Bu yolla halkın parasını almaları yetmiyormuş gibi aynı üçgen giderek artan biçimde işçi ölümlerine de yol açmaya başladı. Belki de bu üçgenin son dönemde çok daha acımasız ve durmaksızın çalışmasının sonucudur, kim bilir?
Ermenek kazasında ocağın sahibi Saffet Uyar teslim olduğunda avukatının yaptığı açıklamaları görünce, yine aynı üçgen gözlerimin önünde beliriverdi.
Saffet Uyar’ın avukatı Şeref Han, “Tepenizde binlerce ton su olduğunu bilseniz bütün mal varlığınızı o suyun altına yatırır mısınız? Has Şekerler’in tüm çalışanları bu kazanın mağdurudur. Saffet Uyar mağdurdur” demiş. Hiç kimsenin biriken bu sudan haberdar olmadığını kaydeden avukatın söylediklerine bakınca, belli ki; savunmayı yandaki eski ocağın harita dışı üretim yapıp mevcut ocağa yaklaşması ve devlet tarafından uyarılmadıkları noktasında yoğunlaştıracaklar.
Gördüğüm kadarıyla avukatın haklı olduğu yanlar da var ama müvekkilinin sorumluluğunu örtecek kadar değil. Yandaki kapanan ocakta üretimin nasıl yapıldığı belli değil; yandaki ocağı işletenler planları çiğneyip sahanın dışında da üretim yapmış, yani devletin kömürünü çalmış olabilirler. Bunun yanında mevcut ocak sahibi planın dışına çıkıp eski ocağa doğru ilerlemiş, hakkı olmayan kömürü çıkartmış olabilir. Ya da her ikisi birden geçerlidir, iki ocakta da haksız kömür çıkarılmıştır.
Kaldı ki avukatın suçladığı ocak sahibi de, Cenne Madencilik adındaki çatı şirkette kendi müvekkilinin ortağı, benim bildiğim kadarıyla. Zaten herkes birbirini de biliyor...
Avukat aynı zamanda devleti de bu haritalara sahip olmadığı, ya da bu haritaları bildiği halde müvekkiline vermediği için suçluyor.
Benim bildiğim kadarıyla bu yıl hazirandaki Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM) teftişinde bu risk görülmüş ve üretim yaparken artık her 25 metrede bir sondaj yapma şartı konulmuş. Teftiş raporunda “gaz ve su degajına dikkat etmeden üretim yapılması tehlikelidir” yazıyormuş. Ocak birara kapatılmış ama sonradan yeniden açılmış. Devletin bir yanlışı; haziran öncesinde bu konuda bir uyarı yapmamış olması, bir diğeri gerekli çok detaylı haritalar ve topolojik araştırmaların yetersizliği. Bir diğer yanlış da Çalışma Bakanı’nın ağzından kaçırdığı gibi, birilerinin söylemesiyle ocağın açılacağı vahşiliğe sahip olması.
İbrahim Çanakçı’nın IMF’e atanmasının ardından, 1 Eylül itibariyle boşalttığı koltuk hala doldurulamadı.
Bu koltuk için fazla bir sorun olması beklenmiyordu ama uygulamada hiç de öyle olmadı. Cumhurbaşkanlığının olaya müdahil olduğu kesin ama kendisine kararname ile gönderilen bir isim var O’nu mu onaylamadı, yoksa kendisinin istediği ismin atanmasını istedi de Başbakan Davutoğlu ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bunu kabul etmediği için henüz atama kararnamesi mi imzalanmadı, o kadarını bilmiyoruz. Ancak Ankara’da Hazine Müsteşarlığı ataması, Cumhurbaşkanı ve çevresinin olaya nasıl müdahil olmak istediği, Babacan’ın konuyla ilgili rahatsızlığı konusunda söylentiler giderek artıyor.
Bu arada gecikmeli gerçekleşen Başbakanlık Müsteşarlığı atamasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kemal Madenoğlu’nun ataması için kendisine gelen kararnameyi 29 gün beklettiği, bir Bakanlık Müsteşarı’nın bu göreve getirilmesini, Madenoğlu’nun kararnamesinin çekilip bu ismin kararnamesinin gönderilmesini istediğini de öğrendik.
Hazine Müsteşarlığı için de benzer bir görüş ayrılığının yaşandığı, yani uzlaşma sağlanamadığı için bu önemli makamın 2,5 aydır boş kaldığı anlaşılıyor.
1 Eylül’den itibaren Hazine Müsteşarlığı görevini vekaleten, Müsteşar yardımcıları Cavit Dağdaş ve Burhanettin Aktaş dönüşümlü olarak yürütüyorlar. Babacan’ın bu iki isimden birinin atanmasını istediği, belki kararnamenin Köşke gönderildiği ama imzalanmamış olabileceği konuşuluyor.
ÇİFT BAŞLI YÖNETİMİN EKONOMİYE FATURASI
Açıklanan 9 başlık içinde yer alan önlemler çoğu zaten kamuoyuna yansımış, bir kısmına da başlanmış olan tedbirler. Bunların bir bütünlüğünün olabilmesi için paketin geri kalan bölümlerinin açıklanması beklenecek. Tedbirler açıklanan kısmıyla daha çok orta vadeli programın detaylandırılmış bir versiyonu gibi gözüktü. Hatta inandırıcılık açısından dünkü açıklamanın daha az inandırıcı olduğunu bile söyleyebiliriz. Örneğin OVP’de 2017’de işsizliğin yüzde 9’a indirilmesi öngörülüyordu ve daha inandırıcı bir hedefti. Ancak dünkü açıklamada Davutoğlu, 2018’de işsizliğin yüzde 7’ye indirileceğini söyledi. Bence bu iddialı hedef inandırıcılık açısından piyasaların gözünden kaçmadı, tedbir paketine olan güveni baştan zedeleyen bir unsur oldu. Davutoğlu’nun sunuşunda da sıkıntılar olduğu gözlendi. Konuşmanın başındaki iktisadi ve siyasi analizler dikkatlerin dağılmasına neden olurken, sık sık “siyasi istikrar ekonomik istikrarı getirir” vurgusuna başvurulması, paketin ekonomik olmaktan çok siyasi amaç taşıdığı algısına neden oldu. Başka bir deyişle tedbir paketinin “2015 Haziran seçimlerine kadar sıkıntı çıkmasın, yabancılara sermaye akışını devam ettirmeleri için biraz güven verelim” havası verdiğini söyleyebiliriz.
9 başlıkta yapacağı tedbir açıklaması, 25 olarak belirlenen öncelikli reform alanlarının ilk adımını oluşturacak.
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; bu açıklamanın daha sonra yapılması bekleniyordu ama öne çekildi. Önce yılbaşına doğru açıklanacağı belirtilen 25 alandaki tedbirler için, daha sonra Davutoğlu “ay ortası yapacağı bir yurt dışı seyahat öncesinde açıklayacağını” söylemişti. Ancak son iki günde yine karar değişti; 25 alandan 9’undaki tedbirlerin bugün açıklanacağı duyuruldu.
Bence açıklamanın öne çekilmesinin asıl nedeni; iç ve dış piyasalarda büyüyen risk algısı. FED’in faiz artış kararı beklenirken, bu haberin bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkilemesi kaçınılmaz ve tüm ülkeler şimdiden buna hazırlık yapıyor. Bazı ülkeler faiz artışıyla hazırlık yaparken hükümet, yapısal tedbir açıklayarak hazırlık yapmayı seçti. İhtiyacın acilleştiğinin görülmesi üzerine tedbir açıklamasının öne çekildiğini sanıyorum.
Peki, bu açıklama piyasalarda büyüyen risk algısını azaltabilecek mi?
Tabi ki açıklanacak tedbirlerin içeriği, bütünlüğü asıl belirleyici olacak. Ancak şu kadarını söyleyelim; gelinen aşamada ancak çok sağlam bir tedbirler bütünü algıyı düzeltebilir. Yani bugün açıklanacak tedbirlerin bütünlüğü olmaz, makro anlamda ciddi boşluklar görülürse, olumlu etkinin azalacağını söylemek lazım.
Tedbir açıklanacak 9 alan çok önemli. Cari açığı azaltacak, teknoloji ağırlıklı nitelikli mal üretecek yatırımları artırarak hem katma değeri yüksek üretim hem de ihracat artışıyla dış dengenin gözetileceği belirtilen alanlar. Bunun için iç alımlarda öncelik gibi, uluslararası yükümlülükler nedeniyle çok dikkatli dizayn edilmesi gereken tedbirler de pakette yer alacak.
Yine anı kapsamda enerjide yerli üretimi, tarımda su kullanımını ve sağlık sektörlerinde yatırımları artıracak tedbirler açıklanacak ama tüm bunların risk algının azaltılmasına ne kadar katkısı olacak, şimdiden bilmek mümkün değil. Risk algısının azaltılmasında atılacak adımların gerçekçiliği kadar zamanlaması da önemli olacak, örneğin hangi sürede cari açığı azaltabileceğine de bakılacak.
Başçı’nın bunu söylemesinin ardından henüz 1 hafta geçti ve dün açıklanan ekim ayı enflasyonuyla birlikte yıllık enflasyonda düşüş değil artış görüldü.
Ekim ayında tüketici fiyatlarıyla (TÜFE) enflasyon, 1.78 olan ortalama beklentilerin üzerinde, yüzde 1.90 olarak gerçekleşti. Böylece yıllık TÜFE artışı eylül sonunda yüzde 8.86 iken ekim sonunda 8.96’ya çıktı. Ekimde üretici fiyatlarıyla (ÜFE) enflasyon ise yüzde 0.92 olarak gerçekleşirken, yıllık bazda ÜFE artışı çift haneyi geçip, yüzde 10.10 oldu.
Yılın son iki ayındaki muhtemel enflasyonun seyrine gelince; 2013 yılı kasım ayında yüzde 0.01, aralık ayında ise yüzde 0.46 oranlarında TÜFE fiyat artışları gerçekleşmişti. Dolayısıyla bu yılın son iki ayında yıllık enflasyonda düşüş değil artış olması daha muhtemel. Yüzde 9 sınırındaki oran yılsonunda çift haneyi bulur mu derseniz; bunun daha çok kurlar ve enerji fiyatlarındaki seyre bağlı olacağını söyleyebiliriz.
Erdem Başçı geçen hafta Enflasyon Raporu’nu açıklarken, yine değiştirdiği enflasyon koridorunu bu kez 8.9 ortalama, yüzde 9.4 üst sınır olarak açıklamıştı. Bence çift hane bulunmasa da koridorun üst sınırının da yine üstüne çıkılacak gibi gözüküyor.
Başçı aynı toplantıda 2015’in ilk aylarında şaşırtıcı düşüşler olacağını söylemişti. Baz etkisine baktığımızda, yani 2014 Ocak ayı TÜFE oranlarına baktığımızda oranın yüzde 1.98 olduğunu görüyoruz. Bu nedenle ocak ayı sonunda belki yıllık bazda 1-1.5 puanlık düşüş olabilir ama bunun şaşırtıcı bir indirim olacağı şüpheli. Kaldı ki; 2014 Şubat ayı TÜFE artışı yüzde 0.6 idi, yani ilk aydan sonra yine ciddi düşüş olma ihtimali de çok zor.
Merkez Bankası 2014 yılı enflasyon hedefini ilk önce yüzde 5 olarak saptamış, daha sonra adım adım yükseltmişti. Bir süredir çift hanenin eşiğinde dolaşan enflasyon hedefi için Merkez Bankası 2015’de yüzde 6 hedefini veriyor.
Başçı beklentilerin gerçekleşmeyi etkilediğini söylüyor. Doğru ama hedefi tutturmak için gerekeni yapmak yerine, sürekli hedef değiştirerek hem Merkez Bankası itibarının zedelendiğini, hem de yarattığı güvensizlikle beklentilerin yükseltilmesine neden olduğunu unutuyor.
İYİMSER TABLO TERS TEPİYOR
Aslında son Başbakanlık Müsteşarlığı atamasıyla birlikte artık sadece ekonomi yönetimi değil tümüyle yönetimde ağırlıktan söz edebiliriz.
Önümüzdeki dönem yönetimdeki DPT’cileri zor bir sınavın beklediğini düşünüyorum. DPT 1960’dan sonra ekonomiye yön veren, bu nedenle en yeterli bürokratların yer aldığı bir kuruluştu. 1980’den sonra Planlama etkisini azaltınca, yetkinlik önceliği Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı uzmanlarına geçti. Ancak DPT her zaman uzmanlığını korudu.
Yusuf Bozkurt Özal dönemi işe giren muhafazakar kökenli iyi eğitimli uzmanlar, Yavuz Ege, Zafer Yükseler, Faik Öztrak tarafından sıkı biçimde yetiştirildiler. 28 Şubat sürecinde bile, muhafazakar personel, uzmanlıkları varsa saygı gördü, basamakları çıkmaya başladı. Bu elemanların bir bölümü AKP kurulurken Abdullah Gül ve Ali Babacan ile birlikte parti programının oluşumunda görev aldı. AKP iktidar olunca da, Babacan ile birlikte ekonomi yönetimine geçip, istikrarı sağlamaya çalışan, yapısal tedbirlere ağırlık veren ekipte oldular.
Açık söylemek gerekirse; birkaçı hariç çoğu, DPT ve birlikte çalıştıkları diğer kurumlardaki ustalarına, uzman arkadaşlarına yeterince vefa göstermedi. Ne yazık ki, kendilerine uzmanlıkları için verilen öneme kıyasla, AKP’li olmayan uzmanlara yeterince destek olmayarak, partizanca davrandılar diyebiliriz.
Denetimsizlik var; çünkü baştan sona kadar, gerekli mevzuat olmasına rağmen, işçisini yani vatandaşını koruyacak iş koşullarını yaratamadığı, özel sektörü yeterince denetlemediği ortada. Yoksa, patronun yüksek kar hırsıyla, daha üst seviyede suyun dolduğu eski madeni gözardı edip üretim yapmasına, bu bölgede su kaynaklarını yeterince belirlemeden çalışmasına izin verilmezdi.
Kayırmacılık var; çünkü memurların, patronların işi kitabına uydurup yapmasına izin veriliyor. Her Hükümet döneminde vardı ama “kendi zenginini yaratma” hırsı ile “ekonomide herşeye hakim olma” sevdası birleşti, tüm madenlere tek elden izin veren sistem de belki bunun için getirildi.
Düşünün; 301 kişinin ölümüne neden olan soma maden kazasından sonra madenlerde iş güvenliğini sağlamak için torba yasayla maddeler getirildi. AKP’nin itirazıyla çağdaş ülkelerdeki madenlerde olan bazı düzenlemeler maliyeti fazla artıracağı için yasalardan çıkarıldı ama buna rağmen, mecburen bazı iyileştirmeler yapıldı. Ancak bu kez maden patronları, bence Hükümetin bilgisi dahilinde, “bu maliyetlerle üretim yapamayız” diye işleri durdurdular. Sonra, elbette azalsa bile karlarından mahrum olmamak için işlerine devam ettiler. Ancak Karaman’daki kazadan öğreniyoruz ki; maliyet artışı nedeniyle yüksek karları azalmasın diye, dönmüşler işçilere “yemek ve servis vermeyiz isterseniz gelin çalışın” demişler. Başka çaresi olmayan, işsiz kalan madenciler de bu koşulları kabul edip yeniden işlerine dönmüşler. Bırakın madeni bu kadar işçi çalıştıran hiçbir işletmede yemeğin işbaşında yenilmesi, servisin olmaması düşünülemez, mevzuata da kesinlikle aykırı. Patron bu yamyamlığı yapıyor ama denetimle ilgili bakanlıklar ne yapıyor derseniz; işte denetimsizlik ve kayırmacılık bu. Yemeği dışarıda, insani ve normal koşullarda yeselerdi, o işçiler ölmeyecekti, bir düşünün.
ÖLÜMDEN SONRA İLGİ
Taşeron uygulaması zaten insanlık dışı bir sistem oldu; devlet işçisinin yani vatandaşının hayatını koruyacak tedbirleri bile alamaz hale getirdi.
Başbakan Davutoğlu’nun parasal politikalar ve Merkez Bankası’na bakışına ilişkin ilk ipuçlarını, dün bu sayfalarda yayımlanan, Ankara Temsilcimiz Deniz Zeyrek’in yazısından öğrendik. Her şeyden önce aynen Erdoğan’ın yaptığı gibi Davutoğlu’nun Para Politikası Kurulu (PPK) öncesi Merkez Bankası yönetimine “faizleri indirin” dediğini öğrendik. Bu sözlerin hemen ardından Başbakanın bu isteğin Merkez Bankası’na müdahale anlamı taşımayacağını, bunu Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’ya söylediğini öğreniyoruz. Başbakan Davutoğlu, Başçı’yı çok eskiden tanıdığını belirterek “Eski dostuma baskı yapmam” diyor.
Zorlarsanız bu sözleri, “Aslında Merkez’e faiz indirim baskısı yapılabilir ama eski dost olduğu için yapsa bile baskı sayılmaz” anlayışı, diye okuyabilirsiniz. Neresinden baksanız, çağdaş yönetim anlayışına ters bir anlayış olduğu kesin...
Hükümetler ile Merkez Bankası yönetimleri arasındaki ilişkinin kurumsal olması gerekir ki; Merkez Bankası asıl görevi olan fiyat istikrarını sağlayabilsin. Hükümetle birlikte belirlediği enflasyon hedefini gerçekleştirmek için Hükümetle zaman zaman ters düşmesi doğal olan Merkez Bankası, çağdaş ekonomilerde siyasi etkilerden uzak, halkın uzun vadeli çıkarlarını öne çıkarır. Çünkü bizatihi ulusal paranın değerini korumak halkın yararınadır...
Merkez Bankası aynı zamanda Hükümete danışmanlık görevi yürütür. Bunun anlamı da şudur; eğer enflasyonu tehlikeye atacak gelişmeler yaşanırsa, ya da hükümetin atacağı adımların, orta ve uzun vadeli ekonomik çıkarlara, ulusal ve uluslararası piyasalardaki gelişmelere etkisini açık bir dille anlatmak zorundadır. Merkez Bankalarının Hükümetleri uyarması ölçüsünde bağımsız olduğu algısı da buradan gelir.
Mevcut Merkez Bankası yönetimi, maalesef siyasi etkiden kendini kurtaramadı bağımsızlık algısını güçlü kılamadı ama yine de piyasaların güvenini korudu. Belki de Başbakanlar ve bazı bakanların sürekli piyasayı bozacak açıklamalarına rağmen, “gerektiğine yakın bir yerde durabildi” demek lazım. Tabi ki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve mali disiplini korumanın önemini bilen bazı bakan ve bürokratların varlığı da Merkez’in başarısına epey katkı sağladı.
FAİZE FARKLI BAKIŞ
Erdoğan ile Davutoğlu’nun Başbakanlıklarında, benzer bir anlayışı da uluslararası rating kuruluşlarına ilişkin bakışta görüyoruz. Davutoğlu kendi açıklamasına göre, aynen Erdoğan gibi, sadece içeride değil dışarıdaki tüm kuruluşların da kendilerine yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor olsa gerek. Ratingciler sanki “tek risk siyasi risktir” demişler gibi, seçimi AKP kazanıp, emtia fiyatları da düşünce puanımızın artırılması gerektiğini söylemiş.