28 Eylül 2005
Fenerbahçe Stadı’nda maç olsun istiyorum, keyif alıyorum. Seyirci tam bir Avrupalı gibi davranıyor. Ama, tam her şey iyi gidiyor derken bir bakıyorsunuz, Aziz Yıldırım yaptıklarını bir tekmeyle yıkıyor. FENERBAHÇE Stadı’nda maç olsun istiyorum. Civardaki yollar kalabalık, ulaşım zor olmasına rağmen, o stadın atmosferini görmek, stat çevresinde gezen ailelerin çocukların, görüntüleri bana keyif veriyor.
İki yıl önce Fenerbahçeli olan büyük oğlum ile beraber Şampiyonlar Ligi maçı öncesinde Develi Restorant’a gittim. Maçın başlamasına daha 5-6 saat var. Alkol tüketimi hızla artıyordu. Maçın başlamasına üç saat kala koca restoranda önce Fenerbahçe marşları söylendi, sonra Galatasaray’a küfür edilmeye başlandı.
Avrupalı seyirci
Buna oradaki bazı kadınlar da katılmaya başladı. Çocuklar da sanki anne ve babalarının yaptığı doğruymuş gibi onlara iştirak ediyorlardı. O zamanlar, Aziz Yıldırım bazı seyirci gruplarına teslimdi. Onları kale arkasından sahaya sokturuyor, bazı yöneticilerle de bu grupları destekliyordu. Aradan iki yıl geçti. Bu pazar Fenerbahçe stadında maç izlerken, Türkiye’de bir ilki keyifle, zevkle, hayretler içinde izledim.
Bence Anelka’ya yapılan penaltıydı. Size göre olmayabilirdi. Hakeme göre de olmayabilirdi. Ama Fenerbahçe taraftarına göre özellikle kesin penaltıydı. O koca statta hakeme bir tek kelime küfür duymadım. Ona homoseksüel demediler. Ne yaptılar biliyor musunuz? Bütün stat hakemi 3-4 dakika aralıksız ıslıkladı.
Ve Fener seyircisinde şunu görüyorum. Süratle Avrupa seyircisi olma yönünde ilerliyorlar. Bunda yönetimin de büyük payı var. Neden? Çünkü stadın ağırlıklı koltuklarını kombine satmaya başladılar. Cebinde parası olmayan, maça serserilik yapmak için gelen seyirci dışarda kalmaya başladı.
Tam da her şey iyi giderken
Zaten yönetim o ufak, hadise çıkarmak isteyen, eli bıçaklı, sopalı seyirciyi içeri alırsa, bu sefer büyük çoğunluğu kaybedecek. İşin daha önemli yanı, o zaman bu stat dolmayacak.
Bakın herşey ekonomiye dayanıyor. Dönüyorsunuz, Beşiktaş’a bakıyorsunuz. Geçen yıl sahası kaç maç kapatıldı. Tribünlerde bir tek boş merdiven görmüyorsunuz. İki yıl evvel Yıldırım Demirören’e başkan olmadan evvel toplantılarda ne diye bağırıyordu. Yönetim senin, kapalı bizim. Bu ne demektir, ‘Biz ne dersek o olur’ Demirören de o gruba okey diyordu. Aziz Yıldırım bu kadar iyi şeyler yaparken, bir dönüyorsunuz, yaptıklarını bir tekmeyle yıkıyor. Kovayı boşaltıyor.
Hakan Bilal Kutlualp ne yapmış. Kulübün parasını mı yemiş. Transferlerde sahtekarlık yapıp avanta mı götürmüş. Fenerbahçe’yi rencide edecek bir şey mi yapmış. Fenerbahçe’yi özel işlerinde mi kullanmış. Yönetimini arkadan mı vurmuş.
Hakan Bilal Kutlualp
Hayır. Hep tersini yapmış. Hakan nasıl bir çocuk. İyi niyetli olduğu için, kimseden hamile kalmadığı için de, aklındaki ve bilgisini dan diye söyleyen biri. Yalaka değil. Siz ne derseniz, doğrudur padişahım, siz en büyüksünüz diyenlerden değil. Sana kırmızı çok yakışıyor. Sana hapşırmak bile çok yakışıyor başkanım diyenlerden değil. Değil oğlu değil. Ama Aziz Yıldırım yanlış adrese gidiyor.
Bir gün adresleri tam öğrendiğinde iş işten geçmiş olacak. Seneye Hakan Bilal Kutlualp’in öncelikli olmasına rağmen aynı locayı kiralama şansı var mı? Bence zor. Ama bundan sonra şansı var. Çünkü bu yazıya inat, Hakan’a locayı verebilir.
Sadettin Saran o şansı da kaybetti. Yani Aziz Yıldırım tekzip ettiği pazartesi günü Hürriyet’te çıkan resimli haber doğru. Doğru da, Aziz Yıldırım hemen bir manevra yaptı. ‘Ben o locada alkol alındığı için, PSV maçından sonra locayı alacağım’ dedi.
Peki sayın Yıldırım localarda içki içilmesi yasak mı? Hepsinde içilmiyorsa, orada da içilmesin. Yoksa loca kiralama bedelleri maliye tarafından incelenirse, acaba bir sorun çıkar mı diye mi geri döndü. Kimsenin ağzı torba değil bilesiniz. Diyorlar ki, Aziz Yıldırım, Ali Yıldırım ve Osman Yalçın, Fenerbahçe gelirlerine bankadan temlik koydurdu. 20’şer 20’şer, toplam 60 milyon dolar. Bakalım buna ne cevap vereceksiniz. Hoş, şu ana kadar sorduğum bir çok suale cevap gelmedi ya.
The Sun Beşiktaş
THE Sun Gazetesi Chelsea’ye gol atacak oyuncuya 10 bin sterlin ödül vereceğini açıkladı. Çok keyifli bir olay. Futbol bir keyiftir, şovdur. Yalnız direkt vuruş, en direkt vuruş, penaltı değildir. Özellikle ofsayt hiç değildir. İki yıl önce bu ‘Beşiktaş çok iyi gidiyor, böyle gitmeye devam ederse, biz işsiz kalırız Şansal’ demiştim. Beşiktaş’ın çöküşünü hala bu cümleye bağlayanlar var. Vah zavallı Türkiyem vah. Boşuna İngiltere, İngiltere, Türkiye de Türkiye olmuyor değil mi?
ŞEMSİ BEY NEREDE?
GEÇEN hafta Manisa’da tarım üreticileri miting yaptılar. Yaklaşık 50 bin kişi vardı. Ben de üretici olduğum için dikkatimi çekti. Hele bir pankart özellikle dikkatimi çekti. Traktör hacizde, üretici hapiste, hükümet nerede... Ben de bunun altına bir cümle ilave etmek istiyorum. Tarım ve Ziraat odaları başkanı, dolayısıyla benim de başkanım olan Şemsi bey nerede? Cevap: Üreticilerin aidatlarıyla alınan makam arabası S 500
Mercedes’te...!
Başbakan’a mektup
HEP Ankara’da büyüdüm. Memur çocuğu olarak. Hala da evim Ankara’da. Devlet mekanizmasının nasıl çalıştığını iyi bilirim. Ticaret yaptığım dönemlerde devletle iş de yaptım.
Hep şundan yanayım... Devlet, üreticilik yapmamalı. Devlet yalnız denetleyici olmalı. Yani kısacası... Geçmiş dönemlerdeki sakat sistem ancak özelleştirme ile düzelir. Çünkü özelleştirme olunca, iş ticarete dönüyor akıllı, başarılı olursan kara geçiyorsun, yoksa zararda kalıyorsun. Yani iflas ediyorsun.
Yıllardır devlet kuruluşları zarar etti. Çoğu da iflas etti veya ettirilmedi. Devlet tarafından finanse edildiler. Peki bu paralar nereden çıktı? Tabii ki gariban halkın cebinden.
Hep miras kalmıştır
Bakın avantaya ve lavantaya alışanlar, özelleştirmeyi istemezler. Çünkü bunlar mevcut sistemden tıkır tıkır para kazanırlar. Sorarsınız altındaki arabayı nasıl aldın? Evleri nasıl aldın diye. Ya ölmüş halaları, ya amcaları, ya dayılarından miras kalmıştır...
Allah var... Başbakan Erdoğan ve Maliye Bakanı Unakıtan şu ana kadarki hükümetlerin yapamadıkları kararlılıkla bu işin üzerine gidiyor ve doğru da yapıyor. Ama bakın bütün bunlar yapılırken, perdenin arkasına geçelim. Orada size ufak bir anekdot anlatayım.
Futbol yıllardır devletin elindeydi. Eski adı Beden Terbiyesi olan, yeni adıyla Spor Bakanlığına dönen kurumun bir birimiydi. Ne oldu? Özel bir yasayla özerk hale geldi. Kendi parasını kendisi üretmeye başladı. Naklen yayın bedelleri 40’ar, 50’şer milyon dolarlardan 300 küsur milyon dolara geldi. Bunlar nasıl oldu? Futbol devletten kurtulduğu için.
Cinlik yapmayın artık
Maç naklen yayınını açık kanaldan yaparsanız, tutturamazsınız. Ama devletteki o kafa’lar olduğu müddetçe güya cinlik yaparak yine oralara dönmeye kalkarsınız.
Nasıl mı? Türkiye’de futbolu Lig TV veriyor. Yani Digitürk. Maçları o çekiyor. Peki Digitürk şu anda kimin elinde. Sahibi olduğu Karamehmet’in mi? Yani Çukurova grubunun mu? Hayır devletin elinde. Neden? Yapı Kredi’nin durumundan dolayı, Digitürk hisseleri de içinde olduğundan TMSF’nin gönderdiği Ali İhsan Karacan Digitürk Yönetim Kurulu Başkanı.
Karacan bu şirketin sahibi mi? Hayır. Devlet tarafından özel bir kanun ile geçici bir süre kayyum vazifesi görüyor. Peki, bu görevdeki Karacan ne yapıyor? En uzun görüntüyü vermek için 4 yıllığına TRT ile anlaşıyor. Her hafta bir maçı da TRT yayınlasın diye bir başka anlaşma yapıyor.
Tarihe gömmek lazım
Kulüpler karşı gelerek, ‘Bizim maçlarımız açık kanaldan yayınlanırsa zarar ederiz, haksız rekabet olur’ diyorlar. Ve bu sene açık kanaldan yayın yapılmıyor. Uzun görüntü TRT’de olunca, maraton programı da, Karacan tarafından belli bir seyirci kitlesine hapsedilince, Ali İhsan Karacan hedefine ulaşıyor. Ama bakıyor ki, maraton hala iş yapıyor. Onu kendi ağzıyla söylediği gibi tarihe gömmek lazım.
Hatta geçen yıl, ekonomi yazarı Yavuz Semerci’nin iki defa ısrarla ‘Ya Maraton, Digitürk’ten giderse?’ sorusuna diyor ki, ‘Hangi açık kanala giderse, gitsinler onlara üç dakikalık görüntüyü de vermeyeceğim...’
Ve işlem başlıyor. Ümit Karan olayını öne sürerek, ‘Toroğlu’nun mukavelesini feshettim’ diyor ve ilave ediyor: ‘RTÜK bile bu olay için uyarı gönderdi’ diyor.
100 bin dolar aylık
Ama bir hafta sonra mahkeme yürütmeyi durdurma kararı alıyor. Peki Ali İhsan Karacan, Yapı Kredi, Digitürk kurumlarından ve yurt dışındaki şirketlerin yönetim kurulu üyeliği ve başkanlıklarından ayda ne alıyor? Takriben 100-120 bin dolara yaklaşan aylık. Ayrıca Ali İhsan Karacan bey Fransa’ya gider, Amerika’ya gider. Ve bu seyahat faturaları hep Digitürk öder.
Yani bu sistem böyle ne kadar çok giderse, Ali İhsan Karacan o kadar çok kazanacak. Karamehmet naklen yayınlara 350 milyon dolar yatırmış, onun umurunda değil. Türk futbolu bu parayla ayakta duruyor. Gene umurunda değil. O, zaman zaman gazetelere mesaj yollayarak, ‘Beni hükümet gönderdi. Ben başbakana yakınım’ havasında rüzgarlar estiriyor.
Belgeler geliyor
Futbolu bu kadar seven, özelleştirme için bu mücadeleyi veren, o kaybını bile göze alan Tayyip Erdoğan acaba, bu insanları destekliyor mu? Yoksa şu yukarıdaki çok kısa anlattığım olaylardan haberi mi yok? Bu yazının ikincisini önümüzdeki bir ay zarfında bazı başka belgelerle yazacağımı düşünüyorum. Ama başbakan ‘Özelleştirme, özelleştirme’ derken, kimlerle mücadele ettiğini herhalde bu yazıdan sonra daha iyi anlamıştır. Bu kişiler için, üç ay daha fazla kalmak, dört ay daha fazla kazanmak, Türkiye’nin çıkarlarından çok daha önemli.
Merak ediyorum... Ali İhsan Karacan sayın Tayyip Erdoğan tarafından destek mi alıyor, bir gruba mı hizmet ediyor?
NOT: Ali İhsan Karacan beni hedef alarak ‘Ben Adanalı’yım’ diyormuş... Ben de Türkiye’liyim..
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2005
MAÇ başladı, iki tarafın da kafa yapısı aynı. Sabırlı, sabırlı, sabırlı... Kayserispor, bir ileri yapıyor, üç tane yan top. F.Bahçe de iki ileri yapıyor, bir yan top. Yani fazla bir şey fark etmiyor. İki tarafta da fazla pres yok. Topu alan karşı ceza alanına kadar paslaşa paslaşa gidiyor, baskıyı oradan yiyince topu kaptırıyor. Bu kez de diğeri aynısını yapıyor.İlk 45 dakikanın özeti bu. Akılda kalan bir tek Yordanov’un güzel vurduğu, Volkan’ın da aynı güzellikte çıkardığı top. Tabii, bir de Selçuk Dereli’nin Anelka’ya yapılan harekete vermediği penaltı.İkinci yarı yine aynı başlıyor ama bu sefer seyircinin de baskısıyla Kayserispor fazla ileri çıkamıyor. Ve golü hiç düşünmüyor. Böyle oynarsan, nereye kadar dayanırsın? Bir yere kadar. Zaten F.Bahçe’de duran toplarda Alex vardı. Şimdi bir de hareketli toplarda Anelka geldi, rakiplerin işleri bayağı zorlaştı. Türkiye’deki futbol kalitesinde bu iki ismin özellikleri çok büyük avantaj. Nitekim, dün gece iki takım arasındaki fark, Alex’le Anelka’ydı. Ama işte bu fark bizde fark. Eğer çarşamba akşamı PSV maçında da olursa, o zaman tamam. İnşallah olur.İkisi de sabırlıKayserispor oyunu çirkinleştirmeden oynadı. Fizik olarak da kötü değiller. Zaten oyun şekilleri tipik deplasman takımı görünümünde. Sabredip rakibin açığını bekliyorlar. Ama tabii, aradaki sıklet farkı, F.Bahçe lehine farklı olunca, dün geceki skor ortaya çıktı.Sarı lacivertliler, 2-0’ı yapana kadar çok ağır oynadılar. Bir araba düşünün; 80 dakika aynı viteste gitsin. Ne süratlesin, ne de yavaşlasın. Daum diyor ki: ‘Rakipler çok kapanıyor’ Onları açacak kilit, sende var. F.Bahçe gibi takımın özellikle Kadıköy’de çok daha baskılı oynayıp, rakibinin kafasını kaldırtmaması, rakibi hataya zorlaması lazım. Rakibin defansının arasına diklemesine çabuk paslar atması lazım. Ceza alanına fazla girmesi lazım. Çünkü F.Bahçe’de bireysel kabiliyeti fazla oyuncuları var. Her an penaltı alabilirler. Veya ceza alanı civarında fazlaca gezmeleri lazım ki, duran top kazansınlar. Dün gece sadece iki defa kazanabildiler.Durdukları yer yanlışF.Bahçe böyle çok kontrollü oynamasına rağmen dönen bütün toplarda defansta inanılmaz kademe hataları yapıyorlar. Çünkü rakip ceza alanı civarında gezerlerken arka taraflarına bakıyorum, futbolcuların durduğu çok yer yanlış. Bu, Kayseri maçında gözükmez. Ama Avrupa kupası maçında, hele hele Şampiyonlar Ligi maçında sırıtır da sırıtır. İşin bir başka tehlikesi de, araya atılabilecek (dün akşam Kayserispor atamadı) toplarda Volkan’ın rakiple kafa kafaya kalıp kırmızı kart görme riski. Olduktan sonra herkes yazar, çizer konuşur. İş olmadan önlemini almak. Selçuk Dereli, bazen futbolcuyla tartıştı, bazen topla. Anelka’nın net bir penaltısını vermedi. İki taraf futbolcuları da çok iyi niyetliydiler. Maç hiç kilitlenmedi. Aferin F.Bahçe seyircisine. Dün gece küfür etmediler.
button
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2005
Beşiktaş camiasındaki sorun, hatta en büyük sorun siyah beyazlıların seyircisi. Bütün seyirciler takımını çok severler. Ama Beşiktaş seyircisi inanılmaz bir baskıyla takımını boğuyor. BEŞİKTAŞ’ta işler iyi gitmiyor. Aslında sezona kötü başlamadılar. Ama iki ters maç gelince, sesler yükselmeye başladı. Oynamayan oyuncu, haliyle dedikodu yapar. Bu da doğaldır. Ama dikkat edin Beşiktaş’ta bu dedikoduları yapanlar hep aynı şahıslar. Geçen yıl Del Bosque, bu yıl Rıza Çalımbay. Biri yerli, diğeri yabancı iki değişik hoca ama sorunlar hep aynı. Bundan sonra gelecek hoca da farklı sorunlarla karşılaşmayacak.
Beşiktaş kulübünde takımın içinde sorunlar olabilir. Her takımda olduğu gibi. Ama Beşiktaş camiasındaki sorun, hatta en büyük sorun ve bu kadar başarısızlığın arkasındaki güç, bence Beşiktaş seyircisi.
Neden?.. Taraftar takımını çok seviyor. Tamam. Bütün seyirciler takımını çok severler. Ama Beşiktaş seyircisi inanılmaz bir baskıyla takımını boğuyor. Futbolcu, inanılmaz bir baskı ile İnönü’ye çıkıyor. Beşiktaş seyircisi tezahürat yapmasını bilmiyor. Diyebilirsiniz ki, bütün Beşiktaşlı yazarlar bu seyirciyi çok beğeniyor, sen neden beğenmiyorsun.
Nedenini size söyleyeyim. Maç başlıyor, siyah beyazlı seyirciler de bağırmaya başlıyor. Ama şunu bilmiyorlar, bu bağırmalar nereye, neden, niçin yapılmalı. Bunun bir temposu vardır. Rakip baskıdan sindiği zaman, onun üstüne yüklenirsin. Veya rakip sert oynadığı anlarda, ıslıkla veya bağırma ile rakibi sindirirsin, hakemi rakibin üstüne yollarsın. Veya hakemin verdiği ters bir kararda, yine tempolu ama küfürsüz, hakemin üstüne yüklenir, baskı altına alırsın.
Şimdi soruyorum, Beşiktaş seyircisi bunların hangisini yapıyor. Hiçbirisini. Gırtlarını yırtarak, ‘Gol, gol, gol’ diye bağırıyorlar. Veya ikiye bölünüp, ‘Sen bizim herşeyimizsin’ diyorlar.
Hadi bırakın dışarıdaki maçları. Çünkü orada seyretme imkanınız yok. En son Şampiyonlar Ligi’nde Liverpool seyircisinin ne yaptığını statta görme imkanınız vardı. Bu Beşiktaş seyircisinin tezahürat zaafı. Daha kötüsü takımına verdiği en büyük zarar, sahaya yabancı madde atmaları, küfür etmeleri. En kötüsü de sahaya kendilerini atmaları.
Üç haftadır yöneticilerin de, teknik adamın da, futbolcunun da kafasını karıştırdılar. Hiç gereği yokken, tuttular Milan- Fenerbahçe maçını konuştular. Onlar Milan’ı tutarken, takımları Malmö’ye mağlup oldu. Disiplin, Tahkim derken, bu sefer Tahkim’in bence verdiği yalnış bir kararla maçı içeride oynadılar. Yine bence, Beşiktaş bu maçı dışarıda oynasaydı, psikolojik olarak daha avantajlı olurdu. İçerde kaybetmelerinin en büyük sebebi Tahkim’in kararı oldu.
Geçen yıl Beşiktaş’tan kombine bilet alan seyirci, kaç tane maça gidemedi. Bir düşünün. Yani peşin verdikleri parayla maç seyredemediler. Peki bütün bunların ışığında soruyorum size, Beşiktaş seyircisi takımını çok mu seviyor, yoksa onu sıkıyor, boğuyor, sevgiden dolayı öldürüyor mu?
Ama birçok Beşiktaş yazarı ve yönetim kurulu üyeleri şu benim yazdıklarımı kabul ettikleri halde, bunları açık açık dile getiremiyorlar. Yani bu seyirci hala, Beşiktaş yönetim kurulunun üzerinde. O zaman da Beşiktaş’tan başarı beklemek bence hala hayal.
Rıza hoca geçen sezon sonunda, bu sezon için John Carew ile Youla’yı birlikte düşünüyordu. Carew’in gideceği hiç hesapta yoktu. Çünkü Carew’i Beşiktaş’tan ne yöneticiler, ne de Rıza para kazanmak için yollamadı. Carew kafayı takmış ‘Ben Şampiyonlar Ligi’nde oynamak istiyorum. Bu fırsatı bir daha yakalayamam. Lütfen beni gönderin’ diyor. Bu kafadaki bir Carew’in kalması halinde zaten Beşiktaş’a faydası olamazdı.
Rıza uzun boylu bir oyuncu istiyor ama transferin son günlerinde Ailton geliyor. O da fizik olarak hazır değil ve antrenman yapmayı sevmeyen bir oyuncu. Maçtan evvel germe işini biraz ciddi yapmazsan, 10. dakikada sakatlanır çıkarsın.
Youla kötü bir oyuncu değil ama Beşiktaş seyircisi baskısı onu bu hale soktu. Fenerbahçe karşısında maçı 1-1’e getiriyorsun, Tuncay beş kişi arasından elini kolunu sallayıp gol atıyor. Biri de çıkıp daha ceza alanına girmeden, ‘Pardon kardeşim nereye gidiyorsun?’ demiyor.
Rıza o gece Beşiktaş takımının futbolcusu olsaydı, Tuncay’ın kafasını ısırır o golü attırmazdı. Onun için Beşiktaşlı oyuncular kabahati hiçbir yerde aramasınlar. Aynaya baksınlar hatayı görürler.
Beşiktaş’ın oynadığı maçlara bir bakın. Hepsinde maçın yıldızı rakip kaleci. Demek ki, çok gol pozisyonuna giriyor, ya auta atıyor, ya kaleciler kurtarıyor. Sorun burada.
F.Bahçe iyi takım ama
BEŞİKTAŞ galibiyetinden sonra Daum’un çenesi açıldı. Milan maçını kaybeden Fenerbahçe’nin son dakikalarda yaptığı hatalara bakın. Dönün Beşiktaş- Fenerbahçe maçında, ev sahibi takımın son dakikalarda yaptığı hatalara bakın. İkisi de aynı.
Milan ile Fenerbahçe arasındaki tecrübe ve kalite farkı ne ise, Beşiktaş ile Fenerbahçe arasındaki fark da o. Hep aynı şeyleri söylüyorum. Fenerbahçe böyle oynamaya devam ederse de, her halde söylemek zorunda kalacağım. İki yıldır Fenerbahçe’nin elde ettiği başarılar, yönetimin yaptığı transferlerle doğru orantılıdır.
Şu son maçı bile dikkatle izlediğinizde, ki ben maçtaydım. Fenerbahçe’nin çok zor pozisyonlara düştüğünü gördük.
Anelka gerçeği
Fenerbahçe ne zaman kendini gösterdi. Anelka sahneye çıktığı zaman. Müthiş bir gol attı. Harika bir penaltı yaptırdı.
Sahanın en iyi 3-4 adamından birisi bence Anelka’dan sonra kaleci Volkan’dı. Daum yönetiminde Fenerbahçe’nin iki yıldır 90 dakika tempolu ve güzel oynadığı maça ben rastlamadım. ‘Yedek kulübem zayıf’ diyor.
Fenerbahçe yönetimi kaç tane Ümit Milli oyuncu aldı. Nerede onlar. Bugün Fenerbahçe’nin kadrosu Türkiye liginin en iyi kadrosu.
Şampiyon olmaları onların iyiliğinden değil, rakiplerin kötülüğündendi. Nitekim bunu Avrupa’ya çıkan takımlarımızın oynadığı maçlardan, kalitesiz rakiplere mağlup oluşundan gördük.
Kim istemez ki...
Bugün Anelka’yı Avrupa’da hangi kulüp kadrosunda görmek istemez. Veya Alex’i, Appiah’ı, Tuncay’ı. Geldiği günden bu yana Anelka oynadığı yerden memnun değildi. Daum’un çok kızdığı, futbolu bilen basın mensuplarından çoğu da Anelka’nın oynatılacağı yeri Beşiktaş maçındaki gibi olduğunu söylediler.
Dediler ki, ‘Çabuk gideceksen, arkasına Tuncay’ı koy ve geniş alanda kullan.’ Hep dediler ki, ‘Daum maçı seyretme, gerektiği yerlerde rakip teknik adamın yaptığı hamlelere, hamle ile cevap ver...’ Daum hangisini yaptı. Milan maçında son 10 dakika oyunu seyretmeseydi, belki de Fenerbahçe mağlup olmadan gelecekti.
Benim fikrim şu... Daum’un bu takıma, bu Fenerbahçe kadrosuna verdiği en fazla yüzde 10. Böyle bir kadroya da bu oran bence çok az.
Zaten Daum, Şampiyonlar Ligi’ndeki herhangi bir başarısızlığa şimdiden kılıfı hazırladı. Daha basit bir şey söyleyeyim. Şu anda Türkiye Ligi’ndeki diğer 17 takımın teknik direktörlerinden hangisini Fenerbahçe’nin başına getirirseniz, getirin en kötü böyle olur.
Yardımcı hakemler
YARDIMCI hakemler yardımın manasını biraz fazlaca abartmaya başladılar. Eskiden yan hakem olan bu kavram, hakemin zor pozisyonda olduğuna kanaat getirmek şartıyla, yardımcı hakem yardım etsin diye getirildi. Ama yardımcılar hakemler destek yerine, köstek olmaya başladılar ve oyuna tesir eder duruma geldiler.
Buradaki temel fikir şu. Yardımcı hakemin görüş alanında olan bir pozisyonda eğer hakem pozisyona uzak kalmışsa ve açı itibarıyla pozisyonu görememişse, yardımcı hakem önce hakemi arayacak. Onun bu şartlarda olduğunu görürse, o zaman bayrağını kaldırıp hakemi ikaz edecek. Yoksa bazı maçlarda olduğu gibi yardımcı olacağım diye, oyun devam ederken, hakem pozisyona hakimken, bazı yardımcı hakemler daha hakeme bakmadan bayraklarını kaldırıyorlar. Ondan sonra da ortalık yangın yerine dönüyor ve hakem suçlanıyor. Çıkış noktası yardımcılar. Ama onu kimse tanımaz. Herkes maçın hakemini bilir.
Bu işi doğru yapan yardımcılar da var. Sivas- Trabzon maçında Serdar Tatlı’ya doğru yardımı yapan Alparslan Dedeş gibi.
Başka isim var mı?
İDDAA olayında Federasyon sonuna doğru geliyor. Bu işe adı karışanları iddia yönetimi, Türk Ceza Kanunu’na göre dolandırıcılıktan savcılığa şikayet edecek mi bilmiyor. Bence işin daha ilginç başka tarafı da bu. Olayın içinde birden çok kişi var, çok da para var. Size soruyorum.
Bu bir organize olay değil mi? Böyle bir olay çete kapsamına girmez mi. Benim kafamda bir türlü cevaplandıramadığım bir soru var. İkili bahis oynanıyor. Üçlü değil. Yani bir tarafta Sebat- Kayseri maçı. İlk yarı Sebat, ikinci yarı Kayseri galip. Maçın galibi Kayserispor. Dönüyoruz, Galatasaray-Trabzon maçının galibi Galatasaray’a. Olayın içinde Gökdeniz’in adı geçiyor. Yani para Trabzon’un mağlubiyetine yatırılmış veya yatırılacak. Peki Trabzon’un mağlubiyetine tek başına Gökdeniz yetecek mi. Yoksa telafuz edilmeyen başka isimler mi var?
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2005
<B>TÜRKİYE</B>’nin, iyi transfer yaptı dediği, büyük dediği iki takımı dün gece karşı karşıya geldi. 90 dakikalık oyunda futbol kalitesi çok kötü. Mücadele derseniz, eh işte. Hadi Fenerbahçe deplasmanda oynuyor, rakibine yenilirse sürpriz değil. Beşiktaş şampiyonluğa oynuyor, rakibinden iki tane gol yiyor. Hani rakibi çıkar sahaya, Beşiktaş’ı ezer, iki gol atar, ona tamam, kimse bir şey diyemez. Ama öyle bir Fenerbahçe yok. Zaten Nobre penaltıyı atsa iş bitecek. Oyuna giren, maça konsantre olamayan, tam ısınamayan bir oyuncuya neden penaltı attırılır, o da tartışılır.
Ferdi olarak sahada mücadele edenler var. Mesela Tuncay, mesala Anelka, mesela Volkan. Yani bakın, hep şahıs ismi sayıyoruz. Şöyle bir kombine atak, şöyle bir bindirme, indirme yazamıyoruz.
Alex, spor ve ticaret hayatında, hiçbir ülkede bu verdikleriyle bu parayı kazanamaz. Ama o da çıkıyor, yaptığı tek hareketlerle belki de maçı kurtarıyor, Fenerbahçe’yi geçen yıl olduğu gibi şampiyonluğa taşıyor. Bu da Türkiye’nin futbol kalitesini gösteriyor.
Anelka şu anda Türkiye’nin en kaliteli futbolcusu. Aslında o da sahanın içinde oynanan futboldan memnun olmadığını hissettiriyor.
Daum, galip gelmelerine rağmen, bu takımı iyi idare edemiyor. Rıza, geldiği günlerdeki çizgisinde değil. Yaptığı en büyük hata, kendine yapılan bütün eleştirilerde cevap hakkını kullanması. Sen kendi işine bak... Senin konuşacağın tek yer takımının oyunu ve aldığı sonuçlar. Yoksa sabaha kadar konuşsan hikaye. Kendini kurtaramazsın.
Çok bağırıyorlar ama
Beşiktaş takımının en büyük dezavantajı seyircisi. Bu seyirci çok bağırıyor ama kendini tatmin ediyor. Hiçbir şekilde takımını ateşlemek için, rakibi çökertmek için ve de hakemi etkilemek için en ufak bir bilinçli girişimi yok. Daha da kötüsü, yaptığı eylemlerle, sahaya girmelerle ve sahaya attıklarıyla Beşiktaş futbolcusunu maçlardan koparıp; saha kapanacak mı, kapanmayacak mı, tartışmasını getiriyor. Türkiye’de iki takımın seyircisi geçtiğimiz iki yılda kulüplerine büyük zararlar verdiler. Bunların 1 no’lusu Beşiktaş, 2 no’lusu Diyarbakırspor seyircileri.
Fırat Aydınus, kötü maç yönetmedi. Gereksiz baskılara boyun eğmedi ama Beşiktaş’ın attığı golden önce ‘ele çarpma mı, oynama mı’ olayında kendisi pozisyona yakındı... En fazla 10 metredeydi. Ama, 40 metre uzaklıktaki yardımcı hakemin bayrağına teslim oldu. O zaman da tribünler, otoritenin düdükte mi, bayrakta mı olduğunu tartıştılar.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2005
Bak Hıncal, topu önüne atsam belki de iki ayağınla vurmaya kalkarsın. Eline düdük verseydim, üflerken mutlak nohutunu yutardın. Yenisini versem, yani nohutsuzunu, bu sefer mutlak düdüğü yutarsın. BAK Hıncal, karşılıklı cevap yazılarını hiç sevmem. En az 3-4 sefer saldırı olursa o zaman yazmayı düşünürüm. Haklı da olsam 1-2 sefer sesim çıkmaz. Ama Hıncal, sen sınırı o kadar çok aşıyorsun, o kadar çok laf ebeliği yapıyorsun ki, bazen sana cevap vermek farz oluyor.
Bak Hıncal; 3 Nisan 2005 yılında yazdığın hemşirelerle ilgili iğrenç, utanç verici, aşağılık fıkrayı okudum. Hıncal, yaşadığın şu ana kadar, özel durumlarından dolayı sana en fazla hizmeti veren münasebette olduğun, sana yardım eden hizmet grubunun hemşireler olduğunu biliyorum. Bunu sen de benden çok iyi biliyorsun. Gece-gündüz demeden, ağır işçi gibi çalışan bu fedakar gruba yazdıklarını ben köşeme alıp senin kaleminden yazamıyorum, yazmıyorum.
Dinime küfreden müslüman olsa
Sen benim A Milli Takım’la ilgili yazdığım bir cümleyi saçma sapan yerlere çekerek, ortamı müsait bulduğunu da zannederek, aklınca uyanıklık yapmışsın. Sen yaparsan şaka oluyor, başkası yaparsa kaka. Hani derler ya, ‘Dinime küfreden müslüman olsa.’
‘Kuralları iyi biliyorum’ diyorsun, daha geçen yıl, bir yıl önce kalkmış forma çıkarma olayında Ahmed Hassan’ı ve Musa Çözen’i suçluyorsun. Hiçbir hakem seminerine gitmezsin, oradaki canlı tartışmalara katılmazsın, sevgiden bahsedersin. Bu konuda ne olduğunu veya olmadığını kamuoyuna Sezen Aksu en geniş biçimde aktardı. TRT Genel Müdürü iş verirse, en güzel yazıları onun için yazarsın. Tersi olursa ondan kötüsü yoktur. ‘Erman Toroğlu, G.Saray düşmanı’ cümlesini kullandın.
Futbolda düşmalık yoktur, sevgi vardır. Seni mahkemeye verdim, bana tazminat ödedin. Artık düşman kelimesini kullanamıyorsun. ‘Ben çok gezerim, gezmezsem neyi göreceğim, neyi yazacağım’ diyorsun, çok haklısın. Ama maçlara gitmeden maç yorumu yapıyorsun. Deniz Gökçe’nin tabiriyle ‘Şezlong yorumculuğu.’ ‘Türkiye’nin en büyük futbol yorumcusu benim’ diyorsun. O senin fikrin, olabilir. Ama neye göre büyüksün, zaman zaman salladığın yönetmen Musa Çözen’in görüntülerine göre. Musa’nın görüntüleri kötüyse nasıl iyi yorumcu oluyorsun veya iyi yorumcuysan, Musa’nın görüntüleri nasıl kötü oluyor.
Tuttuğun takımı değiştirdin
Hiçbir zaman canlı spor programı yapmadın, yapamazsın... Hiçbir zaman yaptığı spor programlarında telefon bağlantısı kabul etmedin, edemezsin. Sen şimdi Galatasaraylısın. Ama ilk tuttuğun takım Galatasaray değil. İnsanlar, şu dünyada dinlerini bile değiştiriyorlar ama takımlarını asla. Mustafa Denizli ile Fatih Terim’le beni birbirimize düşürmek için çok uğraştın, hala uğraşıyorsun. Benim için onlar yıllarca karşı karşıya ya da yan yana oynadığım futbolcu arkadaşlarım. Ama sana göre Fatih Terim ‘şehir kırosu’ olur, sonra Fatih bir anda değişir ‘İmparator’ olur. Acaba Fatih mi değişiyor, sen mi? Bence Fatih aynı Fatih..
Bak Hıncal... Topu önüne atsam belki de iki ayağınla vurmaya kalkarsın. Eline düdük verseydim, üflerken mutlak nohutunu yutardın (Eski düdükler nohutluydu) Yenisini versem, yani nohutsuzunu, bu sefer mutlak düdüğü yutarsın. O benim yazmadığım ‘Fahişe’ kelimesini hangi yoldan çıkarak bulduysan bilemem. Benim A Milli Takım için bu cümleyi kullanmam, geri zekalı olmamı gerektirir. Hiçbir Türk insanının, Milli Takım için o kelimeyi kullanma hakkı ve şansı yoktur. Ama sen yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi döndüre döndüre yazarsın veya döne döne.
Cin olmadan şeytan olma
Hıncal, zaman zaman o cin geçindiğin aklınla Erman Toroğlu’nu RTÜK’e şikayet edersin. Erman Toroğlu’nun yazdığı yazıyı sayfaya koydu diye, Esat Yılmaer’i, Ertuğrul Özkök’e şikayet edersin. Seni, bu yazdığın ahlaksız fıkra ve buna benzer yazıların için ne Sabah’ın genel yayın müdürüne, ne de patronuna şikayet edeceğim. Benden sana tavsiye, cin olmadan şeytan olma.
Bak Hıncal... O Milli Takım formasını da giydim, üzerinde terim de kaldı, kanım da. Sen belki bizim Milli Takım’ın yolda satılan tişörtünü bile giyememişsindir.
Hıncal’ın maskesini düşür hocam
HINCAL Uluç bundan 2-3 ay önce köşesinde hemşireleri rencide edecek, oral seks teması işleyen çok kaba bir fıkra yazdı. Onlardan tepki gelince yanıt olarak, ‘Canım, hoşgörü gösterin, şaka bunlar’ türünden bir karşılıkla kendisini savunmaya çalıştı. Erman Hoca’nın yazdığı ise, kimseyi rencide etmeyecek çok daha yumuşak bir fıkra.
(Mesela, benim 50 küsur yaşındaki annem fıkraya bayağı güldü.) En iyisi Erman Hoca’nın bu hafta köşesinde Hıncal Uluç’un yazdığı bu iki yazının kupürlerini kullanıp maskesini düşürmesi olur. Umarım bu mesajımı değerlendirmeye alırsınız. (Cem Başlevent)
Suç duyurusu
TÜRK Sağlık-Sen 1 No’lu Şube Başkanı Orhan Yılmaz da yaptığı basın açıklamasında, Uluç hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını belirterek, ‘24 saat halkımızın sağlığını korumakla görevli sağlık çalışanlarına yönelik çirkin, seviyesiz sözde fıkra; hemşirelik gibi kutsal bir vazifeyi ve tüm sağlık çalışanlarını rencide etmiştir’ dedi.
Evden yorum yapanlar Türk büyükleri
GEÇEN gün Şansal’la Turkcell standına gittik. Levent Bıçakcı ile Fatih Terim de oradaydı. Sohbet ettik. Hep söylüyorum ya, ‘Maçı canlı seyretmek çok farklı şeydir’ diye. Çünkü o zaman yalnız görüntüye mahkum kalmıyorsun.
Sahanın içini de görüyorsun, kenarını da tribünü de. En önemlisi, bir takım hücum ederken görüntüye girmeyen arkadaki defans oyuncuları ile kaleci ne yapıyorlar, nasıl pozisyon alıyorlar.
Çünkü top ani döndüğünde kontratakla her an gol yiyebilirler mi, yoksa kademeye girmişler mi?
Fatih diyor ki: ‘Ben artık maçlarda görüntüleri en tepeden istiyorum, aynı anda bütün sahayı görecek gibi. Çünkü o zaman futbolcularıma soracağım, top sol açıkta oynanırken sen sağ defansta ne arıyorsun diye. Ben görüyorum futbolcuların ne yaptığını. Ben söyleyince ‘ben yerimdeydim abi’ diyor. Görüntüyü gösterince nerede olduğunu anlayacak veya ne yapması gerektiğini.’
Şimdi daha iyi anladınız mı? Evden televizyon başındaki görüntülerle büyük büyük yorum yapan Türk spor büyükleri.
O formaları çıkarın
BEŞİKTAŞ’a verilen ceza için Disiplin Kurulu Başkanı suçlanıyor. Kuruldan da iki kişi istifa ediyor. Bu istifa eden iki arkadaşa soruyorum; Beşiktaş-Diyarbakır maçında yaşananlar, Beşiktaş’ın oynayacağı Malmö maçında gerçekleşseydi, UEFA’nın vereceği ceza ne olurdu? Bu arkadaşların bana vereceği cezayı duyar gibi oluyorum: ‘O Avrupa maçı, burası Türkiye.’
Futbol Federasyonu Başkanı, Danimarka maçından evvel seyirciyi az mı uyardı. Neden? Çünkü UEFA yazı yazarak Futbol Federasyonumuzu uyardı. ‘Hadise olursa, çok ağır ceza veririz’ diye. Yani bir yerde tehdit etti. Aslında olayın gerçeği şu; Federesyona giren yönetiminde veya kurullarında çalışanların çoğu takım formalarını çıkarmadan orada oturuyorlar. Hiçbirisi ‘bizim seyircimiz hatalı, verilen ceza doğrudur’ diyemiyor. İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher’ın, UEFA’nın İngiltere’ye verdiği ceza süresi biterken UEFA Başkanı’na söylediği şuydu: ‘Bizimkiler daha akıllanmadılar, isterseniz biraz uzatın.’
F.Bahçe Stadı’nın şu andaki görüntüleri iyi. Çünkü Aziz Yıldırım daha iki sene öncesine kadar destek verdiği, maça soktuğu grupları yavaş yavaş dışarıda bırakıyor. Zaten onun için de o taraftarlar Yıldırım’a tepki koyuyorlar.
Yani Yıldırım, doğru F.Bahçelileri sorunlu gruplardan ayırıyor. Ama Beşiktaş’taki yönetim öyle değil. Hala daha grupların etkisinde. Belki de onlardan kurtulacak güce erişemediler.
Bahiste dev adım
FUTBOL Federasyonu, A.Sebat-Kayseri maçından sonraki olaylarda mükemmel işler yaparak sona doğru gidiyor. Bazılarını tatmin eder, bazılarını etmez. Ama ilk defa Türkiye’de bu kadar geniş kapsamlı iş yapıldı, helal olsun onlara. Olayın içine giren şahıslar, federasyondan sportif cezalarını alacaklar.
Peki, bu işe katılanlar Türk Ceza Kanunu’na göre dolandırıcılık iddiasıyla hesap vermeyecekler mi? Çünkü ortadaki para çok büyük ve organize bir işe teşebbüs var.
Yani siz, tamamen safiyane oynayan çok kimsenin yatırdığı parayı belirli bir yere yönlendirmiyor musunuz? Mesela olaya adı karışan A.Sebat Kulüp Doktoru’na sportif ceza verilecek veya verilmeyecek.
Eğer suçlu görülüp verilirse, bu sefer o doktor hakkında eğer Sağlık Bakanlığı’nda da görev yapıyorsa, bakanlık da gerekli işlemi yapacak mı, veya İddaa, yani bahis kuruluşu sportif ceza verilecek bu şahıslar hakkında Türk Ceza Kanunu’na göre suç duyurusunda bulunacak mı?
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2005
<B>KASAP </B>et derdinde, koyun can derdinde. 90 dakika boyunca Ukrayna maçı hiç düşünmedi. Herkes kahverengi ceketle gezen <B>Shevchenko’</B>nun peşinde. Maçın 80. dakikası Ukraynalılar meşaleleri yakmaya başladılar. Adamlar haklı, ilk defa Dünya Kupası’na gidiyorlar. Biz bu havadan iyi faydalandık. Kontrollü oynadık, fazla alan bırakmadık, özellikle orta alanda ilk toplara basınca rakip üstümüze fazla gelemedi.
Selçuk Fenerbahçe’deki çıkışını burada da sürdürdü. Orta sahayı iyi idare etti. Hakan ile Fatih çok etikili olamadılar. Hakan geldikten sonra Fatih’in oyununda düşme var. Eski etkinliğini kaybetti. Hakan’ı anlamak mümkün değil. Devre arası olmuş, hakem düdüğünü çalmış, gidip itiraz ediyor ve sarı kart görüyor. Dikkat etmesi lazım, yaşlandıkça artık iyice çenesine vurmaya başladı.
Herşey dahil
Kalede Volkan oyunu çok dikkatli ve güzel takip etti. Onun için de vurulan toplarda bulunması gereken yerlerde bulundu. Ayaklarını yerden kesmeyen, bir kaleci zaten gerektiği zamanda uçmalı. Volkan’da da bu özellik var. Onun yerinde olsam, Schumacher’in kasetlerini bulur, devamlı izlerim. Yapı olarak da ona benziyor. Ondan bir şeyler kaparsa daha mükemmel olur.
Bundan sonra oynayacağımız Arnavutluk maçı ve Danimarka-Yunanistan maçı herşeyi içinde maçlar. Hani bizim güney sahillerimize turist geliyor ya, herşey içinde; kahvaltı, yemek, içecek, yatak aynen onun gibi.
Shevchenko oynasaydı, ne olurdu? Bence bundan kötü olmazdı. Çünkü Ukrayna’nın aklı bizde değildi. Maçtan sonraki kutlamaları düşünüyorlardı. Şimdi bizim önümüzde Arnavutluk’u yenmek var. Mutlaka kolay olmayacak. Çünkü sahada oynanandan fazla saha dışı güçler devreye girecek.
Erzik faktörü
Öyle veya böyle Şenes Erzik’in hakkını inkar etmemek lazım. Dün gece son anda bizim Milli Takım, Ukrayna Milli Takımı ve hakemler sahaya çıkarken, Şenes Erzik herkese hakim olur biçimdeydi. Belki hiçbir şey demiyordu, ama duruşuyla ‘Ben buradayım’ mesajı veriyordu. Çalınacak ters bir düdük, hakemin hafif bir korkaklığı veya ev sahibi takıma leyhte etkisi, bu görüntüyle otomatik olarak kayboluyordu.
İyi futbol oynamadık, ama güzel mücadele verdik. Zaten bu tarz gergin maçlarda fazla futbol beklemek hayal olur. Rakibimizin ununu eleyip eleğini asmasından güzel faydalandık. Herşeye rağmen galibiyet çok güzel. Ama şunu hiçbir zaman unutmamak lazım... Bizim bu gruptan birinci olarak çıkmamız gerekirdi. Bunun da sorumluları, şöyle bir düşünüp kendi kendilerine hesaplarını verirler herhalde.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2005
Dereyi geçerken at değiştirdik. Kazakistan maçındaki Milli Takım ile dün akşamki Milli Takım’ın oyun yorumları arasında çok fark var. Biz iyi değildik, ama rakip de iyi değildi. İYİ futbol oynamadık. Zaman zaman ferdi işler yaptık, zaman zaman da tuhaf işler... Mesela 44'üncü dakikada 1-0 mağlubuz; rakip bize korner atıyor, Hakan Şükür dahil 11 futbolcu ceza alanı içindeyiz. Topu Volkan alıyor, pas atacak bir tek futbolcu arkadaşı yok.
67'nci dakikadayız... Bu sefer biz korner atıyoruz, rakipten üç futbolcu santra çizgisinin üzerindeler. Haliyle bizden de dört futbolcu onları bekliyor. Uzatmalarda beraberlik golünü yiyoruz... Bizim takımın bütün futbolcuları yerde yıkılmış durumdalar, rakipten iki oyuncu kalemizdeki topu almak için Volkan'a doğru koşuyorlar.
Lifi atana kadar tut
2-1 öne geçmişiz... O dakikaya kadar Tümer vasatın altında bir görüntü çiziyor. Golden sonra kendine geliyor, müthiş işler yapıyor. Sonra "Yorgunum" diyor. Dakika 80... Onu, lifi atana kadar onu tutacaksın...
Dışarı alıyorsun. Soktuğun adam defans oyuncusu Tolga. Sonra da 90 artılarda teknik alanın sınır çizgisine gelip, "Topu indirin, pas yapın" diyorsun. Bu Milli Takım'da, sakatlıklara rağmen en iyi pas yapacak adam Tümer'dir. Veya onun yerine girecek başka bir hücum ya da orta saha oyuncusudur... Ama Tolga değil. Yani, insanların söyledikleri ile uyguladıkları birbirine ters düşüyor.
Yazık oldu... Biz iyi değildik, ama onlar da iyi değildi. Hakan Şükür asist yapan bir oyuncu değil, gol yapacak bir futbolcu. O zaman girdiğin iki pozisyonu gol yapacaksın. Ama zaten Hakan bunları gol yapsaydı, İtalya'da oynardı.
Kafaları karıştı
Hakem İspanyol olunca bizim futbolcuların kafası karışıyor. Türkiye'de kendilerine her dokunuluşunda yere atıp bizim süper hakemlerimizden faul ve penaltı bekliyorlar. Şunu net bir şekilde söyleyeyim; Hakan'ın rakibin yaptığı 'sinek düşürücü harekette' kendini yere attığı pozisyon penaltı değil. Hakan bunu Türkiye Ligi'nde de çok yapıyor. Bu şudur; güçsüzlüktür, artık işin sonuna gelmektir.
Ersun Yanal'la yola çıktık Fatih Terim'le devam ediyoruz. En son Almatı'daki Kazakistan milli maçına gittim. Oradaki Milli Takım'ın oyun yorumuyla dün akşamki Milli Takım'ın oyun yorumu arasında çok fark var. Biz dereyi geçerken at değiştirdik.
Türkiye'de bazı kesimler hem cinsellikten konuşurlar hem de bazı yerlerde benzetme yapıldığı zaman ona kızarlar. Hürriyet Gazetesi yıllar sonra bu konuyla ilgili geniş bir araştırma yaptı... Çok değişik veriler karşımıza çıktı.
İngiltere'de son yapılan araştırmaya göre, takımı galip gelemeyen erkekler seks yapamadıkları için, kadınlar son derece şikayetçilermiş. Ve eşlerinin takımlarının galip gelmesi için dua ediyorlarmış. Aramızdaki kültür ve düşünce farkı bu...
Zaman zaman da ben bu konularda teşbih yaptığım için tenkit edildim. Olsun... Ben buna razıyım. Çünkü, Türk insanı maçlarda yıllarca bütün hakemleri homoseksüel yaptı. Rakip futbolcuların en yakınlarını bile küfürle taciz etti. Bunlar gözardı ediliyor. Ben de bu maçla ilgili ve geçmiş karşılaşmalarla ilgili gene bir teşbih yapacağım...
Hayat kadınına sormuşlar, "Çocuğun niye olmuyor?" diye... Cevabı çok ilginç: "Biri yapıyor, biri bozuyor" demiş!
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2005
Beşiktaş-Diyarbakırspor maçı zor bir maç mıydı? HAYIR. Futbolcular art niyetli miydi? HAYIR. Seyirci bir şey yaptı mı? HAYIR. Peki olaylar neden çıktı? Hakem Orhan Erdemir yüzünden.
PAZAR akşamları televizyonları açıyorsunuz, bütün teknik adam ve yöneticiler hakemlerden şikayetçi. Bazen öyle şeyler oluyor ki, aynı maçın iki teknik adamı (Feyyaz Uçar- Şenol Güneş) bile hakeme ateş ediyor.
MHK Başkanı Ufuk Özerten, bu kadar kısa sürede hakem camiasının ne enterasan, ne tuhaf, ne çok bilinmeyenli bir arı kovanı olduğunu herhalde görmüştür. Yıllarca hakem camiasının içinden çıkan bir kaç kişi bu işlerle mücadele ediyor. Diğerleri memnun.
Maçlardan sonra hakemlere verilen puanlar bunun en canlı örneği. Yani bozacıların şahidi, şıracılar. Yalnız bu sezon -daha başlayalı 4 hafta oldu- 8 tane a klasmanı gözlemcisi dinlendirmeye alındı. Çünkü verdikleri puanla yazdıkları açıklama birbirini tutmuyordu.
8.5 puan verilmeli mi?
Eğer bir hakeme 8-8.5 puan veriyorsan, o maçın zorluk derecesinin üst düzey olması lazım. Mesela bir hakem, yani Beşiktaş- Diyarbakır maçının hakemi Orhan Erdemir 8.5 alıyorsa, -veya gözlemcisi Hasan Ceylan veriyorsa- o maçın çok zor olması lazım.
- Peki maç zor muydu?
- Ne gezer, helva gibi bir maçtı.
- Futbolcular art niyetli miydi?
Yazının Devamını Oku