Paylaş
Bunların hepsi hikaye... Dünyada bir tek şey vardır, o da ekonomidir. Devletler vatandaşlarını ekonomik olarak rahat yaşatıyorsa, çocuklarının istikbal garantisini veriyorsa olay bitmiştir. Bu da nereden geçer? Akıldan. Türkiye hala Kuran-ı Kerim’i tartışıyor, yorumlar çıkarıyor. Herkes kendi işine geldiği şekilde konuşuyor. Bence Kuran’ın ana fikri şudur: Allah diyor ki kullarına; siz saçma sapan olan her şeyi bir kenara bırakın, ben size akıl denen o müthiş şeyi verdim. Aklınızı kullanın, doğruyu bulursunuz. Yani bu, şudur; Kuran eşittir akıl.
Göz bandı, çorap, çekecek
Şimdi dönelim, hem Afrika seyahatinden hem de futbolumuzdan bahsedelim. Önce seyahatten başlayalım... İlk olarak THY İstanbul-Nairobi uçağından yer alıyorsunuz. 6.5 saat uçacaksınız Business Class. Küfeyle para veriyorsunuz veya puan. Uçağa biniyorsunuz, şampanya, portakal suyu veya su veriyorlar. Sonra bir kulaklık geliyor, sonra ufak bir çanta. THY’nin verdiği ufak çantanın içinden uyumanız için siyah bir göz bandı çıkıyor. Dudaklarınız uçuklamasın, kurumasın diye bir dudak kremi de var. Ayakkabılarınızı ve çoraplarınızı çıkarıyorsunuz, altı yapışkanlı bir çift çorap çıkıyor. Ve bir de plastik çekecek.
Unutmadan söyleyeyim, Kenya’ya gitmeden evvel İstanbul’da aşı oluyorsunuz. Niye? Bulaşıcı hastalıklara karşı. Peki sevgili okurlar, bulaşıcı hastalıklar en çok hangi yollardan geçer? Tabii ki el ve ağızdan. El için, sabunlu havlu veriyorlar, siliyorsunuz. Eskiden alkollü mendiller vardı, onlar kalktı. İçinde alkol olduğu için. Yani mikropları öldüren alkol olduğu için! Peki, ağız nasıl temizlenir? Diş fırçası ve diş macunu ile. Hostesi çağırdım; “Benim çantamdan diş fırçası ve diş macunu çıkmadı, herhalde düşmüş” dedim. “Diş macunu ile diş fırçası konmuyor ki düşsün, Erman Bey” dediler. “Diğer yolcular ne yapıyor?” dedim. Bu kez “Herkes yanında taşıyor” cevabını verdiler.
Diş fırçam olsaydı...
Bir soru daha yönelttim: “Diş macunlarının belli bir gramajdan sonrasını uluslararası uçuşlarda kabine almıyorlar” dedim. “O bizim sorunumuz değil” dedi. Yani, uçmadan önce bir otele gideceksiniz; ufak diş macunları var ya, onlardan rica edeceksiniz. Uçağa binmeden önce de bir fırça alıp öyle gideceksiniz. Eğer sadece diş fırçam olsaydı, tuvaletteki sıvı sabunla dişlerimi fırçalayacaktım. Ne de olsa Business Class uçuyorum; dişlerimin beyaz olmazı lazım! Ekonomi sınıfında uçan esmer vatandaşların dişleri, gülünce belli oluyor. Benimki belli olmazsa hasta olurum!
Kenya’da ve oradan geçtiğim Tanzanya’da musluklardan akan suyla dişinizi fırçalayamıyorsunuz. Ağzı kapalı, ayrıca naylonla kilitlenmiş su şişeleri ile bu işleri yapıyorsunuz. Yani Kenya ve Tanzanya’daki otellerdeki sistem THY’den daha önde.
Aslanlar ve akbabalar
ÖNCE Kenya’ya, Massaimara’ya gittik. Şansımıza milyonlarca hayvan, Tanzanya’dan (Serengeti) bu tarafa göç ediyordu. Buna ‘Afrika’daki en büyük göç’ diyorlar. Çok vahşi. Beş büyük dediğimiz; aslan, leopar, hipopotam (bazıları bunun yerine gergedanı koyuyor), zürafa ve bufalonun hepsini gördük. Yani, çok şanslıydık. Bizim arabayı kullanan mihmandarımız bile, “Leopar çok nadir görülür” dedi.
Yerli ama lüks çadırlarda kaldık. Geceleri ateş yakılıp etrafında oturuluyordu. Otellerde televizyon, hak getire... Zaten ne elektrik direği var, ne bir araba. İnanılmaz hayvan sesleri... Gökyüzünde sanki elinizi atsanız yakalayacağınız milyonlarca yıldız. Doğayı yaşıyorsunuz. Bu da insana büyük bir haz veriyor. Çok da vahşi... Kaplan zebrayı parçalıyor, ailecek yiyorlar, akbabalar tepede uçuyor. Zaten bir grup akbaba görüyorsanız, orada ya aslan var ya kaplan. Çünkü onları takip ediyorlar. Onlar doyunca bu sefer akbabalar başlıyor parçalamaya. Onların da önce ileri gelenleri, sonra ufaklar sıraya giriyor. Arabalarda hiç ses çıkarmıyorsunuz. Zaten arabadan inme şansınız yok. Bu vahşi hayvanlar arabaları kendilerinden zannediyorlar, onun için de onlardan rahatsız olmuyorlar.
Oteller inanılmaz pahalı
Kenya’dan, ver elini Tanzanya, Zanzibar Adası... İnanılmaz bir doğa güzelliği, rüyada gibisiniz. Rengarenk balıklar, deniz 5-6 renkte. Karadaki doku çeşidini sayamazsanız. Dünyada çok Zanzibar var, bunlar alkol satılan barlar ama hakiki Zanzibar’da gece hayatı sıfır. Eğlenecek bir tek yer bile yok. Tamamen balayı adası. Üç günden fazla sıkılırsınız. Otel fiyatları derseniz, uçuk kaçık. En ucuzunun günlüğü 450 Euro’dan başlıyor, 2 bin Euro’ya kadar gidiyor. 2 bin Euro’luk evlerden 6 tane vardı. Müdürüne sorduk; “Doluluk oranı nedir?” diye. “Bayağı iyiyiz, yüzde 50 doluyuz” dedi. Yani üç ev. Ne de olsa her evin günlüğü 2 bin Euro. Sahibi kim, diye merak ettim. İsviçreli bir bayan çıktı. Yani, işini bilenler hep aynı gruplar.
Bol kavgalı bir lig geliyor
SONUNDA gelelim futbola... Bakınız beyler, bir futbol takımında kaleci, oyun kurucu ve bir golcüye en yüksek paraları verebilirsiniz. Çünkü, bu mevkiler özel beceri isteyen, Allah vergisi kabiliyetler isteyen, kolay kolay çalışmakla gelinemeyecek yerlerdir. Ama sağbeke, solbeke, çift santrhafa (Futbolun temel uyum planları iki adettir; biri 4-3-3’tür, diğeri 4-2-4’tür. Siz elinizdeki futbolcuların kabiliyetine göre bu sistemler üzerinde oynama yaparsınız, başka sistemler geliştirirsiniz. Onun için de ben arka ortada oynayanlara çift stoper değil, çift santrhaf derim. Çünkü bunlardan biri daha arkada, diğeri önde oynar) ve orta sahanın yükünü çeken, dinamo diye tabir ettiğimiz oyunculara büyük paralar vermeye kalkarsanız iflas bayrağını çekersiniz.
Tezgah hazırlandı bile
Son yıllara baktığımızda en çok Galatasaray’ın alt yapısından oyuncu çıkıyor. İkinci sırada Beşiktaş var, üçüncü sırada da Fenerbahçe. Yani taşıma su ile değirmen döndürüyorlar. Fenerbahçe, “Üç yıl üst üste şampiyon olacağım” diyor, kaç yıldır beraber oynayan çift santrhafı şu anda yok. Lugano ile henüz anlaşamadılar. Ama o Lugano kaç yıldır Fener’i ipten alıyor. Attığı gol sayısında neredeyse Güiza’yı geçecekti!
Ama Fenerbahçe hala istediklerini yapamadı. Merak etmeyin, Daum bir ay sonra, “Ben bunları, bunları istedim, Aziz Yıldırım almadı” diyecektir. Aziz Yıldırım da hakemlere yüklenecektir. Onun tezgahını zaten geçen sezonun sonunda hazırladı.
Lincoln’den müthiş goller
Galatasaray derseniz, bir Lincoln’e, takım kuracak kadar para verdi, sonuç fiyasko. Yöneticileri hep beyanat verdiler; “Lincoln’e çok tekme atıyorlar, hakemler ve rakipler Lincoln’ü oynatmıyor” diye. Yani, hep Lincoln’ü kurtardılar. O da akıllı adam; gece hayatında müthiş goller attı. Alkol dersen, tavan. Böyle idareci bulmuşsun, golünü atmayacak mısın!
Beşiktaş’a dönüyorsunuz, daha bir felaket. Elindeki santrhaf iyidir, kötüdür. Beyninde sakatlık sorunu vardır (Yanlış anlamayın çünkü her an “Ben sakatım” diye sorun çıkartmaktadır) ama Milli Takım’da da oynamaktadır. Onu bedavaya kaçıracaksın, sonra muazzam paralara santrhaf alacaksın. Aldığın da tartışılır... Kulübün parasını har vurup harman savuracaksın. Geçen sezon şansına Mustafa Denizli’yi getirip iki kupa alacaksın, sonra aynı başarıyı bu sene bekleyeceksin. Kesinlikle aynı başarı olmayacak. Sebebi de takımdaki bütün dengeler artık bozulmuştur. Buna Mustafa Denizli de çare olamayacaktır.
Ohh ne güzel yaptım!
Yıldırım Demirören, “Parayı ben veriyorum” diyor. Peki, sonunda bu paraları kulübe hibe mi ediyor? Hayır. Kulübü kendine ipotek ediyor. Bu saatten sonra Beşiktaş’a kimse başkan olmak istemez, çünkü kulüp giderek batağa sürükleniyor. Bunu yalnız ben söylemiyorum, Beşiktaşlı yazarlar da söylüyor, ama ben yazdığım, söylediğim zaman Yıldırım Demirören beni mahkemeye veriyor. Hatta geçen sene daha ileri gidiyor, seyirciye Maraton’u hedef gösteriyor. Neymiş efendim, ‘Lig TV Galatasaray veya Fenerbahçe’den biri şampiyon olsun, Beşiktaş olmasın’ istiyormuş. Ne kadar ucuz bir politika... Sezon sonunda ne oluyor? Bu söylediği laflar Yıldırım Demirören’in elinde patlıyor. Ama o, ellerini ovuşturuyordur, “Ne güzel yaptım, seyirciye onları şikayet ettim, ortalığı karıştırdım, sonunda başarılı oldum” diye.
Kulüpler bu tarz idare edildiği ve insanlara ipotek edildiği müddetçe Türk futbolundan fazla bir cacık olmaz. Göreceğiz, Avrupa kupalarında neler olacak? Hangi takımımız Şampiyonlar Ligi’nde neler yapabilecek? Veya Kupa 2’de... Dünya Kupası’na gidebilecek miyiz? Hiçbirinden ümidim yok.
Ama önümüzdeki yıl tansiyonu yüksek, kalitesi düşük, kavgası büyük, herkesin herkesi suçladığı, herkesin yaptığı hataları unutmak için karşısına yüklendiği bir lig bizi bekliyor. Ben müneccim miyim? Hayır. Sadece bu işin içinde doğdum ve büyüdüm.
Paylaş