Fenerbahçe ile Gençlerbirliği Deniz Barış olayında inatlaşacaklarına, kendi aralarında anlaşamaz mıydı? Biz millet olarak, yokuş bulursak çıkmayı, kuyruk bulursak, ‘Acaba burada ne satılıyor?’ diye girmeyi pek severiz.
BAZI ticarethanelerde çerçevelenmiş anlamlı sözler asılıdır. Yıllar önce okuduğum bir sözü hiç unutamıyorum: ‘Benim için ne düşünüyorsan, Allah sana 100 katını versin...’
Yani öyle bir cümle ki, doluya da çekersin, boşa da götürürsün. Futbol Federasyonu kurulduğundan beri Tahkim Kurulu hep sorun oldu. Hepsi de üst düzey hukukçulardan kurulu 5 asil, 5 yedek üyeden oluşuyor. Benim onlarla hiç teşrik-i mesaim olmadı.
Emre Aşık’ın Nobre’ye yaptığı hareketten dolayı Disiplin Kurulu’nun verdiği 5 maç ceza vermesinden sonra Tahkim, bu cezayı kaldırmıştı. Ben de Tahkim Kurulu üyelerine sormuştum, ‘Aynı hareket size yapılırsa ne yaparsınız?’ diye. Onlar da 5’i birden beni mahkemeye vermişti. Dava hala sürüyor. Gerekçesini bir başka yazıda size anlatırım.
Tahkim Kurulu 10 kişiyle toplanıyordu. Federasyon bunlara dedi ki, ‘Yedekler her toplantıya girmesin.’ Kamyonun lastiği ilk burada patlamıştı. Önceleri Futbol Federasyonu Başkanı ve kurullardan hiçbir baskı gelmedi. Ama Tahkim Kurulu’nda verilen kararlar öyle boyuta geldi ki, bu kez federasyondan ses çıkmaya başladı. İstifaların arkasında ‘Niye istifa etmiyorsunuz, herkes sizden rahatsız’ cümlesinin olduğu söyleniyor.
Tahkim Kurulu ve Disiplin Kurulu, Futbol Federasyonu bünyesindeki kuruluşlar. Ama bunları Genel Kurul seçiyor. Yani atama ile gelmiyorlar. Esasına baktığınızda bu iki kurul, kulüplerin seçtiği kurul. Tahkim ve Disiplin kurulları verdikleri kararlarda, geçmiş federasyonlardaki baskıyı görmediler. Biraz daha rahat çalıştılar. Zaten kavga da buradan çıkıyor. Kulüplerin federasyona soktuğu şahıslar, o formalarını bu görevlerde çıkarmamak için direniyorlar. Kulüpler de baskılarını artırmaya uğraşıyorlar.
Deniz konusunda haklı
Emre Aşık konusunda Tahkim Kurulu ile ne kadar ters düşünüyorsam, Deniz Barış konusunda da verilen kararın çok doğru olduğu fikrindeyim. Ama pencereye öbür taraftan baktığınızda olayın bu boyuta gelmemesi gerekiyordu.
Dün İlhan Cavcav ile telefon görüşmesi yaptım... ‘Biz Deniz ile sezon bitmeden 6 ay önce anlaştık. 1 milyon Euro’luk da tazminat koyduk. Yani bu futbolcu sezon sonuna kadar Allah muhafaza sakatlansa, biz bu parayı ödeyecektik. Ama gazetelerden Fenerbahçe’ye gideceğini öğrenince, Nihat Özdemir’e telefon açıp sordum. Verdiği cevap, ‘İlhancığım haberim yok. Bir öğreneyim’ oldu. Sonra bana dönüp, kesin olarak ilgilenmediklerini söyledi. Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Aziz Yıldırım ile karşılaştık. O da, kesin olarak Deniz’i almayacaklarına dair yemin etti. Bu arada Lucescu’nun takımı Shakthar Donesk bana 1.5 milyon Euro önerdi. Ben de Deniz’e, ‘Bizim seninle sözleşmemiz var. 1 milyon Euro’yu biz alalım, 500 bin doları da sen al. Git adamlarla konuş’ dedim. Deniz bunu duyunca çok sevinerek İstanbul’a gitti. Sonra bana telefon ederek Fenerbahçe ile yapılan sözleşmesinin olduğunu, o takıma gitmesinin imkansız olduğunu söyledi.’
Daum aldırmış
Yine İlhan Cavcav diyor ki, ‘Federasyon 2. Başkanı Şekip Mosturoğlu, bizim Deniz ile yaptığımız sözleşmeyi kastederek, ‘Gençlerbirliği bu sözleşme ile hiçbir şey tutturamaz’ demiş.
İşin daha ilginç yanı, en son boyutta Aziz Yıldırım, İlhan Cavcav’a diyor ki, ‘Başkan bu transferden benim haberim yok. Daum yapmış bu transferi.’ Tabii bu sözleri bana İlhan Cavcav söylüyor.
Bu aşamaya gelinceye kadar iki kulüp inatlaşacaklarına, aralarında anlaşamaz mıydı? Her halde anlaşırlardı. Biz millet olarak, yokuş bulursak çıkmayı, kuyruk bulursak ‘Acaba burada ne satılıyor?’ diye girmeyi pek severiz.
NOT:
Tahkim Kurulu’na tehditler geliyormuş, küfürler ediliyormuş. Ve onlar da korkup dayanamamışlar. Anlamak mümkün değil. Sizler hukukçu olarak bu kadarcık tehdide ve küfüre dayanamıyorsanız, biz neler yapalım. O zaman Türkiye’yi terketmemiz lazım.
Gordon’u da düşünün
BEŞİKTAŞ apar topar Gordon Milne’i getirdi. Siyah beyazlıların efsane takımını yaratan Gordon son derece disiplinli, beyefendi ve düzgün insandır. Genel Koordinatör göreviyle işe başladı. Tahmin ediyorum, parasının da çoğunu almıştır. Peki, şimdi siyah beyazlılar teknik direktör arıyorlar. Oraya bir İngiliz getirilirse tamam. Fakat bir başka ülkeden gelecek teknik direktör ekolüyle Gordon nasıl anlaşacak? Bekleyelim görelim.
Lorant örneği
Aslında benim çok daha farklı düşüncelerim var. Futbol Federasyonu’nun kulüp teknik direktörleri konusunda bazı yaptırımları olmalı. Tabii bu çok katı bir biçimde olmamalı. Türkiye’ye hangi ekol daha yakın ise daha fazla orayla çalışılmalı. Mesela Sivasspor, Türkiye’de çalışmış, tecrübe kazanmış Lorant’ı getirdi. Şu ana kadar da başarılı götürüyor. Bir İngiliz gelseydi veya bir Fransız aynı başarıyı sağlayabilir miydi?
Selçuk ile Tümer kendi takımlarında da kötü oynamıyorlar. Ama Fatih Terim Milli Takım’da onları daha faydalı oynatıyor. Yeni bir antrenör, bir futbolcudan 10 kilo süt alıyorsa, diğeri 20 kilo süt alıyor. Milli takım teknik direktörü ile kulüp antrenörlerinin iç içe çalışması gerekir. Gerekir ki, o ülke futbolunun karakteristliği öne çıksın.
Hiç ağzınızı açmayın
MAÇIN içinde yorgunluğun üst düzeye ulaştığı bir anda ani bir hareketle tekme atabilirsiniz veya küfür edebilirsiniz... Futbolculuk dönemimde çok kırmızı kart gören biri olmama rağmen bu düşünceyi kabul etmiyorum.
Ama bir şeyi hiç kabul etmiyorum. Maç bitmiş, soyunma odasına gitmişsin, yani ismi üzerinde maç bitmiş. Ve sen 70 metre uzaktaki hakem soyunma odasının kapısına giderek, ‘Emeğimizi çaldınız a...lar’ diyeceksin. Olacak şey değil. Ve sen 90 dakikayı en başarılı bitiren futbolculardan birisin.
Şimdi 2 veya 3 maç yoksun. Bu nasıl profesyonellik?
Bir cümleye takılmış
Hakan Şükür, Aziz Yıldırım’ın bir cümlesine takılmış. Sevgili Hakan, sen Bursa’da, Sakarya’da oynayarak Galatasaray’a geldin, üst düzey başarılara imza attın. Şu anda Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın haricinde bir takıma gitsen, futbol oynasan, özellikle 3 büyüklerle 3-4 maç yapsan ve ondan sonra da seninle bir röportaj yapsam. Üç büyük takımın sevgili futbolcuları, geldiğiniz takımlardaki hakem kararlarını bir hatırlayın. Zaman zaman da kendinizi o futbolcuların yerine koyun. Ve hiç ağzınızı açmayın. Tabiri caizse önünüze bakıp futbol oynamaya devam edin.
NOT: İşte en son misal. Anelka’nın kolla yaptığı faul yardımıyla gelen Fenerbahçe galibiyeti sonrası, eski Fenerbahçeli yeni Konyalı Ceyhun isyan etti. Söylediği cümle, ‘Maçın içine ...tın..’ Ve 3 maç cezayı yedi. Şimdi o maçtaki hakem hatalarına ve neticeye bir bakın, dönün Galatasaray-Denizli karşılaşmasındaki hakem hatasına ve neticeye. Ne dersin Sevgili Hasan, sen mi haklısın, Ceyhun mu?