Erman Toroğlu

Ateşle oynuyoruz

16 Kasım 2005
Futbolcularımız bugün sahaya ruhuyla çıkmalı, kazanmak için iyi mücadele etmeli. Aksi taktirde İsviçre bir gol atarsa, o arkasına sığınmaya çalıştığınız seyirci sizi ıslıklar, hatta rakip takımı alkışlar. TİRAN’da Arnavutluk’a karşı oynuyoruz. Tam önümüzde Tümer adamını 4 defa kaçırıyor ve takip etmiyor. Yıldıray görevi olmadığı halde arkadaşının açığını kapatmak için can havliyle oyuncunun üzerine gidiyor, onunla mücadele ediyor. Sonra dönüyor Tümer’e ‘Niye adamını takip etmiyorsun’ diye haykırıyor. Tümer’den ‘tık’ yok. Çünkü sen topu kapacaksın, mücadele vereceksin, Tümer’e uzatacaksın ve o da oynayacak. Yani sen işin hamaliye kısmını yapacaksın, o golü atıp krallık görevini üstlenecek. Devre arasına giriliyor, Yıldırıy kenara alınıyor, Tümer ise oynamaya devam edip golünü de atıyor.

Bunu takımdan bir kişi yapsa, belki açığını kapatırsın, ama İsviçre’de 5-6 kişi yapmaya kalkınca, yama santimetre kareden çıkıp metrekarelere gidiyor. O zaman da kapanmıyor.

Geçmişleri inek bakıcılığına dayanan ama sonradan dünyanın parasıyla oynayan, verdikleri sözü tutamayıp Almanlar’dan zoru görünce yahudilerin parasının bir kısmını geri veren İsviçreliler, oyunu kuralına göre oynadılar.

Bizi ince ince sinirlendirdiler, İstanbul’a geldiklerinde Yeşilköy’de istedikleri son görüntüyü de aldılar. Yani biz oyunu son derece akılsızca oynadık ve oyuna geldik.

HİKAYEYİ BIRAKALIM

Beyler hikayeyi bırakalım. Oynadığımız İsviçre 4 yıl önce göreve başlayan yeni teknik direktörleriyle aynı bizim Akdeniz Oyunları’nda olduğu gibi Ümit Milli Takımı’yla yola çıkarak buraya geldi. Bizden daha iyi futbolcuları yok, ama kesin olarak bizden daha iyi takım oyunu oynuyorlar. Yani İsviçre sahanın içinde de, sahanın dışında da bugüne kadar akıllı geldi.

Bugün ne yaparız? Kuradan İsviçre çıktığı andan itibaren yaptıklarımızı yaparsak, kesin eleniriz. Onlar tek teknik direktörle 4 yılda hazırlanırken biz son 6 ayda, yani dereyi geçerken at değiştirerek Almanya yolunda ilerledik. ‘Dağ başını duman almış... Kartal gol, gol, gol... Vur kır parçala bu maçı kazan’ zihniyetindeki seyirciyle bugün işimiz yine zor. Yıllarca aldatıldık, öyle büyütüldük. Ve hep anlattılar... ‘En büyük asker bizim asker... En iyi koşuyu biz yaparız... En iyi yemeği biz pişiririz... Biz çok iyi zıplarız... Dünyada bizden iyi seks yapan erkek yoktur. En büyük biziz.’

HİÇ ÖYLE DEĞİLMİŞ

Eskiden maçları radyodan dinlerdik. Sevgili Halit Kıvanç ağabeyimiz bize çok şanssız ve çok haksız goller yedirtirdi. Sonra aynı maçları gittiğimiz sinemalarda izleyeceğimiz film öncesi banka reklamları olarak iki dakika izlerdik. Ama olayların hiç de Halit ağabeyinin anlattığı gibi olmadığını görürdük.

Bakın... Milli maçta hakem bir penaltımızı vermedi. Ama o hakemi bile zorlayamadık. Haksızlık etmeyelim, aynı hakem yıllar önce Galatasaray Avrupa Şampiyonluğu’na giderken, İstanbul’da öldürülen 2 İngiliz’in rövanş maçında yani Leeds’te düdük çaldı. Oraya Hıncal Uluç ve ‘Çocuğumun babasız büyümesini istemiyorum’ diyen Fatih Altaylı gitmediler, gidemediler. Galatasaray golü attığında maçın spikeri Ercan Taner golü fazla yüksek sesle anlatıyor diye İngiliz polisi, hem de canlı yayında gelerek ‘Sesini biraz kıs’ diye uyardı.

Yani öyle bir maçta düdük çalan o hakem, Bern’deki maçın da hakemiydi.

Beyler hakem hikaye, saha bahane. İstiklal marşımızın ıslıklandığı mazereti ise şahane. Arkadaşlar benim futbolcumun sahada ruhu yoksa, benim futbolcum doymuşsa, benim futbolcum mücadele etmiyorsa, sakın seyirciden fazla bir şey istemeyin. Ateşle oynuyorsunuz. Bugün İsviçre bir gol attığı zaman, o arkasına sığınmaya çalıştığınız seyirci sizi ıslıklar, İsviçre Milli Takımı’nı alkışlar. Televizyon çıkalı artık eskisi kadar kimseyi aldatamıyorsunuz. Bu tarz hareket etmeye devam edersek, maçın hakemiyle de inatlaşıp, onu tahrik edersek, üstümüze benzin döküp yakmış oluruz.

Bir sözüm de yabancı futbolcu sayısı artsın diyenlere. Cumartesi akşamı Bern’de Volkan hariç, sahada 10 yabancı ile oynadık. Ne oldu 2-0 mağlup olduk. Aslında bize yabancı futbolcu değil, yabancı yönetici lazım.

Buyurun bakalım

GEÇEN sene oynanan F.Bahçe-Trabzon maçından sonra bir vatandaş hakemler için ‘Bunlar kamu görevlisi ve görevlerini kötüye kullanıyorlar’ diye suç duyurusunda bulunmuştu. Savcı bey de Cem Papila ve yardımcılarının ifadesini almıştı. ‘Maçı kötü idare etti diye hakemler savcının önüne çıkacaksa, Türkiye’de hakem kalmayacağı için bazı savcılar hakemliğe başlarlar’ diye yazı yazmıştım.

Milli maç için Turkcell grubuyla Zürih’e gittim. Şehirde gezerken Hürriyet Gazetesi’nin avukatından bir yazı geldi. ‘Erman Bey, sizin yazınızdan sonra bir savcı sizin hakkınızda şikayette bulunmuş’ dedi. Haliyle bir başka savcı da beni konuşmaya davet etmiş.

Avukat arkadaşım randevu alacak ve ben bir savcıya ifade vereceğim. Bu yaşananları yanımdaki Turkcell grubundaki arkadaşlara anlattım. Ağızları bir karış açık kaldı. Bir kahkaha attılar ve sonra da devam ettiler... ‘Erman Hoca şimdi Türkiye’ye döner dönmez, milli takım futbolcuları hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Çünkü İsviçre karşısında milli takım forması altında gerekli mücadeleyi veremediler ve görevlerini kötüye kullandılar.’

Hadi buyurun bakalım cenaze namazına. Öyle değil mi, sayın Adalet Bakanı Cemil Çiçek.

Milleti dinleyin

ANTALYA Ziraat Odası Başkanlığı beni ‘hormon’ konusunda mahkemeye vermiş. Bugün hakimin karşısına çıkacağım. Babadan kalma üreticiyim ve Mersin Ziraat Odası’na kayıtlıyım. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. İnsan gibi yaşamak, kazıklanmak istemiyorum. Ne yediğimi, ne içtiğimi de bilmek istiyorum. Bu da benim öncelikli hakkım.

Onun için de bugün Antalya’da hakimin karşısına bizzat ben çıkacağım. Ama bu davada arkamda yalnız avukatlar olmayacak. Türkiye’de yaşayan, yaşamaya çalışan, sokaktaki insanı biraz dinleseler veya dinlesek, Türkiye Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar oturduğu koltuğun hakkını biraz olsun verse, ülkemiz çok daha iyiye gidecek. Çünkü bazı şeyler S500 makam Mercedesi ile gezilerek olmuyor. Özellikle çiftçinin borçlarını ödemek için traktörünü sattığı ülkede. (Bu cümle bana değil, Şemsi Bayraktar’a ait)

Türkiye’deki insan sağlığı derseniz, ben de size derim ki, ‘O da ne demek... Cacık mı!...’

NOT:
Türkiye’de bu işi düzgün yapan organik tarım yapanlarla, yediklerini ayrı sattıklarını ayrı üretenlerin ayrılması gerekir ki, kurunun yanında yaş da yanmasın. Bunu yapacak iki kurum var. Biri Tarım Bakanlığı, diğeri Ziraat Odaları.
Yazının Devamını Oku

Eskiye rağbet olsa

13 Kasım 2005
YILLARDIR futbol oynadım, hakemlik yaptım, gazeteden görevli gittim. İlk defa rakip ülkenin milli marşını ıslıklayan bir ülke taraftarı gördüm. Bir de İsviçre çok medeni geçinir. Bizim zenginlerimiz de orada paralarını saklarlar. Hepsi tamam da, bizim büyük takımlarımızda oynayan futbolcularımıza ne demeli? İsviçre milli takımını tanımıyoruz. Et mi, tavuk mu, balık mı? Ama şu bir gerçek; takım olarak, yardımlaşma olarak, mücadele olarak, oyun anlayışı olarak, istek olarak, hırs olarak bizden iyiler. En önemlisi de takımlar. Tek tek belki bizim futbolcularımız daha iyi. Ama bizim futbolclarımız artık doymuşlar. Şimdi soruyorum. Selçuk, Nihat, Hakan, Tuncay, Tümer hücum mu yaptılar, defans mı yaptılar, rakip mi kovaladılar, topa mı bastılar? Ne yaptılar? Sadece oynadılar. Tamamen mahalle maçı.

Aşağılandılar ama hırslanmadılar

Koca takımda ayakta kalan bir tek Volkan var. O da olmasa, skor daha farklı olurdu. Mesela Tümer. Kaç maçtır milli takımda iyi futbol oynamadığı halde, Terim’in kontenjanından sahada kalarak gol attı, maçların kahramanı oldu. Tümer’in oynadığı futbol artık çok eskide kaldı. Hatta bizim devrimizde. Artık futbol 90 dakika tempolu oynanıyor. Bizim milli takımımızda 7 tane futbolcu, ‘arkadaşım mücadele etsin, topu kapsın, bana versin, ben oynayayım’ diyor. Oh ne ala dünya. Eğer futbol böyle oynansaydı, kusura bakmayın, rahmetli babam da oynardı. Beni üzen en büyük nokta, milli takım futbolcularını İsviçre basını aşağıladı, İsviçre seyircisi aşağıladı ama maalesef benim futbolcum onlardan bile hırslanmadı. Bunlara bile tepki göstermedi, gösteremedi. Ne de olsa, bizim futbolcularımız büyük futbolcular!. Onların oynadıkları kulüp takımlarına bir şey söylerseniz, çok bozululrlar, sinirlenirler. Maalesef bu futbolcuların çoğunun milli forma hırsı bitmiş.

Buradaki maç daha kolaydı. Bu tarz takımla kendi sahanda oynamak daha zor. Kolayı geçemedik, zoru geçer miyiz bilmiyorum.

Fatih Terim, Ersun Yanal’ın değişimine karşı geldi. Güvendiği eskileri tekrar takıma koydu. Bakalım, bu güvendiği eskiler Fenerbahçe Stadı’nda Fatih Terim’in güvenini karşılayabilecekler mi? Yoksa, ‘Ah keşke Ersun Yanal’ın yeni kurmak istediği sistemle devam mı edilseydi’ dedirtecekler.

Babam bana bir şey öğretmişti. Eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı. İnşallah rahmetli babam haksız çıkar.
Yazının Devamını Oku

Dünya turşusu

9 Kasım 2005
Yabancı oyuncu konusunda Türkiye ikiye bölündü. Ben de bu konuda fikrimi söyleyeyim; "Dünyanın turşularını getirip, Türkiye'yi son durak yaptıranların, yabancı sayısını artsın demeye hakkı yoktur."

SCHALKE- Fenerbahçe maçından sonra futbolcuların ve Schalke Teknik Direktörü Ragnick’in nün ilginç konuşmaları var. Fenerbahçe 9 kişi kaldı. Bazı Schalke seyircileri stadı terketti. Ve 9 kişi kalan Fener, Schalke'ye iyi direndi. Çünkü Daum'un sahaya sürdüğü yanlış onbiri farkeden hakem iki Fenerbahçeli'ye kırmızı kart göstererek F.Bahçe'nin düzgün oynamasını sağladı.

Schalke Teknik Direktörü diyor ki, "Ben 1-0 öndeyim, seyirci benden artık 4-5 farklı galibiyet bekliyor. Ama benim seyircim bir şeyi unutuyor. Karşı takımda bir Anelka var. Yapacağımız en ufak bir hatada işi bitirebilecek bir oyuncu. Onun için de bu oyuncuyu 2, bazen 3 kişiyle kontrol altına aldım. Haliyle de hücuma az adamla gittik. 2-0'ı erken bulsaydık, o zaman seyircimin fazla gol beklentisini karşılayabilirdim.."Türkiye'de spor kulüplerinin bazıları yabancı futbolcu sayısı artırılsın diyor, bazıları karşı çıkıyor. Bu konuda haklı olanlar da var, haksız olanlar da var.

Yabancı oyuncu artsın diyenlere sesleniyorum. Luciano- Nobre (ya da bu futbolculara benzeyenler) sizi hangi Avrupa Kupası maçında kurtardı. Veya Luciano- Nobre ayarında Türkiye'de kaç tane oyuncu var. Anelka'ya, Alex'e, Appiah'a bir şey diyen var mı?

Dünyanın turşularını getirip, Türkiye'yi son durak yaptırıyorsunuz. Sonra da yabancı transferi artsın diyorsunuz. İyi yabancı oyunun neticesini değiştiremeyecekse, ben onu ne yapayım. Tamam Türk oyuncular pahalı. Peki pahalandıran kim? Tabii ki sizlersiniz. Yani yöneticiler. (Sözüm kulübü için çırpınan, Türk futboluna bir şeyler kazandırmak isteyenlere değil elbette. Futboldan nasibini almamış, topu görse, "bomba" diye karakola götürecekler...)

Yazının Devamını Oku

Röveşata

2 Kasım 2005
BU Daum’u anlamak mümkün değil. Hani bizde bir tabir vardır ya; ‘pişmiş aşa su katmak’ diye... Aynen öyle yapıyor. Mehmet Yozgatlı son maçlarda başarılı, Selçuk orta alanda iyi. Niye oynuyorsun takımla? Nobre’nin ne yapmadığı belli. Daum’un şu maçta yapması gereken olay çok net... En ileride Tuncay’ı oynatacaksın, arkasında Anelka’yı, sağ tarafta da Mehmet Yozgatlı’yı. Ama Daum, sol tarafta Ümit’in üstüne oynayan Schalke’yi çözemedi. Schalke onu çözdü, hem Tuncay, hem Ümit sarı kart gördüler. Daum bu sefer Ümit ile Serkan’ın yerini değiştirdi. İşte tam o sırada hakem Daum’un yardımına yetişti, Luciano’yu oyundan attı. Yani Daum’un Ümit’e bulamadığı yeri hakem buldu.

Maç 11’e 11 oynanırken Schalke Fenerbahçe’ye top göstermedi. Çünkü sahaya yanlış kadro çıkaran Daum, futbolcu yerlerini de yanlış belirleyince Schalke iyi oynadı. Ama aynı sarı lacivertliler 9 kişi kalınca ve herkes yerli yerinde oynayınca Schalke ile kafa kafaya mücadele etti.

Bakalım Aziz Yıldırım çok beğendiği Daum’un arkasında durmaya devam mı edecek? Hani Daum diyordu ya; ‘Türkiye’de antrenörden çok şeyler isterler. Açık farkla kazanırsanız gollerin hepsi röveşata ile olsun...Dün akşam röveşatayı Daum yaptı.

Kuranyi poz verdi

Luciano
zaman zaman rakip kaleye gidip kafayla gol atıyor. Ama aynı Luciano, kendi kalesine yapılan ortalarda aynı başarıyı gösteremiyor. İlk golü atan Kuranyi, Luciano’nun yanından çıktı, havada durdu, vesikalık fotoğrafını çektirdi ve kafa golünü attı.

Hakem aynı pozisyonlarda değişik sarı kart uygulaması yaptı. Fenebahçeli futbolcular Avrupa’da mücadele ederken, bizim hakemler ile Avrupalı hakemleri karıştırıyorlar. Tuncay her maçta ısrarla kolyeyle oynuyor, boynundan çıkarmıyor. Ne de olsa Fenerbahçeli Tuncay! Ama Avrupalı hakem gözünün yaşına bakmıyor, sarı kartı giydiriyor. Luciano’ya gösterdiği kırmızı kart bariz gol şansından değil, yaralayıcı hareketten.

İki sorumlu var

Fenerbahçe bu Schalke’yi hem İstanbul’da hem Almanya’da yenemiyorsa, bir üst tura çıkmayı hak etmiyor demektir. Ama Daum veya yönetim, sakın hakeme, hava şartlarına, sahaya bahane bulmasın. Bunun iki sorumlusu vardır, birincisi Daum, sonra Aziz Yıldırım. Çünkü 11’e 11 yanlış oynayan Fenerbahçe 9’a 11 doğru oynayınca bu Schalke’yi rahatsız etti.

Galatasaray stat yapmaya çalışıyor, Fenerbahçe bir stat yaptı, Beşiktaş da onarıyor. Dün geceki stadı gördükten sonra Fenerbahçe’nin stadı bunun yanında statçık kaldı.
Yazının Devamını Oku

Şut özürlüyüz

30 Ekim 2005
DEVAMLI yağan yağmur, iki takımın da ayağa yaptığı paslar, iki tarafın da kontrollü oyunu, F.Bahçe’nin daha fazla hücumu, misafir takımın kendi sahasını iyi parsellemesi... Ve güzel bir hakem. Tek eksik var. Gol az. Bu, iki takım için de söylenebilir. Ama F.Bahçe için daha fazla. Nobre’nin kaçırdıkları şanssızlık değil, beceriksizlik. G.Antepspor, çok kontrollü oynuyor. Oyuna çıkarken ağır. Ama arkada iyi kapanıyorlar. Dikkatli ve kabiliyetli bir kalecileri de var. Rakibin önce sinirini bozuyorlar, açık bulduklarında da gol yapıyorlar. Yani sabırlı oynuyorlar. Bu tip takıma ne kadar çabuk gol atarsan, o kadar rahat oynarsın. Ama F.Bahçe, Gaziantep’in tuzağına düşmedi. Defansta rakipten bazen bir, hatta iki fazla oynadılar.

Vursan gol olurdu

Lazarov
gereksiz işler yaptı. Defansını dinlendiremedi. Defans bu kadar yükü ancak 90 dakika kaldırabildi. Ama maalesef penaltıyı hücum adamı Ivanov yaptırdı. Zaten takımlar için en tehlikeli şey, forvet oynayan oyuncuların ceza alanına girip defans yapmalarıdır.

Şu bir gerçek, Türk futbolunun ve futbolcusunun en büyük eksikliği şut. Zemin ıslak, yağmur devamlı yağıyor. Çerçeveyi bulan şut atsan, yere çarpan top, üç misli hızlanarak kaleye gidecek. Yani mermi gibi. Ya ilk vuruş gol olur, ya da dönen. Ama biz maalesef Türk futbolu olarak şut fakiriyiz, şut özürlüyüz. Bundan 3-5 sene öncesine kadar hakemler maç bir an evvel bitsin diyerek 90 ya da 90+1’de maçı düdüklerlerdi. Ama şimdi cesaretle oynanmayan süreleri oynatıyorlar. Bakın kaç tane maçın neticesi artı 90’larda atılan gollerle belirlenmiş.

Papila az hata yaptı

Cem Papila
iyi bir idare gösterdi. Baskı altında çok az kaldı. Mesela Alex’in ceza yayına girerken kendini attığı pozisyon gibi. Zaten futbolcular da onun kararlılığını hissettiklerinden üzerine fazla oynamadılar. Her şeye rağmen, gol az olmasına rağmen, bol pozisyonlu, taktik açıdan doyurucu, mücadeleli bir maç oldu. Yani maça gelenler güzel bir mücadele izlediler.

Bazı kulüp başkanları beni seyircisine havale ettiği için maçtan 89. dakikada çıktım. Penaltı pozisyonu 90+1’de oldu. Pozisyonu bu yüzden görmedim. Onun için de size bu konuda bir yorum yapamıyorum. Kusura bakmayın, Maraton’da buluşalım.
Yazının Devamını Oku

Keşke anlaşsalardı

26 Ekim 2005
Fenerbahçe ile Gençlerbirliği Deniz Barış olayında inatlaşacaklarına, kendi aralarında anlaşamaz mıydı? Biz millet olarak, yokuş bulursak çıkmayı, kuyruk bulursak, ‘Acaba burada ne satılıyor?’ diye girmeyi pek severiz. BAZI ticarethanelerde çerçevelenmiş anlamlı sözler asılıdır. Yıllar önce okuduğum bir sözü hiç unutamıyorum: ‘Benim için ne düşünüyorsan, Allah sana 100 katını versin...’

Yani öyle bir cümle ki, doluya da çekersin, boşa da götürürsün. Futbol Federasyonu kurulduğundan beri Tahkim Kurulu hep sorun oldu. Hepsi de üst düzey hukukçulardan kurulu 5 asil, 5 yedek üyeden oluşuyor. Benim onlarla hiç teşrik-i mesaim olmadı.

Emre Aşık’ın Nobre’ye yaptığı hareketten dolayı Disiplin Kurulu’nun verdiği 5 maç ceza vermesinden sonra Tahkim, bu cezayı kaldırmıştı. Ben de Tahkim Kurulu üyelerine sormuştum, ‘Aynı hareket size yapılırsa ne yaparsınız?’ diye. Onlar da 5’i birden beni mahkemeye vermişti. Dava hala sürüyor. Gerekçesini bir başka yazıda size anlatırım.

Tahkim Kurulu 10 kişiyle toplanıyordu. Federasyon bunlara dedi ki, ‘Yedekler her toplantıya girmesin.’ Kamyonun lastiği ilk burada patlamıştı. Önceleri Futbol Federasyonu Başkanı ve kurullardan hiçbir baskı gelmedi. Ama Tahkim Kurulu’nda verilen kararlar öyle boyuta geldi ki, bu kez federasyondan ses çıkmaya başladı. İstifaların arkasında ‘Niye istifa etmiyorsunuz, herkes sizden rahatsız’ cümlesinin olduğu söyleniyor.

Tahkim Kurulu ve Disiplin Kurulu, Futbol Federasyonu bünyesindeki kuruluşlar. Ama bunları Genel Kurul seçiyor. Yani atama ile gelmiyorlar. Esasına baktığınızda bu iki kurul, kulüplerin seçtiği kurul. Tahkim ve Disiplin kurulları verdikleri kararlarda, geçmiş federasyonlardaki baskıyı görmediler. Biraz daha rahat çalıştılar. Zaten kavga da buradan çıkıyor. Kulüplerin federasyona soktuğu şahıslar, o formalarını bu görevlerde çıkarmamak için direniyorlar. Kulüpler de baskılarını artırmaya uğraşıyorlar.

Deniz konusunda haklı

Emre Aşık
konusunda Tahkim Kurulu ile ne kadar ters düşünüyorsam, Deniz Barış konusunda da verilen kararın çok doğru olduğu fikrindeyim. Ama pencereye öbür taraftan baktığınızda olayın bu boyuta gelmemesi gerekiyordu.

Dün İlhan Cavcav ile telefon görüşmesi yaptım... ‘Biz Deniz ile sezon bitmeden 6 ay önce anlaştık. 1 milyon Euro’luk da tazminat koyduk. Yani bu futbolcu sezon sonuna kadar Allah muhafaza sakatlansa, biz bu parayı ödeyecektik. Ama gazetelerden Fenerbahçe’ye gideceğini öğrenince, Nihat Özdemir’e telefon açıp sordum. Verdiği cevap, ‘İlhancığım haberim yok. Bir öğreneyim’ oldu. Sonra bana dönüp, kesin olarak ilgilenmediklerini söyledi. Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Aziz Yıldırım ile karşılaştık. O da, kesin olarak Deniz’i almayacaklarına dair yemin etti. Bu arada Lucescu’nun takımı Shakthar Donesk bana 1.5 milyon Euro önerdi. Ben de Deniz’e, ‘Bizim seninle sözleşmemiz var. 1 milyon Euro’yu biz alalım, 500 bin doları da sen al. Git adamlarla konuş’ dedim. Deniz bunu duyunca çok sevinerek İstanbul’a gitti. Sonra bana telefon ederek Fenerbahçe ile yapılan sözleşmesinin olduğunu, o takıma gitmesinin imkansız olduğunu söyledi.’

Daum aldırmış

Yine İlhan Cavcav diyor ki, ‘Federasyon 2. Başkanı Şekip Mosturoğlu, bizim Deniz ile yaptığımız sözleşmeyi kastederek, ‘Gençlerbirliği bu sözleşme ile hiçbir şey tutturamaz’ demiş.

İşin daha ilginç yanı, en son boyutta Aziz Yıldırım, İlhan Cavcav’a diyor ki, ‘Başkan bu transferden benim haberim yok. Daum yapmış bu transferi.’ Tabii bu sözleri bana İlhan Cavcav söylüyor.

Bu aşamaya gelinceye kadar iki kulüp inatlaşacaklarına, aralarında anlaşamaz mıydı? Her halde anlaşırlardı. Biz millet olarak, yokuş bulursak çıkmayı, kuyruk bulursak ‘Acaba burada ne satılıyor?’ diye girmeyi pek severiz.

NOT:

Tahkim Kurulu’na tehditler geliyormuş, küfürler ediliyormuş. Ve onlar da korkup dayanamamışlar. Anlamak mümkün değil. Sizler hukukçu olarak bu kadarcık tehdide ve küfüre dayanamıyorsanız, biz neler yapalım. O zaman Türkiye’yi terketmemiz lazım.

Gordon’u da düşünün

BEŞİKTAŞ apar topar Gordon Milne’i getirdi. Siyah beyazlıların efsane takımını yaratan Gordon son derece disiplinli, beyefendi ve düzgün insandır. Genel Koordinatör göreviyle işe başladı. Tahmin ediyorum, parasının da çoğunu almıştır. Peki, şimdi siyah beyazlılar teknik direktör arıyorlar. Oraya bir İngiliz getirilirse tamam. Fakat bir başka ülkeden gelecek teknik direktör ekolüyle Gordon nasıl anlaşacak? Bekleyelim görelim.

Lorant örneği

Aslında benim çok daha farklı düşüncelerim var. Futbol Federasyonu’nun kulüp teknik direktörleri konusunda bazı yaptırımları olmalı. Tabii bu çok katı bir biçimde olmamalı. Türkiye’ye hangi ekol daha yakın ise daha fazla orayla çalışılmalı. Mesela Sivasspor, Türkiye’de çalışmış, tecrübe kazanmış Lorant’ı getirdi. Şu ana kadar da başarılı götürüyor. Bir İngiliz gelseydi veya bir Fransız aynı başarıyı sağlayabilir miydi?

Selçuk ile Tümer kendi takımlarında da kötü oynamıyorlar. Ama Fatih Terim Milli Takım’da onları daha faydalı oynatıyor. Yeni bir antrenör, bir futbolcudan 10 kilo süt alıyorsa, diğeri 20 kilo süt alıyor. Milli takım teknik direktörü ile kulüp antrenörlerinin iç içe çalışması gerekir. Gerekir ki, o ülke futbolunun karakteristliği öne çıksın.

Hiç ağzınızı açmayın

MAÇIN içinde yorgunluğun üst düzeye ulaştığı bir anda ani bir hareketle tekme atabilirsiniz veya küfür edebilirsiniz... Futbolculuk dönemimde çok kırmızı kart gören biri olmama rağmen bu düşünceyi kabul etmiyorum.

Ama bir şeyi hiç kabul etmiyorum. Maç bitmiş, soyunma odasına gitmişsin, yani ismi üzerinde maç bitmiş. Ve sen 70 metre uzaktaki hakem soyunma odasının kapısına giderek, ‘Emeğimizi çaldınız a...lar’ diyeceksin. Olacak şey değil. Ve sen 90 dakikayı en başarılı bitiren futbolculardan birisin.

Şimdi 2 veya 3 maç yoksun. Bu nasıl profesyonellik?

Bir cümleye takılmış

Hakan Şükür
, Aziz Yıldırım’ın bir cümlesine takılmış. Sevgili Hakan, sen Bursa’da, Sakarya’da oynayarak Galatasaray’a geldin, üst düzey başarılara imza attın. Şu anda Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın haricinde bir takıma gitsen, futbol oynasan, özellikle 3 büyüklerle 3-4 maç yapsan ve ondan sonra da seninle bir röportaj yapsam. Üç büyük takımın sevgili futbolcuları, geldiğiniz takımlardaki hakem kararlarını bir hatırlayın. Zaman zaman da kendinizi o futbolcuların yerine koyun. Ve hiç ağzınızı açmayın. Tabiri caizse önünüze bakıp futbol oynamaya devam edin.

NOT: İşte en son misal. Anelka’nın kolla yaptığı faul yardımıyla gelen Fenerbahçe galibiyeti sonrası, eski Fenerbahçeli yeni Konyalı Ceyhun isyan etti. Söylediği cümle, ‘Maçın içine ...tın..’ Ve 3 maç cezayı yedi. Şimdi o maçtaki hakem hatalarına ve neticeye bir bakın, dönün Galatasaray-Denizli karşılaşmasındaki hakem hatasına ve neticeye. Ne dersin Sevgili Hasan, sen mi haklısın, Ceyhun mu?
Yazının Devamını Oku

Değişim şart

21 Ekim 2005
BEŞİKTAŞ, hakem kötü, Bolton eh işte.. Siyah beyazlılar dua etsinler, rakiplerinin Avrupa Kupası’ndaki ikinci maçı. Bolton’un teknik direktörü Chelsea maçında oynayan 4 oyuncusunu kulübeye çekmiş. 60. dakikadan sonra da, ‘1 puan benim için iyidir’ diyerek, takımını Beşiktaş’ın üzerine yollamadı. Oyuncu değişikliklerini de ona göre yaptı. Ne de olsa acemi.

Siyah beyazlıların dün gece ‘tutar’ hiç bir tarafı yoktu. Rakibe 1 tane gol attılar. Zaten 90 dakika boyunca sadece o pozisyona girdiler. Onu da kendileri hazırlamadı, rakip verdi.

Kim gelse farketmez

Hiç kimseye Beşiktaş’ta çözüm aramasın. Kim gelirse gelsin, dünyanın en iyi teknik direktörünü getirsinler, şu ortamda Beşiktaş’ta başarılı olamaz. Çünkü Beşiktaş inanılmaz derecede kötü idare ediliyor. Başkan ve yönetim kurulu eğer, ‘Beşiktaşlıyız’ diyorlarsa acilen istifa etmeli ve kongreye gitmelidir.

Bunu yapmazlarsa sakın, ‘Beşiktaşlıyız’ demesinler. Çünkü Beşiktaş’ın kulüp olarak görüntüsü 1975’leri, 76’ları gösteriyor. Devletin üst kadamesinde çalışan Süleyman Seba başkanlığa gelerek, Beşiktaş’ta seyirci dahil çok temizlik yapmıştı. Şu anda bu temizliği hangi babayiğit yapmaya soyunur onu bilemem.

Ama şu bir gerçek, yeni bir yönetim de gelse iş çok zor. Çünkü hastalık çok seri ilerliyor. Sakın bana, ‘Çok karanlık bir tablo çizdin’ diye kimse sitem etmesin. Beşiktaş Kulübü’nün kurtuluşu için kol mu lazım, bacak mı lazım, bilmiyorum, ne lazımsa alayını keseceksiniz. Keseceksiniz ki vücudu kurtarın.

Keçiboynuzu gibi

Yazdıklarım Beşiktaş şampiyonluktan uzaklaştı diye değil. Avrupa kupası maçında 1-1 berabere kaldılar diye de değil. Bunları yazdım çünkü, böyle büyük bir camianın Türk Futboluna vereceği çok hizmet var.

Bolton tanımadığı rakibinden kendi hazırladığı pozisyonda gol yedi. Sonra gol attı, sonra onu kafi gördü. Biraz akıllı ve cesaretli olsaydı dün gece Beşiktaş’ı devre dışı bırakmıştı.

Hakem derseniz, o da Beşiktaş gibiydi. Maç derseniz o da keçiboynuzu gibiydi.. 90 dakika çiğnedik, 2 damla tat aldık.
Yazının Devamını Oku

Gitti geldi

20 Ekim 2005
FUTBOL çok bilinmeyenli, çok zor bir oyun değil. Bakmayın Türkiye’de çok konuşuluyor ve detaylara giriliyor. Ama maçtan önce yapılan örneklemelerde bir şey çok dikkatimi çekti. F.Bahçeli Alex ile rakibin 10 numarası Lincoln arasında benzetme yaptılar. İkisi de fazla koşmuyor, ama ikisinin de ayağı çok iyi, dediler. Dün gece gördük ki, ikisi arasında büyük fark var. Birisi hem futbolcu, hem de çok koşuyor, Alex sadece koşmuyor.

Sen teknik adamsın, rakibin çok iyi olduğu tarafı etkisiz hale getireceksin, kendi etkin tarafını da, ona kabul ettireceksin. Maç başladı, 10 dakika sonra Lincoln’un, Schalke takımının beyni olduğunu gördün. Kendi sahasına geldiği zaman bu oyuncuyu göz hapsine alırsın. Ama senin 40 metrene girdi mi, yanına birini verirsin. Böyle bir futbolcun da var, Marco.

İlk yarı 1-0 öndesin, ikinci yarı rakip tamamen üstüne geliyor. Sendeki Nobre tamamen karambol oyuncusu. Açık alanda top götürücek hali yok, üstelik süratli de değil. Kenarda da Tuncay oturuyor. Artı Nobre iki tane inanılmaz gol kaçırmış, morali de bozuk.

Havan topları

O zaman teknik adam olarak bir şeyler yapacaksın. Ama hiç bir şey yapmadın. Maç Fenerbahçe’ye geldi, geldi, gitti. Hatta, son zamanlarda yaptığı hareketlerle kendine güven çizgisiyle, rahatlığı, ciddiyetle, laubaliliği karıştıran Volkan’ın hatasıyla maç tamamen gitmişti. Son zamanlardaki davranışlarıyla Volkan bir gün bu işi yapacaktı, yaptı. Bari topu kaybettin, ceza alanı dışında rakibe planjon yapıp indirseydin, sadece kırmızı kartla dışarıda kalırdın, takıma da faydan dokunurdu. Aslında Volkan’ın ikinci golde de hatası vardı. Biraz daha öne çıkması gerekirdi. Demek ki, biraz fazla havalanıp bulutların üstüne çıkınca, ayakları yerden kesilen Volkan’ın konsantrasyonu bozuluyor. Ama Appiah, giden maçı Hagi’nin 35 metreden attığı havan toplarının çok daha yakından yapılan bir vuruşuyla -ki o mesafaden o vuruş çok zordur- kurtardı.

Fenerbahçe bu maçı alsaydı, gruptan çıkma şansı yüzde 90’dı. Ama şimdi hala herkesin şansı var. Sarı lacivertliler 90 dakika topa da hakim olamadılar. Ama attıkları hem ikinci, hem de üçüncü golde top, sarı lacivertlileri sevdi. Schalke takımının bir özelliği var. Bütün futbolcuları oyuna giriyor. Top kaybedilse bile, ikinci, üçüncü, dördüncü futbolcu baskıyla, karayolları grayderi gibi pozisyonu zorluyor.

Nitekim ilk attıkları gol bunun tipik bir misali. Kaçan balık büyük olur. Tahmin ediyorum Daum neyi eksik yaptığını şimdi anlamıştır. İnşallah Almanya’da doğrusunu yapar. Şunun da altını çizelim... Luciano, Ümit Özat, Nobre Avrupa kupası maçlarında eksi yönde sırıtıyorlar.
Yazının Devamını Oku