Buradaki korkunun dayanağını ise “Türkiye’nin döviz rezervlerinin yetersiz” olması oluşturuyor. Yani Merkez Bankası’nın döviz hareketlerine karşı koymak için satabileceği net rezervleri bir hayli kısıtlı. Rusya’nın 450 milyar dolarlık yüksek rezervine rağmen rublenin son 6 ayda yüzde 100’ü aşan devalüasyonla eridiğini hatırlatan bankacılar, Türkiye’den hızlı bir döviz çıkışı halinde TL’yi korumanın mümkün olamayacağı konusunda tedirginler.
Peki, Rusya sermaye hareketlerine kısıtlama kararı alabilir mi?
Bu soruya yanıt olarak “kısıtlamaz” diye, kesin konuşana rastlamadım. Rusya’nın döviz rezervlerinin yüksek olduğunu, kısa sürede yüklü satışlar yaparak hareketi durdurmaya çalıştığını hatırlatan bankacılar, buna rağmen devalüasyonun hızlandığını belirtiyorlar. Dolayısıyla bu hareketin bir süre daha devam etmesi halinde Rusya’nın bu akıma dayanamaz hale gelebileceği görüşündeler. Bir bankacı, ülkelerin sermaye hareketlerine kısıtlama koymasının bir gecede alınacak kararla olacağını hatırlatarak, “yani, şimdi kısıtlama koymuyoruz diye açıklama yapmaları, yapmayacakları anlamına gelmez. Bu karar bir gecede alınır ertesi güne bu kararla uyanılır” şeklinde konuştu.
Rusya’nın bu kararı alıp almayacağı, eğer alacaksa ne zaman alacağı, almazsa ne kadar dayanabileceği gibi sorulara net yanıtlar vermenin mümkün olmayacağı ortada. Bu nedenle bir belirsizlik yaşandığını hatırlatan bankacılar, bu korkunun yabancı sermayeyi tedirgin ettiğini, bunun faturasını da Rusya kadar olmasa da, Türkiye gibi gelişmekte olan tüm ülkelerin ödediğini söylediler.
Bu konunun belirginleşmesinin ardından tabi ki piyasaların normale döneceğini kaydeden bir bankacı, 1998 Rusya krizindeki kadar etkilenmeyeceğimiz görüşünde. Düşük petrol fiyatları nedeniyle cari açığını azaldığını, enflasyonda gelişme sağlandığını kaydeden aynı bankacı, bu dalga geçtiğinde yeniden normale dönülebileceğini söyledi.
REZERVLER BUGÜNLER İÇİN
Bir bankacı iç piyasalarda yaşanan son faiz ve döviz hareketini, “Bunun adına ‘okyanusu geçip derede boğulmak’ deniyor” şeklinde özetledi.
Merkez Bankası’nın likiditeyi önemli ölçüde kısmasına rağmen, kurlardaki artış durdurulamıyor.
Bu satırlar yazılırken ABD doları 2.3350 TL’ya kadar çıkmıştı. Buna bağlı olarak da hem faizde yukarı seyir, hem de hisse senedi piyasalarında gerileme devam ediyordu.
Piyasa uzmanları yaşanan bu harekette ağırlığın Fed kararlarına ilişkin beklenti olduğunu söylediler. Dünya piyasalarının son dönemde epeyce iyileşen ABD ekonomisine ilişkin veriler karşısında, hep birlikte “Fed faiz artırım kararını öne çekebilir” havasına girdiğini kaydeden bankacılar, sadece TL değil tüm ulusal para birimlerinin ABD doları karşısında değer kaybettiğinin altını çizdiler. Piyasa uzmanları TL’deki dolar karşısındaki gerilemenin diğer ülke para birimleriyle paralel gittiğini, bazı para birimlerine göre daha iyi bile olduğunu söylediler.
Küresel piyasalara ilişkin olarak yapılan yorumlarda benzerlik olduğunu kaydeden bir bankacı, “Önemli banka iktisatçıları, ABD ekonomisine ilişkin tüm verilerin canlanmayı ispat ettiğini belirtiyorlar. Daha önce faiz artış kararı için ayrıca enflasyonun kıpırdanmasına bakmak gerektiği belirtenler bile, son yorumlarında bu kadar iyileşmeden sonra artık enflasyona bakılmaz, enflasyon zaten yükselmeye başlar yorumları yapmaya başladılar” dedi. Yani Fed’in enflasyon daha önce açıklandığı gibi, yukarı çıkmasa bile, artık faiz kararını netleştireceği havası piyasalara hakim olmaya başladı.
Peki, iç piyasadaki son hareketlerin tümü Fed kararına ilişkin beklentiden mi kaynaklanıyor? İşsizlik verisi çok kötü geldi, bütçe rakamları genelde sapma olmadığı biçiminde algılansa bile, harcama artışı gelir artışının üzerine çıktı, bunlar piyasayı etkilemiyor mu? Ya da siyasi atmosferin son operasyon nedeniyle iyice karıştığı görülüyor, basına dönük operasyonlara karşı AB ve ABD’den kuvvetli tepkiler geliyor, bunların da piyasa hareketlerinde etkisi var mı?
ÇIPASIZ BİR EKONOMİ
Erdoğan’ın açıklamaları ardından, kurlar hızla yukarı gitti. Hem de Merkez Bankası’nın son günlerde dövize talep olmasın diye, döviz satış miktarını artırıp, döviz talebi yaratmasın diye TL likiditesini önemli ölçüde kısmasına rağmen, bu gerçekleşti.
Erdoğan’ın piyasayı rahatsız eden açıklamalarının başında yine “faiz takıntısı” geliyordu. Krize rağmen yatırımların devam etmesi gerektiğini, kendilerinin bunu yaparak ekonomiyi canlandırdıklarını kaydeden Erdoğan, “yatırımlar için faizler düşürülmeli” dedi. Bilindik ekonomik mantığı içinde; faizler indirilirse hem yatırımların artacağını hem de enflasyonun düşürüleceğini tekrarladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söyledikleri, daha birkaç gün önce düşük petrol fiyatlarına rağmen para politikasında sıkı duruşun devam edeceğini açıklayan Merkez Bankası açıklamasının ardından geldi.
Cari açık ve enflasyon için umutlandıran petrol fiyatlarına rağmen, kurlardaki artış nedeniyle, aralık ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında da faiz indirimine gidilmeyeceği yönünde oluşan hava, Erdoğan’ın açıklamalarıyla dağılıverdi. Birkaç aydır faiz indirimi yapmayarak kredibilite artırımına giden Merkez Bankası yönetimi, Erdoğan’ın son açıklamalarının ardından yine zor durumda kaldı. Şimdi sadece koridorun üst sınırında küçük bir indirim yapsa bile, artık bu Erdoğan’ın siyasi baskısına bağlanacak. Dolayısıyla tam zor döneme girilirken, Merkez Bankası’nın itibarı tekrar tartışmalı hale gelecek. Merkez buna rağmen faizde hiçbir hareket yapmazsa, bu kez de “Erdoğan’ın yönetimin görevden alınması için uğraşacağı” sonucu çıkarılacak.
Erdoğan’ın faizle ilgili ısrarının yanısıra “konut sektörü” ile ilgili söyledikleri de piyasaların moralini bozdu. Babacan, Başbakanın iki parti halinde kalan yapısal tedbirleri açıklayacağını söylemişti ve burada en önemli konulardan birini arsa rantı gibi yeni uygulamalarla konuttaki aşırı hareketin önlenip, tasarrufların artık sanayiye kaymasının önünün açılması oluşturuyordu. Erdoğan, bir süredir bu satırlarda dile getirilen şüpheleri doğruladı ve “şimdiye kadar canlılık konutla sağlandı, bundan sonra konuttaki bu canlılıktan vazgeçilemez” dedi. Piyasalar bunu kalıcı büyüme oranını artırmaya
çalışan Babacan’a verilen bir yanıt olarak algılayıp, yapısal tedbirlerin de içinin boşaltılacağı şüphesine kapıldı.
‘ÜST AKIL’ NE ZAMAN ETKİLİ OLUR?
COCA- Cola İçecek (CCI) CEO’su Burak Başarır, Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan olmak üzere 5 ülkeyi kapsayan Orta Asya’ya 2 milyar dolarlık yatırım yaptıklarını, önümüzdeki 3 yıl içinde 250 milyon dolarlık daha yatırım yapacaklarını açıkladı.
Coca-Cola’nın davetlisi olarak gittiğimiz Kazakistan’da, yeni fabrika için Astana’daki yatırım hazırlıklarını gözden geçiren Başarır, CCI Orta Asya bölge Direktörü Osman Kazdal ile birlikte gazetecilere bölgedeki yatırımlar hakkında bilgi verdi. Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu 10 ülkede 23 fabrika ve 11 bin çalışanıyla 370 milyondan fazla tüketiciye hitap ettiklerinin altını çizen CEO Başarır, Kazakistan’daki 2. fabrikanın önümüzdeki yıl devreye sokulacağını belirtti.
YÜZDE 30 ARTACAK
İlkinin açıklanmasının üzerinden 2 aya yakın bir süre geçti daha önce açıklanacağı söylenen 2. adım önlemler hala açıklanamadı. Şimdi hem Başbakan Davutoğlu hem Başbakan Yardımcısı Babacan haftadan itibaren adım adım önlemlerin açıklanacağını söylüyorlar ama geç kaldılar. .
Paketin 1. ayağının piyasalarda yeterince dikkat çekmediği ortada. Çünkü açıklanan önlemler zaten orta vadeli programda yeralan önlemlerin benzeri ve somut bir takvimlendirme de bulunmuyor. Yanısıra, ilk açıklamada vahim bir hata yapılarak milli gelir gibi projeksiyonları kamuoyuna yanlış açıklandı.
İşte bu hatalar nedeniyle yeni açıklanacak önlemler konusunda titizlenildiğini, bu nedenle açıklamanın geciktiğini söylemek de mümkün.
Peki, piyasalar yeni açıklamalardan çok şey bekliyor mu derseniz; ilk paketten yola çıkarak, mevcut kadronun gerçekten çözüm olacak radikal tedbirler açıklaması artık pek beklenmiyor. Vizyon noksanlığı açıkça göze çarparken, konunun mevcut kadro dışında tartışılmadığı bu nedenle de kapsayıcı yeni önlemlerin pakette yer almadığı gözleniyor.
Piyasalar açıklanacak tedbirlerle kısa bir süre içerisinde mevcut ekonomik yapının değiştirilerek, daha yüksek sürdürülebilir büyüme hızlarına kavuşacak bir yapının kurulup kurulamayacağına bakacaklar. Şahsen; bu konuda umut verecek ciddi önlemler açıklanabileceği konusunda ciddi şüphelerim var.
Aslında sorun açık; Türkiye ekonomisi yeni bir tıkanma noktasına geldi. Orta gelir tuzağına girdi ve buradan çıkıp gerçekten ekonomisini büyütebilmesi için, tarihin en dip noktasına inen tasarruf oranlarını yükseltmeli, enflasyonunu kalıcı biçimde düşürmeli, dış kaynağa bağımlılığını azaltmalı, sanayi yapısını değiştirerek daha yüksek oranlı sürdürülebilir bir büyümenin formülünü bulmalı.
Bütün bunları yapabilmesi için de bence alınacak önlemlere paralel olarak demokrasisini kurumsallaştırması, AB hedefini yeniden canlandırması, Batı ile ilişkilerini güçlendirmesi, eğitim kalitesini yükseltmesi, yargı reformu yapması özetle yönetim anlayışını kökten değiştirmesi de gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde bu tartışmaların yeniden alevlenmesi beklenirken, tartışmalar Türkiye ekonomisine yönelik oluşan olumlu havayı da azaltabilir.
Bankacılar, yabancılarda yeniden bir Türkiye ilgisi başladığını ve kısa vadeli sermaye girişinin yeniden hızlanmasını beklediklerini söylüyorlar. Rusya’daki kötü gidişatın Türkiye’ye olan ilgiyi artırdığını kaydeden bir bankacı, “Yabancı fonlar büyümesi yüzde 3’e düşse de, nominal faizi yüksek, daha yüksek getiri sağlayabilecekleri piyasa olarak Türkiye’yi görüyorlar” dedi. Bankacılar, dünya petrol fiyatlarının düşük seyri nedeniyle en yüksek riski oluşturan cari açık ve enflasyonla ilgili korkuların azalmasının da, yeniden Türkiye’ye ilgi göstermelerinde önemli etken olduğunun altını çiziyorlar.
İşte bu beklentilerle birlikte piyasadaki faiz oranlarında son dönemde ciddi düşüşler sağlandı. Cuma günü ABD’den gelen olumlu ekonomik verileri, bankacılar özellikle bu açıdan değerlendiriyorlar. Bir bankacı, yeniden FED’in faiz artırımının öne çekileceği tartışmalarının başlamasının kaçınılmaz olduğunu kaydetti. Buna bağlı olarak doların hemen değer kazanmaya başladığını hatırlatan bankacı, içeride de bunun etkisinin görüleceğini, kurların yeniden yukarı gitme ihtimali bulunduğu belirtti.
Piyasada, son dönemdeki olumlu hava nedeniyle, Merkez Bankası’nın aralık ayı Para Politikası Kurulu toplantısında faiz indireceği beklentisinin oluştuğunu hatırlatan aynı bankacı, “Ancak dolar kuru yukarı giderse, Merkez Bankası faiz indirimi kararı vermekte zorlanacaktır” dedi.
Şu anda hazine kağıtlarında oluşan faizde, Merkez’in faiz indirimi beklentisinin de yer aldığını kaydeden bankacı, faiz indirimi olmaması halinde Hazine kağıdı faizlerinin de bir miktar yukarı gidebileceğini söyledi.
Piyasalar, petrol fiyatındaki düşük seyrin devam etmesi beklentisiyle, Merkez Bankası’ndan politika faizinde indirim yapmasa bile, koridorun üst sınırında bir indirim yapmasını bekliyorlardı.
Başta Suriye ve Ukrayna olmak üzere, iki ülke arasındaki ciddi görüş ayrılıklarına hiç değinilmedi. Buna karşılık Rusya’nın Avrupa’ya boru hattı projesini iptal edip, Türkiye’ye yapmaya karar vermesi, bence abartılı biçimde gündemi oluşturdu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, maden kazalarındaki gibi, iletişiminin kuvvetli olduğu bu olayda da görüldü. Putin’in bu ziyarette, Türkiye’ye satılan doğalgaz fiyatında yüzde 6 indirim yapılacağını açıklaması, tartışılan ilk konulardan. Enerji Bakanlığı, yüzde 15 indirim istediği söyleniyor ama, talep ettikleri indirimin net rakamını söylemiyor. Büyük ihtimalle yüzde 6’nın üzerinde bir indirim koparıldığı zaman “istediğimiz oldu” denecek. Ancak Rusya zaten başka ülkelere bizden daha ucuza gaz veriyor ve o nedenle bize indirim yapması zaten bekleniyordu.
Putin’in ziyaretinde bence enerji alanındaki en büyük sürpriz; “Avrupa’ya boru hattı projesinden vazgeçtik, Türkiye’ye boru hattı yapacağız” haberi oldu. İçeride sanki bu Türkiye’nin başarısıymış gibi lanse ediliyor ama bu haberi tümüyle Putin’in Batı’ya karşı oynadığı oyunun bir parçası olarak görmek daha doğru olacaktır. Özetle; biz Rusya’yı kullanmıyoruz, Rusya bu oyunda bizi kullanıyor..
Rusya’nın bu yeni projesi, gerçekleşmesi çok zor olan bir proje. Her şeyden önce de bu haliyle yeni projenin hem Türkiye hem Rusya açısından aslında karlı bir proje olmadığını görmek gerek. Rusya gazı doğrudan Avrupa’ya satmak istiyor, yıllardır Avrupa’da yaptığı yatırımlarla birlikte, tümüyle Batı pazarını ele geçirmek istiyor. Bulgaristan kabul etmemişken, bu kez Türkiye üzerinden, AB’ye rağmen bu pazardaki hakimiyetini artırması mümkün değil. Türkiye ise kendi üzerinden, sadece transit geçiş ücreti alıp buna izin verecekse, hiç yapmasın daha iyi. Yok, Türkiye, Rusya’dan gazı alıp, başka ülkelerden alacağı gazlarla paçal ederek bunu doğrudan Avrupa’ya kendi satacaksa, Türkiye açısından karlı olan budur. İşte o noktada da “Rusya niye kendi fiyatını belirlemediği gaz için bunca yatırım yapsın?” sorusu gelir.
Özetle; Rusya Batı’nın baskısıyla iyice bunalmış durumda, bir çıkış arıyor. Avrupa’ya karşı koz için kullanmak adına böyle bir projeyi ortaya çıkardı ama işi bilenler gerçekleşmesinin çok zor olacağının bilincindeler.
TÜRKİYE’NİN ÇIKARI K. IRAK GAZINDA
Hükümetin bir süredir genel seçimlere hazırlık için; “siyasi istikrarın ekonomik istikrar için şart olduğunu” dile getirdiğine şahit oluyoruz. Belli ki seçim sürecinde tek başına iktidar gerektiği, koalisyonların kötü olacağı işlenecek.
Başbakan Davutoğlu’nun şimdiden, her siyasi sinyali kullanıp , “bunlar koalisyon yapacaklar” demesi, bence bu politikanın ipuçlarını veriyor.
Bu sırada Anayasa Mahkemesi’nin seçim barajıyla ilgili alacağı karar gündeme düştü. Barajın kalkıp kalkmayacağı, Haziran seçimlerinde hangi oranın uygulanacağı tartışmaya açıldı. Ankara Kulislerinde söylenti ve tahmin çok; “Anayasa Mahkemesi’nin genel kurulda barajla ilgili yasayı iptal etmesi halinde fiili olarak seçimlere baraj olmadan gidileceği” bile konuşulmaya başladı.
Barajla ilgili tartışmalar nasıl sonuçlanacak bilemiyorum ama koalisyonlardan korkmamak lazım. 2000-2001 yıllarında en radikal ekonomik reformların üçlü koalisyon döneminde gerçekleştirebildiğini herkesin hatırlaması gerek.
Aslında sadece ekonomide değil siyasette de bir çok tıkanma bu dönemde aşıldı. Apo’nun yararlandığı, idam cezasının kaldırılmasının bu koalisyon döneminde gerçekleştirilebildiği unutulmasın. Hiçbir tek başına iktidar bu kararı alamazdı.
Yine AB’ye tam üyelik için en cesur adımlar da bu dönemde atılabildi.
Ekonomiye gelince; darbe hükümetlerini saymazsak, Üçlü Koalisyon Hükümeti ekonomik açıdan en radikal kararların alındığı Hükümet idi. Hiçbir tek başına iktidarın cesaret edemeyeceği ekonomik kararlar bu koalisyon döneminde alındı.