Bu durum, işaleminin “Biran önce güçlü bir koalisyon hükümeti talebi” nin ne kadar yerinde olduğunun bir göstergesi.
Dün TBMM Başkanlığı için yaşananlar, siyasette ayak oyunlarının ne kadar bol olduğunu bir kez daha gösterdi. MHP’nin AKP’li Meclis Başkanı seçimini sağlaması, yeniden AKP-MHP koalisyonun hazırlandığı savını gündeme getirdi. Bu arada bölgede yeniden bombardımanların başlaması, Suriye’ye dönük müdahale söylentileri de bu koalisyonun adımları olarak yorum-lanmaya başladı.
Piyasalar AKP-CHP koalisyonu umarken, ortaya çıkan son durum piyasaların yeniden durum değerlendirmesi yapmasına neden oluyor. Piyasaların AKP-MHP koalisyonuna da sıcak baka-bileceği bilinirken, yaşananlar, bununla birlikte Türkiye’nin sıcak çatışma içine girmesi ve çö-züm sürecinin sona ermesi ihtimali gündeme geliyor ve tedirginlik yaratıyor.
Dün TBMM Başkanlığı için yaşananlar gerçekten AKP-MHP koalisyonunun bir işareti mi, ya-kında görme imkanımız olacak.
Piyasaların her şeyden önce istediğinin biran önce yeni bir koalisyon hükümeti kurulması oldu-ğunu biliyoruz. Aksi takdirde 2015 yılı gibi 2016 hatta 2017 yıllarının da kaybedilme tehlikesi bulunurken, işalemi, biran önce uzlaşmanın çıkmasını hem siyasi hem ekonomik açıdan umut vereceği için söylüyor.
Aslında son iki gündür gelen ekonomik veriler, biran önce uzlaşmanın olup yeni hükümet ku-rulmasının önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
BİR yandan Yunanistan krizi ve Suriye’ye müdahale ihtimali piyasaları tedirgin edip, dalgalanmalara yol açıyor. Öte yandan ise piyasalar, kurulacak bir koalisyon hükümetinin ekonomi politikalarında piyasalara güven vermek için neler yapabileceğini, yeni koalisyonla ekonominin seyrinin nasıl olacağını tartışmaya devam ediyor.
AKP-CHP koalisyonu ihtimali hâlâ piyasalar tarafından umut edilen seçenek. Bu olmadığı takdirde AKP-MHP koalisyonunun da piyasaları rahatlatacak bir formül olacağı konuşuluyor.
Bu arada kurulacak bir koalisyon hükümetinin yapısal tedbirler konusunda ciddi adımlar atma ihtimali, kalıcı yabancı sermaye çekilmesi, büyüme oranlarının istikrarlı biçimde yeniden yükseltilebilmesi için nelerin yapılması gerektiği de, ister istemez tartışılıyor.
Koalisyon kurulması halinde koalisyonu oluşturacak partilerin seçim vaatlerinin hükümet programına ne kadar yansıyacağı, tüm vaatlerin yerine getirilmesi halinde mali disiplin konusunda bir kaygının uyanıp uyanmayacağı da tartışılan konular arasında.
Bu nedenle bazı yerli ve yabancı piyasa oyuncuları, hükümetin “mali kural yasası” ile işe başlamasının ilk baştan büyük güven verecek bir unsur olacağını dile getirmeye başladılar. Bunun mali disiplin kaygılarını tümüyle ortadan kaldıracağını hatırlatan piyasa uzmanları, bu yöndeki önerilerini koalisyon kurma potansiyeli olan partilerin ekonomi kurmaylarına da iletmeye başladılar. AKP Hükümetinin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan 4 yıl önce “mali kural” yasasını gündeme getirmiş ancak bu talebi dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilmemişti. Yani bu yasa aslında AKP’nin de gündemindeydi.
Mali disiplinin kurumsallaştırılması için, başka ülkelerde de uygulanan mali kural ile bütçe harcamaları arttığı, gelirler düşük kaldığı zaman, harcamalar otomatik olarak kısılıyor, belirlenen rasyolara göre harcamaların bir seviyenin üzerine çıkması engelleniyor. Böylece hükümetlerin kamu açıkları otomatik engellenip, mali disiplinin için mutlak güven veriliyor.
Bu öneriyi getirenler koalisyonun harcamaları artıracağı kaygısının baştan önlenip ekonomide itibar artışıyla işe başlanıp, uzun dönem performansına katkı sağlanacağının altını çiziyorlar.
PİYASADAKİ olumlu havanın nedenini sorduğumda bankacılar, “AKP-CHP koalisyonunun satın alındığını” söylüyorlar. Bu koalisyon olmasa da seçim sonuçlarına göre, yeni bir seçime gitmeden, koalisyon kurmanın her partinin lehine olduğunu o nedenle bir koalisyonun çıkacağını düşünüyorlar.
Yabancıların da seçim sonrası sürece böyle baktığını kaydeden bir bankacı, “Politikacıların sonunda gerekeni yapacağına inanıyorlar, o nedenle iyimserler” şeklinde konuştu. Aynı bankacı, “Eğer tek başına AKP iktidar çıksaydı ilk anda piyasa coşardı ama geldiğimiz nokta kadar iyimser bir noktada olmazdık” yorumunu yaptı.
Yabancıların AKP’nin geçmiş performansıyla, Kemal Derviş dahil 2000 dönemi reform ekibinin CHP’de olmasını birleştirip AKP-CHP koalisyonuna çok olumlu baktıkları, çıkan haberlerin bu koalisyonu işaret etmesi nedeniyle iyimser davrandıkları kaydediliyor. İş aleminin, MÜSİAD dahil, aynı görüşte olmasının da, böyle bir koalisyonu kolaylaştıracağı tahmin ediliyor.
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın MHP ile koalisyon ya da yeni bir erken seçim istediğine ilişkin haberler piyasaları tedirgin ediyor. Bankacılar, böyle bir ihtimalin farkında olunduğunu, bu haberlerin yakından izlendiğini ama mevcut piyasa fiyatları içinde bu ihtimalin yer almadığını söylüyorlar.
Piyasaların satın aldığı AKP-CHP koalisyonunu ihtimal dahilinde ama Ankara’da politikacılarla konuştuğumda, bu koalisyonun önünde ciddi zorluklar gözlediğimi de söylemem lazım. Hem AKP hem de CHP içinden böyle bir koalisyonun partilerini olumsuz etkileyeceğini düşünen ciddi bir kesim var. Buna karşılık hem Başbakan Davutoğlu, hem CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Hükümete ortak olma konusunda istekli oldukları da ortada.
Şunu söylemem gerek; her iki parti yöneticileri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi oyununu oynayıp, koalisyonun kurulması veya kurulduktan sonra işlemesini engellemek için yapacakları konusunda endişeliler. Temkinli dil kullansalar da Davutoğlu ve çevresi CHP ile koalisyon kurmaları halinde, siyasi çatışmaların azalacağına, ekonominin iyi çalışacağına inanıyor. İki parti arasında arka kanallar kullanılarak görüşmeler yapıldığını biliyoruz ama “Erdoğan faktörü” ile ilgili endişelerin giderilemediği de açık. Erdoğan’ın kalacağı anayasal sınırlar, atamaların nasıl işleyeceği, 17-25 Aralık doğrudan gündemde olmasa bile, yolsuzlukla mücadelenin nasıl yapılacağı, “CHP’yi etkileyecek kadrolaşma ve kayırmalara devam edilip edilmeyeceği” gibi konular, CHP’lilerin kafasını fazlasıyla meşgul ediyor.
SURİYE’YE MÜDAHALE KORKUSU
SON günlerde koalisyon umutlarının arttığı gözlenirken, AKP’li bir koalisyon modelinin ekonomide gerekli reformların önünü açması bekleniyor. İşaleminin koalisyon talebi de büyük ölçüde bu ihtiyaçtan, kalıcı ve istikrarlı yeni bir büyüme ortamına olan özlemden kaynaklanıyor.
AKP Hükümetinin, özellikle de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın köklü değişim ihtiyacını gördüğü, rant ekonomisinden yeni sanayi politikasına geçiş için çabaladığı ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın engellemesi nedeniyle harekete geçemediği hatırlatılıyor. Öncelikli projeler adı altında açıklanan bir dizi tedbirin yeniden ele alınıp birlikte detaylandırılarak, yeni bir paket halinde sunulabileceği, kurulacak koalisyon hükümetinin bunu üstlenebileceği açık.
FED faiz artırımıyla birlikte Türkiye’nin yabancı sermaye çekmekte zorlanacağı ve büyümenin olumsuz etkileneceği açık. İşte yaklaşan bu kaçınılmaz sürece Türkiye’nin ciddi ekonomik vizyona sahip bir koalisyonla girmesi, hem uluslararası piyasaya hem de içerdeki işalemine, tek başına AKP iktidarından, çok daha fazla güven verebilir. İşaleminin “tek patron dönemi” baskılarının sona ermesinden memnuniyeti açık. Ancak bununla birlikte işadamları, son 3-4 yılda aksasa da, ekonomik politikaların devamı ve yeniden güçlü büyüme dönemlerine dönülmesini istiyor. İşte bu nedenle de AKP’nin kuracağı bir koalisyona sıcak bakıyor. Muhalefet partilerinin ekonomik anlayışının AKP ile ters düşmediği, uzlaşma ile yeni bir ekonomik vizyon oluşturulduğu takdirde, ileriye dönük yüksek büyüme sürecine girilebileceği konusunda umutlular.
Açıkca gözüküyor ki; MÜSİAD dahil tüm işaleminin tercihi AKP-CHP koalisyonu yönünde. Bunun anayasayı da değiştirebilecek çok daha güçlü bir uzlaşma sağlayacağını, hem ekonomik görüşlerin birbirine uzak olmadığını hem de toplumdaki büyük uzlaşmanın ekonomiyi motive edeceğini düşünüyorlar.
Tabi ki CHP’nin içtalebi artıracak vaadlerinin bir bölümünün gerçekleşmesi, ancak bunun üzerine piyasaları rahatlatıp, kalıcı yabancı sermaye de çekecek yeni bir sanayi politikasının inşa edilmesi gerekecek. AKP hem de CHP’nin ekonomi kurmaylarının bu vizyona sahip oldukları konusunda endişe yok.
Koalisyon sayesinde bağımsız kurumların güçlendirilmesi dahil, ekonominin kurumsallaşması adına atılacak adımlar da dış piyasadaki itibarı artıracaktır.
Sürdürülebilir yüksek büyüme yeniden sağlanamadığı takdirde, ne kalıcı yabancı sermaye çekilebilir, ne de biriken ekonomik ve sosyal sorunları çözülebilir. Türkiye’nin yeni büyüme hikayesini yazabilmesi için yüksek teknolojiye uyum sağlayıp katma değeri yüksek teknolojik ürün üretip ihraç etmesi gerekiyor. Bundan önce de böyle bir değişimi planlayıp, bunun için gereken kurumsal yapıyı oluşturması şart.
Philedalphia’daki Biyoteknoloji Konferansı sırasında yaptığım sohbetlerden edindiğim izlenim; bu yeni hikaye için gerekli entelektüel birikim oluşmaya başlamış. Ancak bunun için siyasi partilerden bağımsız ulusal bir politika oluşturulması, bu yolda atılacak adımların iyi saptanıp, artık bilimsel alana bile giren kayırmalardan arındırılmış bir yapının kurumsallaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu çabanın içinde mutlaka özel sektör ve bilimsel sivil toplum kuruluşları da olmalı, akılcı bir koordinasyon mutlaka sağlanmalı.
Bu yolda; TEPAV’ın çalışmalarından çıkardığım birkaç gerekli nokta şöyle:
Son yıllardaki küresel teknolojik dönüşümün kaynağını üç teknoloji platformu oluşturuyor: Biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi-iletişim teknolojileri (BİT). Her bir teknoloji platformu, farklı bilimlerden besleniyor. Biyoteknolojinin kaynak aldığı bilimler bütünü yaşam bilimleri diye tanımlanıyor. Yaşam bilimleri, biyokimya, fizik, mikrobiyoloji, genetik gibi farklı bilimlerden ve etkileşimlerinden oluşan bilimler bütünü. Benzer şekilde nanoteknoloji malzeme bilimlerinden, BİT ise bilgisayar bilimlerinden besleniyor. Bu üç teknoloji platformunu besleyen ortak bilimler olduğu gibi bu teknoloji platformları arasında da etkileşim var.
Gelişmiş ülkeleri, gelişmekte olanlardan ayıran en büyük fark aralarındaki bilgi boşluğu. Bilgi boşlukları tamamlanamadığı takdirde aradaki kalkınma ve gelir farkını kapatmak mümkün değil. Üretimde verimlilik artışının büyümenin en önemli belirleyicilerinden olduğu günümüzde, bilgiye ve inovasyona dayalı sanayi stratejileri, gerek ülke gerekse firma seviyesinde rekabet gücünün temel koşullarından biri haline geldi. Yeni teknolojiler bilginin yayılma hızını arttırıyor, bu da öğrenme sürecinin hızlanmasına ve küreselleşmesine imkan tanıyor. Bu nedenle bilgiye dayalı ekonomilerde yeni büyüme stratejileri ve yeni sanayi politikası perspektifi ile artık öğrenen topluma dönüşmeyi destekleyici politikalar ön planda.
PLATFORM GEREKİYOR
BİLGİ ve teknolojiye dayalı olarak sanayinin dönüşümünü sağlamak amacıyla gündeme gelen biyoteknoloji alanında, ilk kez Türkiye de somut adımlar atmaya başladı. ABD Phelidelphia’da geçen hafta düzenlenen BİO Convention’da Türkiye’nin katılımını izlediğimde bu adımları somut olarak gözledim. Türkiye’de sadece söz düzeyinde kalan yeni alanlardan biri olan biyoteknolojide somut adımlar birkaç ay önce kendini göstermeye başladı. TEPAV bünyesinde kurulan merkezin ardından, TOBB bünyesinde ilk kez klasik anlamda sektör tanımına uymayan, “yatay sektör” olarak adlandırılan “Biyoteknoloji Sektör Meclisi”nin kurulması bu açıdan büyük bir adımdı. Ardından TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu geçen ay Biyoteknoloji Vakfı’nın kuruluş haberini verdi. ABD’deki organizasyonda ise uluslararası işbirliği protokolleri imzalanıp, ilk kez Türkiye’de bu alanda somut adımlar atıldığı tüm dünyaya gösterildi.
Biyoteknoloji konusunda dünyanın en büyük etkinliği olan BIO Convention Türkiye programını bu yıl TEPAV ve TOBB ile birlikte organize etti. Etkinliğe 65 ülkeden yaklaşık 20 bin kişi katıldı, ülke ve şirketler üst düzeyde temsil edildi. Bu yıl Türkiye heyetinde TEPAV ve TOBB ile 11 araştırma merkezi, 10 şirket, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) ve Kalkınma Bakanlığı temsilcileri bulundu. Düzenlenen panel ve toplantılarda Türkiye’nin biyoteknoloji ile sıçrama yapması için somut adımlar tartışıldı.
YENİ SANAYİ POLİTİKASI
Organizasyon sırasında birlikte olduğumuz TEPAV Direktörü Güven Sak ve TEPAV Biyoteknoloji Politikaları Merkezi Direktörü Selin Arslanhan ile hem bu alanda neler yaptıklarını ve bundan sonra yapılması gerekenleri konuşma imkanı buldum. Özetle; klasik yaklaşım yanında yeni sanayi politikaları arayışlarına ihtiyaç var ve biyoteknoloji bu kapsamda değerlendiriliyor. Dünyanın teknolojik bir dönüşümden geçtiği, sanayiden hizmetlere, tarımdan iklim değişikliğine tüm eğilimlerin yeni teknolojilerin etkisiyle yeniden şekillendiği bir gerçek. İşlerin yapılış biçimi değişirken, bilim ve teknoloji politikaları da küreselleşiyor. Her geçen gün bilimsel gelişmelerin teknolojik yansımalarını, bu yansımaların üretim süreçlerinde yarattığı farklılığı izliyoruz. Yeni teknolojilerden kaynaklanan bu yeni üretim devrimi, değer zincirlerini farklılaştırdığı gibi, küresel ölçekte üretimi tamamen değiştirme potansiyeline de sahip.
Bu potansiyelin, son yıllarda gerek ekonomik durgunluk gerekse küresel eğilimlerin etkisiyle sürdürülebilir büyüme kavramının küresel gündeme yerleşmesi sonucu, daha da ilgi çeker hale geldiğini belirten TEPAV yetkilileri, sürdürülebilir büyüme ve yeşil sanayinin gündeme yerleşmesi ile yeni teknolojik gelişmelerin odağını küresel problemler ve verimlilik artışlarının oluşturduğu görüşündeler. Küresel meselelerin başında doğal kaynaklardaki kısıt, demografik değişim, gıda güvenliği ve iklim değişikliğinin geliyor, yaşlanma, yaşam beklentisindeki artış, göreli gelir artışı talep yapısını değiştiriyor. Talepteki değişimin yanı sıra, doğal kaynaklardaki kısıt ile gündeme gelen enerji verimliliği ve bunlarla birlikte etkisi daha fazla hissedilen iklim değişikliği, sürdürülebilirlik kavramını ortaya koyuyor. Sanayi devrimi teknolojilerinden farklı olarak, yeni teknolojilerin bu küresel sorunlara çözüm bulması, sosyal ve ekonomik etkilerinin daha büyük olması bekleniyor.
Türkiye için önemi ise en büyük ve eş zamanlı olarak iki farklı vadede gerçekleştirilen ilk kurumsal tahvil ihracı olması.
Türk Telekom’un tahvil ihracı uluslararası alanda da şirkete ödül getirdi. “EMEA Bölgesinin En İyi Kurumsal Tahvil İhracı Ödülü”nü almaya hak kazandı. Ödülü Türk Telekom Grubu adına CFO Murat Kırkgöz aldı.
Londra, Los Angeles, Boston ve New York’ta yapılan ziyaretlerin ardından 1 milyar ABD Doları tutarında tahvil ihracına uluslararası yatırımcılardan 8 kat talep gelmiş. 5.5 milyar doların üzerindeki nihai talep, ağırlıklı olarak, gelişmekte olan ülkelere ve yatırım yapılabilir kredi skoruna sahip şirketlere yatırım yapan 40 ülkeden 220’nin üzerinde yatırımcı grubundan gelmiş.
Ödül töreni nedeniyle Londra’da misafiri olduğumuzda, konu hakkında detaylı bilgi aldığımız CFO Murat Kırkgöz, 5 ve 10 yıl vadeli olmak üzere, iki vadede gerçekleştirilen tahvil ihracının Türk Telekom Grubu’nun, mevcut borç seviyesini sabit tutarak, kısa vadeli borçlarının daha düşük maliyetle ve daha uzun vadelerde yeniden finansmanına imkân sağladığını, ayrıca finansman kaynaklarının çeşitlendirilmesine katkıda bulunduğunu söyledi.
Tahvil ihracı ile ortalama borç vadesinin 1.4 yıl uzatıldığını, finansman maliyetinin de 30 baz puan azaltıldığını kaydeden Kırkgöz, şunları söyledi:
“Tahvil ihracındaki amacımız mevcut borçların vadesini uzatmak, maliyetleri düşürmek ve kaynakları çeşitlendirmekti. Bu amaçlarımızın hepsine ulaştık. Böylece refinansman anlamında Türk Telekom’u farklı bir lige taşıdık. Önceden refinansman için daha kısa vadeli ve yerel bankalarla çalışıyorduk. 2008 krizinin adından farklı finansman modellerine yönelerek Eximbank kredileri kullanmaya başladık. Uluslararası bankalara yöneldik. Son olarak tahvil ihraç etme kararı aldık. Ortalama borç vademiz 1.7 yıl seviyelerindeydi. Tahvil ihracıyla birlikte borç vademizi 3.9 yıla çıkardık. Diğer kurumlarla yaptığımız finansman çalışmaları sayesinde bu bonoya bağlı olarak bir baz maliyet eğrisi oluştu. Böylece hem maliyet seviyesi, hem de vade yapısı olarak bankalara bir emsal oluşturduk. Bu da diğer yaptığımız işlemlerde maliyetlerimizi aşağıya çekti. Daha düşük maliyetle borçlanma yolunu açtı.”
Son bir haftadır, Ankara lokantalarında hiç olmadık işadamları, politikacı ve bürokratın bir araya gelip hararetle konuştuklarını gördükçe, bu eski politikacının gözlemine hak veriyorum.
Son günlerde, zaten uzun zamandır aynı başlıklarla çıkan, AKP’ye yakın medyanın, koalisyon için attıkları başlıklar da dikkat çekiyor. AKP’den daha çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın bu medya organları, birden ekonomide çıkacak fatura konusuna eğilmeye başladılar. Bir yandan hiçbir olumlu işaret vermeyen büyüme, dış ticaret ve cari açık rakamlarını sanki büyük gelişme gibi gösterip, öte yandan “Bu başarılı ekonomik tablo bozulursa bunun sorumlusu muhalefet partileri olur” anlamına gelen başlıklar atmaya başladılar. Bu başlıklar siyasi kulislerde dolaşan “Cumhurbaşkanı aslında yeniden seçim istiyor, koalisyon çalışmalarını kerhen götürecek ama asıl niyeti kasımda yeniden seçime gitmek” söylentilerini güçlendiren başlıklar olarak görülüyor.
Bir yandan da bu yayınları, “AKP’nin elini kuvvetlendirip, CHP ve MHP’yi koalisyona zorlamaya dönük başlıklar” olarak yorumlayanlar da var.
Kim hükümet kurar, nasıl bir koalisyon çıkar, bir koalisyon kurulabilir mi, yoksa Erdoğan’ın isteği olarak söylenen, yıl bitmeden yeni bir seçim mi yapılır, bunları şimdiden kestirmek çok zor.
Bildiğimiz tek şey; bundan önceki 12 yılda nasılsa, 2015 yılının ekonomi faturasının da tümüyle AKP’ye ait olduğudur. Yani kim koalisyon kurarsa kursun, 2015 yılı ekonomik performansından sorumlu olan, başarısını da başarısızlığını da üstlenmesi gereken, mevcut AKP hükümetidir. Şimdiye kadar bu faturayı üstlenip başarısını pekiştirdiğine göre, şimdi de üstlenmek zorunda...
FED FAİZ ARTIRINCA...