Futbolcularımız bugün sahaya ruhuyla çıkmalı, kazanmak için iyi mücadele etmeli. Aksi taktirde İsviçre bir gol atarsa, o arkasına sığınmaya çalıştığınız seyirci sizi ıslıklar, hatta rakip takımı alkışlar.
TİRAN’da Arnavutluk’a karşı oynuyoruz. Tam önümüzde Tümer adamını 4 defa kaçırıyor ve takip etmiyor. Yıldıray görevi olmadığı halde arkadaşının açığını kapatmak için can havliyle oyuncunun üzerine gidiyor, onunla mücadele ediyor. Sonra dönüyor Tümer’e ‘Niye adamını takip etmiyorsun’ diye haykırıyor. Tümer’den ‘tık’ yok. Çünkü sen topu kapacaksın, mücadele vereceksin, Tümer’e uzatacaksın ve o da oynayacak. Yani sen işin hamaliye kısmını yapacaksın, o golü atıp krallık görevini üstlenecek. Devre arasına giriliyor, Yıldırıy kenara alınıyor, Tümer ise oynamaya devam edip golünü de atıyor.
Bunu takımdan bir kişi yapsa, belki açığını kapatırsın, ama İsviçre’de 5-6 kişi yapmaya kalkınca, yama santimetre kareden çıkıp metrekarelere gidiyor. O zaman da kapanmıyor.
Geçmişleri inek bakıcılığına dayanan ama sonradan dünyanın parasıyla oynayan, verdikleri sözü tutamayıp Almanlar’dan zoru görünce yahudilerin parasının bir kısmını geri veren İsviçreliler, oyunu kuralına göre oynadılar.
Bizi ince ince sinirlendirdiler, İstanbul’a geldiklerinde Yeşilköy’de istedikleri son görüntüyü de aldılar. Yani biz oyunu son derece akılsızca oynadık ve oyuna geldik.
HİKAYEYİ BIRAKALIM
Beyler hikayeyi bırakalım. Oynadığımız İsviçre 4 yıl önce göreve başlayan yeni teknik direktörleriyle aynı bizim Akdeniz Oyunları’nda olduğu gibi Ümit Milli Takımı’yla yola çıkarak buraya geldi. Bizden daha iyi futbolcuları yok, ama kesin olarak bizden daha iyi takım oyunu oynuyorlar. Yani İsviçre sahanın içinde de, sahanın dışında da bugüne kadar akıllı geldi.
Bugün ne yaparız? Kuradan İsviçre çıktığı andan itibaren yaptıklarımızı yaparsak, kesin eleniriz. Onlar tek teknik direktörle 4 yılda hazırlanırken biz son 6 ayda, yani dereyi geçerken at değiştirerek Almanya yolunda ilerledik. ‘Dağ başını duman almış... Kartal gol, gol, gol... Vur kır parçala bu maçı kazan’ zihniyetindeki seyirciyle bugün işimiz yine zor. Yıllarca aldatıldık, öyle büyütüldük. Ve hep anlattılar... ‘En büyük asker bizim asker... En iyi koşuyu biz yaparız... En iyi yemeği biz pişiririz... Biz çok iyi zıplarız... Dünyada bizden iyi seks yapan erkek yoktur. En büyük biziz.’
HİÇ ÖYLE DEĞİLMİŞ
Eskiden maçları radyodan dinlerdik. Sevgili Halit Kıvanç ağabeyimiz bize çok şanssız ve çok haksız goller yedirtirdi. Sonra aynı maçları gittiğimiz sinemalarda izleyeceğimiz film öncesi banka reklamları olarak iki dakika izlerdik. Ama olayların hiç de Halit ağabeyinin anlattığı gibi olmadığını görürdük.
Bakın... Milli maçta hakem bir penaltımızı vermedi. Ama o hakemi bile zorlayamadık. Haksızlık etmeyelim, aynı hakem yıllar önce Galatasaray Avrupa Şampiyonluğu’na giderken, İstanbul’da öldürülen 2 İngiliz’in rövanş maçında yani Leeds’te düdük çaldı. Oraya Hıncal Uluç ve ‘Çocuğumun babasız büyümesini istemiyorum’ diyen Fatih Altaylı gitmediler, gidemediler. Galatasaray golü attığında maçın spikeri Ercan Taner golü fazla yüksek sesle anlatıyor diye İngiliz polisi, hem de canlı yayında gelerek ‘Sesini biraz kıs’ diye uyardı.
Yani öyle bir maçta düdük çalan o hakem, Bern’deki maçın da hakemiydi.
Beyler hakem hikaye, saha bahane.İstiklal marşımızın ıslıklandığı mazereti ise şahane. Arkadaşlar benim futbolcumun sahada ruhu yoksa, benim futbolcum doymuşsa, benim futbolcum mücadele etmiyorsa, sakın seyirciden fazla bir şey istemeyin. Ateşle oynuyorsunuz. Bugün İsviçre bir gol attığı zaman, o arkasına sığınmaya çalıştığınız seyirci sizi ıslıklar, İsviçre Milli Takımı’nı alkışlar. Televizyon çıkalı artık eskisi kadar kimseyi aldatamıyorsunuz. Bu tarz hareket etmeye devam edersek, maçın hakemiyle de inatlaşıp, onu tahrik edersek, üstümüze benzin döküp yakmış oluruz.
Bir sözüm de yabancı futbolcu sayısı artsın diyenlere. Cumartesi akşamı Bern’de Volkan hariç, sahada 10 yabancı ile oynadık. Ne oldu 2-0 mağlup olduk. Aslında bize yabancı futbolcu değil, yabancı yönetici lazım.
Buyurun bakalım
GEÇEN sene oynanan F.Bahçe-Trabzon maçından sonra bir vatandaş hakemler için ‘Bunlar kamu görevlisi ve görevlerini kötüye kullanıyorlar’ diye suç duyurusunda bulunmuştu. Savcı bey de Cem Papila ve yardımcılarının ifadesini almıştı. ‘Maçı kötü idare etti diye hakemler savcının önüne çıkacaksa, Türkiye’de hakem kalmayacağı için bazı savcılar hakemliğe başlarlar’ diye yazı yazmıştım.
Milli maç için Turkcell grubuyla Zürih’e gittim. Şehirde gezerken Hürriyet Gazetesi’nin avukatından bir yazı geldi. ‘Erman Bey, sizin yazınızdan sonra bir savcı sizin hakkınızda şikayette bulunmuş’ dedi. Haliyle bir başka savcı da beni konuşmaya davet etmiş.
Avukat arkadaşım randevu alacak ve ben bir savcıya ifade vereceğim. Bu yaşananları yanımdaki Turkcell grubundaki arkadaşlara anlattım. Ağızları bir karış açık kaldı. Bir kahkaha attılar ve sonra da devam ettiler... ‘Erman Hoca şimdi Türkiye’ye döner dönmez, milli takım futbolcuları hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Çünkü İsviçre karşısında milli takım forması altında gerekli mücadeleyi veremediler ve görevlerini kötüye kullandılar.’
Hadi buyurun bakalım cenaze namazına. Öyle değil mi, sayın Adalet Bakanı Cemil Çiçek.
Milleti dinleyin
ANTALYA Ziraat Odası Başkanlığı beni ‘hormon’ konusunda mahkemeye vermiş. Bugün hakimin karşısına çıkacağım. Babadan kalma üreticiyim ve Mersin Ziraat Odası’na kayıtlıyım. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. İnsan gibi yaşamak, kazıklanmak istemiyorum. Ne yediğimi, ne içtiğimi de bilmek istiyorum. Bu da benim öncelikli hakkım.
Onun için de bugün Antalya’da hakimin karşısına bizzat ben çıkacağım. Ama bu davada arkamda yalnız avukatlar olmayacak. Türkiye’de yaşayan, yaşamaya çalışan, sokaktaki insanı biraz dinleseler veya dinlesek, Türkiye Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar oturduğu koltuğun hakkını biraz olsun verse, ülkemiz çok daha iyiye gidecek. Çünkü bazı şeyler S500 makam Mercedesi ile gezilerek olmuyor. Özellikle çiftçinin borçlarını ödemek için traktörünü sattığı ülkede. (Bu cümle bana değil, Şemsi Bayraktar’a ait)
Türkiye’deki insan sağlığı derseniz, ben de size derim ki, ‘O da ne demek... Cacık mı!...’
NOT: Türkiye’de bu işi düzgün yapan organik tarım yapanlarla, yediklerini ayrı sattıklarını ayrı üretenlerin ayrılması gerekir ki, kurunun yanında yaş da yanmasın. Bunu yapacak iki kurum var. Biri Tarım Bakanlığı, diğeri Ziraat Odaları.