TELEVİZYON yoktu, sadece radyo vardı, gazete vardı... Bu kafalar yıllarca insanları aldattılar. Ve maalesef bazıları insanları hala aptal zannediyorlar. Çünkü bunların bazıları gazete sütunlarından insanları tehdit ettiler, korkuttular, sindirdiler. Ama televizyon çıkınca bunların esas yüzleri meydana çıkmaya başladı.
Dikkat edin, çıktıkları programlara bakın, yavaş yavaş kademe kademe aşağıya iniyorlar. Niye? Çünkü televizyonda herşey net. Bir de o televizyon onların yüzlerindeki samimiyetsizliği, sahtekarlığı, taraftarlığı net bir biçimde gösteriyor. Bunlar, kendi fikirlerini söyleseler tamam... Ama bir de karşı tarafı suçlamıyorlar mı, işte o zaman bunların maskelerini bir defa daha düşürmek farz oluyor.
Bazıları futbol oynamamıştır. Bazıları hakemlik yapmamışlar, bazıları yalnızca taraf tuttukları takımın maçına giderler. Bazıları hiçbirini yapmazlar evde oturur seyrederler....
Ve... Derler ki Erman Toroğlu 20 dakika oynatıyor, sonunda kararını veriyor.
Ey bazı gerçekleri görmek işlerine gelmeyenler veya çok uyanıklar...
Seyirciye saygı
Erman Toroğlu maça gidiyor, maçı seyrettiği yer, yayıncı kuruluşun maçı anlatan spikerinin yanı. Yani Erman, pozisyonu hem canlı görüyor, isterse kafasını yana çevirip monitörden bir daha seyrediyor. Eğer çok sıkışsa telefon açar merkezde görevli arkadaşlara defalaraca oynattırır, haber alır. (Şimdiye kadar hiç olmadı)
Yani o Erman maçı hem canlı seyreder hem de heyecanlı. Sonra maçın 80. dakikasından itibaren çalıştığı gazetesi Hürriyet’e maçı yazdırır. Bütün yorumları yapar. Maç bittiğinde Erman’ın yazısı da bitmiştir. Yani Erman, bu maçla ilgili yorum ve pozisyonları gazetesine zaten yazmıştır.
Peki, Erman pazar akşamı Maraton’da bazı pozisyonları niye defalarca oynatır... Önce bu işin tekniğini bilmeyen seyircisine saygısından. Her seyirci her programda bir şey öğrense bu Türk futbolu için avantajdır. Yoksa, Erman’ın oynattığı pozisyon zaten Hürriyet Gazetesi’nde bir gün önce ya da o gün çıkmıştır. Veya ertesi gün için çoktan yazılmıştır.
Ama Maraton’daki bu eylem bu kalın kafalı taraf, at gözlüklü amigo yazarların işine gelmez. Niye, çünkü onlar yıllarca Türk insanını aldattılar. Ama ne güzel televizyonlar sayesinde Türk insanı onları şimdi bu kalın kafalıları çok daha iyi tanıdı.
Tebrikler Yılnur
PAZAR günü Vedat Yüksel ilk yarı özellikle Appiah ve Lugano’ya göstermediği kartlarla işini zora soktu. Fakat aynı Vedat Yüksel ikinci yarı çok daha hafif pozisyonlarda kartlarını gösterince, benim aklıma devre arasında bir telefon bağlantısı olduğu geldi.
İki tarafın da günahlarını almışım. Yaptığım istihbarata göre telefon yokmuş. Devreye dördüncü hakem Yılnur Önen girmiş ve Vedat’ı ikaz etmiş.
Doğruya varmak için maçlara 4 kişi tayin ediliyor. Doğruyu bulmak için 4’ü de birbirine yardım edecekler.
Eğer işin aslı bu ise Yılnur’u tebrik ederim.
İYİ NİYETLİ OLMAK...
PAZAR günü Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda bir yardımcı hakem izledim. O seyirci baskısına rağmen bütün bayrakları doğru kaldırdı. Çünkü bütün bu pozisyonlarda doğru yerdeydi, yanılmadı. Bir tek yerde iptal ettiği golde fare gibi köşeye kısıldı, kaldı. Ama o pozisyonda ona Allah yardım etti. Niye...
Bir laf vardır ya, ben de çok inanırım. ’Allah iyi niyetli olana, tarafsız olana, art niyetli olmayana, doğru olana yardım eder’
NOT: FIFA’nın yeni gönderdiği yazıda, ayak mayak yok, bir futbolcu diğerine göre kol, omuz, kafa ne olursa olsun vücudun bir bölümü yarım santim bile önde olsa artık ofsayt. Meraklısına duyurulur...
Kolay lokma yok
ESKİDEN büyükler galip geldi mi, küçükleri tokatladı mı, herkes memnundu, her şey iyi gidiyordu. Futbol kurtuluyordu. Şimdi küçükler, büyüklerin boğazına takılıyor. Kolay kolay yutulmuyorlar. Bir anda futbolumuz kötü oldu. Acaba öyle mi?
Suç ve bedeli
TÜRK insanının suç işlemeye hakkı vardır. Neye karşı? Bedeline karşı. Ödersin bedelini, işlersin suçunu. Ama bu cümle, medeni ülkeler için geçerli. Bizim için değil. Neden? Çünkü, suç işleyen bedelini ödemiyor, kim ödüyor, bedelini. Gariban, masum vatandaş. Suç işleyen ne oluyor. İşlediği suç yanına kar kalıyor.
Evine hırsız giriyor, adamı mutfakta, salonda silahla vurursan suçlusun. Neden? Kanuna göre adam yatak odasına girecekmiş. Bence bu kanunu da değiştirelim. Adam, yani hırsız, yani gariban hırsız yalnızca yatak odasına girdi diye vurulmasın. Adama ayıp olur!!! Hatta yazık olur. Bırak adam senin yatağına girsin, seni biraz okşasın öpsün, seni tahrik etsin, sen de sinirlen ondan sonra adamı vur. O zaman haklı olacaksın!!! Size abartı gibi geliyor, ama malesef gerçek olan bu...
Neden? Adamın elinde silah, ateş etmiş. Birini yaralamış. Yani suç aleti ile suç işlemiş. Eylem yapmış. Adamı vuruyorsun, tutuklanıyorsun. Var mı başka böyle bir ülke?
Kimse yok mu orada?
Tarih 5 Mayıs 2003... Sat komandosu Zeki Şen isimli şahsı Hakan Sezik isimli bir manyak bıçaklayarak öldürüyor.
Sonuç... Sadece dokuz ay tutuklu kalmak. Yıllarca emek ve para vererek yetiştirdiğin bir sat komandosunun ölüm karşılığı.
Tarih 1 Nisan 2006... Yine Hakan Sezik, bu sefer Mahmut Altukanat isimli şahsın cebinden parasını kapkaç suretiyle almaya teşebbüs...
Sonuç... Hakan Sezik serbest.
Tarih 4 Kasım 2006... Assolist yine Hakan Sezik. Bu sefer, Yelena Kurdyumova isimli Rus uyruklu bayan gazetecinin çantasını kapkaç suretiyle çalınması olayı...
Sonuç... Hakan Sezik, gene serbest.
Bütün bunları yapan Hakan Sezik, şu anda aramızda gene dolaşıyor. Kim bilir neler yapmıştır. Belki de faili meçhul bir cinayetin baş kahramanıdır. Veya yapmak üzeredir.
Soruyorum size. Nerede kanun, nerede adalet?
Aloo... Cevap veren yok mu? Kimse yok mu orada? Ses versenize...
Üfle deme püf de!..
BİR araTürk futbolunda, doping çok modaydı. Öyle teknik direktörler bilirim ki, takım sahaya çıkarken kapıda durur, verdiği hapı içmeyen veya elinde iğne ile yanında duran masörün enjektöründen kaba etine iğne yaptırmayan futbolcuyu oynatmayan. Hatta, elinde çantayla seyyar gezen kulüplere giderek ’Bendeki doping çok iyi’ diyen insanları...
Bilinçlenmeye başlayınca, bunların çoğunluğu ortadan kalktı. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Biz, bilinçlenen futbolcu, teknik adam sayısını arttırırken, her zaman olduğu gibi yöneticiyi unutmuşuz.
Eski dopingçilerin yerini şimdi üfürükçüler aldı. Eskiden iğne ile kalçanın sağ veya sol lopuna şırınga vuranlar; şimdi üfürükçü hocaların eline düştüler. Bu hocalar, yıllarca hamile kalamayan kadınlara çocuk doğurttular. Nasıl, doğurtturduklarını da hepimiz biliyoruz!!! Malumumuz...
Kaleci gol yemeyecek
Şimdilerde bu hocalar, rakip takımlara dokuz doğurtturacaklar. Yani onlara gol attırtmayacaklar. Yani üfledikleri kaleci gol yemeyecek.
Bakmayın siz, bazı yöneticilerin ’Biz bu işlere inanmıyoruz’ dediklerine. Ben de onlara inanmıyorum. Neden? Çünkü bu adam bazı statlarda boynuna sahaya girme kartını geçirmiş cirit atıyor. Habire, kalenin arkasından üflüyor.
Ondan sonra da irtica yok diyorsunuz. Asker niye konuşuyor diyorsunuz... Siz bu kafayla devam ettiğiniz müddetçe O ASKER, size bir üflüyecek, tam üflüyecek, feleğiniz şaşacak. Ah deme oh de. Üfle deme püf de. Bu da benden size tavsiye.
NOT: Geçenlerde Vatan Gazetesi’nde 8 sütun başlıktı. Almanya’da bir hoca. Yani, bu üfürükçü imamlardan bankaya para yatırıp, faiz alan insanları, hacca giderken anasıyla zina yapmaya benzetmişti.
O zaman ben hacca gitmekten vazgeçeceğim. Kendimi de kurtaracağım, rahmetli annemi de... Bunları söyleyen imam acaba şimdi nerededir? Parası resmi bankada mı, yoksa yeşil sermaye de mi? Yoksa Nice’te Cannes’da jet-ski’ye mi biniyor?