Erdal Sağlam

Tüm şartlar bir an önce koalisyon diyor ama

21 Temmuz 2015
DÜN Suruç’ta gerçekleşen saldırı, İŞİD terörünün yurt içine sıçradığı yorumlarına neden oldu.

Nereden gelirse gelsin terör yine acı, endişe demek.
Bayram sonrası hem siyasi hem ekonomik olarak çok sıcak günlere girdiğimizi söyleyebiliriz. Türkiye böylesine kritik bir süreçte, seçimin üzerinden 1.5 ay geçmesine rağmen hâlâ seçim öncesi hükümetle işi yürütmeye çalışıyor. Hâlâ da seçim sonrası oluşan tabloya göre yeni bir hükümet kurma çabalarında somut adım aşamasına bile gelinebilmiş değil.
Özetle; geçici daha doğrusu artık hükmü kalmamış bir hükümetle, Türkiye’nin bu kritik süreci yönetmesi mümkün değil. Bu olay bir an önce koalisyon kurulup çalışmalara başlamasının aciliyetini bir kez daha ortaya çıkardı.
Peki, bu ihtiyaç ortada iken taraflar ne yapıyor, neden 1.5 ay geçmesine rağmen somut hükümet çalışmalarına bile başlanamadı?
Aslında durum açık; başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri, “Anayasaya uygun bir süreç yürütüldü” deseler de, Başbakanlık görevinin Ahmet Davutoğlu’na verilmesi de, Davutoğlu’nun koalisyon için somut çalışmalara başlaması da daha erken olabilirdi. Böylesine acil bir konu varken, en azından yurtdışı seyahatlere gitmekten vazgeçebilirdi.
Düşünün; dünkü saldırıya bakması gereken sorumlu kişi seçim öncesi zorunlu olarak atanan İçişleri Bakanı yani siyasi olmayan eski bürokrat. İçişleri Bakanı’na talimat veren, matematik olarak belki de Başbakanlığı yakında bırakacak bir kişi. Seçimin hemen öncesinde Diyarbakır’da HDP mitingine yapılan bombalı saldırın ne olduğu bile henüz netleşmedi, ihmaller olduğu kesin ama 2 ay geçti bir şey yapılmadı. Böylesine bir yönetimle bu sürecin yönetilmesi mümkün değil. Ama ne gam; koalisyon için peşrevler devam ediyor.
Davutoğlu biliyor ki; niyeti gerçekten koalisyon kurmaksa, Cumhurbaşkanı’ndan çekinmiyorsa bir an öce koalisyon hükümete kurulabilir. İşin püf noktası; Davutoğlu’nun gerçekten Başbakanlık yapacağının garantisini vermesi. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın engellemelerine izin vermeyeceğinin, anayasaya göre çizilen çerçevede kalmasını sağlayacağına söz verip, uyguladığı takdirde bu koalisyon çok rahat kurulur. Çünkü CHP’nin bence tek kaygısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vesayeti ve tavırları...


Yazının Devamını Oku

Seçim olursa 2015 gider

16 Temmuz 2015

Koalisyon görüşmelerinde henüz sonuç çıkmasa da yeniden seçim yapılması 2015 hatta tümüyle 2016 yılının kaybedilmesi anlamına geliyor. Nitekim Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tekrar seçim olmasının olumsuz senaryo olduğuna dikkat çekti.


GÖRÜŞMELER başladı ama bir koalisyon hükümeti kurulmasının önündeki engeller aşılabilmiş değil. Bayramdan sonra yapılacak 2. tur koalisyon görüşmeleri, piyasalar tarafından çok yakından takip edilecek.
Piyasalar bir yandan MHP’nin kapıyı kapatmasından tedirgin olurken öte yandan ise daha fazla tercih ettikleri AKP-CHP koalisyonunun kurulacağı umutlarını devam ettiriyorlar. Bu ihtimalin piyasadaki iyimser senaryo olduğunu ve bir ölçüde satın alındığını da söylememiz gerekiyor.
Çünkü herkes biliyor ki; yeniden seçim yapılması demek, 2015 yılının tümüyle hatta 2016 yılının önemli bir bölümünün de kaybedilmesi demek. Çoğu kimse yeniden seçim olsa da tablonun değişmeyeceğini, boş yere zaman kaybedilmiş olacağını düşünüyor. İşalemi de bu nedenle hemen koalisyon, mümkünse geniş tabanlı koalisyon kurulup reformlara başlanması taleplerini sürdürüyorlar.
Yeniden seçimin ekonomide yaratacağı sıkıntı artık bakanlar tarafından da dile getirilmeye başladı. Dün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir açıklama yaparak, “Türkiye’nin güçlü bir koalisyon hükümeti ile yoluna devam etmesi gerekiyor. Tekrar seçim olması olumsuz bir senaryo, çünkü tekrar seçim yapılması 2015 yılının tamamının bir anlamda belirsizlikle karşı karşıya kalması demek. Türkiye’nin güçlü bir koalisyon hükümeti ile yoluna devam etmesi, yapısal dönüşüm reform programlarının uygulanması hepimizin arzusudur” dedi. Türkiye’nin bir genel seçime girdiğini ama genel seçimden net olarak bir sonuç çıkmadığını anımsatan Şimşek, şunları kaydetti: “Bu anlamda belirsizlik bir miktar devam ediyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin büyümeye devam etmesi olumlu. Burada bence en önemli konu özel sektör yatırımları. Siyasi görünüm net olarak ortaya çıkana kadar özel sektör yatırımları ertelenme riskiyle karşı karşıyadır. Siyasi belirsizliğin devam etmesi aslında bir anlamda, Türkiye’nin uluslararası risk priminin de artmasına, liradaki değer kaybının kalıcı hale gelmesine, hatta faiz oranlarında bir miktar artışa sebep olabilir. Bunlar da tabii ki Türkiye’nin iç talebini, genel anlamda ekonomik görünümünü, büyümesini sınırlayan faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.”
AKP içinde bu yöndeki görüşlerin ciddi bir ağırlığı bulunduğunu biliyoruz. Bakan Mehmet Şimşek de, bu konuda işalemiyle aynı düşünen AKP’lilerin görüşünü dile getirmiş. Peki bu görüş hakim olacak mı derseniz; bence Başbakan Davutoğlu da aynı görüşte ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrının hala belirleyici olması, bu koalisyonun gerçekleşme ihtimalini azaltıyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da Davutoğlu ile yapsa koalisyon kurulabileceğini düşündüğünü ama Erdoğan’ın tavrı nedeniyle çekimser olduğunu biliyoruz.

Yazının Devamını Oku

İran Türkiye için rakip mi olacak, ortak mı?

15 Temmuz 2015

P5 artı 1 ile İran arasında nükleer programın denetim altına alınmasına ilişkin anlaşmada, nihayet uzlaşma sağlandı. Bu uzlaşma dünya piyasalarında hemen satın alınmaya başladı; petrol fiyatları gerilerken gelişmekte olan ülke paraları dolar ve Euro karşısında değer kazandı.
İçeride de aynı piyasa etkileri gözlenirken, Türkiye için asıl konu; “orta ve uzun dönemde bu anlaşmanın yaratacağı fırsatlardan mı daha çok faydalanacak, yoksa sakıncalarından mı olumsuz etkilenecek?” sorusuna verilecek yanıtta .
Bu anlaşma aynı zamanda İran’ın küresel sisteme entegrasyonu için atacağı çok somut bir adımı temsil ediyor. Bir başka deyişle artık İran da tüm dünya ile ticaret yapan bir pazar halini alacak. Bunun en önemli nedeni; anlaşma ile birlikte İran’a uzun zamandır uygulanan ambargonun sona erecek olması. Yani İran bir yandan atıl durumdaki, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere, kaynaklarını artık harekete geçirme imkanı bulurken, öte yandan özellikle batı ile yoğun mal, hizmet ve sermaye alışverişine başlayacak.

KISA DÖNEMDE YARARLI

Peki, büyük komşusu Türkiye bu süreçte nasıl bir rol üstlenecek?

Yazının Devamını Oku

Yunanistan güven için varlıklarını rehin verdi

14 Temmuz 2015

YUNANİSTAN Başbakanı Çipras ne kadar anlaşmanın iyi taraflarını öne çıkarsa da, referandumda hayır denilen şartların çok daha ağırını ödemek zorunda kalacak. Faturanın daha da ağırlaşmasının nedeni ise Yunanistan halkı ve başbakanının Avrupalı ortaklarında yarattığı güvensizlik duygusu. Avrupa Birliği ülkeleri özellikle de Almanya, Yunanistan’ın bu kez verdiği sözlerin yerine getirilmesini garantiye almak için ek şartları kabul ettirmiş gözüküyor.
Bu olay bize 2000 yılında IMF ile anlaşma sürecinde yaşadıklarımızı hatırlattı. 1994 yılında IMF’le anlaşma yapılmış, belli bir program üzerinde anlaşılmıştı. Ancak dönemin Başbakanı Tansu Çiller, anlaşmanın üzerinden daha 6 ay geçmeden çark etti ve sözlerini yerine getirmemeye başladı. Sonunda IMF anlaşması bitti, zor günler yaşadık ama bu dönem yaratılan güvensizliğin faturasını Türkiye 2000 yılına kadar çekti. Kaç kez IMF’e gidilip yeni anlaşma istendi ama güvenmedikleri için yapmadılar. Son olarak Hikmet Uluğbay’ın liderliğinde 1999’de yapılan müzakerelerde, IMF yeniden güven verilmesi için “önden beslemeli” bir anlaşma istedi. Yani şartlarını sıralayıp, “bunları yapın sonra gelin anlaşalım” dedi. İşte bankacılık sektöründeki konsolidasyon, emekli yaşının yükseltilmesi başta SSK’da yapılan reformlar, özelleştirmeye ilişkin yasa ve uygulamalar, IMF’le anlaşmanın ön şartları oldu. Bunları yaptıktan sonra verilen güvenle 2000, daha sonra da 2001 yıllarındaki anlaşmalar yapılıp kaynak sağlandı ve ekonomide şimdiye kadar süren istikrar böyle sağlanabildi.
İşte AB ve diğer kreditörler Yunanistan’a da, yarattığı güvensizlik nedeniyle “önden beslemeli” bu ağır şartları dayattılar. Yunanistan belli yasaları çıkarıp sonra resmi olarak anlaşma masasına oturacak denmesinin nedeni bu.
Bu yasalar geçmezse anlaşma olmayacak. Bu ağır şartların hükümeti zorlayacağı kesin. Belki de bu nedenle Yunanistan’da yeniden seçim olacağı ya da geniş tabanlı bir koalisyon hükümetinin kurulacağı söylenmeye başladı.
Öyle ya da böyle, on yılların biriktirdiği sorunlar şimdi çözülmeye çalışılacak. Referandumda daha hafif şartlara hayır diyen Yunanistan halkı da, bu tavrının bulunduğu Birlikte yarattığı güven kaybını, daha ağır fatura olarak ödeyecek.

AB İŞİ SAĞLAMA ALDI

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin Yunanistan örneğinden çıkarması gereken dersler

13 Temmuz 2015

YUNANİSTAN’da yaşananlar, bir halkın hamasi duygularıyla oynayarak, ekonomik ve siyasi gerçeklerden kaçılamayacağını bir kez daha ortaya çıkardı. Bu yöntemle halktan alınan siyasi desteğin sonunda halkın zararına olabileceğini de açıkça gösterdi. Dolayısıyla politikacılar halka gerçekten hizmet etmek istiyorlarsa, milli irade denilen ve sürekli değişebilecek bir kavramın arkasına saklanmak yerine, halka dünya gerçekleri ve bu gerçekler kapsamında yapabileceklerini samimi olarak anlatmalıdırlar. Doğru liderlik de budur...
Yunanistan Başbakanı Çipras’ın, kreditörlerle yeniden masaya oturmak için parlamentodan destek almak istediğinde yaptığı konuşma ibret vericiydi. Samimi olarak itirafta bulunup, seçimde verdikleri sözleri tutamadıklarını, yanlışlar yaptıklarını, referandumda yüzde 61 ile halkın karşı çıkmasını sağladıkları paketi sonunda kabul etmek zorunda olduklarını, Yunanistan’ın AB’den çıkış sorumluluğunu alamayacaklarını söyledi.
Bu itiraflara ve önerdikleri eski formülün Çipras tarafından, siyasi faturasını bile bile, kabul edilmesine rağmen, dün bu yazı yazılana kadar AB henüz Yunanistan’a onay vermemişti. Çünkü bu kez de Yunanistan’a karşı bir güven bunalımı çıktı ve söylediklerini yapıp yapmayacağı, “eğer yapacaksa niye referanduma gidip hayır oyu istendiğini” sorgulamaya başladılar.
O kadar çok boyutlu uluslararası bir örnek yaşanıyor ki; bence her ülkenin bu örnekten ders alması gerekiyor. Türkiye’nin de doğrudan kendisiyle ilişkili gözükmese de, dolaylı açıdan ders çıkarması gereken bir çok boyutu var.
Her şeyden önce net borçlu bir ülke iseniz, dışarıdan gelen kaynağa bağımlı bir ekonomik sisteminiz varsa, ekonomik ve siyasi gerçeklere çok daha bağımlı olduğunuzu unutamazsınız. Yani ekonomik gerçeklere aykırı hareket eder, uluslararası camianın güvenini kaybedecek işler yaparsanız, eninde sonunda gidip kafanızı duvara vurursunuz. Küresel bir ekonomi içindeyseniz, ekonomik kurallar genel hatlarıyla bellidir; bunlara uymak zorundasınız. Hele ki dış kaynağa bağımlı bir ekonominin gerekenin yapılması konusunda kaçışı yoktur.
İkinci bir nokta Hükümetlerin “milli irade” kılıfı arkasına sığınıp kimi zaman ideolojik, kimi zaman şahsi ve grup çıkarları için, ekonomik gerçeklere rağmen istediklerini yapabilecekleri hatasına düşmeleridir. Halkı ilelebet kandırmak mümkün değildir ve yaptığınız yanlışların faturası hep çıkar. Politikacılar genellikle ödenecek faturayı görüp başkalarına çıkarılmasını sağlamaya çalışırlar ama o faturayı sonunda halk öder.
“Din” ile “onur” ile oy isteyerek ekonomik gerçekleri yok edemezsiniz.

Yazının Devamını Oku

Piyasa fiyatları içinde olmayan riskler

9 Temmuz 2015

Pİyasaların son günlerde rahatladığını söylemek mümkün. Kısa süreli iniş çıkış olsa da özellikle küresel gelişmelerin Türkiye’nin yararına olduğu kanısı hakim.
Son olarak Çin ekonomisindeki yaşanan sıkıntının tüm dünyayı etkilemeye başladığını hatırlatan bankacılar, bununla birlikte emtia fiyatlarında yaşanan büyük düşüşün Türkiye’nin işine yaradığını söylüyorlar. 50 dolara inen dünya petrol fiyatlarının, içeride enflayon açısından olumlu olacağının altını çiziyorlar.
Yunanistan ve Çin’deki gelişmelerin FED’in faiz artırımının gecikeceği beklentisini arttırdığını kaydeden bir bankacı, “Yani küresel finans piyasaları Türkiye açısından son günlerde umut veren bir tablo sunuyor” dedi.
Yunanistan krizinin bu hafta sonunda netleşmeye başlayacağını hatırlatan bankacılar, ancak bu sorun giderilse bile yeni krizlerin eksik olmadığını söylüyorlar. Yunanistan’ın artık euro’dan çıkışının bile açıkça konuşulmaya başladığını hatırlatan bankacılar, dolayısıyla piyasayı etkileme gücünün de, neredeyse her türlü ihtimal fiyatlandığı için, azaldığı görüşündeler.
Tüm bu gelişmelerle birlikte ABD FED’in faiz artışına başlamayı 2016 yılına sarkıtacağı yolundaki beklentilerin arttığını kaydeden bankacılar, özellikle bu beklentinin piyasaları rahatlattığı görüşündeler.
Piyasaların içeriye ilişkin beklentilerde ise hala olumlu senaryoyu fiyatlamaya devam ettiği görülüyor. Olumlu senaryodan kastın AKP-CHP koalisyonunun kurulması olduğu açık. Piyasa oyuncuları son dönemde yeniden seçimin gündeme gelip fazlaca konuşulmasına rağmen, hala bir koalisyon kurulacağı umudunun korunduğunu söylüyorlar. MHP’nin son tavırlarından sonra koalisyonun AKP-CHP olma umudunun arttığı, çözüm sürecini bitirecek AKP-MHP koalisyonunun ise geri plana düştüğünü gözledik. Bu ihtimalin piyasanın istediği bir çözüm olduğunu kaydeden bir bankacı, “Yeniden seçim fiyatlanmış değil, hala bir koalisyon, büyük ihtimalle AKP-CHP koalisyonu konusundaki umut fiyatların içinde” dedi.
Aynı bankacı, mevcut koşullar korunup bu koalisyonun kurulması halinde, faiz ve bonoda önemli bir hareket olmayacağını ama hisse senedi fiyatlarının yükseleceği tahminini de belirtti.

Yazının Devamını Oku

Elektronikte gelecek planı tehlikeye giriyor

7 Temmuz 2015

CEP telefonu gibi elektronik ürünlerin ithalatına konulacak ek vergi haberi, daha önce TV üretimine ilişkin yaptığımız tartışmaları hatırlattı. Türkiye yıllar önce en büyük TV ihracatçısı ülke oldu ama yapılan ihracatın neredeyse yüzde 90’ı ithal girdilerden oluştuğu için bunun Türkiye’ye bir yararı olmadı. İşte o dönem Türkiye’nin nasıl olur da, katma değeri yüksek TV ve diğer elektronik ürünleri üretip satabileceğini tartışmıştık. Aklın yolu birdi; Türkiye gerekirse devlet kaynaklarını da içine katıp, büyük üreticileri bir araya getirip, 5-10 yıl sonra geçerli olacak TV teknolojisini geliştirmeli, ölçek ekonomisini gözönünde tutarak, yüksek teknolojili yüksek hacimli üretimlere girmeliydi. Ancak bu şekilde Türkiye gerçek anlamda TV üreticisi olabilirdi.
Bu tartışmanın üzerinden 10 yıldan fazla geçti, tabi ki bir şey olmadı.
Şimdi de biyo-teknoloji, nano-teknoloji, iletişim teknolojisi gibi, Türkiye’nin gelişen teknolojilere yatırım yapması, araştırma ve inovasyon çabalarını yoğunlaştırması, teknoloji yüksek sanayi ürünleri üretimine girmesi gerektiğini konuşuyoruz. Türkiye’nin katma değeri yüksek üretim ve ihracatı yapmadan orta gelir tuzağından kurtulamayacağı, ancak bu sayede yüksek oranlı istikrarlı büyüme oranlarına, cari açık sorunu olmadan ulaşabileceği konusunda da hemen herkes hemfikir gözüküyor.
Cep telefonu, tablet gibi ithal ürünlere ek vergi getirilmesi, TV üretimindeki gibi, bu treni de kaçıracağımızın bir göstergesi sanki. Yıllardır, bilişim ve elektronik zirvelerinde bu alanlarda ithalatı kısmak yerine ileriye dönük yeni sanayiler kurulması istenir, üzerinde uzlaşma sağlanarak tutanaklara girer. İthalatı kısmanın hem yerli tüketiciyi cezalandıracağı, hem bilgi toplumunu engelleyeceği, hem de ileriye dönük sanayi çabalarını engelleyeceği anlatılır. Çünkü yerli katkısı yüzde 10-20 olan yerli üreticiyi korumak için ithalat kısıtlanırsa, yerli üretimde ithalat bağımlılığı kolay yol olduğu için devam eder. Kaçak ve yolcu beraberi ürün artacağı için, fiili olarak cari açığa da etkisi olmaz.

2. EL CEP TELEFONU İÇİN DÜZENLEME YAPILACAKTI

Eğer amaç faturanın azaltılması, cari açığın küçültülmesi ise zaten yıllardır bu konuda ne yapılacağı tartışılıyor. Örneğin cep telefonu ithalat faturasının azaltılması için en geçerli yollardan birinin ikinci el cep telefonlarının satışına kolaylık getirilmesi olduğu hep konuşuldu. Hatta bazı Hükümet üyeleri bu önlemi de açıkladı ama Hükümet yıllardır somut bir adım atmadı.

Yazının Devamını Oku

‘Cep’te işe yaramayacak ek vergi baştan belliydi

6 Temmuz 2015

GEÇEN yılın sonunda yerli üreticilerin şikayeti üzerine başlatılan elektronik ürünlerinde damping soruşturması ile ithalata ek vergi geleceği de belli olmuştu. Sektör yetkilileri bu kararı Nisan ayı gibi bekliyordu ama seçim nedeniyle bu verginin konulması ertelendi. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, geçen hafta bu ürünlere 1 ay içinde ek vergi geleceğini açıkladı.
Sektör yetkilileri ile o dönem konuştuğumda gelecek ek verginin yüzde 20 civarında olacağını söylüyorlardı. Şimdi çıkarılan “yüzde 30 ek vergi” söylentilerin bilinçli olduğunu, yüzde 20 civarında ek vergi konulunca gelecek tepkilerin şimdiden yumuşatılmaya çalışıldığını düşünüyorum.
Peki, sektör soruşturma açılır açılmaz bu verginin geleceğini nereden biliyordu?
Birkaç üretici dışında GSM şirketleri ve doğal olarak ithalatçılar neden bu ek vergiye karşı çıkıyor, işe yaramayacağını söylüyor?
Soruları uzatabilirsiniz ama sonuç değişmiyor.
Her şeyden önce sektör, üretici firmalara el altından “resmi olarak şikâyette bulunun” denilip ve resmi yazılar üzerine hemen soruşturma başlatıldığı görüşünde. Bu peşin anlaşmanın altında ne var bilinmiyor ama ülkenin çıkarlarının olmadığı kanısı çok hakim...
Neden ülkenin yararı yok derseniz; çünkü söylenen amaca ulaşmayacak bir tedbir olduğu gibi, bizi Dünya Ticaret örgütü (DTÖ) başta, dünyada komik duruma düşürebilecek, yanısıra bazı ülkelerle aramızı bozabilecek bir karar.

Yazının Devamını Oku