Sihirli fanus

Kura çekimini dikkatle izlediniz mi? Johansson topları şöyle bir yalandan karıştırdı. İlk takım Letonya, ikinci takım Türkiye. Bu ne kadar büyük tesadüftür yarabbim.

Yukarıda olayın şiddet yönünden, disiplin yönünden bahsettim. Şimdi biraz da teknik yönüne girelim. Son bölümde de, size güzel bir hikaye anlatacağım.

Milli Takım sahaya çıktığı zaman, kadroya bakıp fazla bir şey söyleyemezsiniz. Güneş, ‘‘Fazlaca kapanacak İngiliz Milli Takımı'na karşı çalıştığı bir kadro ile sahaya çıkmıştır. Derslerini iyi okumuştur’’ diye düşünüyoruz. Maç başlayınca, Şenol'un bırakın dersine çalışmayı, kitabın içine Tommiks-Teksas romanları koyup okuduğunu görüyoruz.

Okan, kendi takımında oynamıyor. O zaman oynayanı düşün. Dönüp söyleyeceksiniz ki, Rüştü de oynamıyor. Ama Rüştü'ye mahkumsun, Okan'a değilsin. Sallanan Okan’ı çabucak oyundan alman lazım.

Yıldıray nerede?

Sergen
de tutmadı. Bence 90 dakikaya onunla başlamak da doğru, onu da al. Çünkü yanında oturanlar var. Uzun boylu, biraz ağır, kapanan bir defansa belki de Avrupa'da hiç olmayacak kadar defansın arasına girip batarak oynayan bir futbolcu yanında oturuyor. Kim bu? Yıldıray. Direkt kaleye giden bir adam. Ama Şenol, bu Okan'a ne kadar artı bakıyorsa, Yıldıray'a da o kadar şaşı bakıyor.

Şenol Güneş öyle işler yapıyor ki, adamlar zaten geride kalabalık. 4 forvete dönüyor. O dakikadan sonra olmayan orta sahan da bitiyor. Eriksson da kıs kıs gülüyor.

Sakın gerginliğin arkasına saklanmayın. Bu takımdaki oyuncular, sadece sahadakiler değil kadrodakilerin hepsi üst düzeyde oynamış oyuncular. Yıllardır, ‘‘Gerginliğin babasını’’ yaşamışlar. Devre arasındaki olaya da sığınmayın. Rakip senden 5 dakika sonra maça çıktı. Sen sahada onları bekledin.

Kulak ve taktik...

Daha önemlisi, hiçbir futbolcuya maçın içinde maçtan yarım saat evvel ve devre arasında belli taktikleri veremezsiniz. Ufak, tefek şeyler söylersiniz. Hazırlık günler öncesinden yapılmalıdır. Yoksa bu dakikadan sonra söyledikleriniz, futbolcunun bir kulağından girer, diğerinden çıkar. Yani Şenol bu maçta da sınıfta kaldı. Zaten Dünya Kupası dahil, bir tek futbol oynamışız, İlhan'ın altın gol attığı Senegal maçı.

Şimdi gelelim hikayeye. Bunu ister hikaye kabul edin, ister gerçek. Bazıları benim başımdan geçti, bazılarını da siz düşünün. Hani bazı filmlerin başında yazar buna benzer cümleler. Ben başında söylüyorum.

Türk futbol seyircisi, Avrupa'nın en çok para harcayan, en çok gezen, en heyecanlı 3 seyircisinden biri. Yani Türkiye'nin, Portekiz'de olması, UEFA için önemli bir olay. Sponsorlarımız var, Mercedes, Adidas, Turkcell, Pepsi gibi. Eee.. Takım olarak da fena değiliz.

Futbol bir şölen değil mi, şölen. Ama önce İngiltere, o babalardan çünkü. Sonra Türkiye. Aynen yıllar önce olduğu gibi. ‘‘Önce mülkiye, sonra Türkiye’’ derlerdi ya. Onun gibi birşey.

Kardeş kardeş...

Kura çekimini dikkatle izlediniz mi? Johansson topların başına geldi. Şöyle bir yalandan karıştırdı. İlk takım Letonya. Sonra ikinci takım Türkiye. Sonra bakın eşlemelere. Hep böyle büyük kardeş, küçük kardeş gibi. Bu ne kadar büyük tesadüftür yarabbim.

Niye o topları ülkelerin temsilcileri çekmiyorlar. Kura değil mi? Hiçbir şekilde şaibeye açık olmamalı. Ne malum bazı topların sıcak, bazı topların soğuk olmadığı. Bir sıcakla, bir soğuğu eşleştirirsin olur biter. Bazı topların içinde titreşim olduğu, bazılarında olmadığı ne malum. Kim biliyor? Diyeceksiniz ki, ‘‘Ya Erman.. Sende amma art niyetlisin.’’ Yoo değilim. Aslında bu hoşuma da gitmiyor değil. Demek ki, Avrupa'da belli bir yere gelmişiz. Yemeklerdeki gibi ara sıcak olmuyoruz. Yani bizi rahat yiyemiyorlar.

Peki, beni bu düşüncelere, bu tahminlere iten ne geçti ki başımdan. Geçti arkadaşlar geçti. Yıllar önce hakemim. Spor Bakanı da M. Ali Yılmaz. ‘‘Hakemler kuraya gidecek, hakemler kurayla tayin edilecek’’ dedi. Bizi tavşan gibi torbaya soktu. O zaman Ankara'dayım. Hayri Yazıcı'yı da çok severim. İyi arkadaşımdır, hayat adamıdır, muhabbet adamıdır. Ankara'da bir gece yemek yiyecek ve gezeceğiz. Misafirim olacak. Unutmadan söyleyeyim. Yazıcı da o sırada Fenerbahçe'de yönetici. ‘‘Ermancığım’’ dedi. ‘‘Biliyorsun bu hafta Trabzon'da dönüm maçı oynayacağız. Senden başka bir hakemle biz orada çok tekme yeriz. Sen olursan 50'ye 50 oynarız. Onun için bu maça seni verecekler.’’

Sen işine bak...

‘‘Bir dakika Hayri, burada dur’’
dedim. ‘‘Bir, benim maç sıram yok. İki, hafif bir sakatlığım var. Üç ve en önemlisi, bu işler biliyorsun kura ile belirleniyor.’’

‘‘Sen işine bak’’
dedi.

‘‘O zaman bu yemeği bir gün erteleyelim’’ dedi. Bir gün sonra saat 14.00'te hakem işleri müdüründen bir telefon aldım. Trabzon- F.Bahçe maçına kuradan ben çıkmıştım. Hatırlarsınız o maçı, Trabzon 3-1 kazandı. Hani, 90 dakikanın bitiminde seyircinin Semih'in üzerine yürüdüğü ve benim Semih'i onların elinden aldığım maç. Evet beyler, torbaya 2 tane, 3 tane Erman atarsan, 1 tane Erman çıkar. Veya torbaya işaretli Erman atarsan, o çıkar.

Bir kaç hafta sonra, yine torbadan çıkıp bir başka maça gittik. Yardımcı hakemler takımları kontrol ederken, Şeref Tribünü yanından bir seyirci, ‘‘Ulan Erman, seni torbaya atmadan evvel halletmek lazım’’ demişti.

Ben de diyorum ki, mesela yani, Türkiye'deki torbalarla, UEFA'nın cam fanusu arasında bir fark var mı?

Hikaye bu ya !..

Ses verin beyler

ŞENES Erzik
, UEFA'da ikinci adam. En etkili spor adamımız o. Haluk Ulusoy Federasyon Başkanı. Artık bu ikilinin oturup, ama samimi olarak oturup, bazı şeyleri halletmesinin zamanı geldi de, geçiyor. Eğer biz UEFA kurullarına en az 8-10 kişi sokmazsak, sonumuz kötü. Yarın Erzik orada olmayabilir Ne yapacağız? Onun için bu ikilinin asgari müşterekte buluşarak, birbirlerine destek olma zamanı geçiyor bile.

Misal vereyim. Can Çobanoğlu diye bir menajer var. Denizli varken de vardı, Terim, varken de, Şenol varken de... Temsil kabiliyeti zekası, hırsı aklıyla çok düzgün bir adam. Futboldan değil, voleyboldan gelme. Olsun, sporcu ya. Niye böyle adamlar UEFA komitelerinde görev yapmazlar?

Onun için biz, sahadaki mücadelemizi masada devam ettiremiyoruz. Bakın bakalım, İngilizler, UEFA'da kaç adamla cirit atıyor. Ya Almanlar, İspanyollar, İtalyanlar... Futbolmuzun geleceği açısından en önemli konu bu. Buna ne dersiniz Sayın Ulusoy, Sayın Erzik. Ses verin, aynen yazalım. Ama vereceğiniz ses candan olsun, yalandan değil.

Beckham birbirimize düşürdü

BÜYÜK balık, küçük balığı yuttu. İngiltere, Portekiz'in biletini aldı. Nielsen sakatlanmış, Collina maça verilmiş, ‘‘Bize uğurlu’’ gelirmiş, Beckham, sahanın içini çomaklamış, gerilmişiz. Arkadaşlar, hep havadaki kuşlara bakıyoruz. Mal yerden yürüye yürüye köprüyü geçiyor. Daha hala bazı şeylerin farkında değiliz. Sebebi, küçük düşünüyoruz.

Biz futbolda mahalle değiştirdik. Kenar mahallelerden, yani varoşlardan yavaş yavaş kaliteli mahallelere geliyoruz. Ama daha henüz oralara ulaşamadık. Sahada bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama bir yerde, ‘‘Hoopp, arkadaş’’ diyorlar bize.

Bakın, İtalya, İngiltere, İspanya ve Almanya'ya. Bu dört ülkenin alt yapısı var, çok şeyi hazır. Zaman zaman bunlardan bazıları sahada iyi değiller. Aynen İngilizler’de olduğu gibi. İngiltere takımının kadrosuyla, bizim Milli Takımımız’ın kadrosu arasında bizim lehimize farklar var. Ama bundan faydalanamıyoruz.

5 baba oyuncu

Şenol Güneş,
bu kadronun altında kalıyor. İngilizlerle maç yapıyoruz, kadromuza şöyle bir bakın, 5 tane baba oyuncu var. Bülent, Hakan, Tugay, Rüştü ve Alpay. Bunlar sırayla da kaptanlık yapıyorlar. Biri olmadı mı, diğeri. Beşinci sıradaki futbolcu, ‘‘Babadan kalma bir alışkanlıkla’’ rakibin üstüne yürüyor. Rakibi ise Beckham.

Hani bir cümle vardır, ‘‘Dünyaya gelirken cam atıp çıkmış’’ diye. Adam çok zeki. Orada sahada oynadı, bizimkileri çıldırttı. Burada sahada çıldırtamadı. Çünkü kameralar vardı. Tünelde çıldırttı. Takımını sahada iyi idare etti. Maçtan evvel kazan kaldıran futbolcuların elebaşısıydı. Yani federasyonla da oynadı, bir yerde teknik direktörüyle de. Ama takımını Portekiz'e götürdü.

Bizim 5. sıradaki Alpay, 4. sıradaki Rüştü ile soyunma odasında tartıştı. Olabilir, ama olmaması gerekir. Yani Beckham çomakladı, biz birbirimizi yedik.,

Peki, bizim ufak Emre'yi gördünüz mü? Beckham'ın saçını okşayıverdi. Adam delirdi. Ne de olsa ufaklığın futbolu da, zekası da cin gibi.

Bakın teknik olarak taktik olarak bir şey söylemiyorum. ‘‘Bizim teknik direktörümüz bu sıralarda ne yapıyordu acaba?’’ İşte bütün mesele burada. Şenol, pek çok konuda futbolcuların altında. Üstüne de çıkamıyor. Fransa'da, Konfederasyon Kupası'nda kımıldar gibi oldu. ‘‘Tamam’’ dedim, ‘‘Şenol yırtacak’’ Ama babalar tekrar takıma dönünce bizim teknik direktörümüz de eski havasına dönüverdi.

Aferin seyirciye

M
AÇTAN önce İngiltere Milli Marşı'nda seyirci onları ıslıkladı. Bizim bazı ulema spor yazarlarımız, TV yorumcularımız, hemen ahkam kestiler. ‘‘Niye bunlara tepki konulmuyor’’ diye.

Sayın ulemalar, oradaki maçta Milli Marşımızı, ıslıktan, bağırmaktan ve küfürden biz dinleyemedik. Hatta bu küfürlere bacağını sallayarak tepki gösterdi diye Fatih'e kızdık. Burada gösterilen tepki çok bilinçli ve düzgündü.

Hırsızların günü

YİNE maçtan önce açıklama var, ‘‘Cep telefonlarını getirmeyin’’ diye. Peki bu telefonlar nereye konulacak? Arabalara. Arabalar nereye park edecek? Stadın yakın yerlerine. Yani, hırsızların ağzının suyu bir hafta önceden akmaya başladı bile. Ama her şeye önlem alındı, buna alınmadı. Bol bol araç soyuldu.


Kırılan eller

A
K Parti, İmam Hatip okullarıyla gerçek yüzünü göstermeye başladı. Bence de sürpriz değil. Aldığı üçte bir oyla, 3'te 3'ü idare ediyor, o bir gerçek. Ama asker sonunda patladı. 2-3 ay sonra birilerinin kafası patlayabilir mi? Olabilir. En önemlisi yarın bir gün seçim olsa, - AK Parti'ye oy verenlerin dışında kalanlara- ‘‘Oyunuzu kime verirsiniz?’’ desem, görüntüde kimse var mı? İşte Türkiye'nin en zavallı hali bu. Hep kerhen, adam bulamadığımız için oy attık. Sonra da, ‘‘Ellerim kırılsın’’ dedik. Kırılacak ne elim kaldı, ne ayağım.

Tinerciler kaçtı

BEYOĞLU'NDA artık geceleri rahat rahat gezebiliyorsunuz. Çünkü her 50 metrede bir temiz yüzlü, güler yüzlü polisler görüyorsunuz. Hemen farkedilmiş. O tinerciler, sakal isteyenler yerin altına girmişler.
Yazarın Tüm Yazıları