Geçen hafta Hollanda’daydım. Lahey’de parlamentoya gittim. Genel kurul salonunun kürsüsünde bir kadın milletvekili konuşuyordu. Tesadüfe bakın ki Türk’tü. O sırada bir kapı açıldı. Gördüğüm manzara karşısında gözlerim yuvasından çıktı...
FENERBAHÇE’nin PSV ile oynadığı maç için Hollanda’ya gittik. Seyahati çok seviyorum ve gittiğim yerde ‘İlla ki futbolu yazacağız. Sadece gittiğimiz maçı değerlendireceğiz. Otelden fazla çıkmayacağız. Gittiğimiz mıntıkada Türk restoranı arayacağız’ gibi saplantılı özelliklerim yoktur.
Yeni yerler görmeliyiz. Değişik şeyler yaşamalıyız diye düşünürüm. Yani gezmeye ve burnumu çok şeye sokmaya bayılırım. Amsterdam’da da farklı olmadı. DHA’dan Fatih kardeşim gerekli bağlantıları yaptı ve Mehmet Arslan ile ikimizi Lahey’de bulunan Hollanda parlamentosuna götürdü. İki Türk milletvekili bizi karşılattı. Parlamento binasının kapı girişinin dışında nöbetçi polis kulübeleri ve polisler yok. Kapıdan girdik, sanki bir otel girişi. Bir tek X-Ray cihazı var. Biri kadın üç görevliden geçtik. Önü camlı bölümden geçerken basın kartları verip ziyaretçi kartını aldık. Bütün işlem bu kadar.
Hollanda milletvekili iki Türk, bize odasında çay-kahve ısmarladı. Yaşları 35 civarındaydı. O sırada odadaki dahili yayın yapan TV’de bir kadın milletvekili konuşuyordu. Yayın Genel Kurul salonundan yapılıyordu. Ve tesadüfe bakın ki, bu kadın milletvekili de Türk’tü. Erkek vekil arkadaşlardan birinin komisyon toplantısı varmış, gitti. Diğeri de bize meclisi gezdirdi. Önce genel kurul salonuna gittik. Bizim kadın milletvekilinin konuşması kürsüde devam ediyordu. Salonda az sayıda Hollanda milletvekili vardı. Çoğu komisyon toplantılarındaydı. Bizim kadın milletvekilinin konuşma yaptığı toplantıyı izliyoruz. O sırada bir kapı açıldı. Gördüğüm manzara karşısında gözlerim yuvasından çıktı. Önde bir köpek yanında bir kadın parlamento binasının genel kurul salonuna girdi. Kürsünün önündeki masaya oturdu. Köpek de görevlinin yanında yere doğru halının üzerine kuruldu. Görevli kadın konuşmaları takip eden bir katipti, ancak gözleri görmüyordu. Yani yapılan konuşmaları zabıta geçiyordu. Ama bu görme özürlü kadını salona getiren, yanında ona refakat eden ve yol gösteren eğitimli olan köpekti.
Özürlüler için ne yapıyoruz?
Biz özürlü diyoruz evden dışarı çakarmıyoruz. Yurt dışına çıkınca o kadar çok özürlü görüyorum ki, hep kendi kendime soruyorum, ‘Acaba bizde özürlü az mı? Yoksa bizim özürlüleri aktif hayata alıştırmıyorlar, çıkarmıyorlar mı? Ya da bizim özürlülerden hem özürlülerimiz, hem de biz aileleri utanıyor muyuz? Yoksaaaa bu özürlülere gerekli imkanları tanıyacak, onları hayata bağlayacak hiç bir şeyi yapmıyor muyuz?’ Bu soruların cevabı sonuncu olsa gerek.
Amerika’da otobüs durağa yanaşıyor, şöför el frenini çekiyor, direksiyondan kalkıyor, otobüsün arka kapısını açarak yukarıdan bir düğmeyi daha çevirince otobüsün arka kapısının altından bir parça yola doğru uzanıyor. Sakat arabasındaki bayan otomatik olan arabasını kullanarak o uzatılan aparatın üzerinde otobüse biniyor.
Orası Amerika, burası Hollanda. Sonra katip kadının görevi bitiyor ve ayağa kalkar kalkmaz köpek de haraketleniyor. Ona yol göstererek salonu terkediyor. Biz bu özürlü kadını ve köpeği gördükten sonra, meclis restoranına geçiyoruz. Girişte self servis var. Yani milletvekili de olsan, bakan da olsan, ziyaretçi de olsan, tepsini, bardağını, çatalını, bıçağını alarak sıraya girip, günün yemeklerinden alıyorsun. Biz üç arkadaş üç et yemeği, üç salata, bir meyve, bir kola, bir bira ve iki bardak şarap aldık. Türk milletvekili arkadaşın hesabına geçen miktar 37 Euro oldu. Bizim mecliste bunların toplamının karşılığı ne olur bilemem.
Masayı silmediğimiz kaldı
Yemeklerimiz bitti, şöyle etrafa bir baktık. Acaba garson gelip önümüzdeki tepsiyi alacak mı diye. Ne gezer. Masayı topladık, bir tek silmediğimiz kaldı. Restoranın çıkış kapısına yöneldik. Daha görevimiz bitmemişti. Yemek artıklarını bir torbaya döktük. Kağıtları başka bir torbaya, kullanılmış şişeleri de bir başka torsbaya koyduk. Geri kalan tepsi ve bardakları da kenardaki tezgahın önüne koyduk.
Bunu misafir olarak biz de, Hollandalı milletvekilleri ve bakanlar da böyle yapıyordu. Yaş ortalaması taş çatlasa 40 olan bu parlamentoyu gördükten sonra, arada sırada gittiğim bizim parlamentoyu düşündüm. Şimdi burada yorum yapsam, bizim parlamenterler diyecek ki, ‘Ey Toroğlu sen neden bahsediyorsun. Bize günde en az 50 ziyaretçi geliyor. Kimisi iş istiyor, kimisi yemek, kimisi doktor, kimisi ameliyat. Biz bunlara hizmet etmekten mesai bile yapamıyoruz. Bizim meclisteki fiyatlar bundan çok ucuz. Biz de bunaldık.’
Yıllar önce ben de milletvekili adayı olmuştum. Onlara diyorum ki, aday olduğunuzda seçilmek için o sözleri verirseniz, bu vaatlerde bulunursanız, ve nedendir bilmem o milyonlarca liralık yatırımları yaparsanız, sonunda o tip olaylarla karşılaşırsınız. Ama işte Hollanda’da işler sizinki gibi değil, bizimki gibi değil, onlarınki gibi gidiyor.
Sevgili okuyucular hangisi doğru?
İnsan kaç para
İSTANBUL’da bir taksiye bindim. Taksicinin yanına yani ön koltuğa oturdum. Kafamı şöyle bir geriye yaslayayım dedim, başlık yok. Döndüm arkaya baktım, orada da başlık yok. ‘Niye takmıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Çünkü olacak en ufak bir kazada, yani senin vuracağın veya sana arkadan vurulacak bir durumda müşterilerin burnu kırılır, ölümlerin de çoğu böyle olur’ dedim.
Taksicinin cevabı müthişti. ‘Erman abi, başlıkları koyup gezersek, yolda taksi bekleyen müşteriler, taksinin dolu olduğunu zannederek el kaldırmıyor. Yani birileri oturuyor sanıyorlar. Onun için kaldırdık’ dedi. Tekrar merak ettim, ‘İstanbul’da taksi plakası kaç para’ diye sordum. ‘450 milyar’ cevabını aldım. Adam haklı. 450 milyar lira olan taksinin devamlı müşteri alması mı önemli. Yoksa aldığı müşterilerin boynunun kırılması mı.
Gemi su alıyor
FUTBOL Federasyonu başkanı seçilecek. Kulüplerin hakkını koruyacak yönetim kurulu üyeleri, disiplin ve tahkim kurulu üyeleri ve kulüplerin istediği hakem tayini yapacak MHK.
Artık bıktık. Beyler statlardaki seyirci adedi hızla azalıyor. Kadın, çocuk seyirci statlardan kaçıyor. Disiplin Kurulu yapıyor, Tahkim Kurulu bozuyor. Ve maalesef bazı kulüp başkanları güç gösterisinde bulunuyorlar.
Hepimiz, yani basın dahil. Ortak ve mantıklı bir adayda buluşamazsak eğer, bu su almakta olan gemiyi batıracağız. İçinde bulunduğumuz şu anda bile bu büyük kavganın tehlikesini görüyor gibiyim.
Kulüpler Birliği Başkanı olan Özhan Canaydın çok sevildiği, çok istendiği veya Galatasaray’da başarılı olduğu için mi bu birliğin başkanı oldu, yoksa futbol, basketbol, boks, voleybol veya başka federasyonları kurmakta kendini etkili ve yetkili gören, ‘Ben istemezsem, Türkiye’de sporda hiç bir şey olmaz, olamaz’ diyen Aziz Yıldırım’a bir tepki davranışı olarak mı geldi veya getirildi. Bunların hepsini önümüzdeki bir ay zarfında damarlarımıza kadar yaşayacağız. Bakın altını çiziyorum. Ne enteresan şeylere şahit olacaksınız.