Erman Toroğlu

Kredi kartı

19 Ekim 2003
<B>BEŞİKTAŞ </B>seyircisi maçın nasıl geçeceğini herhalde anlamış olmalı ki, sahayı doldurmadılar. Lig liderinin maçı bu kadar az seyirci önünde oynanmamalı. Siyah beyazlılar dün gece iyi futbol sergileyemediler. Önce şansları vardı, sonra da hakem. Bakın, şu hakem olayına hiç girmek istemiyorum ama, zorla yazdırıyorlar. Dakika 69, Diyarbakır'ın 6, Beşiktaş'ın 3 sarı kartı var. Dakika 73, Diyarbakır 7 oluyor, Beşiktaş 3'te. Dakika 82, Serdar ikinci sarı karttan atılıyor. Yani, toplam 12 sarı karta karşılık 1 kırmızı çıkıyor. Bu, net biçimde şu demektir; bu hakem kartlarını kullanmasını bilmiyor. Onlar kredi kartı değil, çocuklara verilen oyuncak kart da değil. Alın maçı bir seyredin, ne komik kartlar göreceksiniz. Tabii sonunda da çıkamayan kırmızı kartlar... Bakın hala hakemde takıldık kaldık.

Hakemler, bu futbolcuların aldığı paralar maç başına. Yani, öyle istediğiniz zaman kart çıkarırsanız, sonunda bunların ekmek paralarıyla oynarsınız. Hangi pozisyonda kart verilir, hangi pozisyonda rakip adama giriyor, futbolu bilemezsen, çözemezsin. Veya 60'ncı dakikada olduğu gibi, Serdar senin suratına tükürür, ya görmemezlikten gelirsin, ya göremezsin, ya da görmezsin. Veya hiçbiri olur, sen de hiç olursun.

Çenesi çabuk düştü

A. Hassan
biraz gol atınca çenesi çabuk düştü. Saha dışında öyle büyük büyük beyanatlar verdi ki, dün İnönü'de oynadığı futbolun küçüldüğünü gördük. Ahmed Hassan, futbol çeneyle oynansaydı, senin ne ağabeylerin yok olmazdı! Okan, ayakkabısının kramponlarını kendi mi seçti, yoksa malzemeci mi taktı? Lucescu'nun yerinde olsam, dün geceki Okan'ın kramponlarından kim sorumluysa ceza veririm. Sen İnönü Stadı'na futbol maçına mı çıktın, yoksa buz balesi yapmaya mı? Çok koştun, didindin ama, ne zaman iş yapacak, patinaj çekip, burun üstü yere dikildi.

Pancu, yakışıklı çocuk. Uzun boylu, endamlı. Neden derseniz, mukavele imzaladığından beri hiç futbolundan bahsetmiyoruz. Manken gibiydi. Bu futbolla kadroya bile girmemesi lazım. Tümer, oynadığı sürece faydalıydı. Sergen girdi, o da faydalı işler yaptı. Ne olursa olsun Sinan, ‘‘Ben bu takımda çok zaman oynarım’’ diyor. İlhan da bas bas bağırıyor, ‘‘Ben oynayamam’’ diye.

Net penaltıydı

Zago
zaman zaman tuhaf işler yapıyor. Bazen şansı yaver gidiyor, gol olmuyor, bazen de o, topa ve rakibe girdiği zaman hakemlerin gözüne perde iniyor. Mesela 58'inci dakikadaki hareketi net penaltı. Serdar gol pozisyonunda, topla en son oynayan da gene Serdar. Yani pozisyon aut ama, hakem kardeşimiz Bülent korneri veriyor. Sonra da Serdar'a itiraz ettiği için sarı kartı. Yani tam komedi... O zaman göğsünüze bir tabela asın, ‘‘Ben körüm veya zaman amayım’’ diye. Elinize birer beyaz baston alın, sahaya öyle çıkın.

Beşiktaş için hiç iyi bir şey yazdık mı, hayır.Sakıp, koşan, mücadele eden bir takım yaratmış. Ama, biraz şanssızlıkları, biraz da hakem sayesinde dün gece puan çıkaramadılar. Siyah beyazlıların önlerinde bir tek bahane var; aklımız Prag'daydı. Oradan galibiyetle veya yenilmeden dönerlerse, belki dün geceyi az da olsa affettirebilirler.
Yazının Devamını Oku

Voleybol hakemi

18 Ekim 2003
<B>FUTBOLDA, </B>teknik adamın önemi çok fazla. Eğer bir maç kazanılacaksa, o teknik adam önce maçı beyninde kazanmalı. Maç başladığında çok net bir şey gözüküyordu, <B>Hikmet Karaman</B> <B>‘‘Yenilmeyeyim,</B> <B>sonrası Allah kerim’’</B> prensibinde başladı. Koca bir 45 dakika tek forvet, zorlamayan bir Rizespor. Buna mukabil Galatasaray, özellikle Hasan Şaş'la ilk 45 dakika çok etkili. İyi top çeviriyorlar, ileride çoğalmaya gayret ediyorlar, isabetli paslar atıyorlar. Yardımlaşma da bayağı iyi... Diyebiliriz ki, bu sene seyrettiğim en iyi Galatasaray, ilk 45 dakikada vardı.

İkinci yarı Rize gene aynı başlıyor. Sahadaki tek fark, Hasan Şaş'ın olmayışı. Hemen sırıtıyor. 60'ıncı dakikadan sonra Karaman, üç forvete dönüyor. Yani dün gece Hikmet bir türlü ortasını bulamıyor. Maça iki forvetle başlasa ve öyle devam etse çok şeyler yapabilir. Üç forvete çıkınca, bu sefer G.Saray orta alanı biraz dikkatli toplar atsa, maç o anda kopacak. Ama, onlar amatörce işler yapıyorlar.

İyi ki Hakan'ı almışlar

G.Saray iyi ki, Hakan Şükür'ü almış. Hasan'dan sonra sarı kırmızılıların en iyi adamı o. Geride Bülent iyi gözüktü, onun da sebebi yandan hiç orta gelmemesi. Hep cepheden şişirdiler, o da çıktı çıktı vurdu. Mondragon da belki en rahat maçlarından birini çıkardı. Rizespor, 90 dakika bir kişi eksik oynadı. Kürşat hiç yoktu. G.Saray da ikinci yarıyı 10 kişi oynadı, Baliç yoktu. Baliç, 45 dakika oynamasına rağmen, belki de dün gecenin en fazla top kaybı yapan adamıydı.

Serdar Tatlı dürüst bir hakem, kişiliğine de herkes inanıyor. Ama, dün geceki gibi dört tane daha maç idare etsin, buhar olur gider. Pozisyonlara fazla uzak. Çok ağırlaşmış. Bazı önemli pozisyonlara girip çıkması lazım, kımıldayamıyor. Sanki ayaklarında kilolarca ağırlık var. Kürşat'ın Hakan Şükür'e yaptığı birinci penaltı pozisyonu, doğru karar. Ama KDV'sini, yani sarı kartı es geçti. Devamında, Ayhan'ın ceza alanı içinde Koray'ın attığı şuta voleybolcu gibi blok yapması, hem penaltının babası, hem de sarı kart. Rize seyircisi birinci penaltıdan sonra zaten ilk küfür anonsunu almış. Ayhan'ın bu pozisyonundan sonra ikinci küfür anonsunu da aldı. Yani sahası kapatılacak. Serdar, bu net penaltıyı versen, küfür de yemeyeceksin, ikinci anonsu da yaptırmayacaksın ve Rize'nin de sahası kapanmayacak. Yani, ‘‘Ben yaparım, sizler de kımıldayamazsınız’’ demekle bu işler olmuyor.

Yine Ayhan, yine el

Aynı Ayhan, 82'nci dakikada tehlikeli bir Rize hücumunu gene voleybolcu gibi elle kesiyor, sarı kart gene yok. Nasıl olsa karşısında Serdar Tatlı gibi bir voleybol hakemi var. Şöyle bir hatırlıyorum da, geçen yıl Beşiktaşlı Yasin, yine Serdar Tatlı'nın idare ettiği Elazığ'daki maçta voleybol oynayarak tehlikeyi önlemiş, ama Serdar penaltıyı vermemişti.

İkinci yarı Ali Eren'in Hakan Şükür'e ceza alanı içinde yaptığı hareketi Serdar, endirekt vuruşla cezalandırdı. Neyin endireği Serdar? Ali Eren'in ayağı sadece fazla kalkmıyor ki, neredeyse kramponlarıyla Hakan Şükür'e burun ameliyatı yapacak. Temas var, darbe var. Onun da penaltı olması gerekir. Serdar, eğer hırsını kaybettiysen ve antrenman yapamıyorsan, sakın zorlama. Akıllarda hep iyi kal. Böyle gidersen sonun kötü olacak, gibime geliyor.
Yazının Devamını Oku

Sihirli fanus

15 Ekim 2003
Kura çekimini dikkatle izlediniz mi? Johansson topları şöyle bir yalandan karıştırdı. İlk takım Letonya, ikinci takım Türkiye. Bu ne kadar büyük tesadüftür yarabbim. Yukarıda olayın şiddet yönünden, disiplin yönünden bahsettim. Şimdi biraz da teknik yönüne girelim. Son bölümde de, size güzel bir hikaye anlatacağım.

Milli Takım sahaya çıktığı zaman, kadroya bakıp fazla bir şey söyleyemezsiniz. Güneş, ‘‘Fazlaca kapanacak İngiliz Milli Takımı'na karşı çalıştığı bir kadro ile sahaya çıkmıştır. Derslerini iyi okumuştur’’ diye düşünüyoruz. Maç başlayınca, Şenol'un bırakın dersine çalışmayı, kitabın içine Tommiks-Teksas romanları koyup okuduğunu görüyoruz.

Okan, kendi takımında oynamıyor. O zaman oynayanı düşün. Dönüp söyleyeceksiniz ki, Rüştü de oynamıyor. Ama Rüştü'ye mahkumsun, Okan'a değilsin. Sallanan Okan’ı çabucak oyundan alman lazım.

Yıldıray nerede?

Sergen
de tutmadı. Bence 90 dakikaya onunla başlamak da doğru, onu da al. Çünkü yanında oturanlar var. Uzun boylu, biraz ağır, kapanan bir defansa belki de Avrupa'da hiç olmayacak kadar defansın arasına girip batarak oynayan bir futbolcu yanında oturuyor. Kim bu? Yıldıray. Direkt kaleye giden bir adam. Ama Şenol, bu Okan'a ne kadar artı bakıyorsa, Yıldıray'a da o kadar şaşı bakıyor.

Şenol Güneş öyle işler yapıyor ki, adamlar zaten geride kalabalık. 4 forvete dönüyor. O dakikadan sonra olmayan orta sahan da bitiyor. Eriksson da kıs kıs gülüyor.

Sakın gerginliğin arkasına saklanmayın. Bu takımdaki oyuncular, sadece sahadakiler değil kadrodakilerin hepsi üst düzeyde oynamış oyuncular. Yıllardır, ‘‘Gerginliğin babasını’’ yaşamışlar. Devre arasındaki olaya da sığınmayın. Rakip senden 5 dakika sonra maça çıktı. Sen sahada onları bekledin.

Kulak ve taktik...

Daha önemlisi, hiçbir futbolcuya maçın içinde maçtan yarım saat evvel ve devre arasında belli taktikleri veremezsiniz. Ufak, tefek şeyler söylersiniz. Hazırlık günler öncesinden yapılmalıdır. Yoksa bu dakikadan sonra söyledikleriniz, futbolcunun bir kulağından girer, diğerinden çıkar. Yani Şenol bu maçta da sınıfta kaldı. Zaten Dünya Kupası dahil, bir tek futbol oynamışız, İlhan'ın altın gol attığı Senegal maçı.

Şimdi gelelim hikayeye. Bunu ister hikaye kabul edin, ister gerçek. Bazıları benim başımdan geçti, bazılarını da siz düşünün. Hani bazı filmlerin başında yazar buna benzer cümleler. Ben başında söylüyorum.

Türk futbol seyircisi, Avrupa'nın en çok para harcayan, en çok gezen, en heyecanlı 3 seyircisinden biri. Yani Türkiye'nin, Portekiz'de olması, UEFA için önemli bir olay. Sponsorlarımız var, Mercedes, Adidas, Turkcell, Pepsi gibi. Eee.. Takım olarak da fena değiliz.

Futbol bir şölen değil mi, şölen. Ama önce İngiltere, o babalardan çünkü. Sonra Türkiye. Aynen yıllar önce olduğu gibi. ‘‘Önce mülkiye, sonra Türkiye’’ derlerdi ya. Onun gibi birşey.

Kardeş kardeş...

Kura çekimini dikkatle izlediniz mi? Johansson topların başına geldi. Şöyle bir yalandan karıştırdı. İlk takım Letonya. Sonra ikinci takım Türkiye. Sonra bakın eşlemelere. Hep böyle büyük kardeş, küçük kardeş gibi. Bu ne kadar büyük tesadüftür yarabbim.

Niye o topları ülkelerin temsilcileri çekmiyorlar. Kura değil mi? Hiçbir şekilde şaibeye açık olmamalı. Ne malum bazı topların sıcak, bazı topların soğuk olmadığı. Bir sıcakla, bir soğuğu eşleştirirsin olur biter. Bazı topların içinde titreşim olduğu, bazılarında olmadığı ne malum. Kim biliyor? Diyeceksiniz ki, ‘‘Ya Erman.. Sende amma art niyetlisin.’’ Yoo değilim. Aslında bu hoşuma da gitmiyor değil. Demek ki, Avrupa'da belli bir yere gelmişiz. Yemeklerdeki gibi ara sıcak olmuyoruz. Yani bizi rahat yiyemiyorlar.

Peki, beni bu düşüncelere, bu tahminlere iten ne geçti ki başımdan. Geçti arkadaşlar geçti. Yıllar önce hakemim. Spor Bakanı da M. Ali Yılmaz. ‘‘Hakemler kuraya gidecek, hakemler kurayla tayin edilecek’’ dedi. Bizi tavşan gibi torbaya soktu. O zaman Ankara'dayım. Hayri Yazıcı'yı da çok severim. İyi arkadaşımdır, hayat adamıdır, muhabbet adamıdır. Ankara'da bir gece yemek yiyecek ve gezeceğiz. Misafirim olacak. Unutmadan söyleyeyim. Yazıcı da o sırada Fenerbahçe'de yönetici. ‘‘Ermancığım’’ dedi. ‘‘Biliyorsun bu hafta Trabzon'da dönüm maçı oynayacağız. Senden başka bir hakemle biz orada çok tekme yeriz. Sen olursan 50'ye 50 oynarız. Onun için bu maça seni verecekler.’’

Sen işine bak...

‘‘Bir dakika Hayri, burada dur’’
dedim. ‘‘Bir, benim maç sıram yok. İki, hafif bir sakatlığım var. Üç ve en önemlisi, bu işler biliyorsun kura ile belirleniyor.’’

‘‘Sen işine bak’’
dedi.

‘‘O zaman bu yemeği bir gün erteleyelim’’ dedi. Bir gün sonra saat 14.00'te hakem işleri müdüründen bir telefon aldım. Trabzon- F.Bahçe maçına kuradan ben çıkmıştım. Hatırlarsınız o maçı, Trabzon 3-1 kazandı. Hani, 90 dakikanın bitiminde seyircinin Semih'in üzerine yürüdüğü ve benim Semih'i onların elinden aldığım maç. Evet beyler, torbaya 2 tane, 3 tane Erman atarsan, 1 tane Erman çıkar. Veya torbaya işaretli Erman atarsan, o çıkar.

Bir kaç hafta sonra, yine torbadan çıkıp bir başka maça gittik. Yardımcı hakemler takımları kontrol ederken, Şeref Tribünü yanından bir seyirci, ‘‘Ulan Erman, seni torbaya atmadan evvel halletmek lazım’’ demişti.

Ben de diyorum ki, mesela yani, Türkiye'deki torbalarla, UEFA'nın cam fanusu arasında bir fark var mı?

Hikaye bu ya !..

Ses verin beyler

ŞENES Erzik
, UEFA'da ikinci adam. En etkili spor adamımız o. Haluk Ulusoy Federasyon Başkanı. Artık bu ikilinin oturup, ama samimi olarak oturup, bazı şeyleri halletmesinin zamanı geldi de, geçiyor. Eğer biz UEFA kurullarına en az 8-10 kişi sokmazsak, sonumuz kötü. Yarın Erzik orada olmayabilir Ne yapacağız? Onun için bu ikilinin asgari müşterekte buluşarak, birbirlerine destek olma zamanı geçiyor bile.

Misal vereyim. Can Çobanoğlu diye bir menajer var. Denizli varken de vardı, Terim, varken de, Şenol varken de... Temsil kabiliyeti zekası, hırsı aklıyla çok düzgün bir adam. Futboldan değil, voleyboldan gelme. Olsun, sporcu ya. Niye böyle adamlar UEFA komitelerinde görev yapmazlar?

Onun için biz, sahadaki mücadelemizi masada devam ettiremiyoruz. Bakın bakalım, İngilizler, UEFA'da kaç adamla cirit atıyor. Ya Almanlar, İspanyollar, İtalyanlar... Futbolmuzun geleceği açısından en önemli konu bu. Buna ne dersiniz Sayın Ulusoy, Sayın Erzik. Ses verin, aynen yazalım. Ama vereceğiniz ses candan olsun, yalandan değil.

Beckham birbirimize düşürdü

BÜYÜK balık, küçük balığı yuttu. İngiltere, Portekiz'in biletini aldı. Nielsen sakatlanmış, Collina maça verilmiş, ‘‘Bize uğurlu’’ gelirmiş, Beckham, sahanın içini çomaklamış, gerilmişiz. Arkadaşlar, hep havadaki kuşlara bakıyoruz. Mal yerden yürüye yürüye köprüyü geçiyor. Daha hala bazı şeylerin farkında değiliz. Sebebi, küçük düşünüyoruz.

Biz futbolda mahalle değiştirdik. Kenar mahallelerden, yani varoşlardan yavaş yavaş kaliteli mahallelere geliyoruz. Ama daha henüz oralara ulaşamadık. Sahada bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama bir yerde, ‘‘Hoopp, arkadaş’’ diyorlar bize.

Bakın, İtalya, İngiltere, İspanya ve Almanya'ya. Bu dört ülkenin alt yapısı var, çok şeyi hazır. Zaman zaman bunlardan bazıları sahada iyi değiller. Aynen İngilizler’de olduğu gibi. İngiltere takımının kadrosuyla, bizim Milli Takımımız’ın kadrosu arasında bizim lehimize farklar var. Ama bundan faydalanamıyoruz.

5 baba oyuncu

Şenol Güneş,
bu kadronun altında kalıyor. İngilizlerle maç yapıyoruz, kadromuza şöyle bir bakın, 5 tane baba oyuncu var. Bülent, Hakan, Tugay, Rüştü ve Alpay. Bunlar sırayla da kaptanlık yapıyorlar. Biri olmadı mı, diğeri. Beşinci sıradaki futbolcu, ‘‘Babadan kalma bir alışkanlıkla’’ rakibin üstüne yürüyor. Rakibi ise Beckham.

Hani bir cümle vardır, ‘‘Dünyaya gelirken cam atıp çıkmış’’ diye. Adam çok zeki. Orada sahada oynadı, bizimkileri çıldırttı. Burada sahada çıldırtamadı. Çünkü kameralar vardı. Tünelde çıldırttı. Takımını sahada iyi idare etti. Maçtan evvel kazan kaldıran futbolcuların elebaşısıydı. Yani federasyonla da oynadı, bir yerde teknik direktörüyle de. Ama takımını Portekiz'e götürdü.

Bizim 5. sıradaki Alpay, 4. sıradaki Rüştü ile soyunma odasında tartıştı. Olabilir, ama olmaması gerekir. Yani Beckham çomakladı, biz birbirimizi yedik.,

Peki, bizim ufak Emre'yi gördünüz mü? Beckham'ın saçını okşayıverdi. Adam delirdi. Ne de olsa ufaklığın futbolu da, zekası da cin gibi.

Bakın teknik olarak taktik olarak bir şey söylemiyorum. ‘‘Bizim teknik direktörümüz bu sıralarda ne yapıyordu acaba?’’ İşte bütün mesele burada. Şenol, pek çok konuda futbolcuların altında. Üstüne de çıkamıyor. Fransa'da, Konfederasyon Kupası'nda kımıldar gibi oldu. ‘‘Tamam’’ dedim, ‘‘Şenol yırtacak’’ Ama babalar tekrar takıma dönünce bizim teknik direktörümüz de eski havasına dönüverdi.

Aferin seyirciye

M
AÇTAN önce İngiltere Milli Marşı'nda seyirci onları ıslıkladı. Bizim bazı ulema spor yazarlarımız, TV yorumcularımız, hemen ahkam kestiler. ‘‘Niye bunlara tepki konulmuyor’’ diye.

Sayın ulemalar, oradaki maçta Milli Marşımızı, ıslıktan, bağırmaktan ve küfürden biz dinleyemedik. Hatta bu küfürlere bacağını sallayarak tepki gösterdi diye Fatih'e kızdık. Burada gösterilen tepki çok bilinçli ve düzgündü.

Hırsızların günü

YİNE maçtan önce açıklama var, ‘‘Cep telefonlarını getirmeyin’’ diye. Peki bu telefonlar nereye konulacak? Arabalara. Arabalar nereye park edecek? Stadın yakın yerlerine. Yani, hırsızların ağzının suyu bir hafta önceden akmaya başladı bile. Ama her şeye önlem alındı, buna alınmadı. Bol bol araç soyuldu.


Kırılan eller

A
K Parti, İmam Hatip okullarıyla gerçek yüzünü göstermeye başladı. Bence de sürpriz değil. Aldığı üçte bir oyla, 3'te 3'ü idare ediyor, o bir gerçek. Ama asker sonunda patladı. 2-3 ay sonra birilerinin kafası patlayabilir mi? Olabilir. En önemlisi yarın bir gün seçim olsa, - AK Parti'ye oy verenlerin dışında kalanlara- ‘‘Oyunuzu kime verirsiniz?’’ desem, görüntüde kimse var mı? İşte Türkiye'nin en zavallı hali bu. Hep kerhen, adam bulamadığımız için oy attık. Sonra da, ‘‘Ellerim kırılsın’’ dedik. Kırılacak ne elim kaldı, ne ayağım.

Tinerciler kaçtı

BEYOĞLU'NDA artık geceleri rahat rahat gezebiliyorsunuz. Çünkü her 50 metrede bir temiz yüzlü, güler yüzlü polisler görüyorsunuz. Hemen farkedilmiş. O tinerciler, sakal isteyenler yerin altına girmişler.
Yazının Devamını Oku

Kaderimiz bu

12 Ekim 2003
Milli Takım'ın kadrosu eğer iyi yönlendirilseydi, iyi motive edilseydi, rakiplere göre iyi hazırlansaydı, bu gruptan biz çıkardık. Ama Şenol'un nedendir bilinmez, bazı takıntıları var. BU maçtan önce kimse Milli Takım’ı ve özellikle Şenol'u rahatsız etmedi. Herkes yardım etti. Ama şu bir gerçek; Milli Takım son Dünya Kupası'nda hiçbir Avrupa takımıyla oynamadan üçüncü oldu. Milli Takımımız ve Şenol Güneş, o turnuvadan sonra ilk defa düzgün bir Avrupa takımıyla mücadele etti. Bu düzgün Avrupa takımının; yani İngiltere'nin futbol oynadığı yok. Teknik direktörü pamuk ipliği ile görevde. Bir tek kaptanları Beckham var. Teknik direktörleri Eriksson'dan daha etkili bir çocuk. Eğer bu İngiltere finallere kaldıysa, Eriksson'un değil, Beckham'ın başarısıdır...

Şenol Güneş'in Okan Buruk'la bağlantısını bir türlü çözemiyorum. Duygusal bir bağlantı mı var? Çocuğu gibi mi seviyor? Onu kıramıyor mu? Yoksa arada çok etkili isimler mi var? Anlamak mümkün değil. Okan Buruk, kötü futbolcu mu? Hayır. Ama daha kendi takımında top oynayamıyor. Senin takımının zaten bir Sergen lüksü var. Bir takım ancak bir kontenjanla oynayabilir. Ama Şenol, ikinci kontenjanı ‘‘tabi senatör gibi’’ Okan'a kullandı. O zaman da senin takımın acaba bir eksikle oynar mıyım derken, iki eksiğe düştü.

İngiltere hak etti

Bu gruptan İngiltere bileğinin hakkıyla çıktı. Dün gece şu gözüktü; Şenol Güneş, ne İngiliz Milli Takımı'nın kadrosuna, ne de kendi çıkardığı kadroya göre dersini iyi çalışmamış. Şu da gözüktü; biz dünya üçüncülüğünü şansımızla kazandık. Bu Milli Takım kadrosu, şu İngiliz Milli Takımı'na karşı, böyle futbol oynamamalı. Bunun da tek sorumlusu vardır. O da Şenol Güneş.

Hedefe ulaşmamız için galip gelmemiz lazım. Üretken olmamız lazım. Rakip ne yapacak? O da bizi bozacak. Biz oynamak için hiçbir şey yapmadık. Rakip, bu hedef için daha kontrollüydü, daha akıllıydı. Düşünebiliyor musunuz, İngilizlere karşı oynuyorsunuz, bakın bakalım topu aut çizgisine indirip, kaç tane yan orta attık? Yani, rakip takımı oyundan düşürecek şekilde. Cepheden şişiriyoruz, Hakan da yalandan kafaya çıkıyor, arada sırada sanki sakatlanıp kendini yere atıyor ama hikaye. Şenol, İlhan'ı oyuna alıyor, Tuncay'ı oyuna alıyor. Nihat ve Hakan'la beraber dört hücumcuya dönüyoruz.

O andan itibaren de maç bitiyor. Zaten orta alanda yokuz. Tam tuzruhu oluyoruz, buharlaşıyoruz. İngilizler de bu dakikadan sonra her akından sonra gol tehlikesi yaratıyor.

Takıntıları var...

Emre Belözoğlu,
İtalya'da kalmış. Türkiye ona küçük geliyor. Havası öyle. Emre büyümüş, Türk Milli Takımı küçülmüş.

İngilizler bize göre sanki daha amatörler! Onlar çok basit oynuyorlar, biz çok bilinmeyenli denklem gibi. Tekrar baraj maçı. Ne yapalım, kaderimiz bu. Yalnız bu Milli Takım'ın kadrosu eğer iyi yönlendirilseydi, iyi motive edilseydi, rakiplere göre iyi hazırlansaydı, bu gruptan biz çıkardık. Ama Şenol'un nedendir bilinmez, bazı takıntıları var. Takımını sırtlayan ve bu Milli Takım'da her zaman görev alabilecek Gökdeniz maç kadrosunda dahi yok.Ümit Davala var. Neye göre var, anlamak mümkün değil.

Demek ki, Şenol'un bir bildiği var ya da bizim bilmediklerimiz. Biz onu anlayamadık. Ama ne yazık ki, o da hiçbir gün bizi anlayamadı. Belki bir gün anlaşırız.

Hani Collina uğurluydu? Hani Collina ile hiç kaybetmemiştik? Şimdi diyebilirsiniz ki, gene kaybetmedik, berabere kaldık. Cümlelerle kelimelerle oynarsan, böyle bir şey söyleyebilirsin. Futbolda uğur yoktur. Akıllıysan, güçlüysen, kuvvetliysen, en önemlisi zekiysen bir adım öne çıkarsın. Uğur mu? Var. Show TV'de Maraton programında. Olan bir şeyi ileri geri oynatırsın. Macerada uğur diye bir şey yoktur. Gerçekte vardır!...
Yazının Devamını Oku

Uğur mu, tehlike mi

8 Ekim 2003
Türkiye-İngiltere maçına keşke Markus Merk'i verselerdi. Herkes, Collina uğurlu geliyor, Türk dostu filan demeye başladı.<B> </B>Bu sözler bizim için hiç de hayırlı değil. Sakın kimse ‘Collina lehimize penaltı verir’ gibi bir düşünce içine girmesin.

BİZİM milli takım, İngiliz milli takımı futbolcuları kadar ikili mücadele hırsını ortaya koyarsa, kora kor savaşırlarsa, onları yeneriz. Çünkü bizde daha fazla yaratıcı özelliği olan futbolcu var. Ama bu İngilizler yıllardır bize hep ters gelir. İşte 15 gün evvel Ankara'da G.Birliği harika oynayarak, Blackburn'u yendi. Fark daha da fazla olurdu. Özellikle yardımcı hakemler dikkatli olsalardı. Daha geçen hafta Beşiktaş, 10 kişi kalana kadar Chelsea'ye karşı takır takır futbol oynadı. Ancak, İngiliz kulüp takımlarında çok sayıda yabancı oynuyor. Oysa, Milli Takım’da durum farklı. Bu yüzden bize ters geliyorlar.

Bazı şeylerde esnek olmak lazım. Bu Sergen, İngiliz futboluna çok ters gelen yapıda bir oyuncu. Aynen Alman futbol karakterine ters geldiği gibi. Bence Sergen'den maçın başından itibaren faydalanmak lazım. Ve ona, ‘‘Neyin var, neyin yok oyna. Nerede bitersen elini kaldır, seni oyundan alayım’’ demek lazım.

Şenol Güneş, Kore ve Japonya'da bazı futbolcuların etkisinde kalarak takım tertibinde hatalı işler yaptı.

Fransa'daki Konfederasyon Kupası'nda bu baskılardan biraz kurtulduğunu gördüm. İngiltere sınavı Şenol Güneş için de, bir kanıtlama gecesi olması lazım. Çünkü çabuk strese giren, kendini akıntıya kaptıran, haliyle de ipin ucunu kaçıran bir yapısı var. Geçtiğimiz yıllarda bunun örneklerini gördük. Bu maçtan sonra ‘‘İşte gördünüz, artık ben o stresli Şenol değilim’’ mesajını verir inşallah.

Yazının Devamını Oku

Ne olacak bu Cimbom'un hali

5 Ekim 2003
İki yıldır bana <B>‘‘Ne olacak Fenerin hali hocam?’’</B> diyorlardı. Şimdi şemsiye tersine döndü. Artık bana G.Saray'ı soruyorlar. Bu işin tek sorumlusu Fatih Terim'dir. ARKADAŞLAR, kimse eveleyip gevelemesin. Kopenhag'da UEFA Kupası'nı kazanan takımın teknik direktörü nasıl Fatih Terim'se, ki Terim, orada başarılıydı. Çünkü tek sorumluydu. Şu anda G.Saray Futbol Takımı'nı zavallı duruma düşüren teknik direktör de Fatih Terim'dir. Çünkü, tek sorumlu yine kendisidir.

Zavallılık

G.Saray 4-3 kazanmış, biz, ‘‘Zavallı G.Saray’’ diyoruz. Niye diyoruz? Çünkü G.Saray, kafa yapısı, teknik-taktik ve özellikle fizik olarak Sebatspor'la mücadele edememiş... Dönelim, Sebatspor nerede? 3 puanla ligin dibinde. Yani Sebatspor'un zaten tutunacak dalı yok. Sebatsporlu futbolcular diyorlar ki, ‘‘Bizim golümüz sayılmadı. Sayılsaydı, berabere kalırdık.’’ Böyle bir galibiyet, G.Saray için kara lekedir! Neden derseniz, G.Saray hep başarıyı, Avrupa'yı kovalayan, ezip geçmek isteyen bir takım. Mantığı o. Ama, G.Saray şu anda bir kulüp konumunda değil. Neden derseniz, yönetim kurulu yok. Başkan var, teknik direktör var. İkisi direkt bağlantılı. Haliyle bunun sorumlusu da bu ikili. Ama derler ki, ‘‘Biz birbirimizden memnunuz. G.Saray seyircisi bizi ilgilendirmez.’’ O da onların sorunu.

Maçın hakemi Zafer Önder İpek, 90 dakika bitmiş, 3 dakika uzatma gösteriyor. Ve Mondragon o 3 dakikanın bir an önce dolması için vakit geçiriyor. G.Saray seyircisi artı 3'ten memnun değil. Bir an önce maç bitsin, skor 4-4, hatta 4-5 olmasın istiyor. Bu seyircinin gerginliğinden genç hakem bile nasibini alıyor. Arif'in pozisyonuna bırakın penaltıyı, aut verip, Arif'e sarı kart göstereceğine korneri üflüyor.

Mutsuzlar

G.Saraylı futbolcu gergin... G.Saray futbolcu mutsuz... Peki bu gerginlik niye? Karşındaki rakip, büyük ihtimalle küme düşecek. Sen de ‘‘Şampiyon olacağım’’ diyorsun. Ama, seyredilen film, Alfred Hitchcock'un korku filmi gibi. Bakın, siz ne derseniz deyin, kendinizi aldatırsınız. Eğer söylediğiniz cümlelere kendiniz inanmazsanız -ki yüzünüzden o ifadeler okunuyor- Arif'in pozisyonunda bile penaltı isteyip, hakeme küfür ediyorsunuz... Ama yoldaki adam aynı şeyi söylemiyor. İki yıldır bana ‘‘Ne olacak Fenerin hali hocam?’’ diyorlardı. Şimdi şemsiye tersine döndü. Her gördüğüm, ‘‘Ne olacak G.Saray'ın hali hocam?’’ diyorlar.

Not: Bu yazı, karşılaşma televizyondan izlenerek yazılmıştır.
Yazının Devamını Oku

Kaleciler

4 Ekim 2003
<B>DAKİKA </B>73... <B>Recep </B>gene daldaki kuşları kovalıyordu. Topu arkasına bıraktı, <B>Cenk </B>bomboş kaleye kafayı vurdu, auta attı. Bu dakikada skor 2-2.Cenk golü atsa, Fenerbahçe havlu atacak. Yani maçın kırılma noktası bu an. Ondan sonra da oyuncu değişikliği, bu sefer Fenerbahçe öne geçip kazanıyor.

Rebrov'dan daha iyisini bulamazsan, kadroda tutacaksın. Her zaman da faydalanırsın, bu gözüktü. Yusuf'u hep rakip yorulmaya başladığı zaman Daum oyuna alıyor. Yani, rakibin gardının düşmeye başladığı an. Bu, G.Birliği maçında ters tepti. O karşılaşmayı Fenerbahçe şansıyla kazandı. Ama bu maçta uygulama doğru oldu. Şurası bir gerçek Konyaspor ile G.Birliği arasında büyük kalite farkı var.

Öncelikle dün geceki maçın skorunu kaleciler belirledi. Aslında cümlede hata var. Çünkü dün iki takım da kalecisiz oynasaydı, çok fazla farketmezdi.

Basınla küseceksin!

Recep
'e bir paragraf açmak lazım. Fenerbahçe kalesine daha yeni geçtin. Eğer görsel ve yazılı basınla en az 2 yıl küsmezsen, senden bir halt olmaz. 10 gündür bakıyorum, hangi gazeteyi açsam arz-ı endam etmişsin. Rüştü'den bahsediyorsun, Şenol Güneş'ten bahsediyorsun, Fenerbahçe kalesinden bahsediyorsun. İki gazeteye konuş, öbür gün 12 gazete yazar ve seni kevgir gibi delerler. Eller üstüne alırlar, nereye gittiğini anlamazsın, bir bırakırlar, ayaklar altında sesin çıkmaz. Dün neler yaptığını, istersen kaseti bir al izle. Yediğin gol ve yaptığın hatalar ve şansın sayesinde yemediğin pozisyonlar. Nerede durman gerektiğini, ama nerelerde durduğunu bir seyret bakalım.

Fenerbahçe'nin ilk golü sanki programlanmış gibi. Sol, sağ, sol ve gol... Eveleme geveleme yok. 60 metre bir top, 30 metre ikinci top ve 5 metre kaleye mesafe, gol. Gereğini yaparsan, futbolda mesafeler ne kadar kısalır. Örneği bu gol.

Günümüz futbolunda libero kalktı gibi birşey. Otomatik olarak belki bir oyuncu arkaya kaçıyor ama, artık günümüzün futbolunda libero, kaleci. Degajı da, ayakla pası da, ellerini de noktaya kullanacak. Buna en iyi örneklerden birini isterseniz, önünüzde duruyor, Cordoba.

Kuddusi, tempolu maç yönetmeye gayret etti, doğru işler yaptı. Hata oranı azdı. Ama düdüğü düşürdükten sonra elinle ıslık çalmaya gerek yok! Yoksa yanındaki futbolcu alır, Cenk'in yaptığı gibi, senden daha iyi çalar. Sen onun yerine gol atabiliyormusun ki, o senin yerine çalacak. Bir de ortalıklarda fazla gezinme. Habire topla çarpışıyorsun.
Yazının Devamını Oku

Tehlike çanları

3 Ekim 2003
Terim döneminde G.Saray'ın harcadığı paralar, alınan ve satılanlar ortada. En basit örnek Emre. Beşiktaş'ta takır takır top oynuyor, onun oynayacağı yerlere Terim'in aldığı oyunculara bakın.DÜNYADA bir eşi daha yoktur... G.Saray Yönetim Kurulu var... Çünkü, G.Saray bir kulüp. Bir de başkan var; Özhan Canaydın... Yani kongre ile gelen... Bir de teknik direktör var; Fatih Terim. Yani atamayla gelen...

G.Saray Kulübü'nü, Fiorentina Kulübü ile karıştırmamak lazım. Çünkü ikisi aynı şey değil... Cecchi Gori o kulübün hem başkanı, hem de sahibiydi... Yani mal ve mülk sahibi...

G.Saray'da işler aynen Fiorentina gibi yürüyor. Canaydın-Terim ikilisi, alıyor, veriyor, satıyor ve toplantılar yapıyor. Diğer yöneticiler sanki zurnanın son deliği... Canaydın'ın şu ana kadar cebinden paralar verdiği söyleniyor. Canaydın, bir çeke imza atarsa, bu çok sağlamdır. Çünkü, onun mal varlığı var, şirketleri de iflas etmiş değil. Gayrimenkulleri var, üstüne gider tahsil edersin...

Asıl şimdi yandın

Terim,
gazetecilere kızıyor. Anlamak mümkün değil. Döneminde G.Saray'ın harcadığı para, alınan ve satılanlar ortada. En basit örnek işte çarşamba akşamı Londra'daydı. Emre, Beşiktaş'ta takır takır topunu oynuyor, onun oynayacağı yerlere Terim'in aldığı oyunculara bakın ve maliyetlerini görün. Dolayısıyla Terim için en tehlikeli kısım şimdi başladı.

Canaydın açıklama yapıyor, ‘‘Sana desteğim tam, sana güveniyorum’’ diyor. Bir teknik adam için bu cümleler telaffuz edilmeye başlandıysa, o teknik adam yanmıştır.

İstanbul'da kapalı kapılar ardında başkan adayı toplantıları yapılmaya başlandı bile. Ben, işin daha başka bir yanını merak ediyorum... Bir müddet sonra birbirlerine sinirlenecek olan Canaydın ve Terim, ufak ufak minyatür maçlar yapmaya başlar mı acaba?

Dudaklar konuşuyor

BİZ kendi fubolcularımızın televizyon görüntüleriyle dudaklarını okuyoruz, ne dediklerini anlıyoruz. Peki yabancıları?

Evvelki gece İstanbul'da yolumu İspanyolca bilen bir vatandaşımız çevirdi... ‘‘Hocam Mondragon'un dudaklarını bir okutsanıza... Bakın neler söylüyor...’’ dedi. Benden söylemesi.

Aydın Örs'ün hatası...

AYDIN Örs çok düzgün, çok dürüst, Türk basketboluna da müthiş emeği geçen kaliteli bir teknik adamdır. Kimseyle polemiğe girmez, kendi bildiğini yapar. Ne zaman kaybetti biliyor musunuz? Şu son şampiyonada o eski Aydın Örs olmadığı için kaybetti. Hidayet beyefendi dedi ki, ‘‘NBA'de basketçiler kampa girmiyor, özgürler.’’ Orası NBA... Oynarsan paranı alırsın, oynamazsan kapının önüne koyarlar. İşte Aydın Örs, bu hataya düştü, bu Milli Takım’ı başıboş bıraktı.

Kendisiyle konuşmadım ama tahmin ediyorum Aydın Örs, Milli Takım’ı bırakma kararını turnuva öncesinde vermiş. Yoksa öyle davranmazdı. Ama o Hidayet bir şeyi unuttu. Amerika'dan kendi takımının teknik adamı gelip onu seyretti. Oradan dışlandı. Tahmin ediyorum, bir-iki yıl sonra Avrupa'ya, oradan da Türkiye'ye döner. Laila, Reina, her zaman vardır Hidayet. Ama bu şampiyona bir daha geri gelmeyecek.

Ben de senden duydum

DUYDUM ki, Hıncal Uluç, Digitürk'teki programında ‘‘Hakemler hakkındaki bazı şeyleri sizin Maraton'da program yapan eski bir hakem var ya... Ondan duydum’’ demiş... Hocam, Engin Kurt'u da ben senden duydum, yazdım... Beni mahkemeye verdi, sen de şahit diye gelmedin... Duyurulur...

THY'deki rezalet

THY ile 1 Ekim 2003 tarihinden itibaren yurt içi seyahat edecek yolcular bu yazıyı dikkatli okusunlar... Uçağa binmeden size verilen uçuş kartı koçanını sakın kaybetmeyin... Çünkü, uçak alana geldiğinde yurt dışı yolcuları başka bir otobüse, yurt içinden gelenler ise başka bir otobüse alınıyor...

Önce yurt içinden gelen yolcuların kuponları soruluyor... Bu otobüs beklerken, bu sefer gümrük memurları yurt dışından gelen yolcuların otobüsünde hüvviyet, pasaport ve biniş kartı kontrolü yapıyorlar. Ellerindeki liste ile örtüşmezse, siz beklemeye devam ediyorsunuz... Eğer biniş kartı kuponunuzu kaybetmişseniz, ayrı bir bölümde sizi gözetime alıyorlar. Yurt dışından gelen yolcuların otobüsteki ilk gümrük yoklaması bitmeden, diğer otobüs de hareket edemiyor. Bunun süresi bazen 20 dakika, bazen yarım saat beyler. Yani aynı sürede İstanbul'dan kalkan ikinci bir uçak, siz terminale girmeden havalimanına inmiş oluyor. Bu rezilliği çarşamba günü 16.50 uçağıyla Yeşilköy- Esenboğa seferinde yaşadım. Yanımda Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı ve eski futbolcu kardeşim, şimdiki menajer Saffet de vardı. Havalar soğuyunca ve yağmur olunca bu uygulamayı düşünmek bile istemiyorum.

Ne çabuk unuttunuz?

LUCİANO'nun eli hala konuşuluyor. Öbür taraftan Beşiktaşlılar diyorlar ki, ‘‘Metin Tokat, Van'da benzer bir pozisyonda penaltımızı vermedi.’’ Fenerliler de diyorlar ki, ‘‘Bilmem hangi maçta penaltımız verilmedi.’’

Vahap Beyaz, 60 metreden Arif'in olmayan penaltısına düdük çaldı, G.Saray şampiyon oldu. Semra Özal, başbakanın eşiyken, 19 Mayıs Stadı'nın Şeref Tribünü'nde arzı endam ettiği bir G.Birliği-Beşiktaş maçında Hasan Cey- lan'ın ceza alanının 3-5 metre dışındaki iki pozisyona iki penaltı çalıp, ertesi gün Milliyet Gazetesi'nin manşetine yansıyan Hasan Ceylan: 2- Gençlerbirliği: 1 maçını ne kadar çabuk unutuyorlar.

Babadan torpilli

BABALAR ve oğulları... Talat Tokat-Metin Tokat... Muzaffer Sarvan-Oğuz Sarvan... Serdar Çakır-Cüneyt Çakır... Yılmaz Önen-Yılnur Önen...

Şimdi de Sadık Deda-Cem Deda...

Denizli-Malatya maçında degaj yapacak olan kaleci Süleyman'ın karşısına Atilla Birlik dikiliyor... Kalecinin belli sürede topu elinden çıkarma mecburiyeti var. O zaman onu rahat bırakacaksın, yolunu açacaksın. Hareketini engellemeyeceksin. Süleyman (Souleymanou) degaj yapıyor, top Atilla Birlik'e çarpıp auta gidiyor...

Hakem Cem Deda da, oyunu aut atışıyla başlatıyor. Bu demektir ki, gol olsa verecek...

Birinci Türkiye Ligi maçında düdük çalan bir hakemin böyle bir hata yapma hakkı yok. O zaman insanın aklına şu geliyor; Babasından torpilli.

Yakıştı mı hocam!

VOLKAN, Necati, Gökmen... G.Saray'ın geçen hafta cuma günü Adanaspor'la oynadığı maçtan iki gün önce Adana Hilton Oteli'nde Müfit Hoca, bu üç futbolcu ile transfer görüşmesi yapıyor. Bir futbolcunun, bir kulübün yetkilisiyle transfer konuşması kadar doğal bir şey olamaz. Ama iki gün sonra oynayacağın rakibin futbolcularıyla konuşmak, spor ahlakı olarak ne kadar doğru. Zaten, Maraton programında da Necati'nin bir G.Saraylı oyuncuya, devre arasında birlikte oynayacağını dile getirmesi de açık bir şekilde mikrofonlara yansıdı.

Spor basını

TÜRKİYE
Gazetesi'nde Ömer Söztutan'ın köşesinde bir yazı okudum... Noktasına virgülüne dokunmadan size aktarıyorum...

Kemal Abi anlatıyor İstanbul TV'deki ‘‘Orta Saha’’ programında; ‘‘Fatih Altaylı yıllar önce Hıncal Uluç'un 'Cimbom' adlı kaniş cinsi köpeğini çişe getirip götürdü. Uluç'un, Söz Gazetesi'nin müdürü olduğu yıllar. O zamanlar hep birlikte maç izlerdik. Altaylı da o dönem yeni yeni yetişiyor. Uluç'un 'Cimbom' adlı köpeği vardı. Hıncal Uluç, köpeğinin çişi geldiğinde Fatih Altaylı'yı çağırır, 'Fatih, Cimbom'u çişe götür' derdi. Fatih de köpeği işetip gelirdi. Ben Türkiye Spor Yazarları Derneği'nde yöneticiyken, Fatih Altaylı, Hıncal Uluç'un referansıyla TSYD'ye üye olmak için başvurduğunda 'Olmaz... Hıncal'ın köpeğini çişe götüren adamı TSYD'ye üye yapamayız' demiştim ve üyeliğini kabul etmemiştim. Şimdi spor basınına bu yüzden kin kusuyor olabilir...’’

Türkiye'de ‘‘adam olmak’’ için hangi aşamalardan geçmek gerektiğini görün diye yazdım bunu da...

YORUMSUZ!

Kondisyoner farkı

FENERBAHÇE'nin Alman kondisyoneri var... Beşiktaş'ın İtalyan kondisyoneri var... G.Saray'da ise benim bildiğim kadarıyla yok... Ama üç teknik adam da takımlarına bir şeyler veriyordur. Yalnız Galatasaray'ın bu konudaki görüntüsü sahada iyi değil.


Lucescu şimdi yandı!

HINCAL Uluç, Lucescu
için ‘‘İlk defa alkışlıyorum’’ dedi. Sevgili Lucescu, trafikte bile dikkat et. Allah korusun, başına her şey gelebilir.
Yazının Devamını Oku