Bu karar yılın son ayında Merkez Bankası’nın iyimser bir hava beklediğini gösteriyor. Aslında piyasalar da dünya petrol fiyatlarındaki düşük seyre bağlı olarak aralık ayı, hatta yılın ilk ayları için, iyimser bir havadalar. Belki de abartılı biçimde, dünya petrol fiyatlarının tahminlerden çok daha uzun süre ve daha düşük seyredeceğine inandılar.
Bu yeni beklenti Türkiye’nin çok işine yarıyor. Bir yandan petrol fiyatlarının düşük seyri nedeniyle, cari açık ve enflasyonda yaşanan sıkıntıların ciddi ölçüde giderileceğini inanılıyor. Yani yabancı yatırımcı açısından başlıca risk unsuru olarak sayılan Türkiye’nin mevcut kırılganlıklarının azalacağı, bu algıya bağlı olarak da Türkiye’ye daha fazla sermaye girişi olacağı varsayılıyor.
Öte yandan petrol fiyatlarındaki düşük seyrin, başta Rusya olmak üzere, sermaye akışında rakip sayılan bazı ülkelerdeki riski arttırdığı, buna bağlı olarak Türkiye’nin yabancı sermaye girişinde öne çıktığı belirtiliyor. Yani Rusya’ya akacak kaynaklardan da Türkiye pay alacak ve sermaye girişi hızlanacak...
Bu arada Avrupa’daki parasal genişlemenin artacağı ve FED’in faiz artırımının gecikeceğine ilişkin son tahminlerin de Türkiye’nin işine geldiği kaydediliyor.
İşte bu nedenle döviz kurlarında Aralık’ta düşüş bekleniyor. Bankacılar bu ay içinde TL’nin daha da güçleneceğini belirtirken, 2.15-2.20 aralığında bir dolar kuru beklemeye başladılar. Merkez Bankası da sektördeki bu iyimser havayı görerek, günlük döviz satışlarını Aralık için, 40 milyon dolardan 20 milyon dolara indirdi. Yani piyasalardaki bu havaya bağlı olarak kurların çok daha aşağı geleceğini gördü ve satış miktarını yarı yarıya azalttı. IMF ve rating kuruluşlarının değerlendirmelerinde, 2.25’in üzeri için bile, “TL’nin hala değerli olduğu” yorumlarının yapıldığını unutmayalım. Ayrıca kurun daha da aşağı gelmesi halinde yine ihracatçıların tepkilerinin çoğalacağı da açık...
Merkez Bankası’nın bu kararında, faiz gibi kurda da daha istikrarlı bir seyir istemesinin katkısı, elbette büyük. Yanısıra enflasyon konusunda düşük petrol fiyatları nedeniyle sağlanacak gerilemeyi belli ki yeterli görüp, fiyatlarda kur etkisine o kadar ihtiyacı kalmadığı yorumları da yapılabilir.
Bu toplantıya ilgili bakanlar ve kurumların yöneticileri katılacakmış. Dün bu sayfalarda Nuray Babacan’ın konuyla ilgili haberini okuduk. Bakanlar Kurulu Toplantısında Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın sunumu sonrası bakanlar arasında faiz tartışması çıkmış, bunun üzerine zirve toplantıları yapılacağı duyurulmuş.
Şu kadarını söyleyeyim ki; hem bu zirve hem de haberde yer alan Dış Ticaretten sorumlu Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin sözleri, pek hayra alamet değil. Çünkü, faiz zirvelerinin hep kötü sonuçlar doğurduğunu gördük, yaşadık...
Başbakanın neden bir dizi zirve toplantısına gerek duyduğunu anlayamadım. Bunun birinci nedeni Başbakanın ekonomi özellikle faiz konusunda kafası karışık olabilir ve netleştirmek için bunu yapıyordur. O zaman işimiz zor; çünkü kafasının karışık olması faize Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bakan Zeybekçi gibi yaklaşma ihtimalinin olduğunu gösterir ki; böyle bir ihtimal bile bizi zora sokar. Eğer Babacan ve Başçı gibi kendini ispatlamış yetkililerin görüşlerine yakın değilse, ya da Cumhurbaşkanı bu yönde telkinde bulunmuş ve bunu uyguluyorsa, bu ihtimalde de ciddi risk var demektir.
Başbakan ekonomi okuduğunu söylüyor; o nedenle faizde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bakan Zeybekçi gibi düşünme ihtimali çok zor. İşte bu noktada ikinci ihtimal ortaya çıkıyor; o da bazı bakanların gazını almak için olabilir. İnanmasa da sadece Cumhurbaşkanından gelen talebi yerine getirmek için bunu yapıyorsa, o zaman uygulanan politikalar değişmeyecek demektir.
Bu ihtimalin gerçek olması da sıkıntılı; çünkü piyasalar bu aşamada yapılan faiz zirvelerine “politika değişikliği olur mu?” diye bakacaktır. Zaten tedirginliğin büyüdüğü, önümüzdeki yıla ilişkin küresel finans hareketlerinin de etkisiyle risk algısının çok arttığı bir döneme giriyoruz. Tüm ratingcilerin uyarılarını artırdığı bu dönemde, mevcut faiz politikalarını tartışmaya açmak, kendini ayağından vurmak anlamına gelir. İşin sonunda da ratingcilere kızıp dururuz..
SEZER DAHA ERKEN ONAYLIYORDU
Özet olarak; Türkiye’nin not görünümüne ilişkin negatif olmayı sürdürüp, bunu 2015 yılında ciddi oranda dış finansmana ihtiyaç duyacak olmasından kaynaklanan risklere dayandırdı.
Ardından IMF’nin her yıl 4. Madde kapsamında yaptığı değerlendirmede de benzer kaygılar paylaşıldı. 2010 yılından bu yana sağlanan yıllık ortalama yüzde 6 büyüme dış açıkla sağlandığı için, Türkiye ekonomisinin dış finansal koşullara çok daha duyarlı hale geldiğinin altı çiziliyor. Ekonomi için en önemli riskleri “gelişmiş ülke merkez bankalarının politika normalizasyonu” ve “ülke risk priminde değişiklikler” olarak sayan IMF’ye göre Avrupa’nın büyümesindeki yavaşlama ve jeopolitik sorunlar da diğer riskler arasında yer alıyor.
IMF’in Türkiye ekonomisine ilişkin tahminleri ise bence korkutucu. Bu yıl ve 2015’de büyüme oranının yüzde 3’de kalacağını, buna karşılık enflasyonun bu yıl yüzde 9, 2015’de yüzde 7.1 olacağını, cari açığın milli gelire oranının ise bu yıl yüzde 5.8, 2015’de yüzde 6 olacağını tahmin ediyor. Kısaca; bu kadar düşük büyüme oranları ile yüksek enflasyon ve cari açık rakamları sürdürülebilir değil.
IMF değerlendirmesinde enflasyonun “otoritelerin hedefinin oldukça üzerinde” seyrettiğine, reel faiz oranlarının negatif kalmaya devam ettiğine, reel döviz kurunun da göstergelerin ima ettiğinden daha güçlü kalmaya devam ettiğine dikkat çekiliyor. Ekonomideki bu dengesizliklerin potansiyelin altında büyümeye ve risklerin artmasına neden olduğunu belirten IMF; makro ekonomik politikalarda, tasarruf oranlarının ve rekabetçiliğinin artırılması amaçlı yapısal reformların dikkatli bir şekilde uygulanması gerektiği üzerinde duruyor. Finansal sistemin güçlü olduğunu belirten IMF; bankaların dış finansmana olan bağımlılığının arttığına da özel vurgu yapıyor.
İşte IMF de, benzer eleştirileri getiren Standart and Poor’s da, tüm bu nedenlerle Türkiye ekonomisine ilişkin risklerin arttığını belirtiyor. Tüm bu haklı eleştirileri gözardı edip, bu değerlendirmeleri “düşmanca“ görenlerin tek argümanları ise “petrol fiyatlarının düşük seyretmesi” oluyor. Babacan bile “düşük petrol fiyatları üzerine ekonomi politikası kuramayacaklarını” söylüyor, köklü çözümler gerektiğini söylüyor ama bunlar yine de gerçek tabloyu görmek istemiyorlar.
YANLIŞIN PARÇASI OLANLAR…
Son olarak IMF ve uluslararası rating kuruluşlarının raporlarında da, bu tıkanmaya dikkat çekiliyor. Uluslararası likiditeye karşı aşırı duyarlılık, ekonomik ve siyasi risklerin arttığının vurgulanması, hep yaşanan tıkanmanın sonuçları.
Aslında Ali Babacan başkanlığındaki ekonomi yönetimi bir süredir bunu saptadı, çıkış yolları arıyordu. Ancak çıkış yolu olarak ortaya çıkan “öncelikli projeler” başlığı altındaki yapısal tedbirlerin ilk bölümü, hem içerik olarak umut vermedi hem de uygulama noktasında ciddi sıkıntılar olması bekleniyor.
Son dönemde iyi haber dünya petrol fiyatlarından geliyor. Özellikle sıkıntının baş gösterdiği cari açık ve enflasyonda olumlu kazanımlar için dünya petrol fiyatlarının düşük seyrinde gitmesi büyük önem taşıyor. Bu fiyat seviyesi için çeşitli tahminler var ama şahsen, Rusya’nın Batı ile yaşadığı krizin çözülmesiyle birlikte petrol fiyatlarının yeniden yukarı gelmesini bekliyorum. Rusya’nın mevcut durumu uzun süre devam ettiremeyeceği ise ortada…
Petrol fiyatlarında son aylardaki düşüş cari açık rakamlarını düzeltti ama unutmayalım ki; buna rağmen cari açığın milli gelire oranı ancak yüzde 5’e inebiliyor. Hem de yüzde 3 büyüme yaşanırken... Ekonomi bürokratları yüzde 3 büyüme yüzde 5 cari açık ile bir-iki yıl daha gidilemeyeceğinin farkındalar.
Ekonomi yönetimi uzun süredir bu tıkanmayı görüyor, yapısal tedbir istiyor ama hükümet buna izin vermiyordu. Şimdi “orta gelir tuzağından çıkamıyoruz” diyerek, sürdürülebilir büyüme oranlarını yükseltip, bu tıkanmayı aşmak için yapısal tedbirler nihayet gündeme getirdi. Ancak hazırlanan ilk öncelikli proje demeti, piyasalara güven vermedi. Başbakan Davutoğlu G-20 dönüşü 2. Paketin açıklanacağını söylemişti ama belli ki paket gecikiyor. Bence gecikmesinin en önemli nedeni de ilk paketin kabul görmemesi ve bu nedenle 2. paketin daha içerikli hazırlanması için hazırlıkların uzamış olması…
Paketlerin güven vermesi için ilk paket dahil, somut mikro önlemler ve daha kesin takvimlendirme şart. Aksi takdirde güven verebilmesi mümkün değil.
Dün gece açıklanan FED tutanaklarının etkisini bugün küresel piyasalarda da, iç piyasalardaki fiyatlandırmalarda da göreceğiz. Ancak bugün iç piyasaların bakacağı en önemli haber Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından çıkan sonuç olacak.
Son dönemde küresel büyümeye ilişkin yine kötü haberler gelmesi piyasaların işine geldi. Bu hafta içinde küresel piyasalardaki bu havanın etkisiyle kurlarda ve faizlerde ciddi düşüşler yaşandı, hisse seneteleri fiyatları yükseldi.
Ancak haftaya damgasını vuracak olan son iki gündeki gelişmeler olacak. Bugün FED açıklamalarının etkisiyle açılacak olan iç piyasalar öğlen saatlerinde de Merkez Bankası’ndan gelecek karara göre asıl yönünü bulacak.
Piyasalardaki beklentiye gelince; FED’den faiz artışın zamanlaması konusunda somut ve net bir haber gelmesi beklenmiyor. Bu nedenle yapılacak açıklamalardaki satır araları dikkatlice izlenecek ve belli ki muğlak olan ibareler, piyasaların işine geldiği gibi yorumlanmaya devam edecek. Açıklamalarda daha keskin ifadelerin olması halinde ise, hemen piyasaların yönü buna göre değişecek.
PPK’dan çıkacak karar konusunda piyasalardaki beklentinin ise biraz karmaşık olduğu gözleniyor. Bazı bankacılar yarım puan gibi çok ciddi sayılabilecek indirimler beklerken, buna gerekçe olarak küresel piyasalardaki büyümeye ilişkin olumsuz gelişmeler ve dünya petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak Türkiye’nin lehine bir ortamın oluşmasını gösteriyorlar. Yani ekonomik dengelerde en kırılgan veriler olan cari açık rakamları ile enflasyon rakamlarının küresel petrol fiyatlarına bağlı olarak düzelmesini bekliyorlar. Buna bağlı olarak da Merkez Bankası’nın, önden yüklemeli sayılabilecek bir tavır alarak, faiz indirimi yapmasını bekliyorlar. Bu tür düşünen bankacılar sayısı az.
Buna karşılık “Merkez Bankası yönetimlerinin temkinli olması gerektiğini” düşünmeye devam eden bankacılar ise PPK’dan faizlerde değişiklik beklemiyor. Enflasyonun hala yüksek olduğunu, küresel piyasalardaki belirsizliğin devam ettiğini hatırlatan bu bankacılar, dünya petrol fiyatlarındaki düşük seyrin ise sürdürülebilir olmadığı görüşündeler. Buna karşılık enflasyonun hala yüksek seyrettiğini ayrıca son çeyrekte iç talepte yeniden kıpırdanma gördüklerini söylüyorlar.
Bu nedenle Merkez Bankası’nın temkinli tutumunu sürdürüp, faizlerde indirime gitmemesi gerektiğini söyleyen bankacılar çoğunlukta.
Yıl sonuna doğru, büyümedeki kıpırdanma nedeniyle bir miktar gerileme olsa da, önümüzdeki yıldan itibaren düşük büyüme oranları ile birlikte yüksek işsizlik oranları kaçınılmaz görülüyor.
Ağustosta yüzde 10.1 olan işsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine kıyasla 1 puan, bir önceki döneme kıyasla ise yüzde 0.3 oranında arttı. Tarım dışı işsizlik oranı ise geçen yıla göre 1.1 puan artarak, ağustosta yüzde 12.3’e yükseldi.
Mevsimsel etkilerden arındırılmış olarak işsizlik oranlarına bakıldığında ise yatay bir seyir olduğunu, dolayısıyla işsizlik oranlarındaki yükseklikte mevsimsel faktörlerin etkili olduğu gözüküyor.
Bunun yanında tabi ki işgücüne katılım oranının istihdamdan çok daha yüksek seyretmesi işsizlik oranlarındaki artışın temel nedenlerinden biri. 1.26 milyon kişilik istihdam artışına karşılık, katılan işgücü sayısı 1.72 milyon kişi olunca doğal olarak işsizlik oranlarının yükselmesi kaçınılmaz oluyor.
İstihdama en yüksek katkının, bir süredir olduğu gibi, yine hizmetler sektöründen geldiğini, tarım ve sanayi kesimlerinden ise nispeten düşük katkılar sağlandığını söyleyebiliriz.
Özet olarak işsizlik oranları yükseliyor ve bunun en önemli nedeni tabi ki büyüme oranlarındaki artışın yavaşlamış olması. 2014 yılında yüzde 3 civarında bir artış bekleniyor ve bu oran işgücüne katılımı absorbe edemediği için işsizlik oranları artmaya devam ediyor. Nüfus artış hızının yüksek seyri tabi ki etken.
Türkiye ekonomisinin dış kaynakla büyüdüğünü, önümüzdeki dönemin yabancı kaynak açısından kıt olacağını göz önünde tuttuğumuzda, işsizlik oranlarının yüksek seyredeceğini tahmin etmek de zor olmuyor. Bir başka deyişle FED’in faiz artırımına ne zaman başlayacağı, sadece finans sektörünü ilgilendiren bir haber değil, tümüyle üretimi, büyümeyi ve işsizliği de ilgilendiren bir haber.
Başbakan Davutoğlu’nun bu yöndeki açıklamasından sonra Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da, “Biz kendi dönem başkanlığımızda hem 20 ülke, hem dünya, hem kendimiz için ‘yapısal reform, yapısal reform, yapısal reform” demeye devam edeceğiz” demiş.
Babacan’ın “kendimiz” için yapısal tedbir talebini çok iyi anlıyorum. Çünkü kendisi tıkanan noktaları gördü ve zaman içinde zaten sık sık yapısal tedbirleri gündeme getirdi. O nedenle G-20 dönem başkanlığını fırsat bilerek Türkiye ekonomisi için yapısal reform talebini tekrarlaması gayet anlaşılır.
Ancak G-20 ve dünya için yapısal tedbir talebinde bulunmak farklı bir şey...
Açıkçası; Türkiye’nin dünyaya, gelişmekte olan 20 ülkeye “yapısal tedbir aklı” verebilecek durumda olduğunu sanmıyorum. Bence Türkiye G-20 dönem başkanlığı için kendisine daha erişilebilir, inandırıcı olabileceği hedefler koysa, bununla dünyanın önüne çıksa, saygınlığı açısından daha uygun olurdu.
Her şeyden önce yapısal tedbir kavramının içini herkesin farklı doldurduğunu bilmek gerekiyor. ABD için yapısal tedbir farklı, AB için farklı, gelişmekte olan ülkelerin her biri için farklı, gelişmemiş ülkeler için ise çok daha farklı olarak algılanıyor. Ortak tanım için; daha çok popülist kaygılarla kemikleşip, ekonomik denge ve ilerlemeyi tehdit eder boyutlara varmış tıkanma noktalarını aşmak ve ileriye dönük yeni bir sistem kurmak için atılan sistemli adımlar diyebiliriz. Bu çağda yapısal tedbir kavramının içine ister istemez, “küreselleşmeye uyum için gereken çağdaş adımlar ve kurumsallaşma”nın katıldığını da söyleyebiliriz.
Tüm ülkeler için yapısal tedbirin anlamı, önceliği farklı iken böyle bir gündemle ortaya çıkmak, pek akıllıca değil. Bence bu söyleme karşılık dönem başkanlığı sırasında sadece “gelişmemiş fakir ülkelere yardım” diye, gelişmiş ülkelere çağrı yapılmakla yetinmek zorunda kalınacak.
Bence işaleminin organizasyonu olan B-20’nin dönem başkanlığını üstlenen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun bu süre için açıkladığı “KOBİ’lerin geliştirilmesi” amacı; çok daha ayakları yere basan, somut, uygulanabilir ve sonuç alınabilecek gerçekliğe sahip bir amaç.
Umarım Başbakanın açıkladığı tedbirlerin tümü hayata geçirilebilir..
Bu konuda şüphem var, çünkü gördüğüm kadarıyla bu tedbirlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ağırlığını gördüm. Asıl düzenleme ve denetleme yapacak kurum olan Enerji Bakanlığı’ndaki mevcut anlayışın böyle bir paketi benimsediğini tahmin etmiyorum. Özel sektörden özellikle de AKP’ye yakın küçük ve orta ölçekli madencilerden bu önlemlere itiraz geleceğini, dolayısıyla işin önümüzdeki süreçte savsaklanması tehlikesi bulunduğunu düşünüyorum.
Alınacak tedbirler kamu işletmeleri tarafından yerine getirilebilir. Bir çoğunda uyumun zor olacağını sanmıyorum. Ancak özel sektör işletmelerinden bu tedbirleri uygulayabilecek olanlar ancak büyük şirketler olabilir. Küçük ve orta ölçekli maden işletmeleri bu tedbirleri almakta çok zorlanacaklardır. İşte bu nedenle Havza madenciliğinin geliştirilmesi ayrıca önem taşıyor; çünkü küçük ve orta boy işletmeler birleşmezlerse, artı maliyet getirecek, çağdaş yönetim sistemleri gerektirecek bu önlemleri hayata geçirmeleri çok zor.
Bu olumlu tedbirlerin uygulanması konusunda bir başka tehdit ise mevcut anlayış ve kadrolar. Çalışma Bakanlığı’nın denetim konusunda iyi olduğunu biliyoruz ama kadro sayısı yetersiz. Bu bakanlıkta sadece partili olduğu için kadroya alınan çok ama işi bilen personel de hala işin içinde. Zorda kalınınca AKP’li olmayan denetçilerin günah keçisi yapıldığı bir mekanizma var ama liyakata da hala önem veriliyor. Bakanın “deneyimli devlet adamı” kimliğinin öne çıkmasıyla, kadrolaşma önlenemese de, niteliğe ve liyakata dayalı sistem yine de işliyor diyebiliriz. Bakanın “günah keçisi” sorununu ele alması şart.
KADRO SORUNU BÜYÜK
Asıl düzenleme ve denetlemeyi yapan Enerji Bakanlığı’nın teknik yönü ise kadrolaşmanın had safhaya ulaşmasıyla iyice gerilemiş. Düşünün Maden işlerinde üst düzey görev yapanların çoğu daha maden ocağı görmemiş kişilerdi, 2-3 hafta önce TTK’da 3 günlük “maden ocağı nedir” seminerinden geçtiler.
Madenle ilgili personel normal hafta içi mesaisini yapıyor; Cuma günü denetlemeye gidip, en geç Pazar günü dönüp mesaiye geri dönüyorlar. Denetim için aldıkları para çok yetersiz olduğu için uzmanların yol parasından otel paralarına tüm masraflar ocak sahibi tarafından karşılanıyor. Başbakan Davutoğlu “ocak sahibinden çay bile içmeyecekler” diyor ya, ne çayı tüm masrafları ocak sahibi karşılıyor, aksi takdirde denetim olmaz.
Tüm yöneticiler TKİ ve diğer bağlı kuruluşlarda yönetici olmuşlar, buralardan ek maaşlar alıyorlar. TKİ partinin kömür yardımlarının kaynağı. Bakanlık yerine TKİ ve bunun özel işletmecilerinin haklarını daha önde tutabiliyorlar. Şimdi genel müdürlükte son olaylar bahane edilerek yeniden organizasyon yapılacak deniyor; bunun sonucunda belli cemaate bağlı olmayan kişiler de bu sayede temizlenip tüm maden işinin bir cemaate geçeceğinden ciddi kaygı duyuluyor.