Başçı, dün Enflasyon Raporu açıklamasında ocak ayında enflasyonun artacağına işaret ederek, “İlk çeyrekte çift haneye çıkmaması için gayret göstereceğiz” dedi. Enflasyonun ocak ayında çift haneye çıkma ihtimalini “az” olarak nitelendiren Başçı, yıl sonunda yüzde 7.5’lik hedefe yaklaştırmak için de tüm araçları kullanacaklarını söyledi.
Eğer tekrar görev verilmezse son Enflasyon Raporu sunumunda Başçı’nın piyasalarda bir süredir konuşulan enflasyonda çift haneyi konuşmaya başlaması, her ne kadar ihtimali az dese de, bence çarpıcı bir gelişme. Bir yandan iletişim politikalarını düzeltmeye çalıştıklarını söyleyip diğer yandan çift haneyi telaffuz etmesi, bence iletişim politikası açısından ciddi bir hata olmuş.
Erdem Başçı’nın konuşmasında genel tona baktığımızda ise sadeleştirme adımını küresel iklim düzelene kadar yapmayacağını söylüyor yani Merkez Bankası piyasalardaki belirsizliği artırmaya devam ediyor diyebiliriz.
Diğer bir husus da enflasyondaki sapma için söyledikleriyle, zaten yeterince enflasyonla mücadele edilmediğinin ortaya çıkmış olması. Başçı kurlardaki artışın çekirdek enflasyona büyük etki ettiğini belirterek, bir anlamda kurlardaki bu harekete izin vermesinin yanlışlığını da itiraf etmiş oluyor.
Bununla birlikte “özgürlük olmadan yüksek gelir grubuna giremeyeceğimizi” kaydetmiş. Şimşek’in söylediklerinin, geçen hafta görüştüğü çok sayıda yabancının ortak görüşü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu arada Şimşek’in kısa sürede Ali Babacan’ın düştüğü pozisyona geldiği de açık. Yani yapılması gerekenler belli; bir yandan bunları söylüyor ama öte yandan siyasi irade yeterli olmadığı için, bu söylediklerini yumuşatmaya çalışırken çelişkiler yaşıyorlar.
Örneğin; Şimşek bir yandan özgürlük olmadan yüksek gelir grubuna giremeyeceğimizi belirtirken, öte yandan akademisyenlerin yayımladığı bildiri için “şiddeti övmek fikir özgürlüğüne girmez” diyor. Çok iyi biliyor ki yüksek gelirli ülkelerde akademisyenlerin görüşünü bildirmesi, bırakın bu metni, içeriği ne olursa olsun, fikir ve ifade özgürlüğüdür...
Şimşek yabancıların verdikleri sözleri tutmalarını beklediğini söylemiş. Bu duruma 2000 yılı öncesi düşmüş; artık yabancıların sözlere güveni kalmamıştı. O nedenle IMF programının önkoşulu olarak, radikal reformları önceden yapmak zorunda kalmıştık. Yani Şimşek’in altını çizdiği bu durum siyasi ve ekonomik sözleri tutmadığımız için, güvenin kalmadığının ispatı.
Şimşek mevcut reform programının yeterli olacağını düşünüyor ama bence bu söylem çok eksik. Çünkü yerli ve yabancı yatırımcılar, hem ek reformlar gerektiğini söylüyor hem reformun başlığına değil niteliğine de bakacaklarını söylüyorlar. Örneğin patent yasa taslağı hazırlanmış ama mevcut kararname metniyle neredeyse aynı. Bu nedenle de patent yasası değişikliği yatırımcıları tatmin etmeyebilir.
İçeride fazla ses çıkaran olmasa da, uluslararası rating kuruluşlarından ve yabancı bankalardan Merkez Bankası’na yöneltilen eleştirilerin dozu da giderek artıyor.
Merkez Bankası yönetimi faizle ilgili olarak önce FED’in faiz artırım kararını beklediğini söylemişti, FED faiz artışlarına başlayınca bu kez hareketsizliğini volatiliteye bağladı. Son olarak ise söz verdiği sadeleştirmeye bir süre daha başlamayacağını söylemeye başladı. Özetle; iç ve dış piyasaların önlerini görebilmesi ve enflasyonla mücadele için klasik para politikasına geri dönüşün biran önce başlaması gerekiyor ama Merkez Bankası her seferinde bir bahane bulup, bunu erteliyor.
Söz vermesine rağmen normal para politikasına dönüşü ertelemesinin asıl nedeni ise piyasalar tarafından, “Hükümet istemediği için faiz artırımına yanaşmıyor, sürekli bir bahane bulup durumu idare etmeye çalışıyor” şeklinde görülüyor. Bu bile, bağımsız olması gereken bir Merkez Bankası’nın itibarını ciddi biçimde zedeleyen bir tavır.
Merkez Bankası’nın raporlarında, Başkan Erdem Başçı’nın söylemlerinde hala “enflasyonla mücadeleye devam ettiklerini, sıkı para politikasının sürdürüldüğünü” söylemesi ise artık şaka konusu olmaya başladı...
Sıkı para politikası olmadığı, enflasyonla yeterince mücadele edilmediği çok açık; aksi takdirde kur 3.05 liraya, para politikası kararlarına baz olan çekirdek enflasyon yüzde 9.5 oranına çıkmazdı. Merkez Bankası’nın sürekli olarak gündeme getirdiği “gıda fiyatlarındaki yüksek seyir”in çekirdek enflasyon içinde yer almadığını hatırlarsak, bunların hepsinin birer bahane olduğu da ortaya çıkıyor. Bu yıl içinde enflasyonun yeniden çift haneye çıkacağı beklentisi giderek güç kazanıyor. Buna karşılık son olarak Davos’ta Başkan Başçı’nın dediği, “yeterli silahların olduğu, 5 yıl içinde enflasyonun yüzde 5’e ineceği”ni söylemesi ise, işi enflasyonu düşürmek olan bağımsız bir Merkez Bankası başkanına yakışmıyor. Üstüne üstlük ek reformlara ihtiyaç olmadığını da söylemiş...
BAŞKAN ÖNCEDEN BELLİ OLSAYDI...
Bu ortamda kimsenin, hele ki uzun vadeli, yatırımı düşünmesi pek mümkün görünmüyor.
Dün doların değeri 3.06 TL’yi geçti. Sadece Türkiye’de değil tüm küresel piyasalar panik içinde. Petrol üreten Rusya, Meksika gibi petrol üreticisi gelişen ülkelerin piyasaları, petrol fiyatlarının 27 dolara kadar inmesi nedeniyle çöktü. Polonya, Hindistan, Türkiye gibi petrol ithalatçısı ülkelerin ise nispeten daha az etkilendikleri görülüyor. Aslında tüm dünyada bir panik havası ve riskten kaçış olduğu için ülkelerin neredeyse hepsinde piyasalar önemli ölçüde değer kaybetti. Bazı gelişmekte olan ülkelerdeki büyük yatırım fonlarının tümüyle çıktığı haberleri geliyor ve tüm bu haberler paniği iyice artırıyor.
Bizim durumumuzun aslında daha iyi olması gerekiyor; çünkü Türkiye zaten Rusya’dan darbe yedi, mal sattığı ülkelerin çoğu gelişmiş ülkeler ve her şeyden önemlisi; bir bankacının dediği gibi “nasıl oluyorsa yüzde 3.5 oranında büyüme” devam ediyor. İşte nispeten büyüyen ve petrol ithal eden bir ülke olduğumuz için, bu küresel kargaşadan daha az zararla çıkmamız mümkündü ama olmadı.
Neden hala çok zarar görüyoruz derseniz; Hükümet ve Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalar bunun en büyük nedeni. Merkez Bankası, yine aynı bankacının deyimiyle “fazla yürekli” davranıp, hala harekete geçmedi. Bu durum tabi ki yabancı yatırımcı nezdinde ciddi bir risk algısı oluşturuyor. Bu nedenle de hisse nedeni piyasaları daha küçük oranda da olsa düşmeye devam ederken, çıkış devam ettiği için dolar kuru da 3.06’yı buldu.
Bu kapsamda yabancı sermaye yatırımı çekmeye çalışıyor ama öte yandan da enflasyon başta olmak üzere ekonomik dengelerde alarm işaretleri artıyor.
Hükümet enflasyonla mücadelede kararlı tutum takınmadığı için giderek yükselen enflasyon oranlarının, bu yıl içinde yeniden çift haneye çıkmasından endişe ediliyor. Harcama artırıcı seçim vaatlerinin yerine getirilmesi nedeniyle artacak içtalep ve kurlardaki artış, çift haneli enflasyon korkusunu besliyor. Enflasyona karşı acil olarak kararlı tutum takınılmaması halinde, Eylem Planı’na sözde destek bulunsa bile, bu çabaların boşa gidebileceğini söyleyebiliriz.
Çünkü makro dengelerin bozulduğu bir ülkeye, nasıl bir imkan sunarsanız sunun, yabancının doğrudan yatırımı zorlaşırken, çarkları döndürmek için gereken kısa vadeli sermayenin bile durması söz konusu olabilir. Dolayısıyla büyüme oranlarının beklenenin altında kalıp, ülke cazibesinin iyice azalmasına yol açılabilir.
İşte bu nedenle enflasyonla mücadelenin yeniden canlandırılması gerekiyor. Ama bırakın Hükümetin bu yönde adım atmayışını, Merkez Bankası bile, asli görevi olmasına rağmen, bu konuda hareketsiz kalmaya devam ediyor. Bu durum Merkez Bankası bağımsızlığını tartışmalı hale getirdiği için, para politikalarına olan güveni daha da zedeliyor.
Tek tek bakanlarla yaptıkları toplantıların teknik düzeyde ve olumlu geçtiğini söylüyorlar.
Hükümetin Eylem Planı’nı hazırlarken işaleminin taleplerine büyük ölçüde yer vermesi, zaten Ankara’ya gelmeden önce iyimserlik yaratmıştı. Özetle; Eylem Planı’nda yer bulan önlemleri genel olarak yeterli görüyorlar. Ankara ziyaretleri sırasında eksik buldukları bazı bölümler olduğunu aktarmışlar ve ekonomi yönetiminden Eylem Planı’nın bu doğrultuda genişletilebileceği yanıtını almışlar. Dolayısıyla bundan sonra ekonomide alınacak tedbirler konusunda sürekli temas içinde kalıp, eksik olan önlemleri de plana aldırtmaya çalışacaklar.
Ankara temasları sırasında çok sayıda bakanla görüşen TÜSİAD yönetim kurulu üyelerine, konuya göre çalışma grup başkanları da katılmış, böylece bakanlarla teknik detaylara inebilmişler. Toplantıdaki işadamlarının en memnun eden hususlardan biri de, ilgili bakanların dosyalarına sahip ve planda yazılı tedbirler için kararlı görünmeleri olmuş. Bakanların çoğunu dosyalarına hakim gördüklerini, birkaç bakanın ise işi, bürokratlara bırakarak yerinde davrandığını, bunun da kendilerine güven verdiğini söylüyorlar.
Bu arada sorumuz üzerine, taslak metinlere baktıklarında, bürokraside zaafiyet gördüklerini de söylüyorlar. Tabi ki bunu bakanlara söylememişler ama bir işadamı “Bence bürokrasi çok zayıf, yurtiçi ve yurtdışından danışmanlık alarak teknik sorunları çözme yoluna gitseler çok daha yerinde bir davranış olur” yorumunu yaptı.
Eylem planında yer alan mikro reformların uygun olduğu, her bir tedbir için takvim belirlenmesi ve muhatap kamu kuruluşlarının planda yer almasının da planı güçlendirdiği görüşündeler. “Tedbirler takvim içinde yerine getirilemezse” diye sorduğumuzda ise bir işadamı, “Bunun sıkıntı yaratacağını belirttik ama bunu, ‘biz başarı ölçütünü taahhüt edilenlerin zamanında ve etkili biçimde uygulanması olarak görürüz’ şeklinde söyledik” dedi. Aynı şekilde tedbirlerin içeriği ve uygulama kabiliyetinin, yani niteliğinin önemine de dikkat çekiyorlar. Ankara ziyaretlerinden memnun döndüklerini ve eylem planına desteklerinin sürdüğünü kaydeden bir yetkili ise “Ancak örneğin 26 Mart’a kadar 22 tedbir denilirken, o tarih geldiğinde eksik çoksa ya da çok önemli bir eksik kalmışsa, o zaman eleştirimizi de yaparız” şeklinde konuştu. Yani destekleri için “şimdilik” demek daha doğru olabilir...
ENFLASYON ELEŞTİRİSİ
OVP hedeflerine göre 2018 yılı sonunda kişi başına milli gelir rakamının 10 bin 659 dolara çıkması hedefleniyor. Halbuki daha 2008’de kişi başına düşen milli gelir 10 bin 444 dolar olmuştu. Yani kişi başına düşen milli gelirdeki artış 10 yıl öncesine kıyasla sadece 215 dolar olacak. O da OVP’de yazan hedefler tutturulursa...Bu tip karşılaştırmalarda hangi dönemi aldığınız önemlidir; farklı dönemler farklı anlamlar ortaya çıkarabilir ama yine de belli bir trendi gösterdiği gözardı edilmemeli.
Örneğin aynı arkadaşım bu dönemle kıyaslamak için 1990 ve 2000 yılları karşılaştırmasını da göndermiş. 1990’da 2 bin 655 dolar olan kişi başına düşen milli gelir 2000 yılında 4 bin 129 dolar olmuş. Bu 10 yıllık dönemde kişi başına düşen milli gelir 1475 dolar artmış. Rakamlar küçük olduğu için, oransal olarak baktığınızda tabi ki oranlar, son 10 döneme göre çok daha yüksek çıkacaktır.Burada eksik olan 2000 ile 2008 arasındaki artış ki kabaca 5 bin dolardan 10 bin dolara kadar, iki katına çıkan bir artış var. Dolayısıyla AKP hükümetlerinin performansını değerlendirirken, 2008 yılına kadarki süreci, o dönemdeki yüksek milli gelir artışını da gözönünde tutmazsak önemli bir hata yapmış oluruz.
Bu dönemle ilgili çok şey söylenebilir; örneğin 2000 ve 2001’de yapılan reformların meyvelerinin yenildiği dönemin 2008 yılına kadar sürdüğü, AKP’nin geçmişin başarısını yediği söylenebilir ki doğruluk payı yüksektir. 2008 küresel krizi bahane olarak gösterilebilir ki haklılık payı vardır ama 2000 yılı öncesi Türkiye’yi etkileyen Rusya ve Asya krizlerini de hesaba katmak gerek. Ayrıca 2007 yılında biten IMF programı ardından hükümetin ciddi bir reform yapamadığını söylerseniz de çok haklı olursunuz. 2008’e kadar AKP’nin en büyük başarısı bence, kendinden önce belirlenen yol haritasını uygulamasıdır. Ama buradan alıp bir adım yukarı çıkarmak derseniz; onun yapılamadığı ortada.
EKONOMİ TIKANMA VE SİYASİ YAPI İLİŞKİSİ
OVP hedeflerinin daha önceki deneyimler doğrultusunda, inandırıcılığının şüpheli olduğu zaten biliniyordu. Bunun da etkisiyle OVP açıklamasına piyasaların tepkisi nötr oldu.
Piyasaların OVP’ye olumlu karşılık vermemesinin ardında, açıklanan hedeflerin içinin doldurulmamış olması da etkili oldu. Örneğin bu hedeflere baz olacak 2016 yılı bütçe dengelerinin detaylarının henüz açıklanmaması, genel hedefleri sorgulamayı da önlüyor. Bu nedenle piyasa uzmanları, bu hedeflerin gerçekci olup olmadığını görmek için 2016 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısının TBMM’ye verilmesinin bekleneceğini söylüyorlar.
2016 makro hedeflerinin ortaya çıktığını, bütçeye ilişkin makro verilerin de verildiğini ama bütçenin detay rakamlarının ortaya çıkmasıyla bu hedeflere ulaşıp ulaşılamayacağının belli olacağını kaydeden bir banka iktisatçısı “Örneğin asgari ücret yükünün yüzde 40’ının karşılanacağı, emeklilere verilecek ek zamların yer bulacağı, yeni kadrolar, yatırım harcamalarında artışların olacağı bir yıl, hem de 2015’da ciddi vergi affı geliri varken, 2016 yılı bütçe açığı nasıl bu kadar düşük kalacak, bunu anlayamadık. Mevcut verilerden bunu sorgulamak mümkün değil” değerlendirmesi yaptı. Bankacılar piyasaların açıklanan OVP hedeflerine inanması için bir neden olmadığını, tepkinin de buna göre olduğu görüşündeler. Piyasalar üzerinde uluslararası haberlerin her şeyden fazla etkili olduğu bir gün daha yaşandı.
Buna karşılık Mehmet Şimşek’in piyasaları sakin tutmak için elinden geleni yaptığının görüldüğünü kaydeden bankacılar, Şimşek’in çabalarının yeterli olup olamayacağının ise yıl içinde görüleceğini belirttiler.