13 Aralık 2003
İLK maçın Gaziantep'te olması kötü. Ama artık bu turdan sonra şanslı kura diyebileceğimiz bir takım yok. Bence Gaziantepspor, Roma'yı elerse psikolojik olarak da büyür. Ne demişler, ‘‘Boğulursan büyük denizde boğul.’’ Bence asıl Roma için zor olacak. Çünkü kaybedecekleri çok şey var. Gaziantepspor'un ise artık kaybedeceği bir şey yok.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2003
4 takımımız da UEFA'da hizaya geldiler. Bunların ikisi büyük geçinen, ikisi de ‘‘Küçük’’ dediğimiz takımlar. Ama o iki küçük de, yıllardır hep yatırım yapmış, kendini yarına, öbür güne hazırlamış, AB standartlarını yakalayan iki takımımız olmuş. Askerlikte komutan ‘‘Hizaya gel’’ diye bağırır. Sıkıysa gelme, hemen tokadı yersin. 4 takımımız da UEFA'da hizaya geldiler. Bunların ikisi büyük geçinen, ikisi de ‘‘Küçük’’ dediğimiz takımlar.
Ama o iki küçük de, yıllardır hep yatırım yapmış, kendini yarına öbür güne hazırlamış, AB standartlarını yakalayan iki takımımız olmuş. Bakalım göreceğiz bundan sonra ne yapacaklar.
Korkak oyun
Beşiktaş için ‘‘Chelsea maçında korkak oynadı’’ diyenler var. Canlı canlı maçtaydım. Eğer siyah beyazlılar Chelsea'yı yenmeye çıkıp, kafa kafaya oynasaydı, maç daha ilk yarı Beşiktaş aleyhine 4 farklı biterdi. Bence Lucescu'nun en büyük hatası, İlhan ve Ahmet Dursun'a güvenmesiydi. Aslında Beşiktaş takımı ikisini de satacak da, saf bir takım bulamıyor. İlhan konusunda yönetimin de bir mazereti var. Çok forma sattırıyormuş. Ama bu forma satışıyla, Şampiyonlar Ligi 2. turunu aynı kefeye koyup düşünüyorsanız, o zaman sizin yönetim olarak da büyük zaafınız var demektir.
Vermeden almak Allah'a mahsustur.
Soruyorum size, Beşiktaş kadrosundan kaç tane ismi alıp Chelsea takımında oynatırsınız. Bu soruyu hiç kendi kendinize sordunuz mu?
Bence sadece Cordoba. Siz belki Zago ve Ronaldo da diyebilirsiniz ama bence ikisi de bu kadroda yedek kalır.
İlk maçı kaybetmesine rağmen Chelsea bu grupta Beşiktaş'ın rakibi değildi. Lazio ile S. Prag siyah beyazlıların esas rakibiydi.
İlhan efendi, Prag maçında yoktu, çünkü cezalıydı. O maçta yoksun, bu maçta yoksun, hangi Avrupa Kupası'nda ne yaptın? Sonra santrforsun. Ama bu tip futbolcuları seyirciler baştacı yapıyorlar, yapmaya da devam etsinler.
Chelsea maçında Beşiktaş mahkum oynuyor gözüktü. Çünkü kaç maçtır oynamayan Kaan Dobra ile Yasin sahadaydı. Oynayan Ahmet Yıldırım ile Okan yoktu. İlhan da sahada yok olunca, Sergen haliyle güçsüz kaldı.
Ama bu grupta Beşiktaş'ın çıkmadığına, çıkamadığına herkes üzüldü. Niye çünkü Beşiktaş takımı bir sonraki turu haketmişti. Ama G.Saray için aynı şeyleri söyleyemiyoruz. Bu G.Saray takımı, bu futboluyla eğer UEFA Kupası'na katıldıysa, bu bir başarıdır.
Hasan Şaş bile maçtan sonra ‘‘Biz Juventus'u yenip, böyle bir mücadeleye gelmeye kafa olarak hazır değildik’’ mesajını verdi.
Deprem atlatılırsa
Beşiktaş takımı bu depremi çabuk atlatırsa, lig şampiyonluğunu alır götürür. G.Saray ne olur, bu gidişle paramparça olur gözüküyor.
Şampiyonlar Ligi kulüpler için tereyağıdır, kaymaklı ekmek kadayıfıdır. UEFA ise tavuk suyu çorbadır. Biraz karabiber, kırmızı biber ile içine de kızarmış ekmek doğrarsan, belki keyif alırsın.
5 kere düşünün
BEŞİKTAŞLILAR diyorlar ki, ‘‘Fenerbahçe maçında Serdar Tatlı şartlıydı, bizi doğradı.’’
Hemen 5 ay geriye gidiyorum, bu Beşiktaş takımı geçen yıl şampiyonluğa giderken, bir hafta arayla doğudaki iki deplasman maçına yani Diyarbakır ile Elazığ'a Serdar Tatlı'yı istemişti. Yani üst üste. Türkiye'de başka hakem yokmuş gibi.
Sevgili Beşiktaşlılar, siz o zaman Serdar Tatlı'yı kullanmak için mi istediniz. Eğer istediyseniz, şimdi de Fenerbahçe kullanıyor demektir. Onun için beyanat verirken, hep 5 kere düşünün, 1 defa konuşun dememdeki maksat bu işte.
Dinine yandığım
GENÇLERBİRLİĞİ takımıyla Lizbon'a gittim. Maçtan bir gece evvel, bu şehrin çok büyük bir eğlence merkezini gezdik. Işık selinin içinde bir tarafta kumarhaneler, diğer tarafta çok büyük bir şov merkezi vardı.
Yemekten sonra bayanlar ve erkekler taşdevrinden bu güne kadar geçen zamanla ilgili değişik gösteriler yaptı. Penguen kıyafeti giymiş bayanlar, mağara insanı, entel tipler, homoseksüeller, hatta hatta Adem ile Havva bile vardı. Ve Adem, hem zenciydi, hem de çırıl çıplak. Böyle bir ortamda Havva'nın zaten giyinik olduğu düşünelemez. Adem olan zenci de maaşallah, ortada salına salına dolaştı. Tabii bu, grupta büyük espirilere sebep oldu. Hatta başkan İlhan Cavcav, Adem sahneye çıkmadan evvel hafif de kestiriyordu. Bir anda uyanınca karşısında çırıl çıplak bir Adem görünce, gözleri fal taşı gibi açıldı.
Espiriler ertesi sabah kahvaltıda da devam ediyordu. Bitişik masada oturan birisine, birileri o geceyi ballandıra ballandıra anlatırken, arkamı bir döndüm kimi göreyim. Anlatılan şahıs RTÜK Başkanı Fatih Karaca'ydı. O da anlatılanlara kahkalarla gülüyordu...
Pascal Nouma'nın Fenerbahçe maçındaki 6 aylık ceza yediği o meşhur hareketini maraton programında ben yorumlarken, ‘‘birinci çinko, ikinci çinko, tombala’’ mizanseniyle anlatmıştım. Çünkü eylemin hukuk açısından süresi önemliydi. Ve RTÜK bana bu anlatımımdan dolayı bir ihtar gönderdiydi.
Tam yakalamışım; bırakır mıyım. ‘‘Dinine yandığımının dünyası. Zenciler gösteriyor, ihtarı ben yiyiyorum’’ dedim. Ve ne olur ne olmaz ikinci ihtarı yerim diye Karaca'nın olduğu yerde bu muhabbeti daha fazla sürdürmedim.
Büyük olmak
GAZETEMDEN görevli olarak Trabzon'un nabzını tutmak için dün bu şehire geldim. Yolda yürürken, bazı genç Trabzonlular; ‘‘Erman hocam 3 büyük diyorsun, 4 büyük desene’’ diye sitem ettiler.
Ben derim önemli değil, ama siz olabiliyor musunuz?
İnsana ‘‘Bir başkan seçemediniz, bir teknik direktöre sahip çıkamadınız’’ demezler mi? Bu kadar mı zor başkan bulmak.
Bu şu demektir, Trabzonspor henüz kulüp olamamış ve sistem oturamamış.
Peki o zaman nasıl büyük olunacak?
Mikrop girdi bile
DENİZLİ'deki o en centilmen seyirci unvanını alan güzelim taraftar, yavaş yavaş zehirlenmeye başladı. Mikrop girdi, ilerlemeye başladı. O taraftar geçen hafta Ankara'ya gidip bir bilet alıp, iki kişi stada girerek, bana küfür etmiş. Canları sağolsun. Nitekim Denizli- G.Saray maçında bu azınlık grup, İstanbul'da patlatılan dinamitler yüzünden ölenler için yapılan saygı duruşunda bağırarak, küfür ederek tepki koymuştu.
Demek ki lig pazarında verdiğim adres doğruymuş. Eğer bunlar, kulüp yönetimi tarafından besleniyorlarsa, iş daha tehlikeli demektir.
Bekleyin görün, bir müddet sonra bunlar şimdi kendilerini destekleyen yönetime de küfür edecektir.
Maaşımı alırım!..
HERKES Türkiye'de kaleci yetişmediğini söylüyor. Haklılar da. Çünkü bu uzun vade isteyen bir şey. Ama Milli Takım Teknik Direktörümüz eski bir kaleci.
Peki bu iş için acaba o yıllarca ne yaptı. Federasyonu zorladı mı? Yaptırım gücü getirdi mi? Yoksa ‘‘Ben maaşımı alırım, gerisine karışmam mı’’ dedi. Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2003
Her şeye rağmen Beşiktaş 2. tura çıkardı. Bir tek pozisyon ile belki maç verilmez. Ayağın kayar, ıska geçersin veya kontrolsüz girebilirsin. Yasin arkadaşlarının emeğini sırf bir gösteriş uğruna yok etti. Bu grupta Chelsea diğer üç takımın arasında net üç adım öndeydi. Zaten aldığı puanlar da bunu gösteriyor. Beşiktaş takımı yapabileceğini yaptı. Kimler mi... Özellikle defans. Burada Cordoba, Ronaldo, Zago ve Tayfur'a yazık oldu.
Bir futbol takımı bu kadar tek yönlü oynarsa, başka bir şey yapamaz. Bu İlhan'dan da hiç bir şey olmaz. Israr edilmesi de yanlış. Dünya Kupası'nda attığı tek golün arkasına sığınarak oynayan dünyada başka bir futbolcu var mı bilemem.
Sergen, 10 kişi oynarsa, koşarsa elinden geleni yapabilir. Ama takımdan 2-3 veya 4 kişi düştü mü Sergen'den fazla birşey beklemeyin. Yasin bildiğiniz gibi ‘‘Ben vasat kalitede bir futbolcuyum. Alırım, veririm’’ derse, oynar. Ama ‘‘Ben Beckenbauer'im’’ derse, her zaman her zaman yaptığını yapar, dün geceki gibi takımın da çırasını yakar.
Forvetsiz olmaz
Beşiktaş takımı Türkiye Ligi'ni rahat götürür. Ama bundan sonraki tura devam etseydi işi zordu. Forvetsiz bir takım, bu kadar olur. Ahmet Dursun iki yıldır yok. İlhan iki yıldır yok. Başka kim var, bana bir söyleyin bakalım.
Dün geceki Chelsea, Beşiktaş'ın İngiltere'de oynadığı Chelsea değil. Takım ahengini değiştirmiş, birbirlerine daha çok uyum sağlamışlar. Bir futbol ekibinde olacak herşeyi yaptılar. Ayağa top, ters top, uzun top, oyunu hızlandırma yavaşlama gibi herşey vardı dün geceki Chelsea'da.
Siyah beyazlılar belki ilk golü yemeselerdi, dayanabilirlerdi. Şans yanlarında olsaydı, belki de ikinci sırada yeralacaklardı. Ama o ikinci turda ne yaparlardı. Bu kadroyla işleri zor. Çünkü Şampiyonlar Ligi sahada mücadele eden 3, 2 hatta 1 oyuncunun eksikliğini kaldıracak bir oyun değil. Türkiye Ligi'ni de karıştırırsak, ayağımızı yerden kesersek, oynayacağın bu. Dün gece iki takım arasındaki fark, konuşulmayacak, yazılmayacak kadar fazlaydı. Bu iş ‘‘Aslanım, koçum, vatan millet’’ diyerek olmuyor. Hem para verip, takım kuracaksın, hem de ahengi iyi bulacaksın.
İnsan kahroluyor
Her şeye rağmen Beşiktaş çıkamaz mıydı, çıkardı. Bir tek pozisyon ile belki maç verilmez ama o pozisyon, elinde olmayan nedenlerden gelirse tamam. Ayağın kayar, ıska geçersin veya kontrolsüz girersin. Ama Yasin gibi kazanılmış bir topu, sırf ukalalık uğruna rakibe kaptırırsan, o zaman insan kahroluyor. Çünkü arkadaşlarının emeğini sırf bir gösteriş uğruna yok ediyorsun. Ama biz alışmışız, Türkiye'de kafasının üstüne yapanları baş tacı yapıyorlar.
Hakem düzgün bir maç idare etti. Hiç bir şekilde tartışmaya bir hareketi yoktu.
Yabancı bizleriz
Allah UEFA'dan razı olsun. Bunu ben söylemiyorum. Maça giderken metroda gördüğüm yurt dışında yaşayan bir vatandaş söyledi. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu, herkes dün gece tek vücuttu. UEFA bizim bir millet olduğumuzu zaman zaman hatırlıyor. Türkiye'de birbirine bıçak atanlar, dün o yollardaki, stat dışında ve içindeki atmosferi gördükten sonra gurur duydu. Adam yüzünü siyah beyaza boyamış, üzerinde Beşiktaş forması var, kaşkolu sarı kırmızı. Bunları gördükten sonra ben Türkiye'deki rezilliklerden utandım. Ama biz bu insanlara Türkiye'de Almancı diyoruz. Almanlar da burada onlara yabancı diyorlar. Aslında ülkemize yabancı olan bizleriz. Yani vatanında yaşayanlar.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2003
Kenara iniyor, şut atıyor, verkaç yapıyor, fizik üstünlüğünü ortaya koyuyorlar. Haliyle rakip bir yerde hata yapıyor. Sergen'in yaptığı gol vuruşunu düşünün. Adana defansı üst üste o kadar bunalmasa, Sergen o vuruşu yapabilir miydi? BENCE en tehlikeliler kaybecek bir şeyi olmayanlardır. Tıpkı Adanaspor gibi. Lucescu, her futbolcusunu değerlendiriyor. Mesela A.Hassan. İlk 11'de de oynatıyor, sonradan da oyuna soktuğu oluyor. Oyuna ilk 11'de başlatmadığı için hocasını eleştiren A.Hassan, zaman geçtikçe herhalde Lucescu'ya hak veriyordur.
Öyle veya böyle Adanaspor sahaya defans yapmaya çıkmış. Ancak, rakip defanstan hücum edecek alan boşluğunu pek fazla bulamıyor. Koca 90 dakikada en fazla üç defa buldu, birinde de gol yaptı. Aynı şekilde G.Saray ve F.Bahçe'yi düşünün, en az 8-10 gol pozisyonu veriyorlar. Bir de Beşiktaş, rakip ne kadar kapanırsa kapansın, her türlü şeyi deniyor. Kenara iniyor, şut atıyor, verkaç yapıyor, fizik üstünlüğünü ortaya koyuyor. Haliyle de rakip bir yerde hata yapıyor. Şimdi Sergen'in yaptığı gol vuruşunu düşünün. Adana defansı üst üste o kadar bunalmasa Sergen o vuruşu yapamaz.
Beşiktaş, bazı maçlarını fizik üstünlüğüne borçlu. Özellikle Türkiye'de yere sağlam basarsan, ayakta kalırsan işi hallediyorsun. Zago iyi bir oyuncu ama Ronaldo ile beraber daha iyi ses ve görüntü veriyorlar. Emre tek başına kalınca çabuklukta sırıtıyor. İbrahim bildiğiniz gibi. Gidiyor, geliyor, belki rakibin o tarafını yoruyor ama öldürücü darbe yok. Yıllar önce Süleyman Seba'nın bir asker arkadaşı vardı orada oynayan. Yürüyerek oynardı ama noktaya 30 tane orta atardı. ‘‘İlhan Mansız mı, Sinan mı?’’ derseniz, ben ‘‘Sinan'da ısrar etmeye devam’’ derim. Sergen'in kalitesi belli, Tümer çok faydalı.
Bu tip maçlarda hakem çok önemli etkili bir faktör. Ünsal Çimen kötü niyetli bir hakem değil. Ama sevgili Ünsal, büyük takımların maçlarını idare edebilecek kapasitede de değil. Emekliliği gelmiş. Ancak diğer takımların maçlarında düdük çalar, onların futbolcularını biraz korkutur. Yine her zamanki gibi topla buluştu, iki defa çarpıştı. Ben ondan biraz daha fazlasını bekliyordum. Yaşını bilmiyorum ama eğer tutsa bile, sakın hakemliğe devam etmesin.
Her şey para değil
Beşiktaş seyircisi ‘‘ben takımım için ölürüm’’ diyor. Böyle bir maça gelmeyecek de hangi maça gelecek. Fener seyircisi ile onları kıyaslıyorum, rakip bile olamazlar. Tribünlerin yarısı boş.
Adanaspor bütün yokluklara rağmen haysiyetiyle mücadele ediyor. Helal olsun. Demek ki, futbolda her şey para değil. Dün gece siyah beyazlı oyuncuların vücutları İnönü'deydi ama beyinleri Gelsenkirchen'de. Bu görüntü tribünden net bir biçimde görülüyordu. Bir türlü armutla elmayı ayıramıyoruz. Her şeyi karıştırıyoruz. İnşallah Beşiktaş'la G.Saray gruplarından çıkarlar da Şenol Güneş'in Milli Takım enkazını unuttururlar.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2003
Hakemlere bir önerim var. Sarı kartlarını gömleklerinin sağ tarafındaki cebe koysunlar. Çünkü sağ elle o cebe ulaşmak ve kart çıkarmak sol cebe göre daha zor olur. Bir de sağ cebe fermuar diktirsinler. Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra haliyle yorumlar yapıldı. Görsel basında da yazılı basında da birşeyler söylendi ve yazıldı. Herkes aynı fikirde olacak diye bir kanun yok. Hatta bu çok seslilik futbolumuza da fayda getirir. Kamuoyuna da cazip gelir.
Satılan mal daha fazla prim yapar ama bir şartla. Takıma göre yorum yaparsanız, yani renklere göre yorum yaparsanız, baltayı taşa vurursunuz. İçinizde dolaşan renkli kanlardan arınarak yorumlarınızı yapın ki, biraz doğruya yaklaşın. Allahtan maraton programı var. Yoksa çoğunuz işsiz kalacaksınız!
Yalnız benim hakemlik yaptığım spor basınıyla bugünkü arasında fazla bir fark yok. Daha vitrine yeni çıkmaya başlıyorum, Hilmi Ok büyük tehditlere maruz kalmasına rağmen beni İstanbul'da bir Galatasaray- Beşiktaş derbisine gönderdi. Basın tribününde arkadaşlarım da var. Maç oynanırken, onların bana neler dediklerini teker teker biliyorum. Gazetelerine ne yazdırdıklarını ve ne yıldız verdiklerini de hatırlıyorum. Bütün gazetelerde aldığım not bir yıldız. Ne zamana kadar biliyor musunuz?
Değişen birşey yok
O dönemdeki Galatasaray'ın teknik sorumlusu olan Jupp Derwall televizyona çıkıyor ve maçın yorumunu yaptıktan sonra ‘‘Bugün bir hakem seyrettim, Avrupa'da bile bu kalitede hakem az olur’’ diyor. Benim bütün yıldızlarım aniden üçe fırlıyor.
Bugünlerde bakıyorum, değişen yine fazla bir şey yok. Pozisyonlar Fenerbahçe'ye, Galatasaray'a, Beşiktaş'a göre yapılıyor.
Ben size bir şeyi ikaz edeyim... Kendi takımınıza istediğiniz penaltı ve faulün rakip takıma verildiğini düşünün. Veya dönün rakibinizin gördüğü sarı veya kırmızı kartın kendi takımınıza verildiğini hesaplayın. Eğer ikisine de evet diyorsanız, o zaman size söylenecek birşey kalmaz. Bakın şimdi... Serhat atılır diyorsunuz...Ali Güneş atılır diyorsunuz... Luciano atılır diyorsunuz... Yukarıdaki cümleleri düşünün, beyin jimnastiği yapın bu üç futbolcu hakkında karar verin.
Bir korner topunda Tuncay'ın iki kolunu aynı yöne açarak topu engellediği pozisyonda kart verilir diyorsunuz. Bir oyuncu rakip oyuncuyu geçerken ve tehlikeli bir pozisyon varsa, topla elle oynama pozisyonunda sarı kart görebilirsiniz. Bariz gol şansı varsa bu kırmızı da olabilir. Veya bir serbest atışta adam barajın üzerinden fırlayıp topu elle keserse, top kaleye doğru yol almaktadır. Sarı kırmızı yorumunu hakem yapar. Ama nereye gittiği belli olmayan her pozisyonda elle oynamaya sarı kart kullanırsanız, o zaman boşlukta kalırsınız.
Ben size şimdi soruyorum. Tuncay aynı elle oynamayı, ceza alanı dışında değil de içinde yapsaydı ne karar verirdiniz. Hepinizin penaltıda birleşeceksiniz. Ben de doğru diyorum. Peki bu penaltıdan sonra Tuncay'a sarı kart verir misiniz? Kime sorduysam, gelen cevap hayır. Peki nasıl oluyor bu iş böyle. Eğer Tuncay ceza alanı içinde o hareketi yapıp takımı aleyhine hem penaltı yaptırıyor, hem de sarı kart görürse, o zaman ceza alanı dışındaki Tuncay'ın da o hareketine sarı kart verebilirsiniz.
Biz maraton programında bir pozisyonu eksik yaptık. O da Ronaldo'nun Tuncay'a yaptığı hareket. Bence o pozisyonda faul bile yok. Hakem faul verdi, sonradan Ronaldo'nun itirazına olacak ki, sarı kart gösterdi. Yani o pozisyon ceza alanı içinde olsaydı, demek ki Serdar Tatlı penaltı verecekti.
Bakınız, önce şunu iyi bilelim, en tehlikeli kartlar sarı kartlardır. Çünkü geri dönüşü yoktur. Bizde bu kartları maalesef hakemler leblebi gibi kullanıyor. Sonra daha ağır pozisyonu kırmızıya çeviremiyorlar. Kırmızı kart kolaydır, gösterirsin biter. Aslında benim Türk hakemlerine sakın espiri zannetmeyin ama bir önerim var. Sarı kartlarını gömleklerinin sağ tarafındaki cebe koysunlar. Çünkü sağ elle o cebe ulaşmak ve kart çıkarmak sol cebe göre daha zor olur. Bir de sağ cebe fermuar diktirsinler. O fermuarı açayım derken geçen zamanda doğruyu bulacaklarını zannediyorum.
Hep şikayet
İşin başka bir ilginç yanı, basınımızdaki yorumcular, hem sarı kartların çokluğundan şikayet ediyorlar, hem de futbolun tempolu oynanmadığından dert yanıyorlar. Ayrıca pozisyonlar üç büyük takımın aleyhine olunca kılı- tüyü dönen futbolcunun rakibine hemen kırmızı istiyorlar. Siz Beşiktaş- F.Bahçe maçındaki yorumları, Beşiktaş- G.Birliği, F.Bahçe- Samsun maçında da yapabiliyor musunuz? Yapamazsınız, çünkü o zaman üç büyük takımın uçağına binerseniz, seyahatlerde ya taraftardan dayak yersiniz, ya da yöneticilerden hakaret işitirsiniz.
Eskiden ‘‘Kimin arabasına binerse onun türküsünü çalar’’ derlerdi. Şimdi kimin uçağına binersen onun şarkısını yazıp söylüyorsun.
Israrla yapıştı!
ŞENOL Güneş ısrarla istifa etmiyor... Kamuoyundan kendisine büyük tepki var. Ama o, oraya ısrarla yapıştı. Biliyor ki, Milli Takım teknik direktörlüğünden ayrılırsa, Türkiye'de elle tutulur hiç bir takım onunla çalışmaz. Yani ayrılmama sebebi ona göre para değil ama kamuoyuna göre para.
O, bu cümleleri sarfedenlere şereften filan bahsederek, güya cezalandırıyor. Peki yıllar önce kendisi takım kaptanıyken, Trabzonspor'un Zonguldakspor ile oynadığı maçtan bir gün önce santrforları Necmi Perekli'nin arabasına binip şehri terkettiği o meşhur maçta neler olmuştu. Bunu kendisine Milli Takım Dünya Kupası'na giderken, Sabah Gazetesi'nde yazar olduğumda da sordum.
O maçtan sonra bazı futbolcuların paraları geri verdiği, bazılarının da vermediği söylenmişti. Acaba Şenol Güneş hangi gruptaydı bilmiyorum. Açıklarsa sevinirim. Çünkü kendisi beyanatlarında özellikle bazı değerlere çok önem verdiğini söylüyor. Tekrar ediyorum, açıklama gönderirse bu satırlarda keyifle yayınlarım.
Hangisi doğru?..
ÜMİT Milli maçı bitmiş, sanki bizim Ümitleri hakem elemiş. Levent Kızıl bir taraftan veryansın ediyor. Bir bakıyorum yanında Hakan Bilal Kutlualp var ve yangına körükle gidiyor. Kimse çıkıp da ‘‘Kardeşim biz Almanya'daki o golü nasıl yedik’’ demiyor. Hani Volkan'ın rakibin önüne bıraktığı topu kimse konuşmuyor.
Yine Hakan Bilal Kutlualp bu sefer Beşiktaş maçından sonra aynı cümleleri sarfediyor. Yönetici kulübünün hakkını arayacak, bundan doğal bir şey olamaz. Ama ‘‘Ben önce taraftarım, sonra yönetici’’ demeyecek. İki hafta evvel, onun güzel bir demecini okuduştum. Galatasaraylı Ayhan ve De Boer için ‘‘Sarı kırmızılılar artık kaleci sıkıntısı çekmez’’ diye espirili bir yaklaşımı vardı.
Sevgili Kutlualp, inan şu son cümlen o iki maçtan sonra sarfettiğin cümlelerin yanında daha etkili ve de sevimli.
Şimdi kına yakın!..
GALATASARAY'ın Juventus karşısındaki galibiyeti şu açıdan anlamlı. Biz daha hala adamları sıkıştırıyoruz, AB'ye girelim diye. Biz zaten onların apartmanında oturuyoruz. Bu apartmandan atılma şansımız zaten yok. Aslında bizim onları değil, onların bizi zorlaması lazım, ‘‘Ne olur gelin girin’’ diye.
Biraz akıllı olsak, hafif hafif tehdit edici cümlelerle onların vücut kimyalarını bozarız, sonunda da havlu attırırız. Dortmund'da bunu hissettiler, haftaya mutlaka Gelsenkirchen'de bunu hissedecekler. Ama bizim bir grubumuz akıllı değil. En tehlikeli grup da Türkiye'de entel geçinen grubumuz. Savaşa hayır diye PKK ile beraber yaygara yapan entellerimiz, askerimiz, insanımız ölmesin diyordu. Amerika ile beraber Irak'a girip tampon bölge yapsaydık, savaşa girmediğimiz halde şu anda ölen insanımızın 4'te 1'i kadar bile kayıp vermezdik.
Hem de bu hayvanları ve köpekleri inlerinde boğardık. Şimdi bu bombalardan ve suikastlerden sonra kına yakın. Sözüm ona enteller nerenize yakacağını iyi biliyorsunuz.
Hakem farkı...
SON zamanlarda Beşiktaş kaptanı Tayfur'a birşeyler oldu. Hakem nerede bir düdük çalsa, yanında bitip itiraza başlıyor.
Kaptanlık demek, hakeme itiraz hakkı ve konuşma hakkı olan futbolcu demek değildir. Kaptan hakemin lüzumlu gördüğü yerlerde çağırıp ikazını yapacağı bir mercidir. Dikkat ettiniz mi? Önceki gece Galatasaray- Juventus maçında İtalyan ekibinin takımı Conti daha ağzını açar açmaz Nielsen sarıyı suratına yapıştırdı. Conti hala bandını gösteriyordu. Onun için de Nielsen Avrupa'nın üçüncü sıradaki hakemi. Onun için de bizimkiler Avrupa'da yoklar. Onun için de Tayfur veya başka kaptanlar Türkiye'de saksağan gibi hakemin kafasına gaga atarlar.
Lütfen açıklayın
TÜRKİYE'de doping merkezi kuruldu. Artık örneklerden biri dışarıya gönderilmiyor. Peki özellikle Süper Lig'de kaç maçta doping testi yapıldı, merak ediyorum. İkinci, üçüncü Lig ayrı bir alem olsa gerek. Ayrıca bu testlerden çıkan neticeleri, verilen cezaları neden açıklamıyorsunuz?
Hıncal'ın futbol haricinde yazdığı bazı cesaretli şeyleri beğenirim. Mesela Bilkent'li bir öğrencinin ona gönderdiği mektubu yayınlaması gibi. Hani bu üniversitede uyuşturucu konusunda neler olduğunu gösteren yazı.
Peki şimdi ben size soruyorum. Türkiye Ligleri'nde oynanan maçlarda yapılan doping testlerinde uyuşturucu kullanan futbolcu var mı? Yoksa tamam. Ama varsa! Neler yapıldı merak ediyorum açıklar mısınız?...
Ne dersin Lucescu?
LUCESCU iyi bir teknik adam. Ben beğeniyorum. Elindeki imkanı şartlara göre çok iyi kullanıyor. Bazen konuşunca büyük hatalar yapıyor. Mesela bir röportajında diyor ki, ‘‘Benim de yüzde yüz bir penaltım verilmedi. O zaman bizim de maçımız tekrar edilsin.’’
Bir de misal vermiş, ‘‘Romanya'da Lucescu döneminde Cavuşesku'nun takımının maçları 110 dakika oynanırdı’’ diyor. ‘‘Belki de böyle 50 maç vardı diye devam ediyor.
Sevgili Lucescu, 90 dakikalık bir maçın 101 veya 85 dakika oynatılması bir oyun kuralı ihlalidir. İkinci sarı kartttan kırmızı kart görmeyen ve maça devam eden oyuncu olursa, o maçta gene bir oyun kuralı ihlali vardır. Ama hakem penaltıyı vermezse, bu bir hakem yorumudur. Hiç kimse buna karışamaz.
Lucescu'nun bütün bunların dışında daha vahim cümlesini Fanatik Gazetesi'nde dehşetle okudum. Diyor ki, ‘‘Biz Konya ile maçı Bursa gibi arabalarla gidilebilecek bir yerde oynamak istedik. Ama Futbol Federasyonu'ndan bize 300 kilometreden daha yakında oynayamazsın dediler. Biz kurallara uyan bir takımız. Gittik İzmir'de oynadık. Ama zorlasaydık, eminim ki istediğimiz yerde oynardık.’’
Şimdi burada duralım. Demek ki Lucescu, G.Saray'da ve Beşiktaş'ta çalışırken bazı şeyleri zorlayarak Futbol Federasyonu'na yaptırmışlar. Bu cümleden net bir şekilde o çıkıyor. Ne dersin sayın Lucescu.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2003
<B>SÜRE </B>olarak biraz eksik de olsa, iki maçı da izledim. Zaten sihirli bir değnek olmadığı için bir takım 20. dakikada neyse, 80. dakikada fazla değişmiyor. Belki de bu ülkemizde böyle. Önce Denizli'ye gittim. Bodrum tarafından gelip Baba Dağları'nın tepesinden Denizli'yi görünce, hakikaten Denizli'nin bir sanayi şehri olduğunu daha iyi anladım! Daha doğrusu anlayamadım. Çünkü, şehrin üstü daha saat 15.00'te siyahi bir bulutla kaplıydı. Saat 17.00'de zehir gibi bir kömür kokusu. Neyse, biz maçlarımıza dönelim.
G.Saray, bildiğimiz gibi. Ne bir kombine atak, ne doğru dürüst bir defans, ne sağdan-soldan bindirme hücumlar, ne de ortalar... Hiçbirisi yok. Denizlispor, sarı kırmızılıları gözüne kestirmiş. Hücum ettiklerinde, özellikle rakip ceza alanı civarına geldiklerinde defanslarında G.Saray hücumcuları ile birebir oynuyorlar. Aslında yaptıkları doğru. Çünkü, G.Saray'ın üstüne gidersen, onu kımıldattırmıyorsun, hücuma çıkamıyor.
De Boer'in intiharı
Bugün herkes De Boer'e yüklenecek. Top oyundayken De Boer'le Ersen Martin yan yana gelse tamam. Ama duran toplarda sen, Ersen Martin'in yanına De Boer'i gönderirsen bu, eşyanın tabiatına aykırı olur. Ya Bülent gider Ersen Martin'in yanına ya da defansa yardıma gelen Hakan Şükür. Ya Bülent fazla uyanıklık yapıp De Boer'i gönderiyor ya da daha Ersen Martin'i tanımayan De Boer intihar ediyor.
Mondragon bir gol attırdı, yedikleri golde de hiç gerek yokken topa doğru erken hareketlendi. En az De Boer kadar hatası var. Bratu, rakibi ile çıktığı hava toplarında topa hamle yapıyor. Hem topa yükselmediği gibi hem de topa çıkan rakibin altına yatarak tehlikeli harekete sebebiyet veriyor. Anladığım kadarıyla, neredeyse hakemlikten emekli olan Metin Tokat bu dersi okumamış.
Klasik Beşiktaş yoktu
Dönüyorum, Beşiktaş-Konyaspor maçını seyrediyorum. Onlar da dün gece klasik oyunlarının tam tersini yapıyorlar. Hatta Lucescu, 60. dakikadan sonra neredeyse takımının tamamını hücumculardan kuracaktı. Ama siyah beyazlıların yapısı bu tarz oynamaya müsait değil. Her değişiklik, Konyaspor'un işine yaradı. Ceza alanının civarı kalabalıklaştı, top bir ona bir buna vurdu. Arada bir, iki defa da direğe vurup dışarı gitti.
Okan sağ çizgiye fazla inmediği için, Beşiktaş bir tek sol çizgide İbrahim'in ortalarına kaldı. Onun da Allah'ı var, iyi gidiyor da bir tane yararlı orta attığını görmedim.
Beşiktaş'ın yapacağını Konyaspor yaptı. Kazandığı topları dan-dun vurmayıp, ayağa top yaparak çıktı. Ama Beşiktaş defansı, G.Saray defansı gibi olmadığı için fazlaca pozisyon vermedi. Tayfur-Yasin yan yana oynayınca iki işi bir adam yapıp, Beşiktaş bir eksik kalıyor.
Sonları ne olur bilemem
Biz, ‘‘Beşiktaş iki oyuncu yan yana oynayınca bir eksik kalıyor’’ derken, dönüp G.Saray'a bakıyorsun, sanki 5-6 kişi eksik oynuyor. Ama G.Saray yönetimi, aynı Futbol Federasyonu yönetimi gibi. ‘‘Hem takımımızdan memnunuz, hem teknik direktörümüzden’’ diyorlar. Ama ne futbol takımları top oynuyor, ne de teknik direktörlerinin takıma bir katkısı var? Gidişleri aynı da sonları aynı mı olur, bilemem.
Bu dört takım içinde en cesaretli olanı Denizlispor'du. Bence de Giray Bulak doğru olanı yaptı. Size şu kadarını söyleyeyim; Denizlispor ikinci golü erken bulsa, G.Saray tarihi bir fark da yiyebilirdi.
En kontrollü oynayan Konyaspor'du. Hüsnü mecburdu. Çünkü, karşısında Türkiye'de kadro olarak da, futbol olarak da en iyi top oynayan Beşiktaş gibi bir ekip vardı. Ama Beşiktaş, dün eski klasik görüntüsünde değildi. Beşiktaş, belki de bu senenin klasik oyun disiplininden koparak oynadığı tek maçını geride bıraktı. G.Saray için yeni bir cümle kurmaya gerek yok. Bildiğiniz gibi. Metin Tokat'la Zafer Önder İpek, zaman zaman eyyam düdükleri çaldılar. Gereksiz kartlar kullandılar. Bazılarını da es geçtiler.
Futbol risk oyunudur. Aptalca yapmadığın müddetçe rakibi de iyi tanıyorsan, Denizlispor gibi dün gecenin en kazançlı takımı olup çıkarsın.
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2003
Maç bitti, taksiye bindim. Radyoda güzel bir fasıl çalıyordu... ‘‘Bir masalmış geçen yıllar’’ diye. Aslında bunu, bizim Şenol Güneş'e dinletmek lazımdı. İki güzelim seneyi boşa harcadı. Elinde iyi bir kadro vardı. Yavaş yavaş oynaya oynaya çok güzel bir resim yapabileceği tabloyu sağına soluna vura vura parçaladı.
Futbolda iki olay vardır. Birincisi kısa vade, ikincisi uzun vade. Kısa vadede elindeki şartları kullanırken, uzun vadeyi de düşünmek zorundasın. Nasıl yaparsın? Takımla yavaş yavaş oynarsın, gençleri monte edersin. Şenol'un bu imkanı da elinde fazlasıyla varken o, eldekilerle oynamaya kalktı. Şimdi herkes, Şenol için yazacak. ‘‘Şöyle yaptı, böyle yaptı, istifa etsin, gitsin’’ diyecekler. ‘‘Ben dememiş miydim?’’ diye başlayan cümleyi hiç sevmem. Kusura bakmayın, burada kullanacağım.
Bu takım dünya üçüncüsü olduğunda, yani 2 yıl önce, aynen şunları söylemiştim: ‘‘Dünya şampiyonu da olsak fark etmez. Ben, Haluk Ulusoy'un yerinde olsam, bu Şenol Güneş'in maaşına zam işine son verirdim.’’ Yine aynı görüşteyim.
Kına yaksınlar
Ne yapalım, kader böyleymiş. Olan Şenol'a değil, hem Türkiye'de yaşayanlara, hem de Avrupa'daki milyonlarca gurbetçimize oldu. Portekiz'e gidemeyeceğiz. Futbolu, daha doğrusu Milli Takımı 2 sene unutacağız. Avrupa'da esamemiz okunmayacak. Şenes Erzik'le dalga geçecekler. Basın mensuplarıyla dalga geçecekler. Şimdi o bazıları, oturup, kına yaksınlar. Öyle tuhaf işler oldu ki, bugünleri gören söyleyen basın mensupları hain, hatta daha ileri gidilerek vatan haini ilan edildiler. Kendilerinden başka herkes suçlandı. Yurt dışına uçaklar dolusu adamlar götürülürken, Şenes Erzik'e ‘‘maçlara gelseydi’’ dediler. İyi olduğu zaman hep kendilerine yonttular, kötü oldu mu hep başkaları suçlu bulundu. Diyeceksiniz ki, ‘‘fubolcuların hiç mi suçu yok?’’ Var tabi. Ama, at sahibine göre kişner derler. Aslında daha ağır sözler var bizim dilimizde ama onlar herhalde bu sütunlarda yazılmaz.
Sonunda vurulduk
Ne oldu? Hani kramponlar kısaydı? Saha buzluydu? Hakem art niyetliydi? Hava soğuktu? Bir şey değişti mi? O Letonya takımı, bizimle top gibi oynadı. Rüştü efendi hakeme gitti, sarı kart görünce cezalı duruma düştü ve oynamadı. Olsa, belki ilk golü çıkarırdı. Deniz, 2 senedir A Milli Takım'da oynamak için birilerinin atılmasını mı bekledi? Veya Deniz'in illa İstanbul'da üç büyüklerden birine mi gelmesi lazım? Gökdeniz'in, Okan'ın yerine oynaması için illa İstanbul'da mı top koşturması lazım? Aslında bunların hepsi hikaye. Çok sektik keklik gibi. Sonunda vurulduk. Dünya Kupası'nda Avrupa takımıyla oynamadan üçüncü olduk. Aslında o kadar şansla Brezilya'yı bile geçmemiz lazımdı.
Futbol gerçeklerin oyunudur, hayallerin değil. İspanyolların bir atasözü vardır. Ben çok severim. ‘‘Viva esparrando morto kakando.’’ Aslında dikkatle baktığınızda, bizim kullandığımıza çok benziyor. Ne demek biliyor musunuz? ‘‘Hayalle yaşayan kakasını yaparken ölürmüş.’’
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2003
Ben federasyon başkanı olsam, Şenes Erzik gibi etkili birini kullanır limon gibi suyunu çıkarırım. Ama federasyonumuz, ''Biz kötü oynuyoruz'' diyeceğine, suçu Erzik'e atıyor. KORKUNÇ tehlikeli şeyler oluyor. Bakın, ‘‘Korkunç’’ diyorum, yalnızca ‘‘Tehlikeli’’ demiyorum..
Grupta İngiltere ile iki maç oynadık, boyumuzun ölçüsünü aldık. İşin başka bir yönü de, adamlar bize haddimizi bildirdiler. Hem idari, hem teknik, hem de yönetim yönünden bize ders verdiler.
İngiltere ile maç yapmadan önce ve sonra bu ülkenin Futbol Federasyon Başkanı'nı birisiyle konuşurken, yazılı, sözlü beyanat verirken gördünüz mü, duydunuz mu? Ben ne gördüm, ne de duydum.
Teknik direktörlerine sık sık rastladınız mı? Tabii ki hayır.
İngiltere örneği
Eriksson bütün riskleri göze aldı, İngiltere'de bize karşı 17 yaşında bir bebeyi oynattı. Kaybetseydi, belki de kovulacaktı. Yani risk aldı. Biz ne yaptık? Fransa'da, Konfederasyon Kupası'nda mükemmel bir hava yakaladık.
Oradan 4-5 futbolcu alıp, bu eskimeye yüz tutan milli takımımızı yenileyemedik. Ne yaptık? Dünya Kupası'nda Şenes Erzik'i aradık, istediğimiz hakemleri tayin ettirdik. O Şenes Erzik, bu Dünya Kupası'nda Kore'nin, FIFA delegesiyle birlikte neredeyse diğer ülkelerin boy hedefi oldu.
Şimdi, ‘‘Ses versene, yumruğu masaya vursana’’ diyor Haluk Ulusoy. O zaman, bu mantığa göre bizi dünya üçüncüsü Şenes Erzik yaptı. Aynı Şenes Erzik şimdi kuyumuzu mu kazıyor. Var mı böyle bir mantık.
Zarar görürüz...
Bakın arkadaşlar, bizim milli takımımız, Allah korusun, Portekiz'e gidemezse, bundan en büyük zararı Şenes Erzik ve Türk basını görür. Böyle bir adam elinizde, lütfedip Letonya'ya davet etmiyorsunuz.
Burada bir önemli nokta var. Avrupa'da oynanan resmi maçlardan bir gün önceki akşam, iki takım başkanları, yöneticileri, UEFA gözlemcisi, hakem gözlemcisi ve hakemler bir yemek yerler. Ve bu yemek psikolojik olarak çok önemlidir. Böyle bir yemekte Şenes Erzik'in olması ne demek düşünebiliyor musunuz?
Davete çağırdınız mı?
Sahanın altı buzluymuş, sahaya maçtan beş saat evvel su basmışlar. Sahanın ısıtma tertibatı arızalıymış ve aynı kramponlarla oynayan Letonyalı oyunculara hakem izin vermiş, bizimkilere vermemiş. Şenes Erzik maçtan bir gün evvel o yemekte olsa, maç günü de tribünde olsa bunların kaçı olurdu acaba? Bence hiçbiri.
Şenes Erzik'i davet edersin, gelmezse de Türkiye'ye şikayet edersin. Ben Federasyon Başkanı olsam, Erzik de bu konumda olsa, onu kullanır, limon gibi sıkıp sıkıp suyunu çıkarırım.
Şimdi size daha ilginç birşey daha söyleyeyim. Hadi oraya Erzik'i çağırmadınız. Peki, bugün 20.30'da maç oynanacak.
Dün akşam İstanbul'da iki takım başkanlarının, yetkililerinin, UEFA gözlemcilerinin ve hakemlerinin olduğu davete niye Erzik'i çağırmadınız?
İflah olmaz...
Size başka bir şey daha söyleyeyim... Bu maçı idare edecek hakem Frisk neredeyse Şenes Erzik'in manevi oğlu gibidir. İkisi de birbirini çok severler. Ama aynı Şenes Erzik, Kore- Japonya'daki Dünya Kupası'nda formsuz olan bu hakemi memleketine gönderen adamdır.
İşin daha kötü tarafı, hem federasyonumuz, hem teknik heyetimiz, ‘‘Biz kötüyüz, uzun zamandır iyi futbol oynamıyoruz’’ demiyorlar, habire etrafta suçlu arıyorlar.
İnşallah bu Letonya'yı eler gideriz. Ama İngiltere'den sonra elersek bile, Letonya maçlarından gerekli dersleri çıkaramazsak, zaten iflah olmayız.
Sigortasız şoförler
İSTANBUL'da taksilerde, dolmuşlarda ve halk otobüslerinde vardiyalı çalışan şoför adedi 80 bin kişiyi buluyor. Bu müthiş bir rakam. Sadece taksilerin plaka parası, isim hakkı 150 bin dolar. Yani 225 milyar lira civarında.
Her taksi bir işyeri durumunda. Patron da yanında şoför çalıştırıyor. Bugün bir çok lokantanın sermayesi 225 milyar lira etmez.
Ama maliye memurları bu lokantalara girip, sigortasız işçi çalıştıran patrona ceza keserek dükkanını kapatıyor. Sayın Maliye Bakanı Unakıtan, acaba 80 bin şoförden kaç tanesi sigortalı çalışıyor. Hiç kontrol ettiniz mi veya bu işin üzerine gittiniz mi?
Hayatımda yaptığım en büyük hata, kazandığım parayla İstanbul'da taksi, dolmuş veya otobüs plakası almamak oldu. Bir liste çıksa, bu plakaların kimlerin elinde olduğunu hayretler içinde okursunuz.
Doğrusunu YAPTIK...
İNGİLTERE'de oynanan maçta İstiklal Marşımız çalınırken, çoğunluk İngiliz seyircisi terbiyesizlik yapıp, bağırarak ıslıkladı. Hatta bazı basın mensupları Fatih Ayel'in abartılı tepkilerini eleştirdi.
Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda bu sefer bizim seyirci aynı tepkiyi koyunca ve ben ‘‘Bu tepki doğru’’ deyince, bazı spor yazarları beni eleştirdi.
Riga'ya giden Milli Takımımız’a daha gümrükteyken kötü muamele yapıldı. Malzeme torbaları bile köpeklere koklattırıldı. Aynısını biz onlara İstanbul'da yaptık ve iyi de yaptık, doğru da oldu. Fazla beyefendi olursanız, tepenize biniyorlar. Size elinizi uzatana iki elinizle koşun, ama aksinde de hadlerini bilsinler.
Hakemlerle OYNAMAK
FRİSK futbolcuya, Veissiere'e göre daha bir esnek yaklaşan hakem tipi. Ama biz ellerimizle, kollarımızla ve tepkilerimizle hakemi kendimizden itiyoruz. Onu kart göstermeye tahrik ediyoruz. Yardımcı olmuyoruz. Onunla mücadeleye giriyoruz.
İstanbul'da tam tersini yapmalıyız. Bakın o zaman işin rengi nasıl değişecek. Hakem ile oynanır, ama biz hakemle oynamayı sanki onun üstüne yürüyüp, ellerimizi kollarımızı kaldırıp, itiraz edip, dövmek gibi algılıyoruz.
Yazının Devamını Oku