Paylaş
YUNANİSTAN’da yaşananlar, bir halkın hamasi duygularıyla oynayarak, ekonomik ve siyasi gerçeklerden kaçılamayacağını bir kez daha ortaya çıkardı. Bu yöntemle halktan alınan siyasi desteğin sonunda halkın zararına olabileceğini de açıkça gösterdi. Dolayısıyla politikacılar halka gerçekten hizmet etmek istiyorlarsa, milli irade denilen ve sürekli değişebilecek bir kavramın arkasına saklanmak yerine, halka dünya gerçekleri ve bu gerçekler kapsamında yapabileceklerini samimi olarak anlatmalıdırlar. Doğru liderlik de budur...
Yunanistan Başbakanı Çipras’ın, kreditörlerle yeniden masaya oturmak için parlamentodan destek almak istediğinde yaptığı konuşma ibret vericiydi. Samimi olarak itirafta bulunup, seçimde verdikleri sözleri tutamadıklarını, yanlışlar yaptıklarını, referandumda yüzde 61 ile halkın karşı çıkmasını sağladıkları paketi sonunda kabul etmek zorunda olduklarını, Yunanistan’ın AB’den çıkış sorumluluğunu alamayacaklarını söyledi.
Bu itiraflara ve önerdikleri eski formülün Çipras tarafından, siyasi faturasını bile bile, kabul edilmesine rağmen, dün bu yazı yazılana kadar AB henüz Yunanistan’a onay vermemişti. Çünkü bu kez de Yunanistan’a karşı bir güven bunalımı çıktı ve söylediklerini yapıp yapmayacağı, “eğer yapacaksa niye referanduma gidip hayır oyu istendiğini” sorgulamaya başladılar.
O kadar çok boyutlu uluslararası bir örnek yaşanıyor ki; bence her ülkenin bu örnekten ders alması gerekiyor. Türkiye’nin de doğrudan kendisiyle ilişkili gözükmese de, dolaylı açıdan ders çıkarması gereken bir çok boyutu var.
Her şeyden önce net borçlu bir ülke iseniz, dışarıdan gelen kaynağa bağımlı bir ekonomik sisteminiz varsa, ekonomik ve siyasi gerçeklere çok daha bağımlı olduğunuzu unutamazsınız. Yani ekonomik gerçeklere aykırı hareket eder, uluslararası camianın güvenini kaybedecek işler yaparsanız, eninde sonunda gidip kafanızı duvara vurursunuz. Küresel bir ekonomi içindeyseniz, ekonomik kurallar genel hatlarıyla bellidir; bunlara uymak zorundasınız. Hele ki dış kaynağa bağımlı bir ekonominin gerekenin yapılması konusunda kaçışı yoktur.
İkinci bir nokta Hükümetlerin “milli irade” kılıfı arkasına sığınıp kimi zaman ideolojik, kimi zaman şahsi ve grup çıkarları için, ekonomik gerçeklere rağmen istediklerini yapabilecekleri hatasına düşmeleridir. Halkı ilelebet kandırmak mümkün değildir ve yaptığınız yanlışların faturası hep çıkar. Politikacılar genellikle ödenecek faturayı görüp başkalarına çıkarılmasını sağlamaya çalışırlar ama o faturayı sonunda halk öder.
“Din” ile “onur” ile oy isteyerek ekonomik gerçekleri yok edemezsiniz.
BATI’DAN KOPMA CESARETİ
Bir başka büyük gerçek de ekonomik işbölümünü belirleyen küresel sistemdir. Ülkeler kendi ayakları üzerinde durmaya başlamalıdırlar ki; bu küresel oyunda daha etkin rol oynamaya aday olabilsinler. Yani ekonomisi güçlü olmayan, borçlu ülkelerin boşuna hamaset nutukları atması gerçekçi değildir. Türkiye’nin bu haliyle Osmanlı hayali kurması örneğinde olduğu gibi…
Bu kapsamda Batı gerçeğini da bir kez daha hatırlamak gerekiyor. Batı, dünyadaki işbölümünde etkin, çeşitli anlamlar yüklenen ama bunların tümünü birden kapsayan bir gerçek. Rusya Yunanistan’ı ayartmak için her şeyi yaptı, AB’den çıkışını özendirdi ama ne oldu; Batı’dan kopmayı göze alamadılar.
Bu gerçekleri beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Hatta bu sistem ağırınıza da gidebilir ve duygusal olarak tepki de verebilirsiniz. Vatandaş olarak bu tepkinizde haklı da olabilirsiniz. Bu duygularla Batı’ya hayır da diyebilirsiniz.
Ülkeyi yönetme sorumluğunu alanların ise böyle bir lüksü yoktur.
Paylaş