17 Kasım 2003
<B>SİNEK </B>ufak ama mide bulandırır, demişler. Tam böyle bir rakiple oynuyoruz. <B>Şenol Güneş, </B>ne kendi dersini iyi çalışmış, ne de talebelerini çalıştırmış. Daha kötüsü, psikolojik olarak takımını hiç hazırlamamış. Rüştü ve Fatih Akyel'in gördükleri sarı kart, Emre'nin oyundan atılması ve bu üç oyuncunun İstanbul'daki rövanşta oynayamacak oluşları, bunun en basit örneği.
Biz, bu takımı İstanbul'da normal şanrtlarda yeneriz. Ama nasıl? Öncelikle sabır gerekli. Letonya'nın 9 numarası Verpakovskis -ki golü bu oyuncu attı- ve 10 numaralı oyuncusu Rubins çok çabuklar. Letonya, 4-4-2'yi çok iyi oynuyor. Özellikle 10 numaralı Rubins sol çizgiyi iyi kullanıyor. Dolayısıyla da rakip defansı açıyor, genişletiyor. Böyle olunca da orta dörtlüden bizim defansımızın üzerine çok çabuk, mızrak gibi geliyorlar. Ve topu kaptırdıkları anlarda da en kestirme yoldan yıldırım gibi geriye dönüyorlar. Biz de Riga'da onlara yardım ettik.
Adamlar çok tehlikeli
Tugay, Emre ve Okan, aldıkları ilk topları rakip defansın arasına atacaklarına, bir sağ tarafa döndüler, bir sol tarafa. Zaten bir yan top yaptığın zaman, rakip geriye gelip kapanıyor. Bir anda sekiz kişi oluyorlar. Delecek yer bulamıyorsun. Bunu İstanbul'da daha da katı bir şekilde yapacaklar. Ve bunu yaparken de mümkün olduğu kadar ceza alanına girmemeye gayret ediyorlar. Rakip defanstaki iki futbolcu özellikle çok ağır. Hava toplarında iyiler. Yerden de rakibin yüzünü kalelerine döndürmüyorlar. Bizim özellikle 10 numaralı Rubins ve 9 numaralı Verpakovskis'e geniş alan bırakmamız lazım. Ve aldıkları ilk topta yüzlerini döndürmeden basmak gerekir. Çünkü hareketlendikleri zaman, bu oyuncular hem çabuklar, hem de süratliler. Bizim en çabuk adamımız dediğimiz Fatih Akyel bile Riga'da arkalarından yetişemedi.
Formda olanı oynat
Milli Takımımız için bir tehlike başladı. Bu, uzun zamandır da gözüküyor. Oyuncular, milli hislerini ve hırslarrını kaybetmişler. Sanki doymuşlar. Bunda Şenol'un da payı büyük. Çünkü, takımlarında kötü oynayanı, hatta oynamayanları aldı aldı oynattı. Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum. Kore'de formsuz Hakan'da ısrar etti. O kadar çok etti ki, çocuğu da duman etti. O zaman arkasında bekleyen İlhan da formdaydı. Senegal'e attığı golle bir anda havasını bulmuştu. Böyle olduğu halde bile Hakan'da ısrarı ne kadar yanlışsa, önceki gece Hakan'ı 18'e almaması da o kadar yanlıştı. O Hakan ki, G.Saray'da kötü de oynamıyor. Neymiş, Milli Takım'da isteksizmiş. Allah Allah o zaman kadroya alma. Hakan, yeni bir oyuncu değil ki. Okan Buruk, yine ilk 11'de. Takımını sırtlayan Gökdeniz yine kenarda.
Eşinden ayrıldıktan sonra G.Saray'daki form grafiği süratle düşen Ergün de kadroda. Onun yerine oynayacak olan ve takımına çok fayda sağlayan Tümer, kenarda. Peki nasıl olacak bu iş?
Kendini anlatmaya kalkma
Şimdi artık öyle bir noktaya geldik ki, şuydu, buydu hepsi hikaye. Ya Letonya'yı İstanbul'da eleyeceksin ya da bu Milli Takım'dan en 7-8 futbolcu gidecek. Yani başka çıkış yolu kalmadı. Eğer futbolcularımız bu maçı bir haysiyet, onur meselesi yaparlarsa alırlar. Eğer, cumartesi akşamı oynadıkları gibi, doymuş askerler gibi, lejyonerler ordusu gibi oynarlarsa, bu Letonya bizi geçer. Çok zor bir maç oynayacağız. Çünkü, 2-0 öne geçsen bile 85. dakikada yiyeceğin bir golle eleneceksin. Her şeyden önce sinir sistemin iyi olacak. Bunu da yapacak adam Şenol Güneş. Ama bakıyorum, o hala kendini medyaya anlatmaya kalkıyor. Bu kadar yıl sonra kendini anlatamamışsan ve bu insanlar seni tanımamışsa, bundan sonra hiç uğraşma Şenol. Al ilk maçın kasedini, defalarca seyret, ne yaptım diye.
Fransız hakem doğrusunu yaptı
Aslında ben, senin yerinde olsam, futbolcularla bir odaya kapanırım ve onlara ne istediklerini sorarım. Hatta ve hatta çarşamba akşamı taktiğini onlarla beraber belirlerim. Çünkü ters bir takımla oynayacağız. Letonya'nın oyun sistemi, rakibin kendi arkasında ne kadar çok alan bırakmasına bağlı.
Türkiye'de genelde üç büyüklerde oynayan futbolcularımız lig maçlarında devamlı hakemlere fırça atmaya alışık olduklarından, aynısını Riga'da da yapmaya kalktılar. O da bizim futbolculara Fransız oldu. Doğrusu, Fransız hakemin yaptığı doğru, bizimkilerin değil. Ama hiç gereği yokken, daha ilk maçta, İngilizleri kışkırtıp tahrik eden Alpay, federasyon tarafından, Şenol Güneş tarafından ‘‘koçum’’ diye taltif edilirse, şimdi de Rüştü'ye, Fatih'e ve Emre'ye Futbol Federasyonu'nun birer şilt vermesi lazım.
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2003
<B>NE </B>psikolojik, ne rakibin futbol karakteri, ne de hava ve zemin şartları olarak maça hiçbir şekilde iyi hazırlanamamışız. Sahaya ısınmak için çıkıyoruz, kramponlar kifayetsiz. Ve soyunma odasında bunun hadisesi oluyor. Bir kısım diyor ki: ‘‘Hava çok soğuktu, zemin çok sertti.’’ Adamlar, Futbol Federasyonu'nun Beylerbeyi Tesisleri'nde mi oynadılar dün geceki maçı? Aynı şartlarda oynadık. İyi futbolcu, iyi takım, saha, hava, rakip şartlarına uyan takımdır. Gerisi hikaye.
Letonya'nın girdiği pozisyon, ofsayt olabilir veya olmayabilir. Pozisyon bitmiş. Hakemin karakteri belli. Sen, daha hala yardımcıya ısrarla itiraz ediyorsun ve sarı kartı yiyorsun. Bu şekilde sarı kart gören kalecimiz Rüştü, İstanbul'daki rövanşta yok. Emre Aşık, rakiple mücadele ediyor. Hakem daha oyunu durdurmamış, avantaj uyguluyor. Adam seni tutuyor, hakem avantaja bırakmış. Oyun senin lehine ve sen adamın suratına dirsek atıyorsun. Niye böyle bir şey yapıp, kırmızı kartla atılıyorsun? Çünkü, beyin olarak hazır değilsin. Kısacası, nereyi tutsan elinde kalan bir oyun.
Bu sahada top sektirilmez ve mümkün olduğu kadar kademeye fazla girilir. Çünkü, sekecek bir topta, ikinci adam müdahale eder. İlk toplara girilir. Hangisini yaptık? Hiçbirini. Letonya'nın defansında görev yapan üç adamı resmen kereste gibi. Kessen iki yatak odası, bir oturma odası takımı çıkar. Ama sen, onları rahatsız bile edemiyorsun. Doğru dürüst bir tane yan top geldi. O da direğe gitti.
Letonya hak etti
İyi oyuncu, her zemine, sahaya ve rakibe uyan oyuncudur. Biz, kendimizi büyük gördük. Ama dün gece küçük futbol oynadık. Letonya, her şeyi ile bu maçı hak etti. Eğer İstanbul'da da böyle oynarsak, Portekiz'e Letonya gider. Dünya Kupası'nda hiçbir Avrupa takımı ile oynamadan üçüncü olmuştuk. Ve bunu söylediğimizde antipatik geldik. İşte Avrupa'da esamesi olmayan bir Letonya karşısında ne hallere düştük? Bırakın oyun kurmayı, doğru dürüst top yapamadık. Orta sahamız hiç yoktu. Defansın göbeğinde çok açıklar verdik. Orta saha olmayınca hücumda da olamadık.
Şenol Güneş, zaten yoktu. Ergün Penbe, kendi takımının en kötülerinden. Okan Buruk, kötü bile değil. Çünkü, takımında oynamıyor. Türkiye Ligi'nin, bunların yerinde oynayacak formda iki oyuncusu Gökdeniz ve Tümer, Şenol'un yanında. Zaten soğuktan donmuşmar. Son dakikalarda onları oyuna sokuyor. Çok maçımızı şansla kazandık. Ama bir gün onu bize bırakacağını hiç düşünmedik. Dün eğer şanslı olsaydık, Emre'nin vuruşu direğe vurmaz içeri girerdi. Ama bu gol olsaydı, futbol adına ve Letonya adına yazık olurdu.
İstanbul'da ne yaparız? Sinirlenirsek, onların çabuk oyuncularının arkasından tekme atarız. Yine eksiliriz ve gol yeriz. Zaten İstanbul'da yiyeceğimiz bir gol, bizi tamamen bozar. Yazıyı gene bir Türk gibi bitirelim. İnşallah Portekiz'e biz gideriz. O zaman da başta Şenol Güneş olmak üzere bu takımı hazırlayanlara ‘‘maaşallah’’ deriz. Çünkü, Riga'da dün gece iki futbol takımı maç yaptı ama birisi kız takımıydı, diğeri erkek takımı. Futbol çıtkırıldım sporu değil. Sağlam basacaksın.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2003
Türkiye'de yıllarca maç satanlar çatır çatır hakemlik, gözlemcilik ve hatta MHK üyeliği yaptı. Böyle bir ortamda, Ali Aydın'ın lisansını yırtmak, kötü örnek olmaktır, prim vermektir. Ankaragücü'nde 70'li yıllarda futbol oynarken, rahmetli Sabri Kiraz, 15 günde bir o zamanın faal hakemi olan Veli Necdet Arığ'ı kulübe davet edip, bir saat ders verdirir, bu dersin sonunda da sevgili Arığ, 17 sorudan oluşan bir kağıtla hepimizi oyun kurallarından imtihan ederdi.
Bu imtihan müthiş bir rekabet içinde geçerdi. Çünkü az puan alanlarla dalga geçer, kızdırırdık. Kimse de kimseye kopya vermezdi. Belki de, o ‘‘Bastır Ankaragücü’’ sloganını çıkaran takımın başarısı altında bu uygulamanın önemli bir payı vardı.
Futbolcu hakemle oynar mı, oynar...
Oyun kurallarını ve oyunun kurallarını biliyorsan, hele hakemi zayıf bir anında yakalamışsan, onunla istediğin gibi oynar, istediğini yaptırırsın. Ama maalesef şu anda Türkiye'de bırakın futbolcuyu, yönetici ve teknik adamlar bu kuralları bilmiyor.
Kabul etmiyorlar
Bunun en son örneğini F.Bahçe- Ç.Rize maçında yaşadık. İşin daha kötü tarafı, bu gruplardan bazı fertler bilmediklerini bilmiyorlar, kabul etmiyorlar.
Daha yakın zamana kadar ofsayt kuralı değişti diye gazetelerde şekiller çizildi. Yanlış habere, yanlış yorumlar yapıldı. Victoria oyun kurallarını bilseydi, artı oyunun kurallarını bilseydi, hakemi uyarır ve kendi isteği ile kırmızı kart görürdü. Yani maç gelmiş 88'e, ondan sonraki dakikalarda oynasa ne olur, oynamasa ne olur. Türkiye'de bir şart getirmek lazım. Futbolcu amatörlükten profesyonelliğe geçerken, oyun kurallarından da imtihan olmalı. Belli bir barajı geçtikten sonra profesyonel lisans alabilmeli.
Bu arada şu da var. Sanki maç tekrarlanırsa, F.Bahçe rahat kazanırmış gibi hesaplanıyor. Maç korkmayan bir hakemle oynanacak, maçtaki şans her iki takım için de yüzde 50 olur. Hele Daum gibi futbolcusunu kamuoyuna şikayet eden, o futbolcunun 90 dakika oynayamayacağını bildiği için takım tertibinde kasıtlı değişiklik yapan, bir teknik adam varken.
Oruç tutmamıştı
Ali Aydın için bazı kesimler, ‘‘O gün oruç tutuyordu, onun içindir ki, 2 sarı kartı atladı’’ diyorlar.
Hayır... Ali Aydın oruç tutuyor ama maç günleri tutmuyor. Bu konuda da çok titizdir. Maç günü aynen futbolcu gibi maç yemeğini yer, sahaya öyle çıkar. Ayrıca oruç bile tutsa, iftar saat 17.00'de, maç ise 20.00'deydi.
Kamuoyunda bir kısım Ali Aydın devam etmeli diyor. Bir kısım da bırakmalı, daha ileri gidip lisansı iptal edilmeli diyor.
Tabii burada olaya F.Bahçe, G.Saray, Beşiktaş diye bakarsak, G.Saraylıların bir kısmı ‘‘Ali Aydın ölsün!’’ bile diyebilir.
Ali Aydın böyle bir hatayı Dünya Kupası organizasyonunda veya Avrupa Uluslararası Kupası organizasyonunda yapsa, ertesi günkü ilk uçakla memleketine postalanırdı. Bir müddet de ceza verilirdi. Ama lisans iptali isteğine gitmezlerdi. Ali Aydın'ın lisansını ancak Futbol Federasyonu iptal edebilir. Aydın ne yaptı. Kural hatası yaptı. Önemsenecek bir hata ama öldürülecek bir hata değil.
3 sene düdük çalacak
Aydın yaş sınırına göre 3 sene daha hakemlik yapabilecek. Türkiye'de yıllarca maç satan hakemler çatır çatır hakemlik yaptılar. Hakemliği bırakıp, gözlemcilik yaptılar. Hatta hatta MHK'ye girip, üyelikler, başkanlıklar bile yaptılar. Bazılarına yazılar yazıldı, konuşuldu. Avukat tuttular, mahkemeye gidip, kazandılar. Bazıları hakim önüne çıkıp aklandılar. Hatta bazıları hakemlik yapmak için dönüş isteğinde bile bulundu. Bu kadar şerefsizin, bu kadar üç kağıtçının cirit attığı bir ortamda, Ali Aydın'ın lisansını yırtmak veya hakemliğini bitirtmek, o ahlaksızlara ve şerefsizlere, kötü örnek olmaktır, prim vermektir.
4 G.Saraylı oyuncuya kırmızı kart gösterdi diye, ucuz tartışmalara girmeyin, hatta bu tartışmaların bazılarını basın mensupları yazıyorlar veya söylüyorlar. Yazı yazdıkları gazetelerde, aynı futbolcu için aynı tarihte yayınlanan gazetenin spor sayfasında methiyeler dizip, iç sayfada defol git diyecek kadar ileri gidenler Ali Aydın'ın lisansının yırtılmasını isterlerse eğer, onların daha acilen gazete sütunlarını bırakması, basın kartını yırtması gerekir.
Nur içinde yat Aydın Tohumcu
Ankaragücü'nden sevgili arkadaşım kaleci Aydın Tohumcu'yu kaybettik. O gün belki de sonuncu durumdaki Mersin İdman Yurdu ile teknik direktörlük mukavelesi yapacaktı. Ama kalp krizi ona hayatla yaptığı mukaveleyi iptal ettirdi. Pazar gecesi Ankara'da ve İstanbul'da onun için maçlardan önce saygı duruşu yapıldı. Dikkatimi çeken bir başka nokta Ankara'daki saygı duruşunda oldu. Her zaman birileri çıkar, saygı duruşlarına limon sıkarlardı. Ama 19 Mayıs Stadı'nda bir dakika boyunca çıt çıkmadı.
Demek ki, hem sayılıyormuşsun, hem de seviliyor muşsun... Sevgili arkadaşım, nur içinde yat.
1 maç niye?
OYNANMAMIŞ kabul edilen F.Bahçe-Rize maçının tekrar kararı doğru. Ama Victoria'ya verilen ceza neyin nesidir belli değil. Maçtaki sarı kartları saymıyorsunuz, o zaman Victoria'nın birinci sarı kartını niye sayıyorsunuz. Centilmenliğe aykırıya soksanız, 3 maç ceza vermeniz lazım. 1 maç ceza verip ibret olsun istiyorlar. Hani, hakem yine atlarsa futbolcu kendisini ihbar etsin diye.
Mutsuz Frank De Boer
DE Boer, ‘‘Gelmekle hata mı yaptım acaba’’ diyor...
Bakın, ‘‘Ben artık futbolu bırakacağım’’ demiyor... Söylediği cümle, G.Saray'da mutlu olmadığını gösteriyor. Mutlaka bunun sebepleri de vardır. Çünkü o kalitede bir oyuncu, ağır da olsa, bu hataları yapamaz. Yapmamalı da. Gönülsüz olunca, işler sahaya böyle yansıyor.
Mondragon kurtardı!
MONDRAGON'a yaptığı hareketten dolayı UEFA ceza veremedi. Sebebi hakemin sarı kart göstermesiydi. Hakem hiç kart göstermemiş olsaydı UEFA, Mondragon’un attığı kafayı hakemin görmediğine kanaat getirecek ve Mondi’yi ceza kuruluna sevkedecekti. Ama UEFA dedi ki, hakem görmüş, öyle değerlendirmiş. Mutlaka dönüp hakeme de ikazını yapmıştır. Niye doğru görmedin diye. Hakem de diyebilir ki, ‘‘Ben Şampiyonlar Ligi’nde oynayan, UEFA Kupası’nı kazanmış bir takımın, uluslararası kalecisinin bu denli bir sahtekarlık yapacağını düşünemedim, kusura bakmayın, özür dilerim.’’
Ama Eurosport bu pozisyonu, yorumsuz ve yüzlerce defa oynattı. Olan Mondragon'a değil, bence G.Saray'a oldu. Yarın bu Mondragon ülkesine dönecek, hatta ve hatta G.Saray için ileri- geri sözler de söyleyecek. O zaman da G.Saraylı yazarlar, aynı Mondragon için neler yazacaklar, neler. Ama iş işten geçtikten sonra.
Okan'ı izleyin
MONDRAGON'u yazdıktan sonra aklıma Okan Koç geldi. G.Birliği- Beşiktaş maçında yaptıkları centilmenlik içinde mi, dışında mı diye düşündüm. Hakemleri de, sahadaki olayları görmüyor diye suçluyoruz. Pazar günü o statta olan herkes, (bunlara Lucescu da dahil olmak üzere) Ümit ile kalecinin diyaloğunu, kaptanlık bandını çıkardığını, yürüyemeyecek halde olduğunu, kalecinin taca doğru degaj yaptığını ama oyun alanı dışına çıkaramadığını, önce elle atmak isteyip, sonra ayağıyla vurduğunu tüm futbolcular farketti.
O top, Ümit'in yürüyemeyeceği alandan İlhan tarafından gol yapıldı.Beşiktaş kazandı ama bence çok şey kaybetti. Bu soruyu hangi Beşiktaşlı'ya sorsanız, sinirlenerek cevap veriyor. Niye mi? Çünkü altta kalıp ezildiler. Siyah beyazlılar daha Okan Koç'u tanımıyor. Bunu yapan Okan Koç'un bundan sonraki, yıl veya yıllarda siyah beyazlılarda neler yapacağını hep beraber göreceğiz. Siz de burada, ben de buradayım. Bu satırlar da, Hürriyet Gazetesi'nin bugünkü tarihinde. Göreceksiniz, bu yazıları okumak mecburiyetinde kalacaksınız. Veya inşallah Okan Koç, bu yazıyı bana yedirir.
Çalan telefonlar
7 Kasım Cuma günü saat 20.47'de Ankara'dan 428 17 00 numaralı THY rezervasyonunu aradım. Haliyle otomatik olarak bu numara İstanbul'daki merkezde telesekretere bağlı. Hemen hemen 12 dakika filan çaldı ve cevap veren çıkmadı. Kapattım bir daha aradım, 3 dakika sonra telefon bağlandı. Ben bu telefonu cepten de arayabilirdim, yurt dışından da. Ve benim bu telefonu açma sebebim, ertesi günü saat 10.00'da uçacağım İstanbul- Ankara biletindeki rezervazyon değişikliğiydi. Yani bu telefonu 20.47'de değil de, 21.47'de açsaydım, bilet yüzde 30 cezaya girecekti. Bu arada telefonda bekleme süresindeki ücret de cabası olacaktı.
Karşıma çıkan bayana, ‘‘Niye telefonlar geç açılıyor’’ diye sordum. ‘‘Biz burada 4 kişi çalışıyoruz’’ cevabını verdi.
Sevgili okuyucular, THY'nin saat 22.00'den sonra bütün Türkiye'deki ofislerinin telefonları otomatik olarak İstanbul'daki merkeze bağlanıyor. Burada da sadece 4 kişi çalışıyor. Sayın yetkililer, hem bize günah, hem orada çalışanlara. Zaten şu son 3-4 aydır THY'ye bir tuhaflık oldu. Hangi uçağa binsem, maaşallah bir saatten aşağı rötar yapmıyor. Bunların mutlaka bir sebepleri de vardır, açıklamaları da.
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2003
İmparatorlar halkın içinden çıkar. Çıkarlarken halkın istediği, halkın aç olduğu ve baskıda olduğu noktaları iyi yakalarlar. Şans da yanlarındadır. Süratle çıkmaya başlarlar. Çıkarlarken hatayı az yaparlar, çünkü yanlarında aklı başında insanlar vardır ve ikaz ederler ve o da bu ikazları gözönüne alır. Haliyle de hata oranı azalır. Sonunda bir gün imparator olurlar.
İşte o zaman tehlike başlar. Eğer oraya gelirken bazı şeyleri hazmetmişse tamam. Ama tersi olmuşsa önce o kendisini ikaz eden, onun iyiliğini isteyen ama onu tenkit eden insanlara tahammülsüzlüğü başlar. Çünkü artık herşeyi o daha iyi bilmektedir. Yükselirken, imparator olmaya basamak basamak çıkarken, onun iyiliğini isteyen, onu tenkit eden hakiki dostlarını teker teker satmaya başlar. Yanında ‘‘En büyük sensin İmparatorum!’’ diyen dar bir yalaka çevre kalır. İşin daha enteresanı, onu imparator olurken acımasızca, daha da önemlisi kasıtlı eleştirenlerin ocağına düşer. Onlardan medet ummaya başlar. Ve beklenen son da hızla, haliyle ve süratle gelir, kapıyı çalar. İşin daha net bir tarafı; artık yaptığı hataları hiçbir şekilde kabul etmez ve ona göre herşey doğrudur.
Buraya kadar olan yazı tarihte hep tekerrürdür.
Takriben bir yıl önce, çarşamba akşamı Olympiakos maçında yaşanan tehlikeyi sezen bir kaç kişi Fatih Terim'i basın yoluyla ikaz etmeye başladı. O da hepsini kara listeye aldı. O yükselirken karşısında olanlar da ‘‘Koçum Fatih Terim; G.Saray'ı ancak senin gibi büyük bir teknik direktör kurtarır’’ çığlıkları attılar.
Şu dakikadan sonra Fatih Terim'in artık Galatasaray'ı bırakma şansı yok. Yani, istifa etme hakkı yok. Ancak yönetim tarafından görevden alınabilir. 1.5 yıldır inanılmaz transfer hataları, takım tertipleri, Ali Sami Yen ve Olimpiyat Stadı fiyaskoları, Lucescu'nun kovulması üst üste geldi. Terim ve Galatasaray takımı Şampiyonlar Ligi'nde hiçbir zaman ikinci tura kalamadı. Aldığı takım Lucescu ile Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynamış ve Türkiye Ligi Şampiyonu'ydu. Ve size çok net bir şey daha söyleyeyim, bir çok Galatasaray taraftarı Fatih Terim'i Galatasaray'ın başında istemiyor.
Şimdi Fatih Terim'in önünde bir tek yol var. Bu takım bu duruma nasıl geldi, önce onu çözecek. Benim gördüğüm kadarıyla, sevgisizlikten bu duruma geldiler. O, istediği kadar otoriter olduğunu söylesin. Futbolcular şikayetlerini değişik yerlerde dile getiriyor. Eğer fubolcu teknik adamı sevmezse, o takım başarılı olamaz. Biz duygusal bir milletiz. Beni sevmeye mecbur değiller, işlerini sevsin demekle olmuyor.
G.Saray, Oliympiakos'a yenilebilir önemli değil. Beş de yer, Deportivo gibi 8 de yer ama, aciz bir duruma düşmemeli. Galatasaray futbol oynamıyor, mücadele etmiyor ve heyecan vermiyor. Çatır çutur oynarsın, hatta Deportivo kadar mücadele edersin. Sen Sebat ve Samsun maçını Olimpiyat Stadı'nda oynayıp maçları önde götürüyorsun, son 20 dakika maç bir an evvel bitsin diye elini açıp Allah'a dua ediyor ve işkence çekiyorsun. İnönü Stadı'na gidiyorsun, Beşiktaş üstüne gelmiyor, beraberliğe razı, rakip salı günkü Prag maçını düşündüğü için zar zor berabere kalıp bayram yapıyorsun. Beşiktaşlılar kahır mektupları yazıyorlar. Galatasaray bugünlere düşecek miydi. Ondan sonra da ‘‘Ne olacak bu Galatasaray'ın hali’’ diyenlere kızıyorsunuz.
Evinin önünü süpür
Nihat Özdemir Trabzon'da Sebat maçı öncesinde kameralara beyanatını canlı canlı veriyor... ‘‘Bizim sahamız kapatıldı. Beşiktaş ile Galatasaray neler yapıyorlar. Şimdi bakalım Futbol Federasyonu onlara nasıl ceza verecek?’’
Bu sözlerin söylendiği saatlerde 3 ayrı Fenerbahçeli taraftarları taşıyan otobüs Trabzon girişinde çevriliyor. Aramalar yapılıyor. Otobüslerden çıkan kesici aletlerle orta boy bir şehrimizde bütün kurbanlık koyunların 4 saatte tümünü kesersiniz.
Herkes evinin önünü süpürse olay hallolacakta... Ne yazık ki, herkes komşuyu gösteriyor.
Yasa fiyasko olmasın
Yeni spor yasası çıkacak. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus var. Para cezaları komik tutulmasın. Çünkü bu seyirci gruplarını besleyen, onlara mali yardım yapan, kulüp yöneticilerinin alacakları cezadan canı yanacak ki, Federasyon’a ceza ödememek için o maşalara para veremeyecekler. Eğer bunları 5-10 milyar ile sınırlarsanız, bu yöneticiler ‘‘Yapın ulan, paralarınız bende. Cezayı da ben vereceğim. Şu heriflere bir ders verelim’’ derler. Hatta bunları içki masalarında söylediklerini itiraf ediyorlar, sonra biz yazınca da tekzip gönderiyorlar. Bunlar yüzsüzler. Hani bir laf vardır ya, ‘‘Dinsizin hakkından imansız gelir’’ diye. Eğer düzeltmezseniz, bu yasa da fiyaskoya döner.
Bakmayın siz Avrupalı, Avrupalı diyoruz. Trafik cezaları Avrupa'da bu kadar yüksek olmazsa, zannediyor musunuz ki, onlar da ihlal etmeyecekler. Dünyada herşey parayla eşit orandadır.
Emir büyük yerden
AZİZ Yıldırım, ‘‘Ben futbolcularıma birbirinizin sevgilisiyle çıkmayın demedim... Bunu yazanları da kınıyorum’’ demiş ve tekzip göndermiş...
Bu demektir ki, Fenerbahçeli futbolcular birbirlerinin kız arkadaşlarıyla çıkabilirler.
Ne de olsa emir büyük yerden!
Böyle bir takımda kaptan da Fatih Akyel oldu mu, tadından yenmez...
Fatih Akyel'i uyaran Murat Özaydınlı'ya da ne oluyor!
Yüreğin yoksa!
ŞÖYLE bir düşünün... İki takım maç yapıyorlar. Birisi bir yıldır antrenman yapıyor, futbolcular kendine bakıyor, teknik taktik olarak üst düzeyde ve çatır çatır mücadele ediyor. Diğeri, rakibi kadar antrenman yapmamış. Takım tertibi her maçta değişmiş. Gücü ve yardımlaşması az.
Şimdi size bu sefer iki tane hakem portresi çizeceğim. Biri avantaj kuralını iyi uyguluyor, ikili mücadeleye prim veriyor, maça tempo kazandırıyor, tekme atan oyuncuları görüyor, oyuna dinamit koyan oyuncuları farkediyor, iyi niyetlileri de ayırıyor. Böyle bir hakem hangi takımın lehine olur. Tabii ki, birinci örnek verdiğimiz takımın lehine.
Peki, maçı rosto gibi kesen, maçtan korkup ödleklikten her uçan kuşa düdük çalan, iyi niyetli, kötü niyetli futbolcuyu ayıramayan hakem tipinden hangi takım prim sağlar? Tabii ki şekil iki nolu örnekteki takım. Ne dersin Bülent Yavuz, ne dersin İsmet Arzuman. Konuşsanıza! Konuşamazsınız, çünkü yüreğin yoksa hakem olamazsın. Ancak küçük maçları idare edersiniz.
İşte eseriniz
AYHAN kırmızı kart görüyor, Mondragon'u hakem atamıyor. Büyük ihtimalle de görüntülere göre Mondragon'a UEFA ceza verecek. İşin başka ilginç yönü, Mondragon'un atılmadığı pozisyonda Oliympiakos kaptanı Djordjevic'e yardımcı hakemin bayrağıyla ofsayt diye gelen top, aslında Galatasaraylı futbolcunun kafasından geldi. Yani UEFA bu işin üzerinde mutlaka duracaktır.
O, UEFA'nın sorunu... Yalnız Mondragon ve Ayhan bu hallere düşüyorsa, bunların tek sebebi bizim Türk hakemleridir. Ayhan Efendi'ye son 8 maçta en az 4 kırmızı kart gerekirdi, hepsini es geçtiler. Mondragon her pozisyonda neredeyse rakip ceza alanına gidecek orada onun boğazını sıkacak. Ama bizim hem miyop, hem hipermetrop, hem de yüreksiz hakemlerimiz bunları görmedi. Onlar da Avrupa maçlarında biraz yorulunca oynadığı sahaları Türkiye, hakemleri de Türk zannediyorlar.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2003
Böyle bir maçta Lucescu'nun klasik Beşiktaş'ı çıkarmamasını anlayamadım. G.Saray'ın gücü bir yere kadar. Bu tamam. Ama Beşiktaş, dün gece her zamanki Beşiktaş değildi. Bunda da Lucescu'nun payı büyüktü. BEŞİKTAŞ, tempolu, baskılı top oynayan bir takım. G.Saray, son oynadığı maçlarda dahi 70. dakikadan sonra oyundan düşüyordu. Dün gece siyah beyazlıların o tempo ve baskıdan kayıpları vardı, G.Saray'ın da oyundan düşmede artıları. İki teknik adam da ‘‘önce yenilmeyeyim’’ diyordu. Lucescu, yenilmemeyi Fatih'ten fazla istemiş. ‘‘5 puanlık fark ne olursa olsun kapanmasın’’ düşüncesindeydi.
Dünkü 90 dakikayı hangi takım kazansaydı bir yönde yazık olurdu. Beşiktaş, defansı çok geriye çekti. Ronaldo fazla tedirgindi. Belki de Zago'nun olmaması onu bu tarz harekete itti. Böyle olunca, ileride İlhan çok yalnız kaldı. Dün gece İlhan bayağı iyi şeyler yaptı ama yardımına gelen yoktu ki... Tümer, oyundan çıktı ama Lucescu, Sergen'i gene kullanmadı. Ne olursa olsun, sakatlık veya tempodan dolayı bir kişi eksik oynamak istemedi.
Maçın ikinci yarısı başlıyor, Beşiktaş hırsla G.Saray kalesine gidiyor. Beşiktaş seyircisini anlamak mümkün değil. Sahaya maytap atıyor ve oyun duruyor. Kimin lehine? Tabii ki, G.Saray'ın. Yani, yalnız futbolcu değil, seyirci de futbolu bilecek.
Kaan Dobra için Lucescu'nun tahammülünü anlamak mümkün değil. Maçın en net poziyonu Sinan'a geldi. Ama bu futbolcunun maç noksanlığı, pozisyonu kaçırmasına sebep oldu.
Böyle bir maçta Lucescu'nun klasik Beşiktaş'ı çıkarmamasını anlayamadım. G.Saray'ın gücü bir yere kadar. Bu tamam. Ama Beşiktaş, dün gece her zamanki Beşiktaş değildi. Bunda da Lucescu'nun payı büyüktü.
İsmet Arzuman, tempolu maç idare etmeyi seven bir hakem. Ama iş derbiye gelince, o da aynı teknik direktörler gibi cesaretini kaybetti. ‘‘Başıma bir bela gelmesin’’ diye neredeyse uçan kuşa düdük çalacaktı. Ama, disiplin konusunda çabuk uyandı. İlhan Mansız'a, Hakan Şükür'e ve Ayhan Akman'a yangın köpüğünü sıkarak onları dizginledi. Ama aynı hareketleri yapan Bülent'i es geçti. Bence ilk yarıda Cordoba'nın kendini sakatladığı pozisyonda Cihan'a yaptığı hareket penaltıydı. Pozisyon çizginin üzerinde, hatta hafif ceza alanının içindeydi. İkinci yarı De Boer'in elle aldığı pozisyonun yorumu yoktu. O da net penaltıydı. Yanında bir de sarı kart vardı.
Meşaleler nasıl girdi?
Maç, saat 21.00 yerine, 21.15'te başladı. Neredeyse saat 23.30'da bitti. Mubarek, gece yarılarında oynanan kırmızı noktalı seks filmi gibiydi.
Özellikle anlamadığım bir nokta, bu kadar poziyonun olduğu yerde iki takım taraftarları yüzlerce meşaleyi bu stada nasıl soktular, anlamak mümkün değil. Kulüplere verilen bu para cezalarını 50 misline, 100 misline çıkarmak lazım. Yoksa Boğaz'da bir restaurantta dört kişinin yiyeceği balık parasını ceza olarak verirsen, bunların önünü kesemezsin.
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2003
Biz profesyonel gazeteciyiz. Mücadele son haftaya kadar devam etsin isteriz. Yani gönlümüzden Galatasaray'ın maçı alması geçer. Çünkü aksi olursa aradaki puan farkı 8 olur. Ama bu maçı bir aksilik olmazsa Beşiktaş kazanır. FUTBOL görsel bir oyun... Seyredince keyif almak istersin. Veya keyif alacağın maça gidersin...
Kimse karşılaştırmaları sevmiyor. Ama bunlar gerçek.
Mircea Lucescu yabancı, Fatih Terim ise yerli. Ne dersek diyelim, insan, kendi vatandaşının başarılı olmasını ister ve göğsü kabarır. Destek verir, vermeye de mecburdur. Ama nereye kadar...
Lucescu ile Terim'in göreve başlama tarihi aynı. Hatta Lucescu G.Saray'dan gönderilme tarihini bilmiyor. Fatih'in ona göre en az 4 aylık çalışma avantajı da var.
Aradan takriben 1.5 yıl geçti.
İşte karşılaştırma
Çok gezen bir adamım. Halkın içine fazlaca girmeyi de severim. Türkiye genelindeki kanaat şu; Lucescu işinde çok başarılı. Fatih Terim ise başarısız. Bu oranlama Terim'in ikinci defa G.Saray'a gelişiyle, Lucescu'nun Beşiktaş'a geçiş süreci için geçerli. G.Saraylılar bu süreyi daha fazla tutup, kendi takımlarını çalıştırdığı dönemde de Lucescu'yu başarılı buluyor.
Ben bir sporsever olarak, Beşiktaş takımını seyretmekten bir yıldır keyif alıyorum. Galatasaray'ın maçları ise sıkıntı ıstırap veriyor. Toplumdaki genel kanı da bu yönde. Düşünün Galatasaray, Atatürk Stadı'nda Olympiakos, A.Sebat ve Samsunspor ile oynuyor. 3 maçı da önde götüren Galatasaray, 70. dakikadan sonra, ‘‘Maç bir an evvel bitsin’’ diye vakit geçiriyor. Futbolcular topu taca ve kornere atıyorlar. Mondragon neredeyse topu eve götürecek.
Dönün bakın Beşiktaş'ın maçlarına. Yenildiği Prag maçından sonra bile bütün Türkiye üzüldü. Neden, çünkü mağlubiyeti haketmedi.
Hangi teknik adam, kulübüne daha fazla para harcattı: Fatih Terim...
Hangi teknik adam daha fazla futbolcu alıp gönderdi... Yine Fatih Terim...
Lucescu'lu Beşiktaş geçen yıl şampiyon oldu. Lucescu'nun yarattığı Beşiktaş, bu sezon 10. haftada 28 gol atmış, 6 gol yemiş. Bir tek beraberliği var. Yani Lucescu futbolun genel prensipleriyle hareket etmiş ve başarılı olmuş.
Evet... Bütün görünenler bunlar... Hepsi de gerçek. Bu hafta da Beşiktaş- Galatasaray derbisi var...
Topun köşelisi...
Öncelikle iki takım boy ölçüşecek, haliyle teknik direktörler de karşılaştırılacak. Hatta daha ileri gidilecek ve Mondragon ile Cordoba kıyaslanacak. Futbol bu, G.Saray da yener, Beşiktaş da... Hani yuvarlak yuvarlak, top yuvarlaktır derler ya... Bu bizim Türkiye için biraz fazla gerçek. Ama sen gereğini yaparsan, kaybetmen için topun köşeli olması gerekir.
Biz profesyonel gazeteci ve televizyoncuyuz. Yani paramızı buradan kazanıyoruz. Mücadele son haftaya kadar devam etsin, şampiyonluk finalde belli olsun isteriz. Yani gönlümüz, maçı G.Saray alsın ister. Çünkü aksi olursa aradaki puan farkı 8 olacak. Ama hakem faktörü maça tesir etmez, 1.5 yıldır verilen emekler ve yapılan doğru işler boşa gitmez, yani mantık öne çıkarsa maçın favorisi kesin olarak Beşiktaş'tır.
Tabii o yuvarlak olmasa!...
Ramazan'da diş fırçalanır
DİN tartışılıyor... Her kafadan bir ses çıkıyor. Din mantık demek, bir yerde de yorum demek. Yani imamın biri bana diyecek ki, ‘‘Atakule'den kendini atarsan cennete gideceksin...’’ Ne kadar saçma geliyor değil mi?
Sevgili Yaşar Nuri Öztürk bir açıklama yapmış. ‘‘Ramazan'da dişlerinizi fırçalayabilirsiniz’’ demiş. Ben zaten fırçalıyordum. Yaşar Nuri hoca ramazanda dişlerinizi fırçalamayın, dese de yine fırçalayacaktım. Çünkü İslam dininin belki de bir numaralı prensibi temizliktir. Çünkü İslamiyet demek mantık demektir.
Trabzonlulara...
TRABZONLULAR diyorlar ki, ‘‘Biz neden büyük takım katagorisine alınmıyoruz. Neden hep 3 büyükler deniyor...’’
Ben de diyorum ki, böyle giderseniz, bir başkan bile seçemezseniz, birbirinizi yemeğe devam ederseniz, 2-3 yıl sonra küme düşmemeye oynarsınız...
Saran beni dinle
SEVGİLİ Sadettin Saran... Sen biraz Ankara'da, biraz da Amerika'da büyüdün. İstanbul'u fazla bilmezsin. Eli, ayağı, beyni düzgün bir adamsın. Ama dışarıdan gördüğüm kadarıyla, şu anda seni dolmuşa bindirip, havuza itiyorlar. Sakın bunlara alet olma ve kanma. Fazlaca da vitrinde gözükme. Ve sakın bu kongrede aday olma.
Acaba düşündün mü? O seni hararetle arkandan itenler neden kendileri aday olmuyorlar. Çünkü olurlarsa rezil olacaklar. Hem de karşılarında Aziz Yıldırım var. Yani sportif yönden başarılı olamayan, ama tesis olarak çok başarılı bir isim. Yani tek ayağı eksik bir başkan. Ama o itenler, itenler yok mu? Yıllarca, ‘‘Fenerbahçeliyiz’’ dediler, en büyük kötülüğü Fenerbahçe'ye onlar yaptılar. Hep ellerinde balta ile gezdiler, hiç yapıcı olmadılar.
Bunları niçin yazdığımı sorarsan, senin iyiliğin için. Ve tabii ileride Fenerbahçe başkanı olmak istiyorsan.
Çalışanı vururuz!..
FIKRA bu yana, her zaman olduğu gibi bir Fransız, bir Alman, bir Türk aynı odaya alınmışlar. Diğer odada gizli ve canlı bir bölümde 7 kişilik jüri var. İki odanın baktığı ortadaki salonda, güzel bir bayan, bir yatak, bir de ütü masasıyla gömlek duruyor.
Salona ilk Alman giriyor... Şöyle bir etrafı gözlüyor. Önce gömleği bir güzel ütülüyor, sonra hatunla beraber olup jürinin önüne geliyor, ‘‘Biz Almanlar için önce iş gelir’’ yorumunu yapıyor.
İkinci olarak Fransız odada. Önce hatunla halvet oluyor, sonra gömleği ütüleyip jüriye, ‘‘Biz Fransızlar için herşey sekstir’’ diyor. Derken jüri bir anda diğer odaya bakıyor ve şaşkına dönüyor.
Odadaki bayan ütü yapıyor, bizim baba Türk de aynı anda hatunla birlikte oluyor... İş bitiyor, jürinin önüne geliyor... ‘‘Biz Türkiye'de çalışanları hallederiz...’’ diyor
Bu fıkrayı duyduğumda aklıma Turgay Demirel geldi de ondan yazdım... Turgay kardeşim çalışmayacaktın... Yoksa bu duruma düşmezdin...
Seks otobüsü ve Amsterdam
İSTANBUL'da Maslak yolu, Tepebaşı, Merter, Sıraselviler'den, Cihangir'e inerken, İzmir'de Alsancak İkinci kordonda, Ankara'da Hoşdere, Ayrancı Lisesi çevresinde, akşamları travesti kaynıyor.
Bunlar bazen tecavüzkar... Taşlarla ve sopalarla insanlara ve arabalara bile saldırıyor. Polis de birşey yapamıyor. Bazı TV kanalları haber bulamadıklarında, bunların eline 3-5 kuruş verip harp sahneleri de çekebiliyor. Hollanda hükümeti yıllarca bu filmi görmüş, sonunda karşılıklı oturup anlaşmışlar. Amsterdam'ın 5 kilometre dışında arabayla ulaştığınız bir yer var.
Oraya giderken, girişte ve çıkışta ve park alanında erkekli bayanlı, 4 polis ekibi nöbet tutuyor. Meraklılar arabayla tek şerit halinde dikdörtgen şeklinde bir araziye giriyor. Tek yönlü bir yol var. Yolun bir bölümde hayat kadınları, bir bölümde travestiler duruyor. Gelen arabalar buradan beğendiklerini pazarlık yapıp alıp kendi mekanlarına götürüyorlar.
Mekanı olmayanlara da çare bulunmuş. Yolun sonundaki park alanına giriyorlar. İş bittikten, ihtiyaç giderildikten sonra hayat kadınları ve travestiler yollarına devam ediyor.
Bakınız. Belli şeyleri yasaklayıp yokuşa sürerseniz, olayları yeraltına sokarsınız. Hakimiyeti elden kaçırırsınız. İşte size en son örnek, en son yakalanan mobil seks otobüsü. Başka bir örnek ise Amsterdam.
Ne dersiniz? Bazı şeyleri kabul edeceğiz, bunların önlemini çok mantıklı alacağız, hem de hiçbir taraf zarar görmeden.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2003
<B>DÜN </B>akşam Fenerbahçe'nin futbolunu beğenen varsa, bir adım öne çıksın. Adanaspor neredeyse havlu atmış durumda. Futbolcuları tamamen kişilik ve onur kavgası veriyorlar. Maç boyunca Adanaspor, Fenerbahçe'ye göre sahaya daha iyi yayıldı ve en önemlisi aralarında daha iyi top dolaştırdılar.
Bülent Uzun, zaten hazır kıta. Yani, Fener aleyhine ters bir şey olsa, sanki sahneye çıkacakmış havasında. Çünkü, ikili mücadelelerdeki yorum kararları bunu gösteriyor. Sarı lacivertli oyuncular, topun olduğu yerde 5-6 kişiyle pres yapacaklarına, tek tek baskı yapıyor. O zaman da rakip, onları teker teker oyundan düşürüyor. Haliyle de gereksiz yere enerji harcıyorlar. Hal böyle olunca, defans yapalım derken, hücuma çıkacak güçleri azalıyor.
Ümit Özat, belki de F.Bahçe'ye geldiği günden bu yana en iyi futbolunu oynadı. İkinci yarı zaman zaman pas hataları yaptı. Ama ilk topa o kadar çok müdahale edip, rakipten top çaldı ki, inanılır gibi değil. Ve rakiple çıktığı birçok ikili deparlarda da rakibine baskın çıktı. Ancak, Daum'un sahadan aldığı ilk oyuncu da o oldu.
F.Bahçe henüz takım oyununu oynayamıyor. Maçlar da süratle ilerliyor. Yani, 3-4 maç sonra artık Daum'un hiçbir bahanesi kalamaz. Hooijdonk çok ağır bir oyuncu, tank gibi. Yalnız, ceza alanına yakın 5 frikik atsa, 3'ü gol olur. Peki, ceza alanı civarında frikiği kazandıracak adam veya adamlar F.Bahçe'de kim? Tek bir isim var. O da devamlı Daum'un yanında oturan Yusuf. Yani elmanın bir yarısını sahada oynatıyorsun, diğerini kenarda oturtuyorsun.
Bilinçli seyirci
Serhat fizik olarak iyi duruma geldi. Ama kimya hala zayıf. Tomas çok kaliteli bir oyuncu. F.Bahçe'nin yaptığı en iyi üç transferden biri. Ortada Kemal etkisiz. Dün kötü mücadele etmedi ama, topları da iyi kullanamadı. Bakın sarı lacivertlilere, top Ümit'in ayağına gelince yakışıyor, Yusuf'un ayağına gelince yakışıyor, Hooijdonk'a da frikikte yakışıyor.
46. dakikada Recep'e Luciano'dan bir top geliyor, F.Bahçe'de oynayan bir kaleci o gelen topu ‘‘kaleciye pas’’ yorumu düşünmeden eline almalı. Ancak o, kafa vurarak taca atıyor. Fatih çok kötü. Hem hücumda, hem defansta büyük hatalar yaptı. Petkov, eh işte. Marco Aurelio iyi oyuncu. Ama ondan da Daum üst düzeyde faydalanamıyor. Ve bu Marco Aurelio iyi de bir profesyonel. Tuncay, koşuyor, her topa burnunu sokuyor, iyi de yapıyor. Ama ceza alanı içinde biraz daha sakin olup kafayı kaldırması gerekir.
Adanaspor, kendi gücüne göre iyi mücadele etti . Oyunu hiç çirkinleştirmediler ama arkadaşları bu mücadeleyi yaparken, bizim uzun saçlı Necati onları yarı yolda bıraktı. Peki yarın bu Necati, bir kulüp tarafından istenirse, bu arkadaşlarını yarı yolda bırakması ona artı puan mı getirir, eksi puan mı? Burası Türkiye dersek, artı olur. Ama aklı başında yöneticiler her şeyi düşünmeliler. Bugün başkasına, yarın bana.
F.Bahçe seyircisi sahadaki takımından daha bilinçli, kontrollü ve heyecanlı mücadele verdi.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2003
Bakirelik yalnız bayanda mı olur? Mesela, ‘‘hakemin bakiresi olmaz mı?’’ Yani bozulmamış bir hakem. Tabii ki, olur. Hakemi kim bozar? Kendi camiası. Ben hep şunu söyledim; ‘‘önce futbolcu, sonra hakemim.’’ Mecliste tartışma var... Bakirelik konusu ele alınmış... Bazı milletvekilleri diyorlar ki, siz bakmayın, her ne kadar öyle böyle dense de bakirelik önemli bir olaydır...
Peki ben de diyorum ki, ‘‘bakirelik yalnız bayanda mı olur?’’
Mesela ‘‘hakemin bakiresi olmaz mı?’’ Yani bozulmamış bir hakem... Tabii ki, olur...
Hakemi kim bozar... Kendi camiası...
Futbolcuydum, hakem oldum... Ama hep şunu söyledim; ‘‘ben önce futbolcu, sonra hakemim.’’ Çünkü sahada yaşadığım inanılmaz haksızlıklar yüzünden hakem olmaya karar verdim.
Hakemlikte bir yere geldikten sonra da içeride çok mücadele yaptım. Zaten bir gün bunları kitapta yazacağım.
Bu camia nasıl düzelir?
Yalnız, iki camiada da yaşadığım için, bazı köşe notlarını yazmadan geçemem.
Hakem hala, hem sosyal, hem de ekonomik yönden futbolcunun gerisinde.
Futbol kültürü olarak zaten geriside...
Çok net söylüyorum...
MHK'nin başına kimi getirirseniz, getirin... Futbol Federasyonu Başkanı'nı düzeltemediğiniz müddetçe bu işler böyle gider. Yıllarca da böyle gitti.
Türkiye'de bir adalet mekanizması var. Namuslu insanlar, bu mekanizmadan korkuyorlar. Namussuzlar ise çok iyi inceliyor ve incelettiriyor, sonra da açık buldukları yolda her haltı yiyorlar.
Bir gün mahkemelik de olsalar, zaten kılıf hazır...
Şimdi ben çıkıp desem ki... Bakın desem ki, diyorum...
Futbol Federasyonu Başkanı, MHK Başkanı'na hakem tayin ettiriyor... Bu olaylar yıllar önce de vardı, hala devam ediyor... Desem yani...
Federasyon Başkanı da çıkıp diyecek ki, ‘‘İspat et kardeşim..’’
Ne olacak... Buyur burdan yak..
Bu sefer ısrar etsem, mahkemeye verip kazanacak.
Hakemliğim dönemimde içeride bu şike olayından dolayı çok kelle uçurdum... Sonrasında yazdım ve konuştum...
İlkinde hiçbir şey yapamadılar... Ama ikinci kademede beni mahkemeye verdiler ve kazandılar. Yani teleferik gibi hem ondan, hem benden aldılar.
Parasıyla değil mi?
Kimse aptal değil. Olay nereden kaynaklanıyor, biliyor musunuz?
Futbol camiasında herkes, herkesi tanıyor. Kim, hangi hakeme kaç para vermiş, bir gün içki masasında dubleyi fazla kaçırınca şevke gelip anlatıyoruz. Araştırıyorsunuz, yöneticilerin anlattıklarıyla olaylar öpüşüyor. Fakat aylar, yıllar geçiyor, bu sefer aynı hakemi veya maç dağıtan MHK üyesini başkaları kullanıyor. İşte o zaman kızmayacaksınız. Hayat kadınını sen de kullanacaksın, öteki de kullanacak. Sen kullandın mı iyi, öteki kullandı mı kötü. Parasıyla değil mi? Yok öyle şey.
Bakın... Satın alınan hakem var da, satın alınan futbolcu, satın alınan teknik adam olmadı mı? Oldu ve hala da var. Bunlar kulüp düzeyinde de var. Milli takımlar düzeyinde de. Herkes bir şeyler oynuyor. Düdük hakemde olduğu için o göze daha fazla batıyor.
Bu işi tek kişi engeller
Ama ben yıllarca ne oyuncular, ne kaleciler gördüm.
Yalnız, hakem camiası enteresan bir camiadır. İçine fazla giremezsiniz, sokmazlar. Her türlü yetki onlardadır. Bunu iyi de kullanırlar, kötü de. Fazla sesinizi çıkartamazsınız. Hiçkimse alınmasın ve kızmasın. Hakem camiası için her türlü, her renkten kişiler lazımdır. Sert erkek, yumuşak erkek, hayat kadını, bakire... Yani ne ararsan. Çünkü hepsinin kullanılacak yeri vardır...
Yıllarca edindiğim futbolculuk ve hakemlik tecrübelerime göre bu işi bir tek kişi engeller. Ama bir tek kişi. Futbol Federasyonu Başkanı... O ne derse o olur. Gerisi lafı güzaf...
Toz kaldırmayacaksın
NOT: Basında bazı arkadaşlarımız var. Tüyler ürperten cümleler kullanıyorlar. ‘‘Hasan'ın anlattığı olay çok eski, Hüseyin 6-7 evvelden bahsediyor ama’’ diye başlıyor... ‘‘Geçmişte kalmış’’ diye devam ediyor. Sizce geçmişte yapılan olaylar şimdilere sarkmaz mı akıllı kardeşlerim benim? Geçmişte 20 yıl hakemlik yapan bazı çürük vatandaşlar, sonra gözlemci ve hatta MHK üyesi oluyorlar. Başkanlıklar bile yapabiliyorlar. İşte esas tehlike bu ya...
Eğer bütün hakemler bakire olsun istiyorsanız, o bozulmuş olanları aralarından atmak gerekir... Ve bunu kapalı devre yapıp, toz kaldırmayacaksın. Çünkü toz kaldırırsan, bakireler de lekelenir.
Dinlesinler kardeşim!
HAKEMLER telefonlar dinleniyor diye korkuyorlarmış..
Dinlensin kardeşim... Ne olacak yani...
Neden çekiniyorsunuz...
HORTUMMESELESİ
SADIK İlhan konuşmalarından çark etmiş... Aziz Yıldırım, bir gün evvel konuştuklarını, ‘‘Böyle bir şey konuşuldu ama grup kalabalıktı ben söylemedim’’ demiş...
Sevgili okuyucular, iki türlü hortum vardır. Birinde suyu çekersiniz, boşaltırsınız... İkincisinde hortumu uzatır, sularsınız...
Bu sulamayı hayatta değişik biçimlerde düşünebilirsiniz...
Sevgili Kamer Genç gibi çiçek sulanır, araba da sulanır, daha başka şeyler de sulanır...
İşine geldi mi sularsın, işine geldi mi döndürür çekersin...
Hortum elinde
değil mi?
Stada gelmeyin
GEÇEN hafta Hüsnü Güreli'ye bir grup Beşiktaşlı küfür etmiş...
Beşiktaş takımını kulüp yapma yolunda hızla yürüyen bir yönetici...
Camia için faydalı ama bu tribün terörüyle göbekten bağlı şahıslar için, yani parasını şiddet yoluyla tribünlerden kazananlar için zararlı bir adam...
Sistem oturdu mu bu sülükler kaybolacaklar.
Bu gruplar böyle yazıp, konuştuğum için bana da küfür ediyorlar... Canları sağolsun, geçen hafta benim takımım Ankaragücü'nden bazı taraftarlar da aynı şekilde küfür etmişler... Onların da canı sağolsun... Yalnız onlar Ankaragüçlü olamazlar...
Yıllardır, küçük bir grup da olsa rakip taraftarı, futbolcuyu dövme, hakemin üstüne yürüme eylemleri oldu. Onun için de çok seyirci G.Birliği'ne kaçtı. Bunlar nasıl Ankaragüçlü, anlamak mümkün değil.
Küfür edeceklerse, adam döveceklerse stada gelmesinler, Ankaragüçlü olmasınlar...
Keyif almak gerek
GALATASARAY maçı oldu mu, Olimpiyat Stadı bir gangster cenneti oluyor... Bıçaklayanlar, çarpanlar, çalanlar ortada cirit atıyor...
Aslında ismi üzerinde Olimpiyat Stadı... Arkada bıçaklı bir adam, sen can havliyle önden koşuyorsun... Dünya rekorunu kıramasan bile kesin dereceye girersin...
Aslında hiç direnç göstermeyeceksin...
Ne demiş büyüklerimiz, ‘‘Tecavüz edilirken, keyif almaya bakacaksın...’’
Ben gitmeme kararı aldığım için gidenler düşünsün...
Biletsiz yolcular
NE kadar inek varsa, o kadar sinek vardır derler...
Geçen hafta perşembe akşamı saat 20.00 uçağıyla Esenboğa'dan Trabzon'a gidiyorum... Uçak havalandı, içerideki sinek adedi yolcu adedinden fazla. Yani yukarıdaki yazdığımız prensibin haricinde bir olay.
Genellikle Ankara'dan kalkan uçaklar bol sinekli oluyor...
Çünkü Esenboğa'nın etrafında fazla ahır var...
Gelen uçaklar yalnız temizleniyor, bu sineklere bir türlü önlem alınmıyor.
Ve bu muhterem yaratıklar yolculardan evvel uçaktaki yerlerini de alıyor.
THY de, bunlara iki fıs fıs yapmadığı için onlar, gittikleri ilk şehirde iniyorlar mı, yollarına devam ediyorlar mı bilemem. Ama bilet almadan avantadan yolculuk yaptıkları belli.
İnce bir ayrıntı
BODRUM'da gündüz havalimanına gidecekseniz, vereceğiniz taksi ücreti 80 milyon... Bu, gece 120 milyon oluyor...
Bodrum-İstanbul uçağı ise 162 milyon...
Bodrumlu taksiciler, bu yıl zam yapılmasın diye dilekçe vermeye hazırlanıyorlarmış...
Bence kabul görmez. Çünkü dernek başkanları dolmuşçu...
Taksiye ne kadar zam yapılırsa, yabancı turistler dahil herkes can hıraş şekilde tıka basa dolmuşa kaçıyor...
Ne ince bir ayrıntı değil mi?
Erman Toroglu'na sorular
BİR oyuncu, rakibinin orta yuvarlak içinde topu eliyle oynaması sonucu takımının kazanmış olduğu bir direkt serbest vuruşu kendi kalecisine pas olarak kullanıyor.
A) Top kimseye değmeden kendi kalesine giriyor.
Cevap: Köşe vuruşu
B) Top kaleci tarafından kendi ceza alanı dışında rakip oyuncunun topa yetişmemesi için eliyle tutuluyor.
Cevap: Hücum eden takım lehine direkt serbest vuruşun yanı sıra pozisyonun durumuna göre ihtar veya bariz gol şansından dolayı ihraç.
C) Top kaleci tarafından kendi ceza alanı içinde elle tutuluyor.
Cevap: Hücum eden takım lehine endirekt serbest vuruş.
D) Top kaleye girmek üzere iken kaleci elleriyle topa dokunmasına rağmen topun kaleye girmesini engelleyemiyor.
Cevap: Gol.
E) Top kaleye girmek üzere iken bir başka savunma oyuncusu topa ayağıyla dokunmasına rağmen topun kaleye girmesini engelleyemiyor.
Cevap: Gol.
F) Ofsayt pozisyonunda bulunan hücum oyuncusu topu kaparak bir gol atıyor.
Cevap: Gol.
Yazının Devamını Oku