Erman Toroğlu

Komedi filmi gibi

19 Ekim 2005
Karşıyaka, Ç.Dardanel’i deplasmanda yendi. 90 dakika bitti, Ç.Dardanel’in hocası K.Yaka’ya transfer oluverdi. Yani, Karşıyaka, Dardanel’den hem 3 puanı hem de teknik direktörü aldı. GEÇTİĞİMİZ 10 yılda Futbol Federasyonu pek çok alanda talimatları yeniledi, zamana uydurdu, tedbir aldı. Bir tek teknik adamlar konusunda bir çalışma yapmadı. Aslında hem Antrenörler Derneği’nin, hem de Futbol Eğitim Dairesi’nin bu konuda öneri getirmesi gerekirdi.

Açılan kurslarla binlerce antrenöre diploma verildi ama bunların çoğu bu mesleği yapamıyor. Pek çoğu da milletvekili, bakan ve partiyi devreye sokarak iş bulma gayretindeler. Bazıları da arkadaşlarının altını oyarak, onların çalıştıkları kulübe mektup yazarak, haber göndererek, daha az para alacağını, daha iyi transfer yapacağını ve daha fazla başarılı olacaklarını iletiyorlar.

Böyle bir ortamda oynanan ligin daha 10. haftası oynanmadan 10 tane teknik direktör görevinden ayrıldı veya alındı. Ben hiç bir teknik direktörün görevinden ayrıldığına inanmıyorum. Hepsinin işine son veriliyor.

Bunun disipline edilmesi kolay. Eğer kulüp teknik adamın işine son veriyorsa, yaptığı mukavele müddetince o teknik adama parasını ödemeli veya teknik adam istifa ediyorsa o yılın sonuna kadar başka hiç bir kulüpte çalışmamalı.

1 yılda, 2-3 kulüp değiştiren teknik adamlar var. Daha da ileri gidilmeye başlandı. 2 hafta önce Çanakkale Dardanel- Karşıyaka maçında muazzam bir olay gerçekleşti. Siz meydanı boş bırakırsanız, anlatacağım traji-komik olaylar daha çok yaşanır.

Bu maç başlarken Hayrettin Gümüşdağ adındaki teknik direktör arkadaşımız Ç.Dardanel takımının başındaydı. Maçı konuk ekip Karşıyaka kazandı. Aynı teknik direktör maç bitiminde aniden Karşıyaka’nın teknik direktörü oluverdi.

Demek ki, Karşıyakalı yöneticiler yendikleri takımın teknik direktörünün sahaya mükemmel bir onbir çıkarma becerisin ve verdiği taktiği çok beğenmişler. Beğenmişler ki, mağlup ettikleri takımın teknik dirketörünü 90 dakika bitiminde bayılarak, ağızlarının suyunu akıtarak Karşıyaka’ya teknik direktör yaptılar.

İzmir’deki yerel basının başlıkları çok güzeldi; Karşıyaka, Dardanel’den hem 3 puanı hem de teknik direktörü aldı.

Spor çok uzun bir maratondur

G.SARAY, Avrupa’nın 2 numaralı kupasını kazandı. Tüm Türkiye, hangi takımı tutarsa tutsun, kazanılan kupaya çok sevindi. Aklı başında G.Saraylılar mütevazı davranarak doğrusunu yaptılar. Ama bazı yöneticiler ve G.Saray’ın bazı fanatik yazarları, bu başarıyı sadece kendilerine malederek, sanki G.Saray toplumun diğer kesimlerince hiç desteklenmemiş gibi, fanatik söyleşiler yaptılar ve yazılar yazdılar. Haliyle bir muhalefet oluşturdular. Ve Sempatik G.Saray, antipatik gelmeye başladı.

Ali Şen, F.Bahçe ilk başkan olduğu yıllarda herkese sempatik geliyordu. Ama o da sonradan rakiplerine karşı değişince antipatik gelmeye başladı. O sırada sahneye Aziz Yıldırım çıktı. Konuşması, uslübu, efendiliği, kavga etmemesi, sakinliği ona çok puan kazandırdı.

Ama aradan bir süre geçti, Aziz Yıldırım da, hareketleri, davranışları ve konuşmalarıyla, hem rakipleri, hem de pek çok F.Bahçeli tarafından tenkit edilmeye başlandı. Hem o fanatik G.Saraylıları, hem de Ali Şen’i solladı.

Sakın bir insanlar bir şeye takılmasın, ‘Ben iyi şeyler yapıyorum, beni kıskanıyorlar, onun için yükleniyorlar’ diye düşünmesin.

İnsanlar şunu gözardı etmesin ve iyi bilsin; Niye bütün statlarda aynı şahsa tepki gösteriliyor da, diğerlerine gösterilmiyor.

Seyirciyi arkana alarak, tehlikeli boyutlarda toplumla oynarsan, bir gün aynı silahla vurulursun. Sporculuk uzun bir maratondur. Sabır ister, beyefendilik ister, espri ister. Küstahlık değil, alçak gönüllük ister. Diktatörlüğü hiç kaldırmaz.

Aman dikkat

F.BAHÇE
defansı tek hatta top oynuyor. Araya atılan tüm toplarda hepsi oyundan düşüyor. Müthiş pozisyon hataları yapıyorlar. Özellikle top F.Bahçe tarafından oynandığı analarda yaşıyorlar bu tehlikeyi. Aman dikkat. Bizim lig maçları bunu kaldırır ama Şampiyonlar Ligi maçları batırır.

Kuş gribi ve tavuk

SPOR-TOTO’nun İddaa oyunu tuttu. Bu oyundan hem hazineye büyük para akıyor, hem de Çocuk Esirgeme Kurumu, Savunma Sanayii gibi kuruluşlarla, kulüplere büyük paralar geliyor.

Fakat bir de internetten bahis oynatan yabancı şirketler var ve onlar da büyük paralar kazanıyor. Hem Türkiye’den oynayan iştirakçi vergi vermiyor, hem de oynatanlar. Ve maalesef bunlar, hem Türkiye’de, hem de yurt dışında oynadığımız bazı maçlarda stadyumlara reklam bile veriyorlar. İşin ilginç yanı maliye bir açıklama yaptı, buradan kazanılacak paradan yüzde 20 vergi almayı planlıyorlarmış. Yani Türkiye’de bu işi korsan yapan kuruluşları bir yerde meşru hale getirecekler. Sevgili Maliye Bakanı Unakıtan, siz masanın iki tarafını da bilen bir bakansınız. Ancak siz bu işe el atarsanız hatadan dönülür kanaatindeyim. Çünkü İddaa, 16 ayda, kulüplere 85 trilyon aktardı. 170 trilyon vergi verdi. 14 trilyon kurum payı ödedi. Sevgili Unakıtan, şu sıralar kuş gribi varken, altın yumurtlayan tavuğu /images/100/0x0/55ea5e84f018fbb8f87b7355bari kesmeyelim.

İki portre

İŞTE size 2 milletvekili portresi.. Biri, tamamen pozisyon icabı, yani hiç bir kasıtlı hareket yapmadan, Denizli Güven’in ayağının kırıldığı pozisyonun kahramanı Yılmaz’ın kafasına pet şişe fırlatıyor. Diğeri, Alanyalı yerel gazetelerin yazdıklarına göre, Kuddusi Müftüoğlu’nun FİFA listesinden çıkarılmasına tepki göstermiyor. Müftüoğlu’nun FİFA listesinde kalması için bakanlara, Futbol Fedarasyonu’na baskı yapmıyor. Yani spor ile siyaseti ayırıyor, yani işini yapıyor. Karar sizin, hangisi doğrusunu yapıyor?
Yazının Devamını Oku

Oynamadan kazandı

16 Ekim 2005
KÖTÜ bir lig maçı... Milli maçlar yüzünden lig maçlarına ara verilince, futbolcu da ligin havasından uzaklaşıyor. Zaten bütün sürprizler de bu tip haftalarda olur. Ama şu bir gerçek, F.Bahçe’nin dün akşamki futbolu sürpriz değildi. Her zamanki gibi bir şey oynamadan 3 puanı kaptılar. Bir gün Anelka, bir gün Alex işi bitiriyorlar. Bakın, PSV maçında F.Bahçe iyi oynadı. Ama ne zaman? 10 kişi kalan rakibine karşı. İnanılmaz derecede defansta kademe hatası yapıyorlar ve top kendi hücum arkadaşlarındayken, rakibin hücumcularının arkalarında durması gerekirken, yanlarında duruyorlar.

Aralarında atılan her tek topta hepsi birden oyundan düşüyorlar. Bunu dün gece de yaptılar, geçmiş haftalarda da yapıyorlardı. Şampiyonlar Ligi bu tip hataları kabul etmez.

Aynı penaltıyı çalar mıydı?

Ankaragücülü futbolcular ‘Zaten bu maçı kaybedebiliriz. Kimse de bize bir şey demez’ havasındaydılar. Eğer maça biraz inansalardı, dün gece kesinlikle puan çıkarırlardı.

Sol tarafta Ümit’te bayağı bir düşüş var. Serkan yine çok özverili. Selçuk durgundu. Demek ki milli maç yorgunluğunu atamamış. Nobre gene itiyor, kalkıyor, kendini yere atıyor.

Ankaragücü’nden İlhan Mansız iyi niyetle mücadele etti. Rakiple ve hakemle dalaşmadı. Demek ki bu futbolcuları büyük takım formaları değiştiriyor.

Erol Ersoy aynı pozisyonlarda iki takıma ayrı ayrı düdükler çaldı. Anelka’ya verdiği penaltıda şunu diyorum: ‘Eğer bu pozisyonda çaldığın rahatlıkta F.Bahçe aleyhine de bu penaltıyı verirsen, o zaman tamam!...’
Yazının Devamını Oku

İnandığı adam

13 Ekim 2005
İLK yarı kötü işler yaptık. İkinci yarı iyi şeyler yaptık, play-off’u kaptık. Aslında bu başarı değil ama, Milli Takım’ın Gürcistan maçıyla Trabzon’da başlayan serüveni sanki acılı bir Türk filmi gibiydi. Oradan çıkıp buraya gelmek yine de başarı. İlk yarı kötü oynadık dedik. Özellikle Tümer boş alana kaçıp, saha boşaltacağına ve top isteyeceğine, arkadaşının ayağındaki topu almaya gidiyordu. Rakibimiz hücuma kalktığında onun koşu alanını kapatıyor, zaman zaman Yıldıray bu görevi üstleniyordu. Ama Fatih hoca Tümer’e çok güveniyordu ki, onu oyundan almadı. O Tümer bu kez ikinci yarıda güzel işler yaptı. Alpay tek hata yapmadan maçı bitirdi. Volkan elinden kaçırdığı top hariç, düzgün oynadı ama kaleciye atılan toplarda inanılmaz derecede laubalilikler yaptı. Volkan’ın şunu ayırt etmesi lazım. Kendine güven rahatlık çizgisini aştı mı yandı.

Halil Altıntop rahatsız etti

Halil
Altıntop zeki bir oyuncu. Rakipten üç dört kişiyi birden oyalıyor ve rahatsız ediyor. Okan oynadığı sürece sahada yoktu. Emre iyi bir kumaş. Değişik bir oyuncu. Bazen mükemmel işler yapıyor ama sakatlığı onda bayağı hasar bırakmış. Oyundan düşüyor. Oynamamanın dezavantajını yaşıyor.

Nihat belki eski Nihat değil ama öyle bir sakatlıktan çıkıp, bu kadar kısa sürede yeşil sahaya dönmesi bile mucize. Artık şu bir gerçek ve önemli olan şu. Dünya üçüncüsü olan Milli Takım değişti. Hasan, Ali, Hakan farketmiyor.

Arnavutluk özellikle bize pembe bakmadı. Tiran’daki yolda gezen insanlar Türkiye’yi istiyorlardı ama Brigel yenmek için her şeyi yaptı. Saha futbol oynamaya müsait değildi. Sadece yeşildi. Yani her şey Arnavutluk’tan yanaydı ama ikinci yarı Milli Takımımız oynadığı oyun ve yaptığı mücadele ile baraj maçı oynamayı haketti.

Maçın hakemi son yıllarda seyrettiğim en iyi idareyi gösterdi. Böylesine tansiyonu yüksek bir maçı hiç hata yapmadan bitirdi.
Yazının Devamını Oku

Adalet bu değil

5 Ekim 2005
Hakan Şükür, MHK Başkanı Özerten'i telefonla aramış. "Neler oluyor" demiş. Hakan, yıllarca Arif kendini yere atıp penaltı kazandırırken, Arif'e ne yapıyorsun diyebilseydin, Özerten'i arama hakkı olurdu. Adalet bu değil, değil mi <B>Hakan</B>... YILLARIN birikimi yavaş yavaş patlıyor. Önce futbolda bu kadar para yoktu. Küçük takımlar futbolcu yetiştirip büyüklere satıyordu. Şampiyonluklar hep büyüklerin arasında paylaşılıyordu. Sonra televizyon icad oldu. Sonra futbol şifreli kanallarda pazarlanmaya başladı. Artık bu işin bir endüstri olduğu meydana çıktı. Türkiye ise bunu geç anladı. Bunda rahmetli Turgut Özal'ın da büyük katkısı vardı.

Küçükler büyüklere mağlup oluyorlardı ama hasılat iyi geldiği için giden puana değil, gelen paraya bakıyordu. Son beş yıldır futbolda herşey paraya döndürülmeye başlanınca, işin büyüklüğünü herkes kavradı.

Kel göründü

Masa başı oyunları yıllarca vardı. Sahayı kapatmadan kurtarmak, futbolcuyu az maç cezasıyla kurtarmak. Senin oynayacağın küçük takımların futbolcularını, oynadığı bir önceki maçta sarı kart veya kırmızı kart ile halletmek. Rakip takımın içine sızmak. Gerekirse ve çok mecbur kalınırsa, MHK'nin içindeki yandaşlarından yardım almak ve en sağlam iş maçın hakemine ulaşmak... Televizyon çıkınca, birileri orada yorumlara başlayınca, gazetelerde de üç beş tane tarafsız yazar olunca, kel görünmeye başladı. Artık küçükler de uyanmıştı.

Yıllarca yukarıdaki bu kavga şundan dolayı yapıldı. "Sana benden daha fazla kıyak yapılıyor, ben de en az senin kadar veya daha fazla isterim." Yani büyükler, hani o meşhur Osmanlı Bankası reklamı vardı ya, "Yok birbirimizden farkımız, biz Osmanlı Bankasıyız.." diye.. İşte aynen böyle durumdaydı.

Anelka'nın pozisyonu hakemi aldatmaya yönelik bir pozisyon değil. Pozisyona geçmeden Anelka kaleciyi dağıtmaya gidiyor. Topa ilk seferinde bakıyor, kalecinin eline doğru gelirken artık bakmıyor. Aslında yaptığı hücum oyuncusu açısından dezavantaj.

Çünkü hücum eden oyuncunun o pozisyonda faul yapmaması gerekiyor. Kaleci elinden kaçırır veya ayağı kayar gol pozisyonu olur. Ama sen buna engel oluyorsun. Zaten Anelka poziyon bittikten sonra faulü kabul etmiş ve dönüp gidiyordu. Yani hakem ve yardımcıları için kolay bir pozisyondu. Hakem için tehlikeli pozisyon nedir? Futbolcu topu eliyle çalar. Veya darbe gelmeden zamanlamasını çok iyi ayarlayarak nedni yere bırakıp penaltı yaptırır. Mesela Nobre'nin Rize'de elle alıp attığı gol ile Anelka'nın pozisyonunun hiç alakası yok.

Hedef gösteriyorum

Ben isimleri TV'de ve gazetede dile getirdiğimde, "Erman hedef gösteriyor" diyorlar. Evet hedef gösteriyorum. Hangi futbolcuları gösteriyorum. Sporculuk ruhuna aykırı, hakemi aldatmaya yönelik, rakip futbolcu arkadaşının ve teknik direktörünün geleceğiyle oynayan, futbolcuları hedef gösteriyorum.

Yıllarca bu işi Arif yaptı. Şimdi Fenerbahçe'de Nobre yapıyor. Bu misalleri çoğaltabiliriz. Ama bana garip gelen başka bir şey var. Hakan Şükür, MHK Başkanı Ufuk Özerten'i arayarak "Neler oluyor hocam" diyor. Ben de Hakan'a diyorum ki, "Ey sevgili Hakan, senin takım arkadaşın Arif yıllarca kendini ceza alanında bırakıp size bir çok penaltı kazandırırken, "Ne yapıyorsun Arif" deseydin, "Arif'in yaptığı iş değil" deseydin, veya Arif'in kazandırdığı penaltıları dışarı atsaydınız, o zaman senin Özerten'i aramaya hakkın vardı. Kendin yaparken çok iyi, başkası yaparken çok kötü. Adalet bu değil, değil mi Hakan.

Maradona'dan sonra bir "Tanrı'nın elidir" furyasıdır gidiyor. Beyler Tanrı insanların ellerini doğru işlerde kullansınlar diye vermiş. Hep de öyle telkin etmiş.

O elleri kolları para çalmak, araba çalmak, eşya çalmak, meşin yuvarlağı çalmak için vermemiş. Çünkü çaldığın herşeyde karşıdakinin ciğerini yakıyorsun.

Savcının çağrısı

GEÇEN sene oynanan Fenerbahçe- Trabzonspor maçının hakemleri hakkında bir vatandaş "Bunlar kamu görevlisi, görevini kötüye kullanıyor" diye şikayette bulunuyor. Bu işlerden hiç nasibini almamış savcı bey de, hakemleri sorguya çektiriyor. Hakemler de kuzu kuzu gidip ifade veriyorlar.

Özellikle de Cem Papila'ya hayret ettim. Bu arkadaşımız hem de avukat. Gitme Cumhuriyet Savcısına ifade vermeye. Bakalım ne olacak. Savcı seni oraya polis zoruyla mı getirtecek, iş büyüyecek. Yoksa Adalet Bakanlığı o savcıyı arayıp, "Sen ne yapıyorsun arkadaş" mı diyecek.

Hakem cesaretli olacak, verilen haklarını sonuna kadar koruyacak. Direnecek. Kuzu gibi olmayacak. Bir vatandaşın şikayeti üzerine "Maçı kötü idare ettiler" diye hakemler savcının huzuruna çıkacaksa, Türkiye'de hakem kalmayacağı için bazı savcılar da hakemliğe başlarlar.

Yabancı dil

İ
THAL futbolcular arttı, herşey kolaylaştı. Biz onlara Türkçe küfür öğretiyoruz, onların küfürlerini de birileri tercüme ediyor. Mesela Konya- Fenerbahçe maçında bir ara bütün Konyalı futbolcular Alex'in üzerine yürüdü. Merak ettim, Konyalı bir futbolcu ile konuştum. Neden diye sordum. "Ağabey küfür etti" dedi. Türkçe mi dedim. "Hayır kendi dilinden" cevabını aldım.Peki nasıl anladım diye devam ettim. O da "Bizde de Batista var ağabey" dedi.

Elleri kırılsın

İKİ senedir Bodrum’u sel basıyor. Neden önceki yıllarda basmıyordu. Daha şiddetli yağış almasına rağmen. Bodrum'un tepesindeki ormanı üç yıl önce yaktılar. Yakılan arazi o kadar değerli ki, yüzlerce yıl evvel Bodrum'a yerleşenler, hep oralarda yaşamışlar. Hala kalıntıları var. Çünkü orada spor yapıyor, koşuyor ve görüyorum. Tepeye çıktığın zaman hem Bodrum, hem Gümbet koyları ayağınızın altında. Yani buraları paraya çevirseniz, paha biçilmez. Hoş burayı yakanların hevesleri kursaklarında kaldı. Tarım ve Orman Bakanlığı burayı ağaçlandırdı ama bunların sel sularını engellemesi için en az 10 yıl geçmesi lazım. Yakanların elleri kırılsın.

Neler oluyor?

BEŞİKTAŞ'ta neler oluyor? Antrenör Gökhan Keskin istifa ediyor.

Yöneticiler birbirlerinden huzursuzlar, tartışıyorlar.

Daha önemlisi "Beşiktaş neden böyle" nin cevabı burada yatıyor. "Sinan Engin menajer olsun mu, olmasın mı?" sorusuna yönetim futbolcular arasında oylama yaparak karar almaya çalışıyor. İki futbolcu "Gelsin" diyor, diğerleri "Hayır istemeyiz" diyor.

Beşiktaş'ta kim kimi idare ediyor, demek ki belli değil.

Veya Beşiktaş neden bu durumda işte bundan.

Aziz Yıldırım'ın yemek daveti

GEÇEN hafta Aziz Yıldırım'a bazı sorular yönelttim cevabı da geldi.

En önemlisi, Fenerbahçe'nin gelirlerine kesinlikle temlik koyulmadığıydı. Bundan evvelki yazılarda sorduğum, "Fenerbahçe'nin ne kadar borcu var. Aziz Yıldırım şahsi olarak ne kadar para verdi" sorusuna hala cevap yok.

Hakan Bilal Kutlualp için "Sen bu şahsı iki senedir tanıyorsun, onun ne olduğunu ben sana Divan Toplantısı'nda açıklayacağım" diyor.

Hakan Bilal, Mehmet Arslan ve benim yemek yediğimizi yazmış, ancak yeri de yanlış zamanı da. Yemek yediğimiz mekan İstanbul'un sayılı balık restoranlarından birisiydi. Yani çok kalabalık bir restaruanttı, gizli olma şansı yoktu. Masadaki dördüncü şahsın ismini sayın Yıldırım vermemiş veya verememiş. Nedeni bilinmez, nedendir bilinmez. Ben söyleyeyim... Eyüp Kosif.

Her türlü sohbet

Bodrum'da da tamamen tesadüf eseri bulunduğum 8 kişilik yemek grubunda her türlü sohbet yapıldı. Masada Fenerbahçe eski başkanı Metin Aşık vardı. Yüksel Çağlar, Hakan Bilal Kutlualp, Turgay Aksoylu ve Şansal Büyüka ile beraberdik. Çok keyifli bir sohbet oldu ama sayın Yıldırım'ın dediği gibi Fenerbahçe'yi rakı mezesi yapmadık. Sayın Yıldırım ayrıca masada da rakı içilmedi, kırmızı şarap vardı.

Sayın Aziz Yıldırım, Ben herkesle yemeğe giderim. Daha 15 gün önce sen, beni, hem locana maç izlemeye, hem de yemeğe davet etmedin mi?

Yıldırım'ın yazıma verdiği yanıt sonuna kadar gayet makul ve düzgün gidiyordu. Ama son cümle yine bir çuval inciri berbat etti. Yani geçen haftaki atılan başlığı sayın Aziz Yıldırım onayladı. "Çok iyi şeyler yapıyor, bir tekmede yıkıyor" demiştik. Sayın Aziz Yıldırım'ın son cümlesi şuydu sayın okurlar...

Maça gidiyorum

"Sizi Fenerbahçe'nin büyük taraftarlarına havale ediyorum..."

Yine sayın Aziz Yıldırım bir başka ortak arkadaşımıza "Erman maça gelmesin, maça aldırmayacağım" diyor. Ben de İstanbul Emniyeti'nden koruma isteyerek, maça gidiyorum.

Şimdilerde de internet sitelerinde mesajlar geçiyor, "Başkanımızın gönderdiği havaleyi aldık. Gerekeni yapacağız" diye.

Sayın Aziz Yıldırım, artık bundan böyle senin bana gözünün içi gibi bakman lazım. Beni hep kontrol ettirmen lazım. Başıma birşey gelmesin diye özel önlemler aldırman lazım. Allah muhafaza, ya başıma bir şey gelirse!

Doktor ve ceza...

AKÇAABAT Sebat- Kayseri maçının sportif cezaları Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu tarafından verildi. Peki, ceza alan Akçaabat Devlet Hastanesi'nde doktor olarak çalışan Kulüp Doktoru İlhan Günaydın (12 ay ve 2500 YTL ceza aldı) hakkında Sağlık Bakanlığı nasıl bir işlem yapacak.
Yazının Devamını Oku

Mart kedisi gibi

3 Ekim 2005
<B>DUYGUSAL </B>insanların yaşadığı bir ülkeyiz. Dışımızda gelişen her şey bizi inanılmaz etkiliyor. Konyaspor-F.Bahçe maçındaki <B>Anelka’</B>nın faullü golü dün İnönü Stadı’ndaydı. Aslında golün faul olması hikaye. Olay, F.Bahçe’yi durdurmak. İşin daha başka ilginç yanı; bu dört büyükler mart kedisi gibi. Hem hallediyorlar, hem bağırıyorlar. Kendilerinden biri yaptı mı, çok iyi. Diğerlerini aptal yerine koyuyorlar.

Şöyle bir geçtiğimiz 10 yıla bakın, o bildiri yayınlayan G.Saray, Beşiktaş ve Trabzonspor, hakemlerle birlikte neler kazanmışlar? Büyükler hep kazanıyorlar. Daha fazla kazanan şampiyon oluyor. Arada küçükler badem oluyor. Zavallılar ne bağırabiliyorlar, ne ses getirebiliyorlar? Yıllardır bu oyun, aynen sürüyor. Geçen yıl Aziz Yıldırım, ‘Biz futbolun sahada oynandığını zannediyorduk’ diyerek bunu net bir şekilde söylemişti. Neyse biz gene maça dönelim...

Ailton hazır değil

Ailton
mükemmel bir golcü. Eğer ceza alanı içinde topla buluşturabiliyorsanız, iki randevudan birini gol yapıyor. Ama Ailton hazır değil. Şu andaki vücudu, adalesi, beynin istediğini yapamıyor. Onun için de otomatik pilota atıyor, sakatlanıyor. Hangi teknik adam böyle bir oyuncuyu istemez. Ama yönetici de sabırsız, seyirci de. Rıza 5 maç oynatmadı mı, topun ağzına geliyor. Ama Rıza haklı. Futbol öyle bir oyun ki, en ufak bir laubaliliği ve dikkatsizliği kaldırmıyor. Şemsiye terse dönüveriyor.

Beşiktaş’ta mesela A.Hassan geçtiğimiz yıllardaki A.Hassan değil. Sebebini kendi bulacak. Mesela bir Kleberson, her şeyi ile mükemmel bir oyuncu. Adamın iş ahlakının mükemmel olduğunu görmek için özel hayatına girmeye ve antrenmanlarını izlemeye gerek yok. Maçta ayan beyan belli. Çağdaş, üzerinde durulursa iyi şeyler yapacak gibi. Gökhan zaten yükselmeye çok müsait. Sergen’den faydalanabildiğin kadar faydalanacaksın. Nerede ‘ben yoruldum’ diye elini kaldıracak, o zaman dışarı alacaksın. Dün akşam o serbest vuruşu, dünya futbolunda nadir oyunculardan biri yapardı.

Youla’dan yararlanacaksın

Youla
iyi bir oyuncu. Ona sabretmek ve iyi kullanmak lazım. Geniş alanda çok faydalı. Gol vuruşları mükemmel olmayabilir ama en az iki kişiyi uğraştırıyor, alıp götürüyor. Onun boşalttığı alanlardan yararlanmak lazım.

Rıza’nın işi kolay değil. Çünkü o, öncelikle yerli bir teknik direktör. Onun için de rakiplerine göre geriden başlıyor. Ama bildiğim Rıza, kolay pes etmez. Onun da iş ahlakı mükemmeldir. O futbolcu, ben hakem olarak çok maça çıktık. Bir insanın bir insanı tanıması için 90 dakikalık maç bulunmaz bir nimettir. Oyuncuların karakterini en ince ayrıntılarına kadar takip eder. Rıza da hakemliğini yaptığım düzgün oyuncuların başında gelirdi. Biraz sabırla onun Beşiktaş’ta çok iyi işler yapacağını göreceğiz. Ama her zaman olduğu gibi Türkiye’de bir yönetici sorunu var. Zaman zaman ‘11 futbolcu ithal olsun’ diyorlar. Zaman zaman ‘ithal hakem olsun’ diyorlar. Aslında ben de onlara şunu söylüyorum: ‘Bütün bunların yerine birkaç tane ithal yönetici getirirsek işi başında çözmüş oluruz. Hem de çok daha hesaplı bir çözüm olur.’

Samsunspor enterasan bir takım. Bazen çok iyi işler yapıyorlar, bazen çok kötü. Onlar da birtakım arayışlar içindeler. Bir değişime girmişler.
Yazının Devamını Oku

Ben yönetici olsam

2 Ekim 2005
<B>NORMAL </B>bir lig maçı oynanıyor. PSV maçındaki F.Bahçe ortalarda yok. Konyaspor, mükemmel hazırlanmış, tıkır tıkır futbolunu oynuyor. ‘Bu görüntülerle F.Bahçe’yi ancak ilahlar kurtarır’ diyoruz. Veya gökten zembille bir şey inecek. İşte o meşhur 73. dakikaya geliyoruz.

Maçtaydım; hem canlı, hem de televizyondan seyrettim. Ey Türk halkı, size soruyorum. 73. dakikadaki bu golü kim attı? Hakem raporuna F.Bahçe’nin birinci golü için kimin adını yazacak? Gazeteler, televizyonlar kimi söyleyecekler? Olay çok net ve açık. Mehmet Yozgatlı’nın ortaladığı topa kaleci Özden çıkıyor. İki eli havada, çok net bir şekilde topu alacak. Anelka geliyor, pozisyona saniye olarak geç kalıyor. Kolunu sokuyor, Özden’in kollarına vuruyor. Böyle olunca da top Özden’in elleri arasından kurtulup kaleye giriyor. Golü Mehmet Yozgatlı mı attı, kaleci Özden kendi kalesine mi attı, yoksa Anelka mı? Buyrun bakalım.

O kafadan kurtulamadık

Bakın, yıllardır ‘o kafa’dan kurtulamadık. Hakem diyor ki: ‘Üç gün evvel bu takım PSV’yi yerlebir etti, mükemmel oynadı. Bugün de dakika 70’i geçti, Konyaspor’a karşı 2-0 mağlup, nasıl olur?’ Onun kafası bunu almıyor. Peki bütün bunlar olurken, bir nolu yardımcı ne iş yapıyor? Peki dördüncü hakem FIFA kokartlı İsmet Arzuman ne iş yapıyor? Onu da bilemem. Pozisyonun faul olduğunu görmek için öyle televizyondan 3-5 kere seyretmeye gerek yok.

Konya Şehir Stadı’ndan bisiklet pisti olduğu halde, gol olan kalenin ters kale arkasından baksanız görürsünüz. Haa, ondan sonra ne oldu? Ondan sonraki artık normal değil. Ben kaleci Volkan başta olmak üzere F.Bahçeli futbolcuların yerinde olsam sevinmezdim. Böyle bir hakem ve böyle bir oyundan sonra böyle bir galibiyet alıyorsan, yürür giderdim soyunma odasına, duşumu alırdım.

Helal olsun Konyalılara

Helal olsun Konyalı futbolculara. Tüm bunlardan sonra sert oynayarak, tekme atarak, sinirlenerek, F.Bahçeli futbolcuları yıldırarak oyunu döndürmeye kalkmadlar. Veya hakemin hırsını onlardan çıkarmadılar.

Sevgili okuyucular, bu maç için Konyaspor böyle oynadı, Fenerbahçe şöyle oynadı demek için saf olmak lazım. Bence maç 73. dakikada bitti. Maçın skoru benim için önemli değil. Dün Fenerbahçe, Konyaspor karşısında maçı hakem kararıyla aldı. Hani boksta vardır ya, hakem kararı, işte onunla. Bir Anelka vurdu, bir Özgüç vurdu, Konyaspor yerlebir oldu. İşte dün akşam. Ben F.Bahçeli yöneticilerin yerinde olsam, bu maçın tekrarını isterim. Nerede Türkiye’de böyle idareciler Erman? Sen de ne kadar safsın.

NOT: Sevgili okuyucular. Şimdi size arka pencereden bir görüntü vereceğim. Dakika 73, Fenerbahçe 2-0 galip. Konyaspor santrforu Volkan’ın eline vurarak bir gol atıyor. Sonra da ilerleyen dakikalarda Anelka’yı oyundan çıkarıyor. Ve Fenerabahçe Konyaspor karşısında oyunu 4-2 geride bitiriyor. Şimdi soruyorum Türkiye’de o gün neler olur? Veya o hakem ne olur? Bizim atasözleri çok güzeldir. Hani iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batıracaksın ya. İşte o zaman doğruyu bulacağız.
Yazının Devamını Oku

Bağcıyı dövmek

30 Eylül 2005
<B>BİR</B> takım maç kazanır, kaybeder. Zaten futbolun özelliği bu. Yani futbol, sürprizin bolca olduğu bir spor dalı. Her maçı alacaksın diye bir kanun yok. Bu takım şu anda ligde lider. Elendiği takım, çok kaliteli bir takım değil ama bizim spor basınının dediği gibi çok kötü bir takım da değil. Oyun disiplinine uyan, fizik gücü olan, haddini bilerek oynayan bir takım. Ama bizim basınımız, ‘5’ten aşağı atarsanız, hakkımız kalır’ diye başlıklar attılar. Futbolda ufak atacaksın, kuşlara yem olacak...

Ama G.Saray’da daha önemli şeyler oluyor. Bir idareci kovalanıyor, bir idareci dövülüyor. Kovalanan idareci yıllarca G.Saray’ın başarısı için her şeyi... ama her şeyi!.. yapan birisi. Çok şeyi rike atarak...

Bu nasıl bir zihniyettir? Kupadan elendin. Her takım elenebilir. Nitekim Avrupa’da da şu anda çok güçlü takımlar Kupa 1’de, Kupa 2’de devre dışı kalmışlar. Ama G.Saray’daki olay bu değil. G.Saray’daki olay, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.

Çayda dem, askerde kıdem!

Sarı kırmızılılar maçlarını kazanırken, sahanın içinde değişik görüntüler çiziyorlar. İşte son misali: Necati ile Hasan Şaş kafa kafaya geliyorlar. Bu şunu gösteriyor; Hasan Şaş bu kulüpte yıllarca oynamış. Hasan Şaş hata da yapabilir. Hasan Şaş, zamansız çıkış da yapabilir. Ne diyoruz: ‘Çayda dem, askerde kıdem.’ Necati bir defa kıdeme ihanet ediyor. Diyelim ki, Hasan Şaş Necati’ye tokat attı. Onun cevabını sahada vermeyeceksin. Soyunma odasında konuşacaksın. Ama Necati, G.Saray’a geldiği birinci haftadaki maçtan sonra televizyon kameralarına şunu söylemişti: ‘Takımımızın hakları geçen sene de yendi. Bu hakemler dikkatli olsunlar.’

Geçen sene dediği yıl Necati Adanaspor’un formasını giyiyordu. Bilmiyorum, anlatabildim mi?

Hani Tromso köy takımıydı

G.Saray’da dört tane forvet var. Bakmayın siz gazetelerde, televizyonlarda, ‘Biz dördümüz de oynarız, biz aslanlar gibi anlaşırız’ dediklerine. Söyledikleri eşyanın tabiatına aykırı. Seyircisinin yöneticisini kovaladığı bir ortamda, futbolcunun futbolcuya kafa atması çok doğal.

Gerets, çok şeyin farkında. Konuşmuyor, konuşamıyor. Bakın, maçtan bahsedecektik. Neleri yazıyoruz.

Hani Tromso köy takımıydı. Hani orada saha çok çamurluydu. Oradaki şartlarda futbol oynanmazdı. Futbol oynanacak şartlara geldiniz Ali Sami Yen’e niye yenemediniz? Başarı için önce inanmak lazım. G.Saraylı çok futbolcu sahanın içinde kendine oynuyor. Ümit Karan, Necati, bunların başında. Takıma oynamıyorlar. Çoğu kendini kurtarma peşinde. İhale bana yıkılmasın diyorlar. Şu ana kadar ligde de böyle geldiler. Bu G.Saray’ı Ali Sami Yen’de Türkiye liginin biraz top oynayan, inanan çok takımı yenebilir. Çünkü G.Saray, ‘benim dört tane forvetim, golcüm var’ diyor. O dördü de ceza alanının ön çizgisine geliyorlar. O dördünün oynayan üçü her maçta ceza alanı yayının üzerindeler. Golü atan o günü kurtaracak. Dün gece de aynısı oynandı. Geriden cepheden topu şişirdiler. Rakip zaten fizik olarak iyi. Onlar da çıkıp çıkıp vurdular. Vuramadıklarını da taymingi çok iyi olan kalecileri armut toplar gibi aldı.

Tromso’nun yediği gol, G.Saray’ın attığı gol değil. Bir hata yaptılar. O da gol oldu. Yani onlar yediler, G.Saray atmadı. Maçı çıplak seyrettim, sabaha kadar oynansa G.Saray galip gelemezdi.
Yazının Devamını Oku

Tebrikler F.Bahçe

29 Eylül 2005
<B>FENERBAHÇE, </B>son iki yılın en iyi futbolunu oynadı. Özellikle yardımlaşma üst düzeydeydi. <B>Alex</B> ve <B>Ümit Özat</B> arkadaşlarına göre biraz daha temposuz gözüktüler. Ama öyle oyuncular vardı ki, aradaki farkı kapatıp, sarı lacivertlileri öne çıkardı. 1 numara Serkan. inanılmaz mücadele etti. Resmen iki kişilik oynadı. Çok top çaldı. Aldıklarının çoğunu da iyi kullandı. Sadece bir kötü orta yaptı. 2 numara Appiah. Belki çok gösterişli değil. Belki dikkat etmezseniz çok fazla gözünüze batmayabilir. Ama özellikle topsuz alanda top onda yokken bakın neler yapıyor. Hep artı oynadı. Top ayağına geldiği zaman da boşa kullanmıyor.

Anelka’da ne ararsan var

Dün gece Fener takımında kötü oynayan futbolcu yok. Ama bir Anelka var; koşuyor mu dersen Arap atı gibi. Süratli mi dersen, sanki ayaklarında Schumacher’in kullandığı araba var. Zeka dersen, inanılmaz. Çabukluk dersen, sincap gibi. Yön değiştirme, o da var. 100 kilometre süratle giderken frene basınca 10 kilometre düşüyor mu, o da var. Bir çıkış dersen, gaza basınca patinaj yapmadan rakibi ile araya 3-4 metre koyuveriyor. Zaten bu ayar oyuncu dünyada 5-6 tane sayarsınız.

Bütün bunların yanına F.Bahçe Stadı’nın müthiş atmosferi de eklenince ortaya güzel bir yemek çıktı. Diyebilirsiniz ki: ‘Rakip 10 kişi kaldı. F.Bahçe ondan rahat kazandı.’ Hayır. Bir takımı 10 kişi bıraktırıyorsan, ona o tazyiği yapmışsan ve bu atılan oyuncu onların en tecrübeli oyuncularından biriyse demekki, rakibini güç durumlara düşürmüşsün, paniklemişler.

Rakip, sanki sahaya beraberlik için çıkmıştı. İlk 20 dakika top gezdirdiler. Hücumda fazla çoğalamadılar. 10 kişi kaldıktan sonra da bir türlü dikiş tutturamadılar. Dikkat edin, F.Bahçe bu kadroyla son 4-5 maçtır oynuyor. Daum, oyuncularla fazla oynamıyor. Uzun zamandır işi bilen basının da zaten söylediği kadro bu. Yan yana devamlı oynayınca da iyi şeyler olmaya başladı. Daum geçen yıl bir oyuncuyu oyuna alıyordu, üç oyuncunun yeri değişiyordu. Demekki basının bir kısmı yapıcı tenkitte bulunmuşlar.

Bu galibiyet F.Bahçe için çok önemliydi. Şimdi içeride alacağı bir galibiyet daha şansını yüzde 50’ye, 60’a çıkarır. Hele bir deplasman galibiyeti de gelirse, grupta iş biter. Ama bu işler çok kolay olmayacak.

Seyirci de sınıfı geçti

Sarı lacivertlilerin mutlak süretle Schalke’yi de burada yenmeleri gerekir. Çünkü orada oynanacak maçta sarı lacivertlilerin seyirci dezavantajı olmayacak. Seyirci de dün gece gene sınıfı geçti. Rakiple uğraşmadılar, hakemle ve rakiple oynayacağı zamanlamayı iyi ayarladılar. Boşuna nefes tüketmediler. Onlar da sahadaki takımları gibi tempoyu iyi ayarladılar. Zaten stadın atmosferi, sahanın tribünlere yakınlığı, akustik rakibin üzerine sarı lacivertliler yönünden iyi etki yapıyor.

Hakem, avantaj kurallarında mükemmele yakın, derslik uygulamalar yaptı. Genelde maça da hakim oldu. Ama F.Bahçe 1-0 öndeyken Önder’in rakibine yaptığı hareket bana penaltı gibi geldi. Verseydi beraberinde kırmızı kart mecburiyetinde kalacaktı. O top döndü, Fenerbahçe’nin ikinci golü oldu.
Yazının Devamını Oku