15 Temmuz 2009
AFRİKA’da geziye gitmem ve sonra dönüp, “Acaba futbolda neler oldu? Transferler nasıl?” arasında fazla bir farklılık bulamadım. Çok açıdan Afrika’nın önündeyiz ama biz daha tehlikeliyiz. Hiç olmazsa onlar nerede olduklarını biliyorlar. Biz karar verememişiz... “Türban” diyoruz, “Başı açık” diyoruz, “Laik, Atatürkçü” diyoruz, “Mahalle baskısı” diyoruz. Diyoruz da diyoruz... Bakın bugünkü yazıda bunları değişik açılardan görebilirsiniz...
Bunların hepsi hikaye... Dünyada bir tek şey vardır, o da ekonomidir. Devletler vatandaşlarını ekonomik olarak rahat yaşatıyorsa, çocuklarının istikbal garantisini veriyorsa olay bitmiştir. Bu da nereden geçer? Akıldan. Türkiye hala Kuran-ı Kerim’i tartışıyor, yorumlar çıkarıyor. Herkes kendi işine geldiği şekilde konuşuyor. Bence Kuran’ın ana fikri şudur: Allah diyor ki kullarına; siz saçma sapan olan her şeyi bir kenara bırakın, ben size akıl denen o müthiş şeyi verdim. Aklınızı kullanın, doğruyu bulursunuz. Yani bu, şudur; Kuran eşittir akıl.
Göz bandı, çorap, çekecek
Şimdi dönelim, hem Afrika seyahatinden hem de futbolumuzdan bahsedelim. Önce seyahatten başlayalım... İlk olarak THY İstanbul-Nairobi uçağından yer alıyorsunuz. 6.5 saat uçacaksınız Business Class. Küfeyle para veriyorsunuz veya puan. Uçağa biniyorsunuz, şampanya, portakal suyu veya su veriyorlar. Sonra bir kulaklık geliyor, sonra ufak bir çanta. THY’nin verdiği ufak çantanın içinden uyumanız için siyah bir göz bandı çıkıyor. Dudaklarınız uçuklamasın, kurumasın diye bir dudak kremi de var. Ayakkabılarınızı ve çoraplarınızı çıkarıyorsunuz, altı yapışkanlı bir çift çorap çıkıyor. Ve bir de plastik çekecek.
Unutmadan söyleyeyim, Kenya’ya gitmeden evvel İstanbul’da aşı oluyorsunuz. Niye? Bulaşıcı hastalıklara karşı. Peki sevgili okurlar, bulaşıcı hastalıklar en çok hangi yollardan geçer? Tabii ki el ve ağızdan. El için, sabunlu havlu veriyorlar, siliyorsunuz. Eskiden alkollü mendiller vardı, onlar kalktı. İçinde alkol olduğu için. Yani mikropları öldüren alkol olduğu için! Peki, ağız nasıl temizlenir? Diş fırçası ve diş macunu ile. Hostesi çağırdım; “Benim çantamdan diş fırçası ve diş macunu çıkmadı, herhalde düşmüş” dedim. “Diş macunu ile diş fırçası konmuyor ki düşsün, Erman Bey” dediler. “Diğer yolcular ne yapıyor?” dedim. Bu kez “Herkes yanında taşıyor” cevabını verdiler.
Diş fırçam olsaydı...
Bir soru daha yönelttim: “Diş macunlarının belli bir gramajdan sonrasını uluslararası uçuşlarda kabine almıyorlar” dedim. “O bizim sorunumuz değil” dedi. Yani, uçmadan önce bir otele gideceksiniz; ufak diş macunları var ya, onlardan rica edeceksiniz. Uçağa binmeden önce de bir fırça alıp öyle gideceksiniz. Eğer sadece diş fırçam olsaydı, tuvaletteki sıvı sabunla dişlerimi fırçalayacaktım. Ne de olsa Business Class uçuyorum; dişlerimin beyaz olmazı lazım! Ekonomi sınıfında uçan esmer vatandaşların dişleri, gülünce belli oluyor. Benimki belli olmazsa hasta olurum!
Kenya’da ve oradan geçtiğim Tanzanya’da musluklardan akan suyla dişinizi fırçalayamıyorsunuz. Ağzı kapalı, ayrıca naylonla kilitlenmiş su şişeleri ile bu işleri yapıyorsunuz. Yani Kenya ve Tanzanya’daki otellerdeki sistem THY’den daha önde.
Aslanlar ve akbabalar
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2009
BODRUM’da Ekmekçi’de sabah kahvaltısı yapıyorum. Ufak tefek bir çocuk yanaştı. Elimi sıktı, hatta öpmeye kalktı. Öptürmedim. Yanında iki arkadaşı daha vardı. Üç beş laf sohbet yaptık. “Ufaklık” dediğim esmer çocuk, “Benim adım Fırat” dedi.
Ve pat diye aniden ekledi: “Ben, dünya şampiyonuyum.” “Anlamadım” dedim. “Ben” dedi, “dünya şampiyonuyum.” Önce şaka geldi. “Nerede oldun?” dedim. “Karatede” karşılığını verdi. “Sen kaç doğumlusun?” diye sordum. 19.12.1999 doğumlu olduğunu söyledi. 2008’de Almanya’da 9 yaş grubunda, 2009’da da Çek Cumhuriyeti’nde 7-11 yaş grubunda yüzlerce sporcunun arasında iki kez dünya şampiyonu olduğunu söyledi.
İki dakika sonra bir kız çocuğu, elinde bir torba ile geldi. İçinden şıkır şıkır sesler geliyordu. Masanın üzerine döktü. Onlarca madalya vardı içinde. Seçtim, iki dünya şampiyonluğu madalyasını boynuna takıp fotoğraf çektirdim.
Ona sponsor bulalım
Sonra öğretmenlerini buldum, konuştum. İnanılmaz kabiliyetli olduğunu, kendisinden 10-15 kilo ve bir-iki yaş büyüklerle bile dövüştüğünü ve yendiğini söyledi. Tek sıkıntıları, çocuğu diğer seyahatlere götürememek. Çünkü her seyahatin maliyeti 700-800 Euro imiş. Henüz yaş itibariyle de milli takımda olamayacağı için ya öğretmenleri sağdan soldan para buluyorlarmış ya da bir sitede bekçilik yapan babası bankadan kredi çekip oğlunu şampiyonalara gönderiyormuş. Kime sorsam bu çocuk için “Allah vergisi, çok nadir yetişen bir kabiliyet” yorumunu yapıyor. Bodrum’dan tamamen tesadüfen çıktığını belirtip, “Ama maalesef sponsor bulamıyoruz” diyerek dert yanıyorlar.
Türkiye’de kimbilir daha kaç tane Fırat vardır. Ben diyorum ki, bu Fırat’ın elinden tutup kurtaralım. Ona sponsor bulalım. Attıkları zaman mangalda kül bırakmayanlar inşallah bu çocuğun elinden tutarlar.
Wolfarth’ı bile bıktırmış
DÜN Hürriyet’te Beşiktaş Kulübü Doktoru Ayhan Optur’un konuştukları vardı. Merak ettim. Almanya’dan bir arkadaşımı aradım. Meşhur doktor Wolfarth’la samimi olan. Wolfarth’ın Zan hakkında söyledikleri şunlar: “Bu futbolcunun sakatlıkları adalelerinde değil. Kafasında. İnanılmaz derecede bu konuda sorunlu birisi. Alakasız yerlerinin bana ağrıdığını söylüyor, rahatsızlığını söylüyor. Öyle yerler söylüyor ki, oralarda sakatlık olmaz. Bilmiyorum Türkiye’deki doktorları ama bu futbolcu beni inanılmaz derecede rahatsız etti.” Dünyaca ünlü bir doktorun bu cümleleri sarf etmesi enteresan. Onun için Allah, Gökhan Zan’a bakacak G.Saraylı doktor veya doktorlara sabırlar versin.
Hırsızlar cenneti
BODRUM’daki eve hırsız geldi. İnternet siteleri yarım yamalak yazdılar. İş büyüdü. Önceki gün bazı ana haber bültenlerinde doğrusunu anlattım. Burada da yazalım. Tan ağırmaya başlamıştı. Eve yeni gelmiştim. Vatandaş hırsız da benden üç-beş dakika sonra arzı endam etti. Ben içeriden onu görüyordum, o dışarıda beni göremiyordu. Çünkü evin etrafında kameralar vardı ve uyanık hırsız çıkardığı gömleği ile kafasını örtmüştü ve sol eliyle bir tek gözleri açık yürüyordu.
Ön kapıya geldi. Kapıya açmaya uğraşırken ben de o kapının hemen arkasında sütunu kendime siper alarak 155’e telefon açtım. Çıplak olduğum ve elimde bir şey olmadığı için öbür kapıyı açıp dışarı çıkmadım. Hırsız kardeş geldiği yerden yani arka bahçeden çıktı gitti. Ben de giyindim arkadan baktım gözükmüyordu. Polis geldi ama aradılar bulamadılar. Bu sıra Bodrum’da inanılmaz hırsızlık olayları var. Benden aldıkları kamera görüntüsüyle geçen sene milyonlarca liraya kurulan Bodrum’daki 250 tane mobese kamerası incelense hırsız bulunurdu.
O zaman bu kadar parayla o kameralar Bodrum’a niye takıldı? Şunu söyleyeyim Bodrum’a geleceklerin dikkatine. Kesinlikle ziynet eşyası ve çok para getirmesinler. Eğer getirirlerse bunları evde bulundurmasınlar. Mutlak suretle bir şort giysinler. Kolay koşabilecekleri ayakkabı ile bir tişörtü başuçlarına koysunlar. Eğer uyanınca panik yapacaklarsa yattıkları yatak odasının kapısını kilitlesinler. Hiç olmazsa hırsız diğer taraflarda çalışırken giyinip bir de odada bulunduracakları cop, sopa, demir bir alet ve biber gazı gibi aletleri alıp odadan hazırlıklı olarak hırsızın üzerine gitsinler. Bunlar size şaka gibi geliyor ama gerçek. Çünkü şu anda Bodrum bir hırsızlar cenneti.
Hep aynı hikaye
Nereye gitsem aynı hırsızlık hikayelerini dinliyorum. Hırsızlık vakası olalı neredeyse bir hafta olacak. Bu yazı yazıldıktan sonra sağolsun Muğla Valisi aradı, üzüntülerini bildirdi. Aradan bir saat geçti. Bu sefer Bodrum Emniyet Müdürü aradı. Aslında kim olursa olsun hırsızlığa maruz kalan bütün vatandaşların olaydan sonra aranıp o konu hakkında polis tarafından vatandaşa bilgi verilmesi gerekir. Yok eğer “Bodrum yazın çok kalabalık oluyor. Bu kadarcık polis ekibiyle biz bunu karşılayamıyoruz” dersen o zaman buraya takviye ekipler gönderirsin.
Bir şey daha dikkatimi çekti Bodrum’da. Eski marinadan yeni marinaya gelene kadar en az 10 tane eğlence yeri var. Ve şu sıralar çok hareketli. Polis de akşam saat 01.30’dan sonra jandarmanın önünde buradan gelen bütün arabaları çevirip alkol kontrolü yapıyor. Yapılsın, güzeldir. Ama anlayamadığım nokta şu. Buradan gelen 100 tane aracın bence 99’unda alkol çıkar. Yani Bodrum’da alkole verilen özel titizliğin en az yarısı da hırsızlığa verilmeli.
Kural kargaşası
OLAYLI Fenerbahçe Ülker-Efes Pilsen maçından sonra gözler futbolda olduğu gibi hakeme çevrildi. Takımı idareci veya teknik olarak hatalı idare edenler konuşulmadı, hakemin bir yanlışı ön plana çıktı. Aslında hakemin burada bir teknik hatası var. Neydi o? Hakem faülü verdiğinde tek yumruğunu havaya kaldırdı. Yani sadece faül verdi.
İkinci elle yumruğunu tutmadı. Yani sportmenlik dışı göstergesini belirtmedi. Çünkü top oyuna girmeden bu düdüğü çalmıştı. Ortalık buradan karıştı. Peki top oyuna girmeden bu düdük çalınır mı? Kurallarda var mı? Var. Onu FIBA koydu. Uygulanıyor mu? İşte burada her kafadan bir ses çıkıyor. “Uygulanıyor” diyen var, “Hayır, uygulanmıyor” diyen var. Bu kuralı hakemlere “Yazılı değil de şifaen uygulamayın. Haksızlık olur” dedikleri söyleniyor. Benim de aklımı bu karıştırıyor.
Peki Türkiye’deki maçları idare eden bu hakemler Avrupa’daki maçları idare ederken ne yapacaklar? Yoksa FIBA da mı bu kuralı hem koydu, hem de uygulamayın mı diyor, merak ediyorum. Bunun bir cevabını verecek varsa dinlerim.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2009
Birkaç gün önce “farklı” bir yerde buldum kendimi. Çocuktan yetişkine insanlar vardı, izlemekteydiler sahnedekileri. Sahnedekilerin yaptıkları “farklı” değildi gerçekte; şarkı söylüyorlardı, şiir okuyorlardı, müsamereye çıkanlar vardı.Çocuktu onlar, bebek arabasındakilerle birlikte. Benim yaşadıklarıma göre bir dengesizlik, bir tutmazlık vardı ortada. Dengesizlik bende miydi, onlarda mı! Konuşanlar vardı sahnede, yürüyemiyordu neredeyse. Yürüyenler vardı, konuşamıyordu sanki.
Neden konuşur da yürüyemez, yürür de konuşamaz insan! Hem de çocuk yaşta!
Zihinsel Engelli ya da eylem eksikliydi sahnedekiler. “Dramatik”, hatta “trajik”, yaşanmışlığın gerçeği diye doğal karşılayanlar için yine de “duygusal” bir çarpıcılık!
Birer yıldız gibi
İzmir’deki bir Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nin düzenlediği yıl sonu kutlama etkinliğiydi o gün kendimi “farklı” bir yerde buluşum. Okuma çağına geldi gelecek çocuklar vardı, bayramlık giysilerini giyinmiş de sahneye çıkmış. Kadın öğretmenlerinin kollarından tuta tuta yürüttüğü, yürüdüklerine inanıp da sevinçle gülümseyen o çocuklar! Koro içinde şarkılar söyleyen çocuğunu o an, bir yıldız şarkıcıya değişmeyecek kadar yavrusunu mutlulukla izleyen anneler!
Bir çoşku sahneye her çıkanda, alkışlar arasında, sanki böyle bir ânı hep beklemişcesine.
Her “eksikli” çocuk için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan aldıkları ayda 400.-TL.’nin üzerinde bir destekle özel girişimcilerin oluşturdukları özel merkezlerde uzmanların, eğitmenlerin sabırlı uğraşlarıyla farklı dünyalarını kendi algılamalarında doğallaştırılıp da sürdürdükleri o yaşantıları, binbir çekişmenin içine dalmış da ezilmemenin ya da ezmenin yollarını arayan biz “normal”
insanlar kavrayabilir miyiz acaba?
Olmalı bir bayram
Kim, kime ne anlatmak istiyordu o gün, bilemedim. Ben rastgele düşmüştüm aralarına. Düşünüyorum da, rastgele rastlamasak onlara yolumuzun üzerinde birer birer, görebilsek birarada. Toplansalar şöyle yılda bir kez, açık arabalar içinde. Önde bando, Güzelyalı’dan Konak’a kadar bir şenlik! Çiçek atsalar bize, şeker dağıtsalar; şarkılar söyleseler, dansetseler kendilerince. Sonra Pasaport Meydanı’nda Atatürk’ün anıtı önüne kurulmuş bir sahnede çıksalar karşımıza. Niye onların da bir bayramları olmasın yılda bir kez.
“Farklı” idi onlar; farklı yaşantılarını sürdüren çocuklar. Bizler o dünyalarda neler olup bittiğini farketmesek de, onlar farkındalar kendilerince farklı olduklarının ve alabildiğine bir çaba içinde aradaki farkı kapatmanın yollarını arıyorlar.
Ya biz, farkında mıyız!
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2009
HER zamanki gibi tatil için Bodrum'a geldim. Güzelim havası, cam gibi denizi. Kos'a geçtim, şahane Kefalos kıyısı. Metrelerce uzanan altın gibi kum. Tabiki kalamar keyfi. Tekrar Bodrum. Cuba Bar'da öğleyin o muhteşem dut ağacının altında şahane bir kahvaltı, Deniz Feneri'nde canlı balık, marinada Fatih Erkoç, Campanella Bar da ise Ali Atik'ten sabaha karşı Türk müziği fasılları. Ne ararsanız var. Herkes konuşuyor
Tatil yapıyorum ama gazeteleri de ihmal etmiyorum. Öyle şeyler yazılıyor, beyanat veriliyor ve çiziliyor ki burnumu sokmadan edemedim. Herkes bir şeyleri konuşuyor ama bazıları göbekten konuşuyor.
Berlusconi'nin "Aşk Şatosu"na takıldım. Erkek yazarlar bir şey yazmadılar. Bayan yazarlar baktım ki makinalı tüfek gibi ateş ediyorlar. Neymiş efendim, Berlusconi, avuç avuç viagra kullanıyormuş.
Sevgili bayanlar, önce şunu bir halledelim. Viagra'ya ağzımız alışmış ama, performans artırıcı yedi tane ilaç var. Peki, bunları kullananlar hangi gruplar onlara baktınız mı? Hikaye, bakmamışlar. Atıyorlar, sallıyorlar.
Bakın sevgili bayan yazarlar. Tıbba göre bu ereksiyon hastalığı dörde ayrılıyor. Birinci grup 35-40 yaş arası. Ereksiyon sıkıntısı çekenler. İkinci grup, performans artıranlar. Bunların yaş ortalaması 24-35 arası. Üçüncü grup ise bilinçli hastalar. Bu yaş grubu 20-30 yaş arasındakiler. Dördüncü gruptakiler, deneme anlamında "Ne olacak bir bakalım" diye kullananlar. 40 yaş üstündekiler. En tehlikelisi ikincisi ve üçüncü grup. En fazla kullanan da bu grup.
Erkeğin rolü taşeronluk
Neymiş efendim şimdi tekrar edelim. 20 ile 35 arası olan bu grup, bu maddeleri en fazla kullanan erkekler. Bu ilaçların da bir tanesi bitkisel olanıymış. Bunu da leblebi gibi kullanıyorlarmış.
Sevgili bayan yazarlar sadede gelelim. İşin esas kısmına ve aslına. Herşeyde olduğu gibi sallayın erkeklere, siz kenarda kalın. Erkekler çapkın dersiniz, erkekler zıplar dersiniz. Bırakın hikayeyi. Kararı verecek olan kadın, kalemi kıracak olan da kadın.
O zaman çapkın kim? Haliyle kadın. Erkek ne? Taşeron. Bakınız, geçen gün bir arkadaşım boşanmaya kalktı. Hakim, boşanacağı eşine sormuş, "Siz kocanızdan niye ayrılmak istiyorsun?" diye. "Hakim bey, eşim olacak bu adam, bir Rus kadınla beni 4 yıldır aldatıyor" cevabını almış. Hakim aniden dönüp arkadaşıma, "Ne cevap vereceksin" diye sormuş, yanıt net olmuş: "Sayın hakim, iyi tamam da şu karşıdaki konuşan kadın 40 yıldır beni kadınım diye aldattı..."
Sevgili bayan yazarlar. Olay ne viagra da ne de performans artıran diğer ilaçlarda. Çiftleşmede esas olan kadındır. Kadın, kadın gibi olursa hiç bir performansa ihtiyaç kalmaz. Eğer değilse bir avuç da yutsan hikaye. Hapları yuttuğunla kalırsın.
Sayın Maliye Bakanım Şimşek ne diyecek?
MEHMET Topuz, nasıl futbolcu oldu inanamıyorum. Futbolcu cin gibidir, bu hataları yapmaz. Ama benim yazacağım bu değil. Hergün işin bu tarafına bakarken, ben arka bahçeye geçmek istiyorum.
Ve sorumu da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e gönderiyorum, hem de çok net bir biçimde. Mehmet Topuz'un Kayserispor'da oynarken, kulübü tarafından Futbol Federasyonu'na gönderdiği mukavele ortada.
Yıllık aldığı ne kadar? Hamsi gibi gözüküyor.
Ama aynı Mehmet Topuz'un televizyonlardaki spor programlarında Kayserispor menajeri Süleyman Hurma tarafından açıklanan yıllık aldığı ücret de net olarak telafuz ediliyor. Hem de palamut gibi. Mukavelede gözüken senelik 300 bin TL. Televizyonlarda söylenen de 3 milyon 200 bin TL.
Sayın Maliye Bakanım Mehmet Şimşek. Bu soruyu ya siz sorun ve cevabını alın, ya da Türk halkından aldığınız vergileri geri ödeyin.
Aydın, Hidayet'in yemeğini yediremedi
YER Yeşilköy. Yıllar önce Ogün Restaurant. Masada oturanlar, Erman Toroğlu, Doğan Hakyemez, Aydın Örs ve Esat Yılmaer. Sohbet sohbeti açıyor ve mevzu üç gün önce Amerika'ya transfer olan Hidayet Türkoğlu'na geliyor. "Aferin Hidayet'e harika bir iş yaptı. Tam zamanında Amerika'ya gitti" dediğimde Aydın Örs'ten anında tepki geliyor ve ekliyor, "Hayır Erman. Çok erken gitti, daha en az 2-3 yıl pişmesi lazımdı. Orada yok olur, gider."
Sonunda iddiaya girdik. Kazandım, ama hala Aydın bu yemeği bana yediremedi. Şu anda yine aynı fikirdeyim. Ne kadar erken kaçan olursa o kadar çabuk büyür. Yoksa, koyduğun yerde döner de Allah döner. Bir santim uzamaz.
Atıp, tutanlar tabloya baksın
TÜRKİYE'de herkes hakemler üzerine ahkam kesiyor. Atıyorlar, tutuyorlar. İthal hakem isteyen de var. Daum Türkiye'ye niye geliyor?. Almanya'da aldığının 4-5 katını cebe indireceği için. Aragones neden geldi? Tamamen para için. Fenerbahçe'ye Aragones'in gidişi ile gelişi arasındaki maliyet ne kadar biliyor musunuz? Tam, 24 milyon Euro. Yani 51 milyon 384 bin TL.
Peki, dönelim hakemlere. Türkiye'de bir hakem maç başına ne alıyor? Bin 500 TL. Peki, Almanya'da bir hakem ne alıyor? Maç başına 3 bin 600 Euro. Yani 7 bin 700 TL. Peki, İngiltere'de hakemler ne alıyor? O sene Premier Lig'de görev yapacak 24 hakemin sezon başlamadan banka hesaplarına 33'er bin paund yatıyor. Yani, 84 bin 400 TL. Bununla da kalmıyor İngiliz hakemler. Maç başına bin paunt daha alıyorlar. Yani 2 bin 550 TL.
Türkiye'deki sevgili idareci ve yöneticiler. Konuşsanıza şimdi. Öyle atıp tutarak bu işler yürümüyor. Hikaye anlatmayı bırakacaksınız, eylem yapacaksınız.
Ahlaklı ve spor basınının manşeti
ÖNCEKİ sene, bir gün sonra düğün yapacak bir futbolcuya, bir gün evvel oynadığı maç sonrası Maraton'da, "Rakip takıma bugün üç gol attın. Yarın ne yapacaksın?" diye esprili şekilde soru sordum. Ben de esprili bir cevap bekliyordum. Mesela, "Hocam ben gol kralı olacağım" diye.
Olmadı, iş çatallaştı. Ve bu espri de güme gittiği gibi Türk Spor basınındaki kalemlerden, "Böyle bir soru sorulur mu?" şeklinde türlü türlü yazılar çıktı. Sayfalarda yer aldı.
Yine geçen hafta içinde saygı değer Türk Spor basınındaki bazı manşetler gözüme ilişti. "Dünyada transfer rekoru kıran ve Manchester United'dan Real Madrid'e geçen Ronaldo, ABD'de ilk gecesini Paris Hilton ile geçirdi ve ilk golü ona attı" diye yazıyordu. Hem de manşetlerden. Kimler çıkardı Ronaldo'yu manşetlerine. Benim kültürlü, ahlaklı, namuslu, korumacı spor basınım.
Organik tarım FİYASKOSU!
YILLAR önce, "Hormon erkekliği de kadınlığı da bozar" demiştim. "Eşcinsellik, gaylik artar" demiştim. En az 7-8 yerde maketlerim yakıldı. Hem de kravatlı, kravatlı. "Soya insanı bozar" demiştim. N'oldu? Şimdi, şimdi konuşulmaya başlandı.
Daha da tehlikelisi var. Türkiye'de şu anda yeni doğum yapmış, çocuğunu emziren 30 kadından alınan süt örnekleri var. Bu sütlerdeki zehir oranı yüzde 27'lerde. Nereden alıyorlar bu kadınlar, anneler bu zehiri. Yedikleri sebze ve meyvenin ilaç artıklarından. Denetim var mı? Fiyasko. Peki, organik dediğiniz tarım, Türkiye'de hakikaten organik mi? Bunların denetimleri nasıl yapılıyor. Hiç araştırdınız mı?
Beni gene mahkemelere verirler, gene hakim karşısına çıkarım. Olsun. İnsanları canlı canlı öldürmeyelim. Ben ceza almaya razıyım.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2009
Aybaba ismiyle karışan Trabzon’da Sadri Şener’i aradım: Onu beğenmediler, bunu beğenmediler, birazdan Hindistan’a uçacağım, oradan teknik direktör beğeneceğim!
TRABZONSPOR’da iki gündür çok ilginç olaylar yaşanıyor. Önceki gün öğle saatlerinde Samet Aybaba ile el sıkışan başkan Sadri Şener, kendi yönetim kurulundan gelen tepkiler üzerine anlaşmayı bozmak zorunda kaldı. Bununla da yetinmedi; güven tazelemek amacıyla olağanüstü genel kurul kararı aldı. Ve dün de gördük ki, bazı yöneticiler istifa etmiş. Bordo mavili kulüpte depremlere yol açan ‘Samet Aybaba tercihinin’ nereden çıktığını öğrenmek için dün Sadri Şener‘i aradım. Şener, 40 yılı aşan dostluğumuzun hatırına, ne var ne yok her şeyi anlattı:
Trabzon enteresan bir yer. Hadi seyirci neyse de yöneticinin teknik adam konusunda gereksiz yorumlar yapması ve geçmişe dönük hesapları ortaya çıkarması son derece yanlış. Kalbimde iki tane stent var. İnanılmaz derecede zorlanıyorum. Ama Trabzon’da da inanılmaz şeylerle karşılaşıyorum. Mesela Şenol Güneş’i kulübü bırakmıyor, ama Trabzon’un yüzde 50’si istemiyor. Yüzde 50’si Ersun Yanal’a karşı, yüzde 50’si de Samet Aybaba’ya karşı. Onu beğenmediler, bunu beğenmediler, ben birazdan Hindistan’a uçacağım, oradan bir teknik direktör beğeneceğim. Bakalım ona ne diyecekler!
Peki, ben Trabzonspor’u aldığımda neredeydi, şimdi nerede? Avrupa’da
bir tur geçersem herkes Trabzon’u konuşacak. Seven de bahsedecek, sevmeyen de bahsedecek.
Ersun’un üç defa mağlubiyet alması sonunu hazırladı. Yoksa bazı rötuşlarla yola devam edebilirdi. Ama Ersun’un fazla futbolcu kullanmaması aleyhine oldu. Oynat kardeşim, ne var bunda! Rakiplerimiz bir sezonda kaçar futbolcu kullanmışlar, Ersun kaç futbolcu kullanmış.
Parayı nasıl bulacağız
Ben Trabzonspor’u ancak Fatih Terim’in, Mustafa Denizli’nin ve Şenol Güneş’in çalıştırabileceği konusundaki sözlerimin arkasındayım. Ama kimse şunu düşünmüyor; ben Samet’i getirecektim, ama daha anlaşmamıştım, konuşuyordum. Samet’in yanına Trabzonspor’un eski çocuklarından Hami’yi (Mandıralı), Ogün’ü (Temizkanoğlu) ve bir kişiyi daha getirecektim. Teknik direktöre fazla para vermektense bu işi makul bir fiyata halledip 2-3 futbolcu alacaktım. Tercihim oydu. Ama şimdi ne oldu? Fener Daum’u aldı, şimdi görüyorum Galatasaray da Rijkaard’ı almış. Ben de parayı bastırıp bir yabancı getireceğim. Bu kadar fazla para teknik direktöre değer mi, tartışılır. Ama artık mecburum. Parayı nasıl bulacağız, o da ayrı bir sorun. Ne yapalım, Trabzonspor’da başkanlık yapmak kolay değil!
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2009
DAUM başarılı olur mu? Biraz zor. Alman kanunlarına göre, Daum’un mayıs ayının son günü ’Almanya’da halen oturduğu evden çıkacak mı, kalacak mı’ konusundaki kararını belgeyle ibraz etmesi gerekirdi. Yani, ayın 31’inde bu kararı vermesi gerekirdi. Ve Daum 31’inci günü bu evde artık oturmayacağını beyan etti. Belgeyi öyle verdi. Köln Kulübü dahil bunu kimse beklemiyordu. Çünkü, bu belgeyi 31’i akşamına kadar vermeseydi, Fenerbahçe’ye transferi mümkün olmayacaktı, Köln’de kalacaktı.
Aykut Kocaman geldi. Volkan Ballı, olacak mı olmayacak mı hala belli değil. Burada benim için önemli olan Aykut Kocaman’ın sınırları ve yetkileri ile Daum’unkiler. Nerede başlıyor, nerede bitiyor? İşin daha ilginç yanı Daum ile Aykut hangi lisanda konuşup anlaşacaklar?
Daum, gelecek sezon ilk yarı sonunda Fenerbahçe’yi lider yapamazsa işi zor. Ve Daum sıkıştığı yerde başarısızlığı kendinde aramaz, başkalarının üzerine atar. O zaman Fenerbahçe’de neler olacak? Veya Aykut’a, "Şimdilik Daum’u getiriyoruz. Hazır ol. O gittikten sonra patron sensin" mi denecek?
Zor bir ihtimal ama, diyelim ki Daum başarılı oldu, Aykut aynı pozisyonda nereye kadar devam edecek? Aykut-Daum ikilisine mutlak surette Aziz Yıldırım ismi de kesinlikle eklenecek. O zaman ne olacak? Çok net bir biçimde Bermuda Şeytan Üçgeni olacak. Bu üçlünün arasına giren ’badem’ olacak! Çünkü Aziz Yıldırım çıtayı en tepede tuttu; "Üç sene üst üste şampiyon olacağım" dedi. Eğer birinci sene olamazsa, zaten sonraki iki sene auta çıkacak.
Tembel talebeler
Genelde evliliklerde şöyle bir kalıp vardır; boşadığın kadın kapıdan çıkarken topuğundan bakmayacaksın. Tekrar bir evliliği hiç yapmayacaksın. Aynı suda ikinci defa yıkanmayacaksın. Bakalım görelim, Fenerbahçe’deki olay istisna mı olacak?
Ama işin aslı Fenerbahçe çok antrenöre gitti, bulamadı. Aragones’ten de bu kadar kazık yedikten sonra en kolay yolu seçti. Zaten bizim takımlarımız öyle veya böyle Daum’la konuşurlar, Lucescu ile konuşurlar. Aynen tembel talebe gibi. Benim oğlum okur, döner döner gene okur.
Dün siyah, bugün beyaz
BEŞİKTAŞ seyircisini anlamak mümkün değil. İnönü Stadı’na kupa vermeye gelen Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener’e tepki gösterisi yapıyorlar. Peki Mahmut Özgener bu seneki adaletli ortamı ekibiyle beraber sağlamasaydı, Beşiktaş şampiyon olabilir miydi? Kesinlikle olamazdı. Peki seyirci niye ıslıklıyor? Bütün bir sezon Federasyon Başkanı aleyhinde konuşan Yıldırım Demirören ve ekibinin verdiği beyanatlar, gösterdiği hedefler yüzünden. Yıldırım Demirören olaya sonra uyandı ama artık çok geç, tükürdüğünü de yalayamıyor. Çünkü o zaman seyirci diyecek ki; "Dün siyah diyordun, bugün beyaz."
Bu sezon hiçbir kulüp hakem ısmarlayamadı
GEÇEN haftaki Fenerbahçe ile ilgili yazımdan sonra Aziz Yıldırım ve ekibi beyanat vermişler. Aziz Yıldırım, "İthal futbolcu geliyor, ithal teknik direktör geliyor, ithal hakem de gelsin" demişti. Ben de, "İthal başkan ve yönetici de gelsin" diye yazmıştım. Bunun üzerine onlar listeye ilave yapmışlar: "İthal yorumcu da gelsin." Benim için hiçbir mahsuru yok. Ama gelen ithal yorumcu Türkiye’nin dertlerini vatandaşa nasıl anlatacak? Siz Aragones’e anlatamadınız dertlerinizi, gelen ithal yorumcu ne yapsın?
Olayın bir maddi boyutu var... Ülkelerinde ciddi paralar kazanan ithal yorumcuları Türkiye’de üç otuz paraya hatta bedavaya nasıl çalıştıracaksınız?
Türkiye’de hakemlere yurt dışında verilenin ortalama 4’te 1’i, 5’te 1’i veriliyor. Ama bundan şikayetçi olan kulüp sayısı çok fazla. Ayrıca, ithal hakemle ben oynadım; onların ne halt yediklerini çok iyi bilirim. Daha bu yıl en tepedeki Chelsea-Barcelona maçında neler yaşandığını görüyorsunuz. Ama helal olsun şu andaki Merkez Hakem Komitesi’ne ve arkasında duran Futbol Federasyonu’na... Bu sene hakem konusunda hiçbir kulüp isim ısmarlayamadı. Ve bu Futbol Federasyonu belki de kurunun yanında biraz yaşları yaktı ama çok büyük bir operasyonla duruma hakim oldu. Zaten bazı kulüplerin feryat figan bağırmaları da bundan. Eskisi gibi ısmarlama hakem tayin ettiremiyorlar.
Ben bu sene ligin son derece namuslu olduğunu söylüyorum. Hataların hata olarak yapıldığını söylüyorum. Beşiktaş’ta menajerlik yapan eski futbolcu kardeşim Sinan Engin’in geçen gün konuşması çok netti:
"Evet, bu sene lig namuslu oynandı. Çünkü birçok kulüp başkanı ile idareci ve menajer geçtiğimiz yıllarda neler yapıldığını iyi biliyorlar. Hatta bazıları bu işlerin bizzat içindeydi."
İlhan Cavcav’ın Maliye Bakanı!
SON hafta maçından sonra İlhan Cavcav beyanat veriyor: "Yazıklar olsun bu futbolculara!" Peki, sevgili İlhan Başkan, sana zamanın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan telefon açıp, "İlhan Bey, şu dakikadan sonra Maliye Bakanın ben değilim; Eskişehirspor Başkanı Halil Ünal’dır. Ona göre hareket et. Biraz sonra seni arayacak, birkaç futbolcu isteyecek" dediğinde ne söyledin? Ankaraspor Kulübü Başkanı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek telefon açıp senden birkaç futbolcu rica(!) ettiğinde neler söyledin?
Bu kulüplere futbolcu verdin mi?
Bu futbolcuları verirken mecbur mu kaldın, gönül rızasıyla mı verdin?
Bu futbolculardan kulübün kasasına ne kadar mangır girdi?
Keşke bunları iyice bir düşünseydin de o lafları etmeseydin.
Trabzonspor kendi ayağına kurşun sıktı
TÜRK futbolu neden istenilen düzeye gelemiyor. ’Dört büyükler’ diyorsun, ’yıllarca şampiyon olmuşlar, tarih yazmışlar’ diyorsun; halihazırda ikisinin teknik direktörü yok, bir tanesi kovduğu eski göz ağrısıyla tekrar evlendi, Beşiktaş’ınki de askıda duruyor. Avrupa’da medeni takımlar 3-4 sezon sonrasının planını yapıyor!
Mesela Trabzonspor... İçeriden ayrı idare ediliyor, dışarıdan ayrı idare ediliyor. Şu net gözüküyor ki, Sadri Şener’in Trabzonspor Kulübü Başkanlığı’ndaki yetkileri ve etkileri sınırlı. Bence istediklerini yapamıyor. Bunun sıkıntısını çektiğini fotoğraflarındaki yüz ifadesinden net biçimde görüyorum. Bu satırları yazdığımda dün saat 13.30’u gösteriyordu.
Saat 17.30... Haber geliyor, Samet Aybaba Trabzonspor’a teknik direktör olmuş. Dönüyorum yakın geçmişe... Ersun Yanal’ın Trabzonspor’la yollarının ayrıldığı günün ertesinde bizzat Sadri Şener bana telefonda şunları söylemişti: "Trabzonspor büyük takımdır. Trabzonspor’u şu anda Türkiye’den sadece üç teknik direktör çalıştırabilir; biri Fatih Terim A Milli Takım’da; biri Mustafa Denizli Beşiktaş’ta, diğeri de Şenol Güneş Seul’de." Sevgili Sadri’ye sormak lazım, hem de Lazca: "N’ooldi şimdi..!"
Aynı gün saat 21.30... Televizyon alt yazı geçiyor, "Samet Aybaba’nın Trabzonspor’a teknik direktör olmasından vazgeçildi, genel kurul kararı alındı". Bu cümleler bana şunu söylüyor: Asbaşkan Hacısalihoğlu, birkaç idareci ve Trabzon’da yaşayan bazı eski futbolcular bir tarafta, vizyonu çok geniş olan, olaya farklı bakan Sadri Şener diğer tarafta. Bu iki grup arasındaki boks maçını idare eden hakem Faruk Özak, diğer tarafta. Bakalım bu savaştan kim galip çıkacak.
Ama kesinlikle şunu söyleyebilirim ki, bu savaştan Trabzonspor mağlup olarak çıkacak ve bütün emeklere yazık olacak. Bunun da sorumluları veya sonunda hesap verecek olanlar "ufak olsun ama benim olsun" diyenler olacaklardır. 4-5 aydır silah seven Trabzonlular’dan bazıları maalesef kendi ayaklarına kurşun sıkmaktalar. Ve Trabzonspor’a da yazık olmaktadır.
Maraton Programı’nı dikkatle izleyenler bu gelinen noktanın sürpriz olmadığını ve olamayacağını aylar önce anlamışlardır.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2009
TÜRKİYE ligleri kurulalı hem tabanda, hem de tavanda böyle bir heyecan görmedim. Bu sene ligde belki kalite yoktu ama heyecan ve sıralama mücadelesi üst düzey oldu. Beşiktaş, Denizli’ye rahat gitti. Mucize olur muydu? Rakipleri bu mucizeden faydalanır mıydı? Ancak buna fırsat vermediler. Sakatlıklar, eksikler hikaye oldu. Çıktılar, mücadele ettiler ve Denizlispor’u yendiler. Denizlispor’un zaten gücü bir yere kadardı.
Dönüyorsunuz G.Saray-Sivas maçına... G.Saray açık farkla kazanacağı maçı zaman zaman zora soktu ama yine de kazandı. Son haftalarda kilit takım Fenerbahçe oldu. Sarı lacivertliler, Konyaspor’u düşürdü, Sivasspor’u ikinci yapıp Şampiyonlar Ligi’ne gönderdi.
Alt sıralar daha da felaket. İkili averaja mı bakarsınız, üçlüsüne mi, dörtlüsüne mi? Biri gol atıyor, dengeler değişiyor, farklı yerdeki üçüncü takım küme düşüyor.
Liderliğini gösterdi
Beşiktaş bu şampiyonluğu hak etti mi? Evet, etti. Kimsenin bir sözü var mı? Hayır. Ama lider olmak farklı bir olay. Hem takım olarak, hem teknik direktör olarak, hem de yönetim olarak. Beşiktaş’ın bu şampiyonluğunda öncelikle Beşiktaş Yönetimi’ni tebrik etmek lazım. Çünkü Mustafa Denizli’yi getirerek önemli bir karara imza attılar. Sonra da Mustafa doğru işler yaptı. Mustafa Denizli, son Denizlispor maçında bile liderliğini gösterdi, kaptanlık bandını İbrahim Üzülmez’e takarak... Beşiktaş, sezon başında belki de iki İbrahim’i birden gönderecekti. Ama onlar şampiyonlukta çok etkili rol oynadılar. Mustafa, geçmişinde çok emek verdiği İbrahim Üzülmez’e kaptanlık bandını takarak tavrını net koydu.
Beşiktaş takımı kadro olarak belki G.Saray’dan da iyi değildi, F.Bahçe’den de. Ancak akıllı idare edilirse bir takımın neler yapabileceğini gösterdi.
Bu sene lig masum hakem hatalarıyla bence namuslu noktalandı. Yıllar sonra belki de ilk defa sıfıra yakın şaibeyle bir lig oynandı. Geçtiğimiz yılları göz önüne getirdiğimizde o tüyler ürperten olaylar olmadı. İdeal mi? Değil. Daha iyi olur mu? Kesinlikle olur. Onun için de herkesin taşın altına elini sokması lazım. Şampiyona da hayırlı olsun, düşenlere de ama herkes hak ettiği yere ulaştı. Ne ekersen onu biçersin. Bu sene Süper Lig böyle oldu. Herkese hayırlı olsun.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2009
AZİZ Yıldırım 11 yıl sonra tekrar başkan seçildi. Bu 11 yılda Fenerbahçe, 4 kere şampiyon oldu. Bir keresinde de iki defa üst üste. Aziz Yıldırım'ın kongrede gelir gelmez verdiği demeç enteresan. "Türkiye'ye yabancı futbolcu geliyor, yabancı teknik adam geliyor. O zaman yabancı hakem de gelsin."
Fenerbahçeli taraftarlara kongreden önce seslenip, "Bundan sonraki 3 yılda Türkiye şampiyonu olacağız, kupalar alacağız, Şampiyonlar Ligi'nde devamlı kalacağız" diyor. Söylediği cümlelerdeki bırakın 3 yılı, ilk sezonunda dediklerini yapamazsa seyirci ona şarkı söyleyecek, "Hani verdiğin sözler" diye. O da daha birinci günden dakika bir, gol bir yabancı hakem bahanesiyle sıyıracak. "Yabancı hakem gelseydi, ben bu işi yapardım" diyecek.
Peki, Yıldırım niye yabancı hakem istiyor? Bundan evvel kazandıkları şampiyonluklarda yerli hakemler vardı.
İyi hakemini kim gönderir?
Aziz Yıldırım ve onun gibi Türk futbolunu iyi bilen yöneticiler hakem camiasını, karaciğer, dalak, pankreas, ince bağırsak ve kalın bağırsağa varana kadar görürler. Ve bilirler de. Net söylüyorum geçtiğimiz yıllarda menfaat karşılığı maçlar alınıp, satılmıştır. Bunların bir kısmının telefon kayıtları olmuş, yakalananlar tutuklanıp ifadeleri bile alınmıştır. Ama, bu ifadeleri alınan çocukların bir kısmı zaten Iceberg'in görünen parçasıdır. Esas bababalar hiç bir gün meydana çıkmamıştır. Ama, Türkiye'de son 40 yılda yöneticilik yapan, futbol oynayan, teknik adamlık yapan ve federsyonda görev yapanların hepsi bu isimleri bilirler. Çünkü, bir kısmı bunların bir kısmını köküne kadar kullanmışlardır.
Yerli hakem bu işlere girerse çok çabuk lastiği patlar. Ancak ve ancak Federasyon bu işe yol verirse bunlar devam edebilirler. Yoksa bunların kelleleri hemen uçar. Ama yabancı hakem için işler aynı değildir. Ben futbolculuğumda yabancı hakemle de oynadım. Onların ne kadar kolay alındıklarına ve neler yaptıklarına şahit oldum. Çünkü, canlı parayı adamın mahallesinde teslim ediyorsun. Adam burada gelip maç yönetiyor. Hiç bir şekilde, hiç bir şeyini yakalayamazsın. Ayrıca, ileri ülkeler zaten çok iyi hakemini göndermezler, onlar kullanırlar. Sana gene ikinci sınıfı gelecektir. Bu iş çok eskide kaldı, bu işlerle uğraşmayın.
Eğer Türkiye'ye ithal hakem gelecekse bu imkansızdır veya en sonunda olmalıdır. Eğer ithal hakem isiyorsanız ondan önce ithal yönetici ve ithal başkan getirmek lazımdır. O zaman olayı daha kolay çözeriz. Ama, daha birinci günden ithal hakem isteyip de yapamayacağınız sözlere kılıf hazırlamak akılcı ve mantıklı olmaz.
Gerçekten hayal edemezler
ALLAHLARI var Fenerbahçe kulübüne Aziz Yıldırım ve yönetici arkadaşları tesis olarak mükemmel işler yaptılar. Herhalde yapmaya da devam edecekler. Etsinler de. Çünkü ben tesis yapan yöneticiye bayılıyorum. Tabii bunun yanında futbolu da yapacak! Ve bu tarz yöneticileri, bir futbol adamı olarak istiyorum da. Ama, Aziz Yıldırım başkanlığındaki Fenerbahçe'nin futbol takımı konusuna bir göz atalım. Şimdi sıkı durun.
Rüştü - Serkan, Servet, Luciano, Ümit Özat - Serhat (Mehmet Yozgatlı), Aurelio, Appiah, Tuncay - Van Hooijdonk, Nobre.
Nasıl, çok güzel bir 11 değil mi? Şu an almaya kalksanız böyle bir kadroyu kaça mal edersiniz?
Hepsi fildişi gibi kıymetli oyuncular. Ama sevgili okuyucular, bu kadro giderken F.Bahçe'nin kasasına bir kuruş para girmedi. Peki nasıl bir yöneticilik bu? Aziz Yıldırım kongreye giderken böyle bir listeyi yapıp, "Çok özür dileriz. Biz bunlardan bir kuruş alamadan kaçırdık" niye demedi?
Şadan Kalkavan ve ekibi için söylediği bir cümle enteresan: "Onlar benim yapacaklarımı hayal bile edemezler." Gerçekten hiç bir kulüpte böyle bir takımın yönetim hatası yüzünden kasasına 5 kuruş girmeden uçacağını hiç kimse düşünemediği gibi hayal de edemez.
NOT: Fenerbahçeli yöneticiler, "Biz dünya standartlarındayız. Şu kadar bütçemiz var" diyor. Doğrudur, itirazımız yok. Yabancı futbolcular ayrıldığı zaman haklarını UEFA'da arıyorlar, FIFA'ya gidiyorlar. Alıyorlar da haklarını. Peki, Fenerbahçe'den ayrılıp hakettiği halde parası içeride kalan yerli oyuncu adedi kaç tane? Veya böyle bir olay var mı? Açıklama gelirse, bu sütunlardan kamuoyunu aydınlatırız. "Fenerbahçe ile kavga yapmayayım veya Fenerbahçe camiasını karşıma almayayım" diyerek parasını almadan giden futbolculara yazık oldu. Nerede yazık oldu, böyle bir Dünya Kulübü'nde.
Rahatsız oldum!..
PAZAR günü Tolga Özkalfa'nın idare ettiği Ankaraspor-Antalyaspor maçındaki görünüleri gördüm, tüylerim diken diken oldu. Ankarasporlu Ediz rakibini alakasız yerde çekerek bir penaltıya teşebbüs ediyor. Özkalfa bunu değerlendirmiyor. Olabilir. Ama Ediz bakıyor ki Tolga Özkalfa daha net pozisyon istiyor. Bu sefer geliyor tam Özkalfa'nın önünde ustaca bir vuruşla yüzde yüz bir penaltı pozisyonu yaratıyor. Ama Özkalfa penaltı vermemeye niyetli. Görmüyor mu, göremiyor mu, gözüne perde mi iniyor?. Allah var rahatsız oldum.
Sonra, birileri bana, "Komiteden Yüksel Okçuoğlu, Özkalfa'nın adamıdır ağabeyidir. Özkalfa'ya Beşiktaş maçları veriyor" dediler. Özkalfa'yı tanımam. Ama Yüksel Okçuoğlu'nu iyi tanırım. Öyle uzun işlere girmez. Karakter olarak da yüzde yüz düzgün bir adamdır. Bu cümleyi de bana kimse yediremez. Özkalfa'nın gittiği maçları bir araştırdım. Dört Beşiktaş maçına gitmiş dördünü de kazanmış Beşiktaş. Dört Antalya maçına gitmiş. Antalya'ya göre Antalya mağdur olmuş. Dört Ankaraspor, üç Ankaragücü maçına gitmiş. Yani Özkalfa İzmir bölgesi olduğu için haliyle Ankara'ya fazlaca gitmiş. Özkalfa, bu maçlara gitmeyip sadece 4 Beşiktaş maçına gitseydi, o zaman bu lafları çıkaranlara hak vermemek elde olmayacaktı.
Kötü düşünmek istemiyorum
Burada şu olay var. Bu hakem 9 hafta üst üste maça çıkıyor. Sürantrene mi oldu bilemem. Ama o pozisyonu nasıl vermedi hala inanamıyorum. Kötü düşünmek de istemiyorum. Tabi, işe bir de başka yönden bakmak lazım. Tolga Özkalfa bana şunu söyleyebilir mi, "Ankarasporlu Ediz hiç alakası yokken rakibini omuzundan çekti düşürdü. Bana göre penaltı değildi. Ama rahatsız oldum. Ondan sonra da geldi bağıra bağıra, çaka çaka, topa vura vura bir penaltı yaptı. Erman hocam. Kafamı karıştırdın diyorsun. Peki, Ediz için neden kafan karışmıyor?" Pencerelerden değişik değişik bakınca, değişik görüntüler görüyoruz. Bu da futbolun inceliği olsa gerek.
NOT: Ben hakemler için bu sezon lig namuslu gidiyor diyorum. Hala da demek istiyorum. Ve öyle noktalanmasını istiyorum. İnşaallah biriniz çıkıp bu cümleyi yedirmez. Bazı kulüplerin bağırmalarından, bu olayların namuslu gittiği fikrinde birleşiyorum.
Kilitli odaların sırrı...
BAZI gazetelerde okudum. Çarşı grubu, bir açıklama yapmış, "Polis, Türkan Saylan için hazırladığımız pankartı açtırmadı" diye. Yazıyı okuyan bir kısım insan, polise inanılmaz biçimde tepki duymuşlardır. Olayı araştırınca işin rengi değişiyor. İşin aslına varıyorsunuz.
Hatırlarsınız bir aydır hem Hürriyet hem de Maraton'da özellikle İstanbul'daki statlarda bazı kilitli odaların olduğunu ve maçlardan önce Futbol Federasyonu'ndan gelen yetkililer ile polislere bu odaların gösterilmediğini yazmıştım, söylemiştim.
Demek ki bu maçtan önce Federasyon temsilcileri, polisten de yardım isteyerek bu odaları açtırdılar. Ve polisin de yardımıyla bu odaları maç süresince açılmamak için kilitlediler. Bu odaların içinde sopalar, pankartlar ve meşaleler vardı. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın pankartı da orada olsa gerek ki tribünde açılamadı. Ne dersiniz sevgili okuyucular, bir olayı herkes istediği yere çekiyor. Yanlış çoktur, doğru bir tanedir.
Yazının Devamını Oku