Ancak bir süredir hükümete yakın medyada yer alan demeçler ve bazı bakanların açıklamaları, komisyonun yolsuzlukla suçlanan 4 bakanı Yüce Divan’a göndermeyeceği sonucunu açıkça gösteriyordu.
Özetle; içlerinde 700 bin liralık saat, ancak para sayma makinaları ile sayılabilecek kadar fazla, kasalar dolu dövizler, ayakkabı kutularında çıkan milyonlarca dolar ve Euro’ları, TBMM komisyonu soruşturmaya gerek duymadı. Şimdi en geç 20 gün içinde TBMM Genel Kurulu’nda konuyla ilgili oylamalar yapılması gündemde. Verilen ilanlar ve baskının yoğunlaşması, AKP içindeki bazı milletvekillerinin, kapalı yapılacak oylamada, 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi için oy kullanabileceği kaygısını yansıtıyor.
En hafif değerle trilyonlarca liralık yolsuzluk iddiaları, sanmıyorum ama, Yüce Divan’a gidecek mi, bunu öğrenmek için bir süre bekleyeceğiz.
Gözler TBMM’deki komisyon kararına çevrilmişken, dün 2014 yılı enflasyon rakamları açıklandı. Bununla birlikte SSK ve Bağ-kur emeklilerinin maaşlarına yılbaşında yapılacak zam da belli oldu. 9 milyon kişilik ve genellikle dar gelirli olan bu kesim yıllık yüzde 2.32 oranında zam alacak. Başka bir deyişle şu anda 1047 TL olan en düşük maaşlı SSK emeklisi maaşına 24 TL zam almış olacak. Maaşı zamla birlikte 1071 TL’ye çıkacak…
Sadece saatin değeri ile 24 TL’lik emekli zammını birlikte düşünün, yeter…
AKP’liler Yüce Divan’a göndermeye karşı çıkarken bunun bir tezgah olduğu, zaten mahkemenin bu konuda dava açmadığı, Anayasa Mahkemesi’ne güvenmedikleri gibi argümanlar ileri sürüyorlar. Başlıca argümanları ise yine “milli irade” oluyor. Yani yolsuzluk varsa bile bunu mahkemenin değil milli iradenin değerlendireceğini söylüyorlar. Bu sözler yargının varlığını tümüyle inkar anlamına geliyor ama yine de söylüyorlar.
Peki, TBMM Genel Kurulu da Yüce Divan kararı vermezse ne olur?
Genel beklenti yıllık enflasyon oranının düşmesi. Enflasyon oranlarındaki düşüşün yılın ilk aylarında da devam etmesi bekleniyor ama bu düşüş piyasaları heyecanlandırmıyor.
Enflasyonla birlikte cari açık ve milli gelire oranının da düşmesi bekleniyor. Bu ikisi uluslararası piyasada Türkiye’nin riskli algılanmasına neden olan iki önemli veriydi ve şimdi bunlar düzeliyor. Bununla birlikte dünya petrol fiyatlarındaki düşüş ve önümüzdeki yıl bu seyrin devam edeceği beklentisinin de Türkiye gibi enerji ithalatçısı ülkeler açısından olumlu olduğu da açık.
Ancak buna rağmen beklentilerin kötüleştiği gözleniyor. Son yayımlanan Cnbc-e tüketici güven endeksi son 5 yılın en düşük rakamına inerek, yüzde 67.76 oldu.
Beklentilerin kötüleşmesinde ana faktörün kurlar olduğunu söyleyebiliriz. Tabi ki Rusya’da petrol fiyatlarındaki seyir nedeniyle yaşanan krizin derinleşeceği, bunun Türkiye’yi de her açıdan olumsuz etkileyeceği beklentisi etkili. Piyasaları asıl olumsuz etkileyen unsurun FED’in faiz artırım hazırlığı olduğu da açık.
Ancak bunların ortaya çıkaracağı sonuç kurlardaki yukarı seyir olduğu için, bu kadar çok korkuluyor. Yani beklentilerdeki bozulmada kilit kur hareketleri... Yılın son günlerinde yeniden artışa geçen dolar kurunun bu seyrini sürdürmesi, zaman zaman geri gelse bile yönün yukarı olacağı, 2015 yılında kurların dalgalı olacağı beklentisi hakim. İşte bu beklenti her açıdan piyasalarda, işaleminde ciddi moral bozukluğu yaratıyor, alacakları kararları olumsuz etkiliyor.
Merkez Bankası döviz cinsi mevduatın zorunlu karşılıklarını artırarak, belli ki kur hareketlerine hazırlık yapıyor. Ancak piyasalar da biliyor ki; bu tür önlemlerin etkisi marjinal olacak. Yıllardır bol bol gelen dövizi rezervleri artırmakta kullanmayan Merkez Bankası, yeni yılda kurların hareketini önlemekte zorluk çekecek. Piyasalar işte Merkez Bankası’nın kur hareketlerini yumuşatmakta yetersiz kalacağını, sermaye çıkışı halinde kurları tutmanın çok zor olacağını bildikleri için telaşlanıyorlar.
Piyasalar ve iş alemi kurdan korkmakta haklı; çünkü kurların artışı TL’nin değer kaybetmesi, yani varlık değerlerinin düşmesi demek. Zaten ekonomik krizin tanımlamalarında en başta geleni de varlık değerlerinin düşmesi değil mi?
Ancak bunların yanında ekonomide tıkanma, sürdürülebilir büyüme oranlarının düşmesi, dış kaynağa bağlı ekonomi, orta gelir tuzağı, yapısal tedbirler gibi çok daha temel konuları da tartışmaya başladık.
Bu temel sorunlar Türkiye’nin geleceği açısından çok daha önemli.
Ekonomide yaşanan tıkanmanın aşılması için geç kalındığı, bu nedenle sürdürülebilir büyümenin düştüğü, yapısal tedbirlerin acil olarak hayata geçirilmesi gerektiği artık hükümet üyeleri tarafından da dile getiriliyor. Yine hükümet üyeleri tarafından dile getirilen bir başka konu da Türkiye’de hukukun sağlıklı işlemediği, yargı bağımsızlığının eksikliği, demokrasinin işleyişindeki sıkıntılar ve ekonominin tıkanma noktasına gelmesinde bunların oynadığı rol.
Çok açıkça söyleyemeseler de. orta gelir tuzağının aşılması için de demokrasinin artık sağlıklı işlemesinin şart olduğunu ima ediyorlar.
Çok açık ki; Türkiye sermaye sıkıntısı çeken, tasarruf oranları tarihin en düşük düzeyine inmiş, yatırımlar için dış kaynağa bağlı, dolayısıyla büyüme oranlarını yükseltip işsizlik sorununu çözebilmek için yabancıların gelip doğrudan yatırım yapması şart olan bir ülke. Bir yandan ekonomik yapıyı dönüştürürken, diğer yandan yabancı sermayeye hala mahkumuz. Ne kadar çabuk ekonominin dışa bağımlı yapısını değiştirebilirsek o kadar kendimize güven gelecek ama bu gerçek bilindiği halde hayata geçirilmiyor.
Popülizm dediğimiz şey de memura fazla maaş vermek değil, aslında bu. Popülizmin halk için yapıldığı söylenen ama halka düşman bir eğilim olduğu, ekonominin politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğu, halka uzun vadeli çıkarları günlük rüşvetlerle unutturulduğu, belki bu nedenlerle tartışılıyor.
Bir yandan tüm dünyaya ve uluslararası kuruluşlara kafa tutup (ya da öyle görünüp), öte yandan kendine yetmek için gereken ekonomideki yapısal dönüşümü yapmamak, ne garip bir çelişkidir, öyle değil mi?
Bu konuların yeni yılda da gündem oluşturacağı açık.
İş kazaları yaşandıktan sonra alınacak tedbirler sık sık gündeme geldi ve radikal kararlar alınacak beklentisi yaratıldı. Ancak olayların sıcaklığı geçtikten sonra somut bir şey yapılmadığını, mevcut sağlıksız sistemin sürdüğünü görüyoruz. Çevre protestoları konusunda da durum aynı. Etkilenecek halk ikna edilmeden, bilimsellikten uzak, “ben yaptım oldu” anlayışıyla çevreyi yok sayan projelere devam ediliyor. Artık duyarlılık arttığı için yapılan geniş katılımlı protestolar ve bunlara yapılan sert polis müdahaleleri gündemin ilk sıralarında yer buluyor.
Yolsuzluklar da gündemin ilk sıralarında kalmaya devam edecek gözüküyor. 17-25 Aralık’ta bakanlara dönük yapılan operasyonların tartışması devam ediyor. TBMM’de kurulan Komisyon 5 Ocak’ta bakanların yüce divana sevki için karar verecek. Belli ki Hükümet ve Cumhurbaşkanı, bu konuda biraz tedirgin. Bakanları yüce divana gönderseler de göndermeseler de yolsuzluğun tartışılmaya devam edeceğini görüyorlar. “Hangi seçenek Haziran’daki seçimlerde daha az oy kaybına yol açar”, belli ki bunu ölçüp, o yönde karar verecekler. Ancak ne karar verirlerse versinler, yolsuzluklar anılmaya devam edecek. Bunun yanında paralel iddiaları ve bu konudaki AKP argümanları da verecekleri karar ne olursa olsun zayıflayacak.
Muhalefet bu konuyu ne kadar işleyecek, Haziran’daki seçimlerde kime, ne faturası çıkacak belli değil ama belli olan husus; yolsuzluklar 2015 yılında da, hatta daha sonrasında da tartışılmaya devam edecek.
Yolsuzluklar şimdiye kadar seçimlerde oya yansımadı ama yansımaz da denilemiyor. AKP’nin tek başına iktidar olmasını engelleyecek unsurlardan biri haline gelirse o zaman tartışmaları daha sertleşir. İşaleminin gereksiz koalisyon korkusu da, yeni dönem ve yıla ilişkin tartışmaları çok boyutlandırır.
Tüm bu kısa vadeli siyasi sonucun ötesinde, yolsuzlukların Türkiye’nin algısını çok bozduğu açık. Zaten demokrasi ve insan haklarında geri adımlar yaşanırken, üzerine yolsuzluk algısı Türkiye’yi “muz cumhuriyeti” gibi gösteriyor. Batı karşıtı tutum da eklendiğinde, büyümek için ihtiyaç duyacağı yabancı sermayeyi Türkiye’nin çekmesi iyice zorlaşıyor. Hele ki istihdam sağlayacak büyük, kalıcı yatırımlar için gelecek yabancı sermaye giderek hayal olmaya başlıyor.
İŞALEMİNİN BAKIŞI
Özellikle büyük şirketler nitelikli elemanlarına, geniş çevrelerine danışıp mümkün olduğunca detaylı hesap yapmak isterler ama gördüğüm kadarıyla kesin hesaplar yapamıyorlar.
O nedenle esnek modellemelerle, gelişmelere göre değiştirilecek hesaplar içine giriyorlar. Öyle olunca da özellikle orta ve uzun vadeli planlar yapma imkanı zorlaşıyor. Bu belirsizlik büyük şirketler için olduğu gibi bireysel olarak da söz konusu olduğu için, toplumsal körlüğü da artıran bir unsur oluyor.
Bırakın siyasi belirsizlikleri, ekonomik olarak 2015 yılında dünyada ve ülkede şunlar olacak diye kesin tahminde bulunabilen var mı, acaba?
Genel olarak şunu söylemek gerekir ki; 2008 krizinin getirdiği küresel anormalleşme henüz tamamlanmadı ama yavaş yavaş da çıkılıyor, normalleşme yolunda artık adımlar atılıyor. Şahsen görüşüm; ABD ekonomisi ödediği krizin faturasının Avrupa’ya düşen bölümünü ödetmeye başladı, sonra da sıra bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gelecek. Öyle ya; tüm dünyanın nemasını yediği bolluk dönemi nedeniyle çıkan kriz faturasını tek başına ödemeyecekti, herkesin payına düşen faturalar önlerine gelmeye başladı. İşte 2015 yılı bu ödeşmenin netleşmeye başladığı yıllardan biri. Avrupa ekonomisi düzlüğe çıkabilmek için faturanın tümünü ödemedi, bunun sıkıntısını yaşıyor. Çin belli ki yeni bir büyüme dengesine kavuşacak, Japonya biraz daha sıkıntı çekecek. Rusya’nın durumu şimdilik en ağır olanı; bence sıkıntı çekmeye yeni başladı, hatalı yönetim nedeniyle faturası iyice ağırlaşabilir.
Rusya’nın yaşadığı sıkıntının, her zaman olduğu gibi, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yayılması ise kaçınılmaz. Bir başka deyişle gelişmekte olan ülkelere kesilecek faturanın ucunu görmeye başladık, 2015’de fatura netleşmeye başlar.
İşte küresel ekonomide normalleşmenin sonuçları olan bu gelişmeler yeni yılda daha somut olarak kendini hissettirecek.
Bu gelişmeler büyüme oranları, kurlar, enflasyon oranları, faizler, petrol fiyatları gibi ekonomide hesap yapmak için gereken temel hesapları bilinemez kılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz indirme baskısına rağmen Merkez’in faizi değiştirmeyeceği, zaten bekleniyordu. Bir başka deyişle Merkez Bankası faizi indirmeyerek piyasalardaki beklentileri karşıladı.
Faiz değişmeyince piyasaların gözü PPK açıklama metninin ayrıntılarına çevrildi. Piyasaların yorumu “Merkez Bankası enflasyon konusunda geçmiş açıklamalara kıyasla bu kez daha iyimser göründü” şeklindeydi. Daha önceki açıklamada yer alan, gıda fiyatlarındaki yüksek seyrin enflasyon görünümünde iyileşmeyi geciktirdiği ibaresi, bu kez açıklama metninde yer almadı.
Açıklama metninde bizim de dikkatimizi çeken en önemli unsur enflasyon konusundaki kaygıların bu kez yumuşatılması idi. 2015 yılında enflasyonun yayınladıkları Enflasyon Raporu’ndaki öngörülere bağlı olarak düşeceği yine söylendi. Ancak bu kez ek olarak, enflasyondaki düşüşün 2015’in ilk yarısında çok daha hızlı olacağına vurgu yapıldı.
Zaten baz etkisine, yani 2014’ün ilk yarısında gerçekleşen aylık oranlara bakılınca, 2015’in ilk yarısında enflasyonun geri gelebileceği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Merkez Bankası’nın bu vurguyu yapması bence anlamlı idi.
Şahsen Merkez Bankası’nın hükümete, daha doğrusu faiz indirin baskısı yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, bu vurguyla yanıt verdiğini düşünüyorum. Yani Merkez “Şimdi faizi indiremezdim ama yılın ilk yarısında enflasyon düşecek o zaman faiz indiririm” demeye çalışmış. Bir başka deyişle, Merkez Bankası yönetiminin “Seçimler öncesinde faizleri indiririm” demeye çalıştığını tahmin ediyorum.
Bu yorum kimilerine abartılı gelebilir ama şimdiye kadar Erdoğan ile Merkez Bankası arasındaki ilişkinin geçmişine bakıldığında, yorumun gerçekçi olduğu görülebilir. Şimdiye kadar hep, siyasi otorite “merkez faizi indirsin” diye çıkışlar yaptı, Merkez Bankası bazen bu sözü tuttu ama çoğu zaman teknik gerekçelerle kendi bildiğini yaptı. Ancak bildiğini yaparken bile hep siyasi otoriteyi memnun edecek bir ibare, bir tavır beraberinde ortaya koydu.
Piyasalar küresel bazda yaşanan son gelişmeler nedeniyle Merkez Bankası’nın faizlerde bir değişiklik yapmayacağı görüşünde. Aksi yönde karar bekleyen piyasa oyuncusu, hemen hemen yok gibi.
Bir başka deyişle; Merkez Bankası yönetimi faizde vereceği kararla, yine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı üzecek gibi görünüyor.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan faiz konusundaki ısrarını sürdürüyor. Hatta geçen hafta yaptığı bir konuşmada “bir tek faizlerde başarılı olamadım” diyerek, ısrarının dozunu iyice artırdı. Erdoğan yine bildiğimiz argümanı kullanıp, bu kez enflasyonu da hiç ağzına almadan, mevcut faiz oranlarıyla yatırım yapılamayacağını, kredi maliyetinin yüzde 13-14’leri bulduğunu söyledi. Bununla birlikte, “doğru gözlük kullanın” diyerek, çok yüksek kar elde etmekle suçladığı bankalara yine çıkıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz başta olmak üzere, ekonomiye ilişkin eleştiri dozunu artırdığı göze çarpıyor. Aynı konuşmasında “inşaatı gözardı edenlere tahammül edemeyiz” demesi, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, hatta Başbakan Davutoğlu’na bir uyarı olarak algılandı. Bu arada Erdoğan’ın yakınlarının gazete yazılarında ve kulislerde, Babacan’a eleştiri dozunu artırıp, faizler konusunda Babacan yönetimini suçladıklarına şahit oluyoruz.
Babacan ile birlikte suçlanan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, hafta sonunda twitter’daki hesabından, enflasyonun yüzde 9.2, faizin yüzde 8 civarında olduğunu hatırlatıp, “yani negatif faiz veriyoruz” mesajı yayımlaması da ayrıca dikkat çekti.
Merkez Bankası yönetimi yaptığı son açıklamalarında hep enflasyon hedefe yaklaşana kadar sıkı para duruşuna devam edeceğini söylüyor. İşte bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni çıkışına rağmen, PPK toplantısından faiz kararı çıkması beklenmiyor.
Aslında piyasalar da faizdeki bu çatışma havasına alışmış görünüyor. Bu tartışmayı daha çok bir iç politika malzemesi olarak görüyor. Babacan ve ekibinin doğruyu yapacağına inanıyor, davranışlarını da ona göre belirliyorlar. Yani Cumhurbaşkanı’nın sert çıkışına rağmen, faiz indirimi bekleyen yok.
Bu konuda AK Parti’nin tavrının ne olacağı konusunda kulislerde dolaşan çok söylenti var. Şahsen bildiğimiz; AK Parti çinde çok sayıda milletvekili ve bakan, en az 3 bakanın Yüce Divan’a sevki için karar alınması gerektiği görüşünde. Bu kararın partilerinin yeni bir başlangıç yapması için şart olduğunu, aksi olursa bu iddiaların sonunda partiyi küçülteceğini söylüyorlar. Ancak belli ki; parti içinde bu konuda görüş ayrılığı var ve bugün ne karar çıkacağı belli değil. Daha doğrusu bazı parti yöneticileri ve Cumhurbaşkanının “böyle bir kararın 17 ve 25 Aralık’ın darbe olduğu yönündeki savunmalarını çürüteceği”ni söyleyip, bakanların Yüce Divan’a gönderilmesinin engellenmesini istedikleri söylentisi dolaşıyor.
Yine kulislerde, sürekli “Cumhurbaşkanı ile çatışmamız yoktur” mesajı vermeye başlayan, Başbakan Davutoğlu’nun ise aksi görüşte olduğu konuşuluyor.
Bugün Komisyon’un ne karar alacağı bilinmiyor. Komisyon Yüce Divan kararı alsa da almasa da, konu TBMM Genel Kurulu’na da gelecek ve burada da tüm milletvekillerinin tavrı ortaya çıkacak.
AK Parti’nin geleceği ne olur bilmiyoruz ama, Komisyon’un ya da Genel Kurulu’n bakanları Yüce Divan’a göndermeme kararı alması halinde, siyasi gerginliğin artacağı kesin. Bu karar bence ekonomiye ilişkin olarak da ciddi sonuç doğuracak bir karar olacak. Çünkü hükümetin tıkanan ekonominin önünü açmak için 2. bölümünü açıkladığı “öncelikli dönüşüm programları”nın hayata geçip geçemeyeceği konusunda da belirleyici bir karar olması bekleniyor. Özellikle bilirkişi raporunda da dikkat çekilen 3 bakanın servetlerindeki yüklü artış bile, bence soruşturmanın derinleştirilmesinin şart olduğunu ortaya koyuyor. Bu yolsuzluk şüpheleri varken ve soruşturulmazken, Cumhurbaşkanlığı sarayı tartışmaları gündemde iken, Diyanet İşleri Başkanı’nın yeni makam aracı açığa çıkmışken, kamuda tasarrufu artırmak, harcamaları kısmak, lüks tüketime ek vergi koymak, sizce gerçekçi olabilir mi?
Hükümetin açıkladığı öncelikli dönüşüm programı zaten piyasaları ekonomide değişim ve sürdürülebilir büyümeyi artırma konusunda ikna etmedi. Bir de yolsuzlukla mücadelede tavır alınmazsa, bence bu tedbirler hiç uygulanamaz.
BAZI TEDBİRLER AÇIKLANAMIYOR