4 Mayıs 2009
PSİKOLOJİK bir maç. Fizik-teknik her şey tamam ama bu tip maçlarda çelik gibi sinirin olacak. Burada gerilen takım Beşiktaş. Zaten 90 dakikanın içinde Beşiktaş’ın ne kadar gerildiğini gördük. Fenerbahçe akıllı oynadı. Arkada kalabalıklaştı, alanı daralttı. Orta alanda özellikle çok iyi top yaparak Beşiktaş’ın tabiri caizse gazını aldı. Deivid maça fena başlamadı ama sonra Emre ile dalaşması ve Aragones’in Emre’yi alması, F.Bahçe’de dengeleri bozdu. Diyeceksiniz ki: "Emre iyi mi top oynuyordu?" Hayır. Ama ayağına aldığı topu hiç olmazsa rakibe atmıyordu. Deivid, 20-25 dakika oynadıktan sonra güç olarak düşünce çok top kaybına başladı. Aragones’in burada yaptığı en doğru hareket, Gökhan Gönül’ü arka ortada oynatması. Çünkü, bu oyuncu çok zeki, ne yapacağını iyi biliyor. Boşa top kullanmıyor ve rakibin nereden tehlike yaratacağını çok iyi kestiriyor.
Peki Fenerbahçe böyleyken Beşiktaş ne yaptı? Çok net bir şekilde Delgado hiç yok. Tello yok, Bobo yok. Bunlar çok net olarak olmayınca otomatik olarak Beşiktaş 8 kişiye düştü.
Fenerbahçe’de Selçuk mükemmel oynadı. Tabiri caizse bir elektronik beyin gibi sarı lacivertlileri idare etti. Çok sakindi, telaş etmedi. Aldığı bütün topları iyi kullandı. Bir tek hatası, Holosko’nun o kadar uzun mesafe top sürmesine izin vermesi. Sarı kartı da yoktu. En kötü o pozisyonda kullanabilirdi ama belki de çok yorgundu, yapamadı.
Penaltıyı vermeliydi
Uğur iyi mücadele etti. Roberto Carlos iyi mücadele etti. Volkan bir-iki ufak hata yaptı. Yasin rahat oynadı. Ali Bilgin daha verimli olabilirdi. Semih oynadığı sürece faydalıydı. En azından ayağına verilen topları kaptırmadı. Bastı, arkadaşlarına perdeleme yaptı. Güiza belki de geldiği günden beri en faydalı maçlarından birini oynadı. Attığı gol mükemmeldi. Ama şu bir gerçek ki, Güiza’ya zamanlaması iyi top atılsa, çok daha avantajlı bir şekilde pozisyonlara girebilirdi.
Bu tip oyuncunun önüne ilk hareklendiği anda açık alanda topu bırakacaksın ki, ofsayt tuzağına düşmesin, rakibi yakalasın. Şimdi psikolojik savaş Trabzonspor’un da devreye girmesiyle daha bir keyifli olacak. Aslında bu Fenerbahçeli futbolculara okkalı bir ceza vermek lazım. Küçük takımlarla oynarken niye konsantre olamıyorlar, bu mücadeleyi vermiyorlar diye. İnsan düşünüyor, bir Alex’le bir Nobre olsaydı, karşılıklı olarak kim bilir neler yaparlardı? Ama olmayanı düşünmeyeceksin.
Yunus Yıldırım bence Selçuk’un Ernst’e kontrolsüz yaptığı harekete net penaltıyı vermeliydi. Onun haricinde bir-iki ikili pozisyonda yanlış karar verdi ama bu penaltı pozisyonu affedilir gibi değil.
Bu maçın net özeti şu: 90 dakika boyunca maçın direksiyonu, oyun planı Fenerli futbolcuların elindeydi. İkinci yarı Beşiktaş’ın hücum eder gözüktüğü dakikalarda bile bu değişmedi. Yani Fenerbahçe dün gece galibiyeti hak etti.
Yazının Devamını Oku 29 Nisan 2009
SADRİ Şener eski arkadaşım. Hem mahalleden, hem de liseden. İnandığını konuşur, kıvırmaz. Söylemek istemediğini söylemez. Söylemek isterse de köküne kadar söyler. "Ersun Yanal ile neden yolları ayırdınız?" dediğimde, "Hoca" dedi ve devam etti: "Ersun ile beraber Kayseri maçına çıkamazdık. Çünkü inanılmaz bir seyirci tepkisi olacaktı."
"Ama üçüncüsünüz. Daha kötü olursanız?" dedim. "Evet" dedi yine devam etti: "Ama bu riski almaya mecburduk. Çünkü, Trabzonspor şampiyonluğa oynayan bir takım. Üçüncülük ve dördüncülük Trabzonspor'un yapısına uymaz. Bir ay boyunca enine, boyuna düşüneceğiz. Yerlilere bakıyorum. Fatih Terim A Milli Takım’da. Mustafa Denizli, Beşiktaş'ta. Şenol Güneş mukavelesini yeniledi, Kore'de hem de çok mutlu.
Zorluyorum, başka yerli aklıma gelmiyor. Yabancı olabilir. Ama onda da son derece dikkatli olmalıyız. Son derece ince eleyip, sık dokumalıyız. Ersun Yanal kaliteli bir insan. Oturduk, tartıştık. O da mantıklı karşıladı. El sıkıştık ve ayrıldık."
Fazla detaya inmedim. Ama, Trabzon'daki seyirci baskısının haline üzgünüm. Kolbastı oynanmadı diye veya mağlubiyet alındı diye edilen küfürler, hem de ana avrat. Kime ediliyor?
Şu anda ligde üçüncü durumda olan takımın teknik direktörüne. İyi güzel de şu anda Galatasaray'ın kadrosu da Fenerbahçe'nin kadrosu da Trabzonspor'a göre çok daha iyi. Ama biri dört, biri beş. Trabzonspor bu kadroyla üçüncü. Ama, bir de Trabzonspor gerçeği var. Trabzonsporlular karar verecekler.
Eskisi gibi 7-8 tane öz evlatlarını alt yapıdan çıkarıp oynatıp şampiyon olma şansları yok. Teknik adamı da futbolcuyu da dışarıdan getirecekler.
Sadri Şener bile buna dayanamıyorsa, Trabzonspor'un işi önümüzdeki yıllarda çok zor.
Eğer, seyirci baskısına eğilip bu seneki olay biraz daha devam ederse Trabzonspor şu andaki üçüncülüğü de bir daha bulamaz. Bunu çok net söylüyorum. Bu Trabzonspor, önümüzdeki yıllarda tekrar eski günlerine döner mi bilemem.
Umarım yanılırım
Trabzonspor seyircisi şunu da unutmasın. Onların yüzünden şu andaki lig üçüncüsü teknik adam gitti. Önümüzdeki yıl bu haftaları merak ediyorum. İnşaallah, Trabzonspor şampiyonluğa oynayacak durumda olur. Ve ben umarım tahminimde yanılırım. İnşaallah, Trabzonspor seyircisine seneye bu günlerde özür yazısını kaleme alırım.
Atatürk de devrime Sivas'tan başlamıştı
MUSTAFA Kemal Atatürk, gemi ile geldi. Samsun'dan karaya çıktı. Ama kurtuluşun köküne Sivas'tan başladı. Yani devrime. Enteresandır aynı işi şu anda Sivasspor yapmak üzere. Sivasspor'un şampiyonluğu hakikaten Türk futbolunda bir devrim olacak. Eğer başarırsa.
Tamam, ikinci olması da başarıdır. Diyorlar ki, "Gönüllerin şampiyonu." Ben kabul etmiyorum. Sivasspor, Türkiye Süper Ligi şampiyonluğunu makul paralarla kurduğu kadrosuyla hakediyor.
Hem de köküne kadar. Öncelikle Sivasspor iyi bir takım. Kondisyonları iyi, maça asılmaları iyi, hırsları iyi, yardımlaşmaları iyi, takım olarak yaptıkları defans iyi. En ince ayrıntıya kadar düşünebiliyorlarsa ki düşünüyorlar, bunu son hafta top toplayıcı çocuğun attırdığı golde gördük. Maraton programına telefonla katılan Sivassporlu bir idareci, Bülent Uygun'un haftada iki gün top toplayıcı çocuklarla konuştuğunu ve tatbikat yaptırdığını söyledi.
Kadrolarının para olarak değeri Dört Büyük kulübün de altında. Ama oynadıkları futbol Dört Büyük kulübün çok üzerinde. Bakıyorum bazı gazetelerde Sivasspor'u delme politikaları var. Transfer haberleriyle. Ama artık at derli, yemezler diye tahmin ediyorum.
Kendileri gibi Fransız olsaydı
Bülent Uygun'u tenkit edenler de var."İkinci Fatih Terim geliyor" diye. Bülent Uygun akıllı adamdır. Fatih Terim'in iyi yönlerini alır, kötü yönlerini almaz. Tenkit ederiz, eleştiririz, vururuz. Zaman zaman olur bunlar. Ama bugün Fatih Terim, Mustafa Denizli kolay yetişen antrenörler değiller. Aragones'i gördükten sonra bazı teknik adamlara haksızlık yaptığımızı zannediyorum.
Size çok net bir şey söyleyeyim. Bir teknik direktör getiriyorsunuz, çıktığı maçta rakip takım hocası Bülent Uygun'u tanımıyor. Diyeceksiniz ki "Bu ayıp sadece Aragones'in mi?" Yönetimin de ayıbı var. Adamı alıp getirmişsin, Fransız gibi kenara oturtmuşsun. Bari bir Fransız hoca getirseydiniz de tam Fransız olsaydı. Fenerbahçe Yönetimi gibi.
İşte o teneke kupa bugün hedef oldu
KULAKLARI çınlasın, bazı Fenerbahçeli yöneticiler birkaç iyi maçtan sonra, "Ne var, neden tenkit ediyorsunuz. Nasıl tenkit edersiniz, bu takım bizim eserimiz" diyorlardı. O sırada göğüs kafesleri gömleklerinin düğmelerini yırtıyordu. Şu anda hiç birinden ses yok. Herhalde onlar dalış takımlarını alıp suyun altına indiler. Sanırım, sünger çıkarıyorlardır.
İşte maalesef böyle bazen sünger avcılığı yaparsınız, bazen de kupa avcılığı. Kupa avcılığı derken ben hatırlarım, bazı Fenerbahçeliler'in Türkiye Kupası'nı alamadıklarında, "O teneke kupayı ne yapalım?" dediklerini. Geçmişte tabii ki.
Gökçek'in marifeti
AFERİN Kocaelispor ve Hacettepespor'a. Aslanlar gibi mücadele ediyorlar. "Çıkmadık candan, ümit kesilmez" diyorlar. Özellikle de Körfez ekibi.
Ama aynı mücadeleyi Hacettepe, Gençlerbirliği'ne karşı yapacak mı? Yapsa da yenilse bile herkesin kafasında bir soru işareti kalacak. Bu, bu sene böyle. Peki diğer takımlarda neler olacak?
Bin tane polemik
Mesela belediye takımları. Mesela bu hafta oynanacak Ankaragücü-Ankaraspor maçı. Ankaragücü yenince bin tane polemik olacak. Bu, çıkıp çatır çatır yense de olacak. Ne zaman olmayacak? Ankaraspor, Ankaragücü'nü yenerse. Ters motive olup da.
Peki bunun sebebi ne? Melih Gökçek'in Ankaragücü aşkı. Başkan beyanat veriyor, "Eğer Ankaragücü Yönetimi ile birleşmeyi sağlayamazsak B planını devreye sokacağız" diye. Bunu da Ankaragücü-Ankaraspor maçından bir hafta evvel söylüyor.
Allah Aykut Kocaman'a ve Ankarasporlu futbolculara sabırlar versin. İkinci yarıdaki inanılmaz çöküşleri tamamen Melih Gökçek'in Ankaragücü aşkı yüzünden olmuştur. Çünkü, kendilerini ikinci takım gibi gördüler. Üvey evlat gibi gördüler.
Futbol Federasyonu kesinlikle acilen alacağı bir kararla bunun önümüzdeki yıllarda olmaması için önünü kesmeli.
Federasyonun yumuşak karnı
FUTBOL Federasyonu çok acil biçimde bir yönetmelik değişikliği daha yapmalı. Futbolcuya ceza veriyorsunuz, teknik direktöre veriyorsunuz ve bunların cezalarına yaptırım gücünüz var. Yöneticiye ceza veriyorsunuz, yönetici sizinle dalga geçiyor. Çünkü, vereceğiniz cezanın hiçbir yaptırım gücü yok. Vermeyin daha iyi.
Adnan Polat ve ekibi, güya yönetmeliklere göre haklılarmış. Ama kamuoyu, Adnan Polat ve ekibinin okkalı bir şekilde Futbol Federasyonu'na gol attığını biliyor. Veya öyle zannediyor. Eğer bu yönetmeliği çok açık ve net bir biçimde seneye uygulayacağınız kara kaplı deftere sokmazsanız federasyon olarak aciz kalmış olursunuz.
Bir kulübün ikinci takımı, belediye takımları ve yöneticilerinin aldığı cezalar ortada. Bu, bu federasyon ve bundan öncekilerin yumuşak karnıydı. Bakalım bu federasyon biraz mekik çekerek karın adalelerini güçlendirecek mi? Yoksa öyle bırakıp, arada sırada karınlarına yumruk geçirilmelerine izin mi verecekler?
Kıssadan hisse!..
BAZI teknik adamlar, bazı futbolcuları yedek kulübesinde unutuyorlar. Bu durumu görünce aklıma da bir fıkra geldi.
Köyün muhtarı çok yaşlanmış. 90'lara merdiven dayamış. Torunları var, kızları var, oğulları var. Ama babanın gözü hala doymuyor. Köyden biraz fakir bir ailenin, 18 yaşındaki kızına göz koymuş. Parayı bastırmış, evlenmeye kalkmış. Gerdek gecesi gelmiş çatmış. Torunlar, torbalar, oğullar, kızlar diyorlar ki "Baba, dede. Kendine gel. Öleceksin." "Siz karışmayın" diyor yaşlı adam.
"Burnunuzu bu işe sokmayın."
Kıza dönüyorlar, o ise "Ben karışmam. Babam parayı aldı, beni verdi. Söz hakkım yok" diyor.
Damat ile gelin içeri giriyorlar. Damat için kefen, her şey hazırlanıyor. Nasıl olsa ölecek diye. 45 dakika sonra kapı açılıyor. Kızcağız perişan bir halde dışarı çıkıyor. "N'oldu" diyorlar. Kız bağırıyor, "Bu adam bunamış. Yapıyor yapıyor, unutuyor. Gene yapıyor."
Kıssadan hisse. Yedek kulübesinde bazılarını unutmayacaksın.
Oda bilmecesi
İKİ hafta önce büyük takımların statlarındaki özel odalardan bahsetmiştim. Futbol Federasyonu görevlilerinin ve emniyetin giremediği odalara. İki haftadır ne tepki var, ne ses. Acaba odalar boşaltılıp ondan sonra, "Erman bey buyurun" mu diyecekler? Yoksa, "Erman kardeşim sen ne yazarsan, ne söylersen söyle, biz buraları kullanacağız ve her türlü pisliği yapacağız" mı diyecekler? Ne diyorsunuz? Yapıyorsunuz, ediyorsunuz yanınıza kar mı kalıyor?
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2009
ESKİŞEHİRSPOR’un gücü Beşiktaş’a yetmedi. Kırmızı siyahlılar fiziğe dayalı futbol oynuyorlar. Bir de rakip defansta açık alan istiyorlar. Fizik dersen, Beşiktaş da fena değil. Açık alan dersen, Eskişehir’de siyah beyazlılar onu sana vermez. O zaman iş, Beşiktaş’ın becerisine kalıyordu. Onu da iki defa gösterdiler, iş bitti. Özellikle Yusuf’un attırdığı ikinci gol uzun yıllar unutulmaz. Yusuf, top tekniği yüksek futbolcu. Top ayağına yakışıyor, topu ayağına yapıştırıyor. Hepsi tamam. Sen Yusuf’tan hem de yürüye yürüye takriben 60 metre mesafeden beş defa çalım yersen... Hem de aynı çalımı... O zaman futbolcu olarak kendine soracaksın, "Ben, Süper Lig’de oynamayı hak ediyor muyum?" diye. Yusuf neredeyse, Eskişehirli iki futbolcuyu çalım manyağı yaptı. Diyeceksiniz ki: "O zamana kadar iş bitmişti." Bence hayır. Öyle bir gol yemesen demoralize olmazsın, belki bir golle berabere bitirirsin. Ama yediğin o gol, o çalımı yiyen iki futbolcu ve o kanatta olan Eskişehir takımında defans yapmaya çalışan futbolcular için bir yüz karasıdır.
Sakın bardağın boş tarafından baktığımı söylemeyin. Tabii Yusuf’un kabiliyeti var. Ama beyler, 60 metrede aynı çalımı beş defa yersen bunun mazereti olamaz.
İnsan haklarına aykırı
Beşiktaş sabırlı oynuyor, acele etmiyor. Orta alanda top çeviriyor. "Nasıl olsa" diyor, "rakip bir açık verirse ben değerlendiririm." Nitekim bunları da yakalıyor. Rüştü gibi özellikle cepheden tecrübeli bir kalecilerinin olması avantajları. Ama Gökhan Zan hem faulü yapıyor, hem itiraz ediyor. Yani yavuz hırsız gibi.
Eskişehirspor’un puan olarak rahat olmaması dün Beşiktaş’ın avantajıydı. Yalnız anlamadığım bir nokta daha var. Bir takım diğer takıma futbolcu kiralıyor ve mukaveleye şerh koyuyor, "bize karşı oynayamaz" diye. Bu kesinlikle insan haklarına aykırı bir maddedir. O futbolcuları çok beğeniyorsan o zaman kiraya vermezsin. Kiraya veriyorsan da kompleks yapıp kendine karşı oynatmamaya diretmezsin.
Hakem doğru yol izledi
Eskiehirspor’da Youla ile Engin tartıştılar. Birbirlerini de biraz ittiler ama vurmadılar. Kara kaplı kitap şunu yazar: "Aynı takımın iki futbolcusu birbirine küfür ederse, vurursa veya iterse aynen ceza rakip takım futbolcusuna yapılmış gibi uygulanır." Ama burada hakemin yorumu önemlidir. Aynı takımın iki futbolcusu tartışıyorsa ikaz edersin geçersin ama vurduğu zaman kurtaramazsın, atarsın. Bence burada hakem doğru bir yol izledi.
Siyah beyazlılar önemli bir engeli aştılar. "Zirvede iki takım mı kaldı acaba?" diyoruz. Bir tek G.Saray sürprizi olabilir. Onu da bekleyeceğiz bakalım.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2009
KENDİ sahasında iki maç yenilen Trabzonspor, bu Sivasspor’u yenseydi yazık olurdu. Futbolda olur her şey ama Sivas ve Trabzon takımlarına şöyle bir baktığınızda, daha fazla ayakta kalan, daha fazla koşan, ikili mücadelelerde daha güçlü olan, hücuma daha fazla adamla gelen, defansa daha çabuk dönen takım Sivasspor. Bunları yapan Sivasspor, üç gün önce F.Bahçe ile bir de kupa maçı oynadı. Yani Trabzonspor’un hiçbir bahanesi yok. Sivasspor dün çıktı, çatır çatır oynayarak Trabzonspor’u net bir biçimde yendi. Trabzon ne yaptı? Hiçbir şey. Pozisyonu bile yok. Bir tane Umut’la girdiği pozisyon var, onda da Sivas defansı "ofsayt" diye durakladı. Bu tip maçlarda teknik-taktik bir yere kadar olur. Çünkü sezon başından bu yana nasıl bir emek vermişseniz böyle maçlarda onun karşılığını alırsınız. Şimdi bu Sivas’ın Gaziantep deplasmanı var. Sivas seyircisi Gaziantep’e akın etmeli, takımlarını desteklemeli. Bu Sivas oradan da galibiyetle dönerse, şampiyonlukta matematiksel olmasa bile psikolojik olarak işi bitirir. Çünkü son maç G.Saray’la. Ama oraya gelene kadar Beşiktaş-F.Bahçe ve Beşiktaş-G.Saray maçları var. Yani işin rengi değişecek.
Makine düzeninde
Daha şampiyon olmadılar ama bu Sivas’a "helal olsun" demek lazım. Harcanan para, doğru transferler, verilen emekler ve ortaya çıkan takım. Hiç kimsenin bir şey söyleyecek hali yok. Bu takım şu an Türkiye Süper Ligi’nin en az gol yiyen takımı. Neden? Çünkü rakip sahada topu kaptırdıklarında Mehmet Yıldız’la başlayan defans anlayışları var.
Takıma sonradan giren her futbolcu da makine nizamında düzeni bozmadan tıkır tıkır oynuyor. Sistem devam ediyor.
Trabzonspor için bu netice normal. Çünkü kendi sahasında iki maç kaybeden bir takımın şampiyon olması çok zor. Ama dünkü bu neticeden sonra ligi ilk üçte bitirirler mi? Bu, içerideki havaya bağlı. Bence zor gözüküyor. Çünkü Trabzon’da yaşayan, Trabzonlu’yum diyen ama Trabzonspor’un altını oyanlar ilk üç şansını bu takıma vermeyeceklerdir.
Cüneyt Çakır fazla karta girmeden maçı yönetti. Zaten Trabzonlu oyuncuların ikili mücadelelerdeki anormal yumuşaklığı da Çakır’ın sarı kart göstermesini engelledi.
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2009
POLİS kontrolsüz güç kullanıyor, diye şikayet ediliyor, suçlanıyor. Peki, futbolda kontrolsüz güç var mı? Nedir? Nasıl olur? Aslında polisin kontrolsüz güç kullanması ile futbolcunun kontrolsüz güç kullanması arasında çok net bir benzerlik var. O da şu; polis saatlerce ayakta bekletiliyor, oradan oraya otobüslerin içinde naklediliyor. Karşılarında, onları tahrik eden gruplar var hatta yanaşıp kimsenin durmayacağı biçimde tek tek polise küfür ediyorlar. Ondan sonra da polis zıvanadan çıkıp ya tekmeyi savuruyor ya da elindeki copla kafaya geçiriyor.
Polisin bu görüntülerini, onların yorgun olmadığı, üzerlerine fazla yük binmediği zamanlarda göremezsiniz.
Futbolcuda da bu tip olaylar maçların 60-70'inci dakikalarından sonra başlar. Sebebi, önce yorgunluktur, sonra başka nedenler de vardır. Mesela bazı oyuncular vardır, itirazlarla, el kol hareketleriyle, mimiklerle, jestlerle kendi seyircisini hakemin, dolayısıyla rakip takımın üzerine yollarlar.
Göstere göstere puan çalıyorlar
Bir de devamlı kendini yere atarak hatta bağırarak ve penaltı almak için bunları özellikle ceza alanı içinde yaparak rakibi sinirlendiren oyuncular vardır. Ben bunlara "emek hırsızı" diyorum. Ve bunlar göstere göstere puanları çalıyorlar.
Bakınız, Real Madrid-Getafe maçında Pepe'nin yaptığı hareketler bu son anlattığım şıkka giriyor. Maç 2-2, son dakikalar, kendini yere atarak penaltı almaya kalkan futbolcuya, rakibi kontrolsüz güç kullanıyor. Kontrolsüz güç kullananın, yani o tekmeleri atanın hiçbir mazereti olamaz ama bir de olayı ters çevirin bakalım, o kadarcık itmeyle kendini yere atıp penaltı isteyen futbolcu hiç mi rakibi tahrik etmiyor?
Adalet iyi dağıtılmalı
İşte bu tür olaylarda hakeme büyük iş düşüyor. Adaleti iyi dağıttığı zaman bu tür olayların önüne geçebilir. Ama biz bu hırsız ve sahtekar futbolculara, basın olarak da kamuoyu olarak da omuz vermemeliyiz. Ama maalesef bu futbolcular kendi takımlarının taraftarına, yönetimine hoş gelirken, başka takıma geçince tukaka oluyor.
Bu futbolcular aynı işi öbür takımda da yapınca hoşuma gidiyor, çünkü ilk yaptığı takımdaki kişiler bu sefer isyan bayrağını çekiyorlar.
Kendine olunca ne güzel, başkasına olunca tukaka. Bir de öyle gözle bakalım Pepe'ye, ne düşüneceksiniz?
Polisi çok istiyorsan parasını ödeyeceksin
DÖRT yıl önceydi. Yani dört sezon. Yani 365 çarpı 4. Tamı tamına bin 460 gün... Bin 460 gün evvel Türkiye'de kulüpler toplandılar, İçişleri Bakanı'na gittiler, Spor Bakanı'na gittiler ve dediler ki; "Biz özel güvenlik sistemlerimizi daha kuramadık. Bu kadar paramız da yok. Bize dört yıl süre verin, bu dört yıl zarfında devletin resmi polisi bizim maçlarımızda bize bekçilik yapsın, bize çalışsın, bize nöbet tutsun, biz para kazanalım, dört yıl sonra da özel güvenlik sistemine geçelim."
Bir peynirli sandviç, bir kola
Dört yıllık süre 5 Mayıs'ta doluyor. Bu dört yılda ne Kulüpler Birliği ne de federasyon bu konuda bir çalışma yapmış. Kulüplerimiz yan gelip yatmışlar. Devletin polisi, benim verdiğim vergiyle kulüplerin kapıkulu olmuş. Onlara hizmet vermiş. Hatta büyük maçlarda polisi sabah 10.00'dan gece 12.00'a kadar görevlendirmişsin, eline bir tane peynirli sandviç vermişsin, bir tane de kola...
Hakkını vereceksin bedavaya olmaz
Ama kulüp idarecileri televizyonlara gazetelere çıkmışlar, gerdanlarını kıra kıra beyanatlar vermişler. Yöneticilik sayesinde işlerini genişletmişler, ticaretten büyük paralar kazanmışlar, devlet ihaleleri almışlar, ama kendi kulüplerinin maçlarında özel güvenlik sistemlerini kuramamışlar.
Şimdi de İçişleri Bakanı diyor ki; "Kardeşim, benim şu anda 294 bin tane mezun verdiğim özel güvenlik ekibi var. Bunun 180 bini görev almış, 120 bini de boşta. Sen bu özel güvenlik birimlerinden faydalanmaya mecbursun, ben sana polisimi veremem. Eğer çok istiyorsan benim resmi polisimi, o zaman benim resmi polisime de belli bir para ödeyeceksin, hakkını vereceksin, bedava olmaz."
Bunlara 11 sene süre versen de yapamazlar
Bugün hükümetin de fikri bu, İçişleri Bakanı'nın da. Hükümet de haklı, İçişleri Bakanı da.
Sen dört yıl dalga geçmişsin, şimdi "Bana bir sene daha mühlet ver" diyorsun. Bunlara bir sene değil 11 sene versen, değişmeyecek. Çünkü bunlar işlerini yapmıyorlar, yapamıyorlar. Neden? Çünkü işlerine gelmiyor.
Neden futbolumuzda kaos var, Türkiye'nin en büyük maçında kavga var, şimdi daha iyi anlıyorsunuz herhalde. Öyle bir mantığımız var ki, yumruk yumruğa kavga eden en büyük takımların en büyük futbolcularını, kavgaya girmeden hayretler içinde seyreden Roberto Carlos ile Lincoln'e lanetler yağdırıyoruz. Adamlar medeni, niye öyle bir işe girsinler ki. Hayrettir, doğruyu yapanı tenkit ediyoruz.
Korna çalıp taciz eden taksilere binmeyin
YOLA çıkıyorsunuz; taksiye bineceksiniz veya binmeyeceksiniz. Ya da kaldırımda arkadaşınızı bekliyorsunuz. 30 metre geriden gelen taksiler 'dat, dat, dat' diye korna çalıyorlar.
Taksici kardeşlerim; koca koca sarı taksileri görmemek için kör olmak lazım. Ben taksiye bineceksem, böyle korna basan taksilere binmiyorum. Çünkü bunlar insanı aptal zannediyorlar.
Tavsiyem, sizler de binmeyin. Zaten büyük şehirlerde inanılmaz bir taksi terörü var. Bir de bu kornalarla kulakları kirletiyorlar.
Yıllarca ön tarafta oturan arkadaşlar, koltuklarında başlık olmadığı için boynu kırılarak öldüler. Ama ne valilikler ne de emniyetler bu taksileri trafikten men etmediler. Bunlara "Katil taksi" dedim, başlıkları olmadığı için. "Sarı Taksiler" diye çıkardıkları gazeteden bana hakaretler ettiler ama mahkemeye veremediler. Neden? Hakime söyleyecekleri bir şey yok da ondan. Ancak trafik polisi size gelir, hiç yoktan size ceza yazabilir, bu katil taksilere de yol verir. Toplayamazlar. Niçin? Trafik polislerinin taksicilerle ve katil taksilerle uğraşmaya güçleri yetmez.
Boyunlar kırılıyormuş... Hadi canım Erman sen de. Kırılırsa kırılsın.
Ama ölüyorlarmış...
Sana ne lan Erman!
İyi çocuk Arda
BİR kural ya vardır ya yoktur. Yılmaz Vural cezalı olduğu maçta tribünden oyuna müdahale etti diye cezası katlandı. Veya cezalı olan yöneticiler protokol tribününde oturdu diye cezaları katlandı. Ama söz konusu kişi futbolcu olunca işin rengi değişiyor...
Neymiş efendim, Arda'ya ayıp etmişler. Neymiş efendim, Arda çok iyi çocukmuş. Neymiş efendim, Arda Galatasaray'ın kaptanlığına oynuyormuş. Neymiş efendim, Arda ceza yemiş...
Ama ceza yiyen Arda, girilmeyecek gezilmeyecek yerlere girmeye gezmeye kalkmış... Yani, Arda kara kaplı kitabı delmeye kalkmış. Ve daha hala ona sahip çıkıp omuz verenler...
Bu işte Arda'ya omuz vermek Arda'yı kaybetmek demektir. En ağır cezayı örnek olarak vereceksin, ileriki yıllarda aynı olay oldu mu, "Gelir misin?" diye çağıracaksın, işte o zaman Arda koşa koşa ters tarafa gider.
Bu işler böyle düzelir...
Kuyuya taş atanlar
DENİZ Çoban, Beşiktaş-Bursaspor maçından sonra gözlemcisi Ahmet Akçay'a demiş ki; "Ahmet abicim, Beşiktaş'ın penaltısını atladığım için çok özür dilerim."
Ve bunu da maalesef haber olarak benim gazetem yazmış. Sevgili kamuoyu; Ahmet Akçay'ın Deniz Çoban'a verdiği puan 8.3. Yani bayağı yüksek. Eğer Deniz Çoban o maçta siyah veya beyaz bir tek büyük hata yapsaydı, puanı 7.9 olurdu. Bu da başarısız olduğu anlamına gelirdi. Ama bu haber gazetede çıktıktan sonra, eğer benim bu yazımı okuyan olursa işin doğrusunu öğrenmiş olur. Peki okumayanlar ne olacak? Deniz Çoban'ın hep böyle söylediğini düşünecekler.
Ben bunları hakemlik zamanımda da çok yaşadım. Bir yönetici bir kuyuya taş atıyor, bir gazeteci de alıp onu haber yapıyor, peşinden uğraş ki çıkarasın. Ondan sonra da, "At gözlüklü spor basını" dediğim zaman bana kızıyorlar.
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2009
ÖYLE veya böyle, para önemli bir faktör. Zenginin, diktiği tutarmış. Yani, adam ağaç dikse, dikim ortamı ters bile olsa o ağaç tutarmış. Çünkü tutmazsa bile yeni ağaç dikme şansı var; adamın parası var. Fakirin de devamlı çocuğu olurmuş. Çünkü onun da bir tek zevki o. Öyle veya böyle, istemese de çocuk adedi artarmış. Para olursa, bir yerde çok şeye tavır koyabiliyorsun. Şimdi diyeceksiniz ki; "Yahu Erman kardeş, bu anlattıkların ile Sivas-Fenerbahçe maçının ne alakası var?"
Paranın gücü
Sevgili arkadaşlar, köküne kadar alakası var. Dün akşam Sivas’ta sahaya çıkan Fenerbahçe kadrosuna baktığınızda, sarı lacivertlilerin klasik kadrosundan sekiz tane oyuncu yoktu. Bakın, takımın neredeyse dörtte üçünden fazla. Sivasspor’da ise hemen herkes tamam. Peki, oyunun geneline baktığınızda, Fenerbahçe’yi ve Sivas’ı tanımayan bir yabancı yurt dışından maça gelse, "Sarı lacivertli takımda, banko oynayan sekiz futbolcu yok" deseniz, inandırabilir misiniz? Kesinlikle hayır. İşte bu paranın gücüdür. Kadro zenginliğidir.
Ve sekiz eksikli Fenerbahçe’yi yenemeyen, tur atlayamayan Sivas, Türkiye Süper Ligi’nde lider. Bunun bir tek izahı var; birisi iyi idare ediliyor, birisi kötü idare ediliyor. Çünkü Türkiye Kupası tek tek basarak gittiğin bir hedef, her an sürpriz olabilir, her an sürpriz değil çok büyük sürpriz olabilir ama lig öyle değil. İstikrar isteyen, günlük neticelere gebe olmayan uzun bir maraton.
O gol gelmeyince
Düşünün, bir eli yağda bir eli balda Fenerbahçe, Türkiye Kupası finaline kaldığı için mutlu. 50, 100, 150 bin dolarlarla futbolcu transfer eden Sivasspor ise mutsuz. Olsun, bu da güzel.
Maça baktığımızda, Sivasspor önce defansı sağlama aldı, "Bir gol atarsam Fener’i strese sokarım, işi bitirebilirim" dedi. Ama o bir golü bulamadı. Bulamayınca da bu sefer Fenerbahçe pozisyon buldu. Her geçen dakika Sivas defansı daha çok açık vermeye başladı. Ama Fener hücumcularının beceriksizliğine, Sivas kalecisinin becerisi ve kabiliyeti eklenince maç sıfıra sıfır bitti.
Kupa ayrı, lig ayrı olaydır. Ama bu Fenerbahçe’nin kupayı alma şansı ne kadar? O tartışılır. Finalde oynayacağı rakibi inanılmaz büyük hatalar yapmazsa bu Fenerbahçe kupayı da alamaz. Ama maalesef ülkemizde hala kulüp ismi psikolojik olarak çok etkili. Futbolcu da bunun sıkıntısını çekiyor, yönetici de.
Aragones’e şaşırdım
Maçın hakemi etkili bir hata yapmadı. Zaten iki taraf futbolcuları da ne pozisyon olarak ne terbiye olarak onu zorlamadılar. Ama 2 no’lu yardımcı biraz daha dikkatli olmalı.
Daha da önemlisi, Aragones’i ilk defa bu kadar kenardan takımına emirler yağdırırken, ikaz ederken gördüm. Kulübeden çıkmayan Aragones niye şimdiye kadar bu portreyi çizmedi, veya Aragones’i bu portreyi çizmeye iten sebepler nelerdir, ona bakmak lazım. Demek ki, onun için bir tehlike vardı. Onu hissetti. Avrupalı, uyanıktır. Bazı şeyleri boşuna yapmaz.
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2009
ŞAMPİYONLUĞA giden takımların bu hafta oynadıkları kötü maçlardan sonra bu maç, gözlerimizin pasını sildi. Mükemmel bir mücadele vardı. İki taraf da hiçbir pislik yapmadan, rakiple oynamadan, hakemle oynamadan sadece mücadele ettiler. Hakem de onlara uyunca ortaya mükemmel bir maç çıktı. Skora baktığımızda çok zayıf ama oynanan futbol, mücadele üst düzey.
Bursa, Beşiktaş’ın akınlarında topu uzun uzun vurarak oyuna çıkmadı, topa bastılar, boşa çıktılar, ayağa pas yaptılar. Öyle olunca da Beşiktaş takımı sinirlendi. Bu sefer baskı yapmak istediler ama bir türlü o baskıyı kuramayınca, sinirlendiler. İbrahim Toraman çok gereksiz iki sarıdan kırmızı kart görünce, bu onların bütün gardlarını düşürdü.
Hakem Çoban çok başarılıydı
İkinci yarı Beşiktaş 10 kişi kalmasına rağmen iyi mücadele etti. Pozisyon da buldular. Ama, eksik kalmaları inanılmaz derecede netiyece tesir etti. Musatfa Denizli’nin ikinci yarı Holosko’yu çıkarması bence yanlıştı. Çünkü, Holosko Beşiktaş’taki en etkili adamlardan biriydi.
Aslında dünkü maçın en başarılı ismi, bence hakemdi. Neden derseniz? O stattaki o atmosferi görmeniz lazımdı. Böyle bir ortamda, eğilmeden, bükülmeden, etki altında kalmadan gördüğünü çaldı.
Hepsine teşekkür ederim
Maalesef Türkiye’de çoğu hakem bunu yapamıyorlar. Ne oldu? Bence Deniz Çoban bu maçla birlikte Türkiye’de artık en üst düzeyde maçları idare edebilecek kapasitede olduğunu gösterdi. Teşekkür ederim. Aslında Çoban hakem camiasında çok arkalardan, gerilerden geldi. İnşallah bozulmaz, kafasına şeytan girmez, böyle devam eder.
Aslında Sercan öyle bir maçta 4 sarı karttan oynamamış ki, Beşiktaşlılar yatıp kalkıp dua etsinler. Öyle veya böyle iki takımı da iki takım teknik direktörünü de hakem ve yardımcılarını da böyle bir maç bize izlettirdikleri için şahsım adıma teşekkür ederim. Golsüz maç olmasına rağmen keyifli bir 90 dakika izlettiler. Helal olsun onlara...
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2009
DÜŞENİN dostu olmaz derler. Bence yanlış demişler. İşte Fenerbahçe. Ne kadar düşmeye namzet veya tehlikede takım varsa onlara puan verdi. En son örnek 10 haftadır galip gelemeyen Ankaraspor.
Fener takımında 6 kişi yok. Yedek kulübesine topyekün iş düşmüş. Oyna ve de ki: "Ben bu takımda sonuna kadar oynarım." İşte sana büyük fırsat. Ama o hırs, o istek nerede? Sanki oynamayanlar, "Şu maç bir an önce bitse de biz tekrar yedek kulübesine gitsek" havasındalar. Hani var ya, salla başını al maaşını gibi.
Ankaraspor, Fenerbahçe’yi yenmesine rağmen aman aman bir futbol oynamadı. Artı bir şey de yapmadı. Artı 1-0’dan sonra hep panik yaptı. Ama Fenerbahçe’nin bunların hiçbirinden faydalanacak hali yoktu. Sarı lacivertliler birinci ya da ikinci olayım derken belki Şampiyonlar Ligi’ne de gidemeyecekler. Maç 90+3’te bittiğinde Fenerbahçe için artık şu cümleyi yazmak lazım. Sarı lacivertlilerde dükkan kapanmıştır. Seneye bu dükkan nasıl açılır? Bu yönetim anlayışıyla seneye Fenerbahçe’de dükkan açıldığında vitrin nasıl olur? Biraz zor gözüküyor.
Harç bitti yapı paydos
Ankaraspor, bu maçı kaybetseydi, panikleyecekti. Fenerbahçe onu da kurtardı. Sarı lacivertlilerin ne hakemlere, ne de federasyona hiçbir şey söyleme hakları yok. Bu seneyi çok kötü geçirdiler. Aragones tutmadı, futbolcular Aragones’i sevmediler. Çok ters bir anda Alex’in sakatlığı çıktı. Bir Alex’in olmaması takımı ne hale getirdi. Hoş, Alex olsaydı da zaten Aragones’le yıldızları hiç barışmadı.
Arslanboğa hakemlik için iyi bir kumaş görüntüsünde ama bu çocuğa uzun süre maç vermediler. Sebebi de dernek çekişmeleri diyorlar. Maalesef bu dernek işi hakemliğin altına dinamit koyuyor. Dün onu zorlayacak bir hareket olmadı ama bir yerde mükemmel bir iş yaptı. Tek yaptığı hareketle "benden hakem olur" dedi. Faul verdiği Yasin’in tepkisine anında çıkarttığı sarı kart, hakem kararlılığı açısından çok önemlidir. İnce hesap yapmadığını gösterir. Diyeceksiniz ki, alt tarafı sarı kart. Ama o sarı kartlar bu yıl çok futbolcunun ve takımın başını yaktı.
Aziz Yıldırım demişti ki: "Betondan da anlarım futboldan da." Dün gece harç bitti yapı paydos oldu. Bakalım seneye gene inşaatlar mı devam edecek, yoksa futbol takımı kurtulacak mı?
Yazının Devamını Oku