır, Gerets değil. Kimse yanlış adrese gitmesin.
á NOT 1: G.Saray yönetimi, Gerets’in arkasında olduğunu devamlı söylüyor. Ya Allah muhafaza bu sefer de Gerets, yönetiminin arkasına geçerse ne olur? Hadi yanıt verin bakalım...
á NOT 2: Erdal Keser, cin olmadan şeytan oluyor, ama Gerets ondan daha iyi Türkçeyi çözmüş, Türk insanını daha iyi tanıyor. Zaten Gerets’in de en büyük şanssızlığı tahmin ediyorum, Erdal Keser’dir.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2006
Bu Milli Takım’ın basınla bağlantı yapacak, ilişkiyi sürdürecek bir menajeri yok mu? Yıllarca bu işi mükemmele yakın yapan Can Çobanoğlu’nu gördükten sonra bu görüntüler içler acısı. FRANKFURT’daki, Moldova milli maçından önce bir basın toplantısı yapılacaktı. 37 basın mensubu tam 1 saat 20 dakika Milli Takım teknik heyetini ve futbolcuları beklediler.
Sonunda da dayanamayarak ve çok da doğru olarak aralarında konuşup boykot kararı aldılar ve basın toplantısının yapılacağı alandan ayrılmaya karar verdiler, yürümeye başladılar.
Özür diledi
O ana kadar olaya dahil olmayan muhabir Ömer Güvenç cep telefonuyla Fatih Terim’i aradı. Ve gazetecilere dönüp, "Fatih hoca hepinizden özür diliyor. Şimdi geliyorlar. Sizinle İstanbul’da da yemek yiyecekmiş" diyerek boykotu deldi. Bu konuşmadan sonra bazı futbolcular suratlarından düşen bin parça, çok zor ve bıkkın bir şekilde toplantıya girip gittiler...
Buraya kadar olanlar tam bir şark zihniyeti. Bu Milli Takım’ın basınla bağlantı yapacak, ilişkiyi sürdürecek bir menajeri yok mu? Yıllarca bu işi mükemmele yakın yapan Can Çobanoğlu’nu gördükten sonra bu görüntüler içler acısı..
Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, "Her işe ben bakarım, her işi ben yaparım" diyorsa, ki görüntü öyle, o zaman demek ki bu işi yapamıyor. Yok, Haluk Ulusoy, "O ne demek ben burada federasyon başkanıyım. Görevlendirdiğim adamlar var" diyorsa o da işin başka bir tarafı.
Veya işin daha korkunç tarafı, başı sonu belli olmayan böyle bir durumda Federasyon Başkanı Ulusoy ve Fatih Terim’in yaptığı, "Böyle kaoslar bizim işimize yarar. İstediğimiz basın mensubuyla dans ederiz. Bize yakın olanlarla canım ciğerim olur, tenkit edenlere de "hadi ordan" diye gözdağı veririz" prensibiyse tam bir rezillik.
Sitem ettiler
Frankfurt’ta bu konuda yazdığım yazıdan sonra bazı basın mensupları sitem ettiler. "Orayı terkedemedik. Bizim için "yüreksiz" yazdın" dediler. Bazıları da, "Eline sağlık hocam, çok güzel yazmışsın, yazmışsın da biz o boykotu yapsaydık İstanbul’daki müdürlerimiz bize ne yaparlardı? Zaten elimize geçen para ve harcırah şu kadar. Biz nice olurduk" dediler.
İşte size iki ucu pislik olan değneğin görüntüleri ve ortada oynayanlar, dans edenler. Kulakların çınlasın Serdar Ortaç. Hakikaten haklısın...
16 bin kişi
ANKARA’ya yeni havalimanı açıldı. Emeği geçen herkesin eline sağlık. Yalnız bir ayrıntı var onu herkes kaçırıyor. Önüne gelen banka ve resmi kuruluşların merkezi İstanbul’a taşındı. Ankara’da bir Merkez Bankası ve Ziraat Bankası kaldı. Hoş Merkez Bankası’nı da İstanbul’a almak için hala uğraşıyorlar.
TAV, bu havalimanda 900 kişi çalıştıracaktı. Ne kadar müraacat var biliyor musunuz? Tam 16 bin kişi. Ama aynı TAV’ın İstanbul havalimanındaki müraacat oranı çok düşüktü.
Hükümetler bu kararları alırken, çalışanların ne hale gelebileceklerini ve işin sonundaki patlamanın ne olacağını iyi hesap etmeliler.
Bayan başkan
FRANKFURT’ta milli maçtan bir gün evvel merkez caminde iftara davet edildim. Çok özellikli bir iftardı.
Davetliler arasında eski mesleği hasta bakıcılık olan Frankfurt Belediye Başkanı Bayan Petra Roth, katolik ve protestan grup temsilcileri, bizim konsoluktan görevliler, Frankfurtlu Türk işadamları ve banka müdürleri vardı.
Camideki iftarda bayan belediye başkanı çevresine dönerek, "Neden yemekte bir tek Türk bayan var" diye sorduğunda, cevap ilginç oldu.
- Yediğimiz yemekleri bayanlar yaptılar, gelemediler.
Sıcak bir atmosferde geçen iftarda 2007’de açılacak kitap fuarında Türkiye’nin etkili olması gerektiğini ileri süren Belediye Başkanı Roth AB için bunun önemini vurguladı ve Ankara ile kardeş şehir olmak istediklerini açıkladı.
Bir gün patlarsa, tam patlar...
FENERBAHÇELİ taraftarlar uyutuluyorlar. Şükrü Saracoğlu’na çoluğunu, çocuğunu, karısını, sevgilisini alarak giden büyük taraftar kitlesi var. Atmosfer çok güzel. Ama son zamanlarda tribünlerde yine ufak ufak hadise yapan gruplar çıkmaya başladı.
Bunların uzaktan kumanda ile idare edildiğini bilmeyen kalmadı. Takımın sahadaki başarısız durumu sürdükçe bu ufak gruplar dikkati başka yere çekmek için hadise yapmaya devam edecekler. Hatta şiddetlerini artıracaklar. Ama o büyük aklı başında çoğunluk, bir gün patlarsa tam patlar. Çünkü o grubun paraya pula ihtiyacı yok. Sadece takımın başarısını istiyor.
Aziz Yıldırım bu kulübe inşaat işlerinde büyük hizmetler verdi. Bu konuda ne kadar büyük hizmet verdiyse, futbol konusunda o kadar kötü hizmet sergiledi. Daha ileriye gidecekken, rötuşlar yaparak doğruları bulacakken, o temel taşlarla oynayıp binanın yıkımına doğru gidiyor.
Çünkü Aziz Yıldırım kendinden başka kimseye güvenmiyor. Her şeyi kendisi yapacak. Hani elinden gelse sahaya çıkıp top oynayacak.
Dönün geriye bir bakın... Aziz Yıldırım 8 yıldır Fenerbahçe’nin başında. Bir başkan olarak iyi bir süre. Bu 8 yılda Otto Bariç, Cemşir Muratoğlu, Löw, Rıdvan Dilmen, Zeman, T.Sofuoğlu, M.Denizli, Lorant, O.Çetin, T.Güney, Daum ve Zico ile çalıştı. Daha da sezon bitmedi. Yani 8 yılda 12 teknik direktör.
Bu teknik direktörlerin hepsi zayıf, haksız, işi bilmezdi. Çünkü alayı da gittiler. Pardon, gönderildiler. Tek haklı Aziz Yıldırım’dı. Çünkü o hala görevinin başında. İşin daha da ilginci, bu film sinemalarda daha çok oynayacak.
Milli Takım ve prim
MİLLİ takım futbolcuları prim alacaklar, hakları. Ama ne zaman? Hedefe ulaştıklarında, finallere gittiklerinde yüklü bir para alabilirler. Ama tek tek maçlara, bu miktarda prim ödemek gelir düzeyi belli olan Türk insanını derinden yaralar. Ben alana değil, bu parayı verenin mantığına bakarım.
Vestel meselesi
TURKCELL Süper Ligi’nin 9. haftası geride kaldı. Lider Manisaspor ile ikinci Fenerbahçe arasındaki puan farkı 6’ya çıktı. Geçtiğimiz yıllarda G.Birliği de böyle bir patlama yapmış, sonra geride kalmıştı. O zamanlar çok vıdı-vıdı oldu. "G.Birliği’nin yolu kesildi" diye...
Biraz takip ettiğim için bu konuda haklılık payı da vardı. Aynı şeyler olmasın diye ne yapmak lazım? Öncelikle Vestel Manisa maçlarının naklen yayınlanması gerekir. Madem her şeyi şeffaf istiyoruz. Digitürk bunu yapmaya mecbur.
Neden? Çünkü MHK bazen maça göre hakem vermez. Onlar kamuoyundan çok korktukları için naklen yayınlanan maçların hakemlerini daha bir titiz seçerler.
Maça çıkan hakem, maç naklen yayındaysa, daha farklı bir yönetim gösterir, naklen yayında değil ise işin ucunu daha bir kenarından tutar. Aslında hem MHK’nin hem hakemlerin her durumda aynı hareketi yapması gerekir ama nerede bizde bunu yapacak yürek?
Aklım karışıyor
Bakın... İkinci Fenerbahçe, üçüncü Beşiktaş, 8. Galatasaray. Bunların maçlarına ya FIFA hakemlerini, ya da en formda hakemleri veriyorsunuz. En son hafta oynanan Vestel Manisa-Antalya maçına 9 haftadır Turkcell Süper Ligi’nde düdük çalmayan ve FIFA olmayan Yılnur Önen’i gönderiyorsunuz. Bunun cevabını Futbol Federasyonu mu, MHK mi verecek bilmiyorum.
Ama şu bir gerçek. Yukarıdaki örneklerden benim aklım karışmaya, midem bulanmaya başladı. Onun için de iş Digitürk’e düşüyor.
Yazının Devamını Oku 16 Ekim 2006
BAŞKAN Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Kulübü’nün her şeyinden sorumlu. İyi şeyler olduğu zaman Aziz Yıldırım başarılı. Hatalı olduğu zaman da Aziz Yıldırım hatalıdır. Bunun aksini söyleyen herkesle tartışırım. Dünkü Fenerbahçe’de sakın kimse Zico’ya bir kabahat bulmasın. Çünkü bu transferleri yapıp, bu kadroyu oluşturan da Aziz Yıldırım. Fenerbahçe’nin eksik yerleri varken, idare eden yerleri gönderildi, alınanlar gönderilenlerden daha kötü. Bu, nasıl bir ticari anlayış?
2-2’yi kafi gördüler
Fenerbahçe ilk yarı fazla oynamadan iki tane gol buldu. Ankaraspor en ufak bir mücadele vermeden, hatta hücum etmeden ileride bıraktıkları bir tek Jaba ile bu işi götüreceklerini zannettiler. Fenerbahçe’den bu kadar korkmalarını da anlamadım. Üç büyük takım bu sezon Türkiye liglerinin kuruluşundan beri en zayıf, en vitaminsiz sezonlarını yaşıyorlar. Hakemler de eskisi gibi olmadığı için onlara da sığınamıyorlar. Biraz cesaretli küçük takımlar çok koştukları zaman iyi mücadele ettikleri zaman aradaki farkı kapatıyorlar.
İkinci yarı oyuna Mehmet Yılmaz girdi. Uzun boylu birisi olunca Fener defansının ortası zaten çöküyor. Ankaraspor da ikinci yarı aman aman futbol mu oynadı? Hayır. Biraz dikkatli oldular o kadar. Hatta "biz bu maçı alırız" deseler, çok rahat üç puanı alırlardı. 2-2’yi kafi gördüler.
Fenerbahçe takımında 2-2’yi bozacak istek, hırs ve iştah yoktu. Herkes bölük pörçük oynuyor. Tamam, Zico teknik direktör. Muhakkak takımda bir etkisi olacak. Sezon başı hazırlığında o yoktu. Hepsine okey. Ama göreve geldikten bugüne kadar bir teknik adam bir takıma hiçbir şey vermiyor, veremiyorsa ona da pardon demek lazım. Onun suçu Aziz Yıldırım’ın yanında zemzemle yıkanmış gibi.
Vedat Yüksel gördüğünü çalmaya çalıştı. Etki altında kalmadı. Yalnız çok merak ettiğim bir şey var. Maçın bitiş düdüğünden sonra 20 metre mesafeden Vedat Yüksel’in yanına gelip transit geçen, 20 metre uzaklaştıktan sonra hala ona bir şeyler söyleyen Appiah neler dedi merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2006
HAKAN iyi mi, kötü mü? Hakan A Milli Takım’da oynar mı? Hakan yoruldu mu? Hakan’ın kılı döndü mü? Hakan akşam erken mi yattı, geç mi yattı? Hakan basın mensuplarına kırgın mı? Hakan kırgın olduğu basın mensuplarına basın toplantısını engelliyor mu? Hakan, Hakan...
Hakan’ın yaşı 35. Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre yolun yarısı. Allahı var, Hakan oynadığı dönemde her zaman iyisini yapmak isteyen bir oyuncu. Ama yolun sonuna gelince, adale gitmeyince iş çeneye vurur. Gerçek acı ama maalesef o gerçek. Beynin ister ama adale yapamaz. Aynen gördüğü rüya gibi. Arkadan birisi kovalar, sen koşamazsın. Sonunda kan-ter içinde uyanırsın. Timing denen bir olay var, çok moda. Yani zamanlama. Her şeyin bir zamanı var. Bunda futbolcu kadar, teknik direktörün de dikkatli olması lazım. Senin futbolcun bu kadar spekülasyona uğramış, dört tane de gol atmış. Kolay bir rakibi sıkıştır mı, dolmuşa gelmeyip, onu da bu pozisyona düşürmeyeceksin. Onu kenarda tut, sonra risk olarak kullan. Ama Gerets bunu yapamadı. Bilemem, belki de yapmadı.
Hedef daraltılmış
Bakın maç yerine Hakan’ı yazıyoruz. Niye? Çünkü hedef daraltılmış. O zaman o hedefi başka yere çekmek teknik adamın işi.
Şu güne kadar Ankaragücü’nü yenmeyeni dövüyorlar. İyi oynayamıyorlardı. Hikmet Hoca ile birlikte biraz kımıldadılar. Maç başladı, Ankaragücülü futbolcular tedirgin. Rahat değiller, cesaretli değiller. Kafalarında geçen seneki şampiyon olan G.Saray var. Dakikalar ilerleyince baktılar ki, bu G.Saray’dan puan almamak veya yenmemek büyük hata. Ve cesaretlendiler. Ama vakit yetmedi.
Öncelikle G.Saray’ın maça başladığı sistemde arka dörtlünün önünde ortada tek ön libero Ayhan. Sağında Hasan Şaş var, solunda İliç. Böyle bir görüntü, zaten rakibi iştahlandırır. Soruyorum size, hangisi pres yapar, rakibe basar, top çalar, hücuma kalkar? Hiçbirisi. Aslında dün gece G.Saray’ın şansı vardı. Ankaragücü gibi bir takımla oynadılar. G.Saray defansa da ağır geliyor, hücuma da ağır çıkıyor. Daha da kötüsü, ikisini ayrı ayrı yapıyor. Ne topyekün defans, ne topyekün hücum. Öyle olunca da rakip kim olursa olsun, araya girdi mi tekerleğe çomağı sokuyor. Sezon başından beri 9 maçta 6 beraberlik. Geçen sene 34 maçta 5 beraberlik. Bu verilerden sonra bu maçla ilgili fazla bir yorum yapmaya gerek yok.
Durmaz iyi gidiyor
Aytekin Durmaz’ı dikkatle izliyorum. İyi gidiyor. Arada bir eğiliyor. 81. dakikada Ümit Karan’ın lehine verdiği frikik gibi. Ama yine de eyyamcı abilerine göre daha cesaretli ve oyunu oynatıyor. Kesmiyor. Ankaragücü’nün attığı gol ofsayt. Aynı pozisyonda 90+3’te G.Saray da önemli bir gol kaçırdı. O da ofsayttı. Demekki bu Baki Tuncay Akkın da biraz ofsaytta. Hayrettir, FIFA’yı da takmış.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2006
FUTBOLDA zayıf takım yok. Çünkü o zayıf dediğiniz takım, çok alakasız bir yerde sizden puan alır, önünüzü keser. Dün gece milli takımın en iyi yanı, Moldova maçını küçümsememişler. Herhalde seyircisiz oynamanın da verdiği tedirginlikle hep beraber iyi mücadele ettiler, koştular. O zaman da Moldova takımı ile aradaki fark meydana çıktı. Golü bulunca rakibin gardı düştü. Tabiri caizse, ilk golden sonra kabak çiçeği dolması gibi oldular. Bilmeyenlere anlatalım. Kabak çiçeği dolması, sabah 05.00’te toplanan kabak çiçeklerinden yapılır. Yani ilk ışıklarda. Golle birlikte iştahlandık ve ondan sonra rahat kazandık.
Bir şeyi anlamak mümkün değil. Futbolcular veya takım iyi oynadığı zaman iyi yazıyorsunuz, hiçbir şey yok. Kötü oynadıkları veya iyi mücadele etmedikleri zaman eleştiriyorsunuz, suçlu siz oluyorsunuz. Anlamak mümkün değil. Profesyonel bir futbolcu her zaman iyi olmayabilir. Ama profesyonel bir futbolcu her zaman iyi mücadele etmeye mecbur. Sahada kuvvetli olmaya, diri kalmaya mecburdur.
Dün gece Hakan’a kimse bir şey söyleyebilir mi? Hayır. Ama maalesef yerlerde sürünürken, rakiple mücadele edemezken eleştirdiğimiz zaman futbolcularımız kızıyorlar.
En iyisi Hamit’ti
Hem Macar maçında, hem dün geceki Moldova maçında milli takımın en iyisi Hamit’ti. Hamit, son derece gösterişsiz oynuyor. Futbolda oynadığı yerde ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Zaten dün gece takımda şu futbolcu iyi değildi diyeceğimiz kimse yoktu.
Tuncay çok mücadele ediyor, hücum pres yapıyor, çok iyi niyetli. Ancak Tuncay’ın daha farklı şeyler de yapması lazım. Futbol hayatının sonuna kadar bu kadar koşmakla işi götüremez. Artık yavaş yavaş olgunluk çağına girecek. Topla daha yumuşak olacak. Ara toplar atacak, kontra işler yapacak.
Sabri yavaş yavaş yaptığı ortaları düzeltmeye başladı. Eskiden dağlara taşlara atıyordu, şimdi artık arkadaşlarıyla buluşturabiliyor. Arda çok faydalı. Daha da önemlisi top ayağına gelince rakibi tedirgin ediyor ama hala G.Saray’daki rahatlığı yok. Yaptırdığı penaltı pozisyonunda dikkatli bir hakemden sarı kart görebilirdi. Çünkü pozisyon penaltı değildi. Bir de alakasız yerlerde rakibe sert girip veya topla elle oynamaya çalışıyor. Art niyetli değil ama ilerideki maçlarda bu pozisyonlarda gereksiz yere sarı kart görebilir.
Bu maçlar önemli
Yıldıray, Fatih sakat. Emre cezalı. Bunların hepsi de milli takım için önemli oyuncular. Bu maçı almamız bizi rahatlattı. Bu oyuncuların yokluğunda 9 puan almamız bizi rahatlattı. Tamam, bu üç rakip de zayıf ama belki de gruptan çıkmayı bunlara kaptırılacak puanlar belirleyecek. Böyle bir gruptan ilk ikiye girip İsviçre’ye gidemeyeceksek, evimizde oturup çayımızı içelim.
Bizim hem milli takımımız, hem kulüp takımlarımız seyircisiz oynamaya alıştılar. Allah korusun, inşallah bu alışkanlık bundan sonra seyircili oynanacak maçlarda ters tepki göstermez.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2006
Bazı siyasiler değiştiklerini söylüyor ama Haluk Ulusoy, hiç değişmediğini sık sık belgeliyor. MHK’nin yerine hakem tayinlerini ve FIFA listesini belirliyor. Yunus Yıldırım’ı şutluyor, FIFA kokartı elinden alınan Cem Papila da hakemliği bırakıyor. KİŞİLİKSİZ insanlar ülkesi olma yolunda hızla ilerliyoruz. Bunun neticelerini yurt içinde de yurtdışında da görüyoruz.
Biraz düz duranların da zaten başı dertten kurtulmuyor. Bol bol mahkemeye çıkıyorsunuz ve size telkinde bulunuyorlar. Söyledikleri cümle de hep aynı... Akıllı ol...
Çünkü onlar Türkiye’de akıllı ola ola, bırakın yurt içini, yurt dışında da ne rezil duruma düştüğümüzü cümle alem görüyor.
Size Ermeni olayından, PKK olayından bahsetmeyeceğim. Size biraz hakemlerden bahsedeceğim. Hakemliğe başladığım birinci günde dedim ki, "Bu işi en üst düzey yaparsam, yapacağım. Yapamazsam bırakacağım. Her ne olursa olsun bıraktıktan sonra MHK’de görev almayacağım ve gözlemcilik yapmayacağım. Belki ileride Futbol Federasyonu’nda görev alabilirim" diye yola çıktım. Hala da aynı yolda gidiyorum.
Şimdi dönelim Türk futbolunun kilit noktası olan yerine, yani hakemlere... Verdikleri ve vermedikleri kararlarla ligde, şampiyonluğu ve düşmeyi belirleyecek insanlara.
Bugün Türk futbolunda kaos var ise, baş sorumlusu hakemlerdir.
Şüphe ile bakarım
FIFA kokartı takıyorsunuz, daha önünüzde görev alacağınız yıllar var. Şu veya bu sebepten dolayı sizin FIFA kokartınızı elinizden alıyorlar. Ama siz hakemlik yapmaya devam ediyorsunuz. Ben böyle insanlara şüphe ile bakarım. Soruyorum size; FIFA kokartı taşımak demek, kuvvet komutanı olmak demek. Askeri şura toplanıyor. Size diyor ki, "Senin orgenerallik rütbeni alıyorum, albay yapıyorum. Ama askerliğe devam edip etmeme tercihini de sana bırakıyorum." Ben Türkiye’de hiçbir kuvvet komutanının bunu kabul edip istifa etmemesini düşünemem, düşünmüyorum da.
Bu benzetmenin FIFA hakemleriyle ne farkı var. Düşünün Kuddusi Müftüoğlu 3 lisan bilen bir hakem. Öyle veya böyle FIFA kokartı elinden alınmış. Ama o devam etmiş. Bu sefer Haluk Ulusoy gelmiş, Kuddusi yeni listede ama bu kez Cem Papila yok. Peki Papila Avrupa’da kademe yükselecek mi? Evet... Önünde hakemlik yapacak yıllar var mı? Evet... Çok doğru bir kararla Papila hakemliği bırakıyor. Aferin...
6 ayda lisan öğretirsin
Yunus Yıldırım lisan bilmediği için liste harici. Peki Yıldırım hakem olarak iyi mi? Bence iyilerin içindeki birkaç isimden biri. FIFA hakemliği için bence öncelikli şart nedir? İyi hakem olmasıdır. Sen iyi hakem olarak gördüğün kişiye özel hoca tutarsın en fazla 6 ayda lazım olan lisanı öğretirsin. Bu da Futbol Federasyonu’nun birinci görevidir. Hatta ve hatta İngiltere’ye gönderirsin, 2-3 ay da orada eğitirsin. Yıllarca yurt dışı, yurt içi seyehatlarda padişahlar gibi yaşandı. İyi bir hakemine 3 kuruş para harcamışsın çok mu? Sen kalkıyorsun Yunus Yıldırım’ı şutluyorsun.
Devam ediyorum... Mesela Bülent Yavuz. mesala Metin Tokat. Birisi MHK Başkanı iken, diğeri üst düzey hakemdi. Ne yaptılar? "Erman ile Ahmet hakemleri satar" diye genç hakemleri bağırttırdılar. Bu ikisi, "Hakem hakemlik yapar, hakemlikten sonra da basına geçmez. Hakemlik camiasında görev yapar" dediler. Peki bu iki isim şimdi neredeler? İkisi de gazetelerinde yazıyor, buldukları televizyonda konuşuyorlar.
Devam ediyorum... Mustafa Çulcu MHK Başkanı oldu ve, "Bir ceketim var alır giderim. Bütün kararları ben veririm" dedi. Yani bu ’hakem tayinlerini de FIFA listesini de ben yaparım’ demekti. Sonunda FIFA listesini Haluk Ulusoy belirledi.
İnkar mı ediyorlar?
Ey Türk halkı? Ey Türk futbol ailesi. Hakemliğe başlarken, yemin edilir. Soruyorum size, bu yemini eden hakemlere yukarıdaki isimlere bundan sonra sizler güvenebilir misiniz? Ettiği yeminleri inkar etmiyorlar mı? Ben yukarıdaki isimlerin hiçbirisine inanmıyorum ve güvenmiyorum. Haluk Ulusoy’a zaten bir şey söylemiyorum. Çünkü onun neler yaptıkları ve neler yapamadığı ortada.
Ama bir şüphem var. Bu yemin törenleri yapılırken, kameraya alınmalı. Yapılan yer kürsü ise kürsü şeffaf olmalı. Yok, toplu olarak bir masada yapılıyorsa, masanın ayaklarının altı açık olmalı ki, yemini eden şahıslardan acaba ayaklarını havaya kaldıran var mı? Açık şekilde görülmeli.
Ama farketmez. Bizim Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde vatanı ve milleti için yemin edenlerden bazılarının geçmişte ne icraatlar yaptıklarını ibretle şahit olduk. Milletvekilinin bu halde olup, sonra "Değiştim" dediği bir ülkede bu hakemler de "Biz de değiştik" diyeceklerdir.
Haluk Ulusoy değişmedi
Haluk Ulusoy eskiden Futbol Federasyonu Başkanı olurken, Alaattin Çakıcı’ya kurban kesip verdiği söylenirdi. Hatta bu konuda Ergun Gürsoy’un aracı olup, Eyüp Sultan’daki koyun adedinin azaltıldığı söylenirdi. Aynı Ulusoy’un televizyon patronları için ağıza alınmayacak küfürler ettiğini de hepimiz biliyoruz. Aynı Ulusoy’un bir haber yüzünden o gazeteciyi eleştirirken, eleştiri sınırları dışına çıkıp hakaret ettiğini yine görüyoruz. Bazı siyasiler değiştiklerini söylüyorlar ama Haluk Ulusoy hiç değişmediğini sık sık belgeliyor.
NOT: Yıllardır tutarsız ve zik zak çizen, altı başı oynayan bu hakemlerin çaldığı düdüklerle ne maçlar belirlendi. Aslında yukarıdaki yazıyı yazmak gereksizdi. Ama ne yapalım, bazı şeyleri okuyucunun gözüne sokmak lazım. Çünkü bu hacıyatmazlar hep vardı. Neden hakem camiasına güvenilmiyor? Şimdi anladınız herhalde.
Terim ve diyet
MACARLARI 1-0 yendik. Çok kötü bir takımla oynadık. Şimdi onlardan bir kademe daha iyi olan Moldova ile oynayacağız. Biz kendi takımımızı iyi çıkarır, düzgün oynatabilirsek, futbolcularımız da iyi mücadele ederse, onları da yeneriz. Daha doğrusu yenmemiz lazım. Ama hepimizde bir tedirginlik var.
Neden? Çünkü Milli Takım’ın görüntüsü iyi değil.
İyi oynamıyoruz. Hakan Şükür iyiyse oynamalı. Ama iyi değilse oynamamalı. Çünkü iyi değilken oynadı mı, diyorlar ki, Fatih Terim, Ersun Yanal’ın yerine Hakan Şükür yüzünden geldi. Hakan sorunu olmasaydı, belki de Ersun Yanal gitmeyecekti. Bunun için de Terim diyet ödüyor. Hakan iyi değilken, yedek kulübesinde Ümit Karan var. Karan olmazsa, sakatlığı geçen Halil Altıntop var. Altıntop Alman liginde başarıyla oynuyor. Ama Milli Takım’da yok. Yani acaba Milli Takım’da da mı adalet doğru dağıtılmıyor.
Ceylan çorbası
BUDAPEŞTE’de üç gün kaldım. Bence Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birisi. Bir tarafa bakıyorsunuz Paris. Diğer tarafa dönüyorsunuz İstanbul.
Biliyorsunuz, Macar çorbaları meşhurdur. Orada yaşayan bir arkadaşım beni ceylan çorbası içmem için şehir merkezinden 40 kilometre uzağa götürdü. Gittiğimiz yerde yalnız ceylan çorbası içmekle kalmadık, şahane geyik eti de yedik.
Dağlarda o kadar çok geyik ve ceylan varmış ki, Macar hükümeti bazen av sürelerini 1-2 ay uzatıyormuş. Çünkü bu keratalar çok üredikçe yiyecek sıkıntısı çekip, ormanlardan yerleşim merkezlerine girerek, ekili arazilere zarar veriyormuş. Ama tabii bu hayvanları avlamak için sadece izin almanız gerekmiyormuş. Hayvan başına okkalı bir para ödemeniz gerekir. Silahı sadece hayvana değil, aslında kendi paranıza sıkıyorsunuz.
Tavır koyacak yürek olmalı
MİLLİ Takım Frankfurt’ta... Pazartesi günü 13.30’da teknik heyet ve futbolcular basın mensuplarıyla buluşacak. Bu önceden belirlenmiş.
Ancak saat 13.30 olmuş.. Yazılı ve görsel basın hazır. Takriben 37 kişi gelmiş. Ama ne futbolculardan, ne teknik heyetten gelen giden yok.
1 saat 15 dakika sonra sinirlenen basın mensupları toplantıyı boykot kararı alarak, hep beraber terketmek istiyorlar. Toplantı yapılan noktadan yürümeye başlıyorlar. O sırada bir basın mensubu arkadaşımız (Ömer Güvenç) Fatih Terim’i cep telefonundan buluyor. Bunun üzerine basın mensupları da ikilemde kalıyorlar (gidelim mi kalalım mı diye). Sırf haber yapma uğruna geri dönüyorlar...
Türkiye’de ve dışarda buna benzer bazı olaylar yaşanıyor veya basın mensuplarına hakaret eden futbolcular, teknik adamlar ve kulüp başkanları da oluyor. Bugüne kadar hem hakaretten, hem de küçük düşürülmekten tavır koyan basın mensuplarına hiç rastlamadım. Hep beraber bu odayı terkedin. Bakın bakalım sonunda ne olacak. O kulüp başkanları, teknik direktörler ve futbolcular sizin ayağınıza kadar gelecek mi, gelmeyecek mi? Ama sizde o yürek nerede...
Yazının Devamını Oku