Ercan Kumcu

Sektörlerden gelen sesler

1 Ekim 2006
TÜRKİYE’de yapılan kárlar kár edenin cebine girer. Biraz insaflı olanlar elde ettikleri kárlardan biraz vergi öderler. Zararlar ise kamusaldır. Zarar eden basar feryadı. Devletten yardım bekler. Kimisi kurlardan, kimisi faizlerden şikayet eder. Kimisi kaçıramadığı için katma değer vergisinin (KDV) yüksekliğinden yakınır. Bazıları Çin rekabetini vurgulayıp Türkiye’deki girdi fiyatlarının yüksekliğini gündeme getirir.

Yakınmak için başka hiçbir neden bulunamamışsa, iş yapılan sektörün ülkenin yüksek çıkarlarına hizmet ettiği gerekçesiyle devletin yardımına ihtiyacı olduğu söylenir. Kısacası, devletin, zararın tamamına sahip çıkması ya da en azından zararın bir bölümüne ortak olması talep edilir. Bu ülkede kendine göre herkes mağdurdur ve haklıdır.

KAMUOYU OLUŞTURMAK

Farklı sektörlerden gelen seslere göre, devlet de bu yaklaşıma çanak tutmaktadır
. Sesi yüksek çıkan sektörler devlete gidip de eli boş döndüğü çok görülmemiştir. Hiçbir şey alınamıyorsa, sektörün tabi olduğu KDV oranları düşürülerek "hiç yoktan iyidir" yaklaşımıyla "Allah bereket versin" denmektedir. İndirim alındıktan sonra da, sektörün bir başka kanadı sorunun vergi indirimiyle çözülemeyeceğini söyler.

"Sektör battı" edebiyatı ve haykırmaları kamuoyu önünde açıkça yapılmaktadır. Sektörü temsil ettiğini düşünen kişiler gazetelerde boy göstererek sektörlerindeki şirketlerin çok zor durumda olduklarını bir güzel anlatmakta, devlet yardım elini uzatmazsa sektördeki şirketlerin birçoğunun batacağını söylemektedirler. Galiba, bu yaklaşımın "kamuoyu oluşturmak" olduğunu düşünmektedirler.

Gazetelerde çıkan bu çeşit haykırmaları bankacılar da okumaktadırlar. Bankacılar da kamuoyunun bir parçasıdırlar. Daha da önemlisi, sistemdeki tüm bankaların batmak üzere olduğu söylenen sektörlerdeki şirketlerden alacakları vardır. Bu şirketlerden bankalara verilen doğruyu ek de yansıtmayan bilançolar bu şirketlerin batmayacağını söyleseler de, sektörün önde gelen isimleri batıyoruz diye bağırıyorlarsa bilançolara değil de, söylenenlere inanmak daha akılcı hale gelmektedir.

Bankacılar açısından, sektör temsilcilerinin "kamuoyu oluşturmak" adına haykırışları sektördeki şirketlere "kredi verme" ve "verdiğin kredileri de geri çağır" anlamına gelmektedir. Galiba, gazetelerde boy gösteren sektörü temsil ettiklerini düşünen kişiler işin bu yanını pek düşünmemektedirler.

BATIŞIN MİMARI OLMAK

Bankaların belli bir sektöre kredileri kısması ya da geçmişte verilen kredileri geri çağırması en sağlam şirketleri dahi zor duruma sokar. Batmayacak şirket batar. Bankalarla kredi müşterileri arasındaki ilişki son derece naziktir. Bu nazik ilişkinin sektör temsilcileri yoluyla hırpalanması çok ciddi sorunlar yaratır.

Dolayısıyla, her hangi bir sektörün her hangi bir nedenle zor duruma düşmesi söz konusuysa, "kamuoyu oluşturma" faaliyeti gazetelerin ekonomi sayfalarına büyük harflerle çıkarak değil, kapalı kapılar ardında olmalıdır. Aksi taktirde, sektör temsilcileri temsil ettikleri sektörlerin batışının mimarları olmak gibi çok kötü bir konuma düşeceklerdir.

Geçmişte bu çeşit yanlışlar çok yapıldı. Yine yapılmaya başlandı. Yapılan bu çeşit yanlışların ekonomiye maliyeti küçümsenmeyecek boyutlarda olmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Gelişmekte olan ülkelerde risk

29 Eylül 2006
GERÇEKLEŞMESİ olası senaryo artık ezberlendi. Amerikan ekonomisi birden bire yavaşlayacak. Amerika’da talep düşmesiyle dünyanın diğer ülkeleri Amerika’ya eskisi kadar mal satamayacaklar. Küresel bazda ekonomik büyüme düşecek. Dünyada üretim artışı düştüğünde, üretimde kullanılan hammaddelere olan talep artışı da azalacak. Petrol dahil, birçok hammaddenin spekülatif dürtülerle şişen fiyatları da düşecek. Fiyatları düşen hammaddeleri üreten gelişmekte olan ülkelerin gelirleri azalacak. Kredi değerlilikleri olumsuza dönecek. Küçümsenemeyecek bir olasılıkla, borç ödeyebilme kapasiteleri olumsuz etkilenebilecek. Bu ülkelere sermaye akıtan yabancı yatırımcıların tedirginlikleri artacak.

MAKRO GÖRÜNTÜ İYİ

Rusya gibi petrol üreten ülkelerin son yıllardaki şaşırtıcı ekonomik performansları petrol fiyatlarının artmasına bağlanmıştı. Aynı şekilde, Latin Amerika ülkelerinin göreli ekonomik başarısının bir bölümü bakır, çinko gibi madenlerin fiyatlarındaki artıştan kaynaklandığı düşünülüyordu. Küresel durgunlukla beraber, petrol ve diğer hammadde fiyatlarının, en azından reel olarak düşmesiyle, bu ülkelerin ekonomik performansının gerilemesi kaçınılmaz görünmektedir.

Bu kez, hammadde fiyatlarındaki düşüşlerin gelişmekte olan ülkeler ekonomileri üzerindeki etkileri farklı bir boyutta olacaktır. Geçmiş dönemlerle karşılaştırıldığında, birçok gelişmekte olan ülkede kamu finansmanı çok daha sağlamdır. Makro ekonomik göstergeler çok daha olumludur. Her ne kadar hammadde fiyatlarının düşmesi kamu finansmanına da olumsuz etki yapacaksa da, bir çok ülkede şu anda devlet bütçe fazlası vermektedir. Bütçe açıkları veren ülkelerde de, açık göreli olarak küçüktür.

Örneğin, milli gelirin bir yüzdesi olarak, bütçe fazlası Rusya’da yüzde 6, Arjantin’de yüzde 2, Şili’de yüzde 5’e yakındır. Bütçe açığı ise Brezilya’da yüzde 3, Hindistan’da yüzde 4, Kore’de yüzde 1, Meksika’da yüzde 0.1 civarındadır.

Bu ülkeler ciddi boyutlarda cari işlemler fazlası vermektedir. Milli gelirin yüzdesi olarak, cari işlemler fazlası Rusya’da yüzde 8’in üzerinde, Brezilya’da yüzde 2, Arjantin’de yüzde 3, Şili’de yüzde 2.5, Kore’de yüzde 1 civarındadır. Cari açık veren ülkelerden Hindistan’da açık yüzde 1.5, Meksika’da yüzde 0.6 kadardır.

Bu ülkelerin dış borçları da göreli olarak düşüktür. Milli gelirin yüzdesi olarak, dış borçlar Brezilya’da yüzde 20’nin altında, Şili’de yüzde 32, Hindistan’da yüzde 18, Kore’de yüzde 23, Rusya’da yüzde 27, Meksika’da yüzde 20 dolaylarındadır. Bir tek Arjantin’de dış borçlar milli gelirin yüzde 65’i kadardır.

Enflasyonla boğuşmakta olan Venezüella’da dahi, milli gelirlerine oranla, bütçe fazlası yüzde 1.5, cari işlemler fazlası yüzde 16, dış borçları yüzde 21 kadardır.

ÖZEL SEKTÖR

Yalnızca 2005 yılında gelişmekte olan ülkelere akan uluslararası sermayenin 480 milyar dolar olduğu biliniyor
. Bu miktarın yüzde 30’u doğrudan yabancı sermaye yatırımı şeklinde gerçekleşmiştir. Ama, bu ülkelere giden yabancı sermayenin 300 milyar doları tahvil ve hisse senetlerine gitmiştir. Borçların önemli bir bölümü bu ülkelerdeki özel sektör tarafından alınmıştır. Riskin önemli bir bölümü de buradadır.

Gelişmekte olan ülkelerde bir kriz yaşanacaksa, krizin bu kez kaynağı, kamu sektörü değil, özel sektör olacak gibi görünmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bir takım özel sektör şirketleri borç krizine düşebileceklerdir. Devletin bu şirketleri kurtarma girişimleri sonuçta kamu finansmanını da bozabilecektir. Ama, asıl sorun gelişmekte olan ülkelerdeki özel sektörün son dört yıldır artan borçlarında yatmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Cari açığın çözümü ihracat artışı mı

28 Eylül 2006
BÜYÜK boyutlardaki cari işlemler açığının çözümü hükümetin de gündemine girmiş gibi görünüyor. Geçenlerde Maliye Bakanı bu yönde açıklamalar yaptı. Dün de Başbakan bir konuşmasında bu konuya değindi. Anlaşılan, hükümet cari işlemler açığının kontrolü yönünde bir şeyler yapmak istiyor. Ama, hem Başbakan hem de Maliye Bakanı sorunun ihracat artışıyla çözülebileceğini düşünüyorlar. Aslında, görünüşte doğru gibi görünse de, cari işlemler açığının ihracatın artışı yoluyla kontrolü bugünkü yapı içinde pek mümkün görünmüyor.

İHRACATIN YAPISI

Cari işlemler dengesinin en önemli bileşeni dış ticaret dengesidir
. Dolayısıyla, dış ticaret açığının azaltılması cari işlemler açığının da azaltılması anlamına gelmektedir. Dış ticaret açığı ithalat ile ihracat arasındaki fark olduğuna göre, ihracatın artmasıyla ithalat ile ihracat arasındaki farkın azalabileceği düşünülebilir.

Halbuki, gerçekler basit aritmetik işleminin söylediğini göstermiyor. Çünkü, ihracatın artmasıyla ithalat sabit kalmıyor. Aksine, ihracat arttıkça aynı paralelde ithalat da artıyor. Hatta, ihracat arttıkça ithalat daha da fazla artıyor.

Grafikte aylık olarak on iki aylık tarım dışı ihracat ile petrol dışı ara mallar ithalatı verilmektedir. Özellikle 2002 yılının ortasından bu yana bu iki büyüklük birbirine oldukça paralel gitmektedir. Yani, tarım dışı ihracatımız arttıkça, petrol dışı ara malları ithalatımız da artmaktadır. Çünkü, ihraç edilen ürünler, üretiminde daha çok ithal ara malları yoğun olarak kullanılan ürünlerden oluşmaktadır. Bu ürünlerden daha fazla ihraç edebilmek için daha fazla ara malları ithalatı gerekmektedir.

ESNEKLİK/images/100/0x0/55eaf1e0f018fbb8f8a0cfe5

Toplulaştırarak bazı rakamlara bakmak yanıltıcı olabilir. Ama, toplulaştırılmış rakamlar bazı ipuçları da verebilmektedir. Tarım dışı ihracat ile petrol dışı ara malları ithalatı arasında esnekliğe baktığımızda da ilginç rakamlar ortaya çıkmaktadır. Bu iki değişken arasındaki esnekliği, tarım dışı ihracatı ikiye katlarsak, petrol dışı ithalatın artış yüzdesi olarak tanımlarsak, esnekliğin son aylarda yüzde 101 ile 104 arasında olduğunu görüyoruz. Yani, tarım dışı ihracatımızı ikiye katlasak, petrol dışı ara malları ithalatı iki mislinden fazla artmaktadır. Bu dönemin iç talep büyümesi ile aynı olması nedeniyle doğal olarak bazı ara mal ithalatı içeride tüketilen malların üretiminde kullanılmaktadır. İhracattaki artışın önemli bir bölümü de ithal ara malların yoğun kullanıldığı mallardaki ihracat artışı yoluyla gerçekleşmektedir.

Kısacası, kısa-orta dönemde cari işlemler açığının çözümü bugünkü yapısıyla ihracat artışı olamaz. Bu çözüm ancak ihracatta ürün yapısını değiştirebildiğimiz zaman anlam kazanabilir. Daha gerçekçi çözüm iç talep artışını frenlemektir.
Yazının Devamını Oku

Büyüme düşecek ama nasıl

27 Eylül 2006
SON haftalarda Amerikan ekonomisinin beklentilerin ötesinde bir durgunluğa gireceği tartışılıyor. Türkiye gibi ülkelerin de bu beklentilerle oluşabilecek dalgalanmalardan nasıl etkilenebileceği üzerine yorumlar yapılıyor.

Her dalgada olduğu gibi, Türkiye, diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha fazla olumsuz etkileniyor. Borsa daha hızlı düşüyor. Para daha dazla değer kaybediyor. Faizler daha fazla artıyor. Bütün bu alanlarda ya birinci oluyoruz ya da ikinci. Demek ki, bizde diğerlerine göre bir şeyler farklı ve giderek diğer gelişmekte olan ülkelerden ayrışıyoruz.

SEÇENEKLER

Diğer gelişmekte olan ülkelere göre uluslararası piyasalardaki kaygılardan daha kötü etkilenmemiz konusunda iki etken öne çıkıyor: göreli olarak yüksek olan ve giderek yükselen cari işlemler açığımız ve önümüzdeki döneme yönelik siyasi belirsizlikler. İktisadi açıdan cari işlemler açığının kontrol edilebilirliğini gösterebilsek, Türkiye ekonomisinin konumu uluslararası piyasalarda çok daha farklı olabilecektir.

Şimdiki haliyle, uluslararası piyasalar yüksek olan ve giderek yükselen cari işlemler açığının finanse edilebilirliği konusunda kaygılıdır. Bu kaygının açığın azaltılması yoluyla dağıtılması gerekmektedir. Çünkü, kaygı uluslararası piyasalardaki risk iştahının olumsuza dönmesiyle daha da artmaktadır.

Kısa dönemde cari işlemler açığını kontrol altına alabilecek tek etken yüksek hızda giden ekonomik büyümenin yavaşlamasıdır. Ekonomideki yavaşlama iki türlü olabilecektir. Birinci yol, uygulanacak ekonomi politikaları yoluyla iç talep büyümesi kısılacak ve finans piyasalarında dalgalanma yaratmadan ekonomik büyüme düşürülmeye çalışılacaktır. Bu yol tercih edilirse, döviz kurlarında ve genelde finans piyasalarında istikrar bozulmadan, cari işlemler açığı kontrol altına alınmış olacaktır. Enflasyon hedefinden feragat etmeye ihtiyaç olmayacaktır. Aksine, hedefe daha çabuk varılması kolaylaşacaktır.

İkinci yol, bizler cari işlemler açığının giderek büyümesini seyrederken, uluslararası piyasalar bu boyuttaki cari işlemler açığını bir noktada finanse etmek istemeyebileceklerdir. Böyle bir eğilim başladığında, oluşacak ortamda, ister yurt dışındaki gelişmelerden kaynaklansın, ister Türkiye’ye yönelik gelişmelerden kaynaklansın, Türkiye’deki finans piyasaları karışacaktır. Döviz kurları ve faizler fırlayacak, iç talep doğal olarak bıçak gibi kesilecektir. Ekonomik büyüme bir çeşit kriz yoluyla düşecektir. Enflasyon hedefi rafa kalkacaktır. Birçok açıdan, "sil baştan" durumuna düşeceğiz.

SORUNU GÖRMEK

Kısacası, Türkiye’de ekonomik büyüme bir noktada azalmak durumundadır. Zamanında önlem alınmazsa, bunu uluslararası piyasalar gerçekleştirecektir. Çözüm çok acı olacaktır. Önlem alınarak ekonomik büyümenin düşürülmesi durumunda, aynı çözüm çok daha yumuşak bir biçimde sağlanabilecektir. Daha düşük bir cari işlemler açığı ile yeni denge kaçınılmazdır. Yeni dengenin kanlı mı, kansız mı olacağı bilinmemektedir.

Dört yıldır uluslararası piyasalardaki olumlu gelişmelerle Türkiye ekonomisinin "cari işlemler açığı" sorunu sanki sorun değilmiş gibi algılandı. Artık, uluslararası hava değişti. Risk değerlendirmeleri farklılaştı. Türkiye, değişen uluslararası konjonktürde, makro ekonomik dengeleri farklı değerlendirmek zorundadır.

Şu anda herhangi bir işaret olmasa da, Türkiye ekonomisindeki büyümenin yavaşlaması kaçınılmaz görünmektedir. Kaçınılmaz sonuç ya çok acılı olacaktır ya da yumuşak ve az acılı. Tercih siyasidir.
Yazının Devamını Oku

Her dalga bir sonrakini azdırabilir

26 Eylül 2006
"İKİNCİ dalga" edebiyatını bırakıp bundan böyle dışımızda gelişen beklentilerin bizde yarattığı dalgalara karşı nasıl bir tavır alacağımızı tartışmamız gerekiyor. Çünkü, her dalga bir önceki dalgadaki gözlemlerle ekonomik birimlerin beklentilerini ve davranışlarını farklılaştırıyor.

Artık Amerika’da faizlerin artıp artmayacağını bir kenara bıraktık. Amerikan ekonomisinin hızlı bir durgunluğa girip girmeyeceğini tartışmaya başladık. Gerçekten de Amerikan ekonomisi hızlı bir durgunluğa girerse, tüm gelişmekte olan ülkeler için durum kötü demektir. Dalga üstüne dalga yeme olasılığımız giderek artmaktadır.

KARŞILIKLI TEST

Dalgalarla mücadele, dış yatırımcıların bizim piyasalarımızdan çıkmasını engellemeye yönelik değil, yerli ekonomik birimlerin Türk Lirası’nda kalmalarını sağlamaya odaklanmak zorundadır
. Yerli ekonomik birimlerin davranışlarındaki radikal bir değişme küçümsenmeyecek zorluklar yaratır. Ortada ne enflasyon hedefi kalır ne de üretim. Önemli olan yerli ekonomik birimlerin sinirlerini bozmamaktır.

Dalgalarla mücadele sırasında faizlerin artması söz konusu olacaksa, faiz artışları yabancı yatırımcılara daha yüksek faiz verip içerde tutmayı özendirmek için olmayacaktır. Yabancılar çıkma kararı alırlarsa, biz ne yaparsak yapalım, çıkacaklardır. Önemli olan yerli yatırımcıların Türk Lirası’ndan çıkıp dövize yönelmelerini önleyebilmektir.

Yabancıların çıkmasıyla döviz kurları yükseliyorsa, döviz piyasasına yönelik müdahaleler yabancıların ucuz yollu çıkmalarına olanak vermek için değil, döviz kurlarının daha da yükseleceği beklentisine girebilecek yerli ekonomik birimlerin bu beklentilerine fren koymak içindir. Yerli ekonomik birimler eskiden olduğu gibi döviz büfelerinin iş hacimlerini artırırlarsa, dalgalarla mücadelede geç kalınmış olacaktır.

Mayıs ve haziran aylarında yaşanan dalgalanmayı ucuz atlattık sayılır. Dolar kurunun 1.30’lardan 1.70’lere tırmanmasını seyrettik. Ama, biraz geç de olsa, para piyasalarında kararlı görünen bir tutum takınarak piyasaları yatıştırabildik. Yaşananlardan parasal otorite de, ekonomik birimler de bir şeyler öğrendi.

Yeni dalgalarda, ekonomik birimler para otoritesinin yine geç kalıp kalmayacağını test edebilecektir. Dolayısıyla, para piyasalarında fiyatların tırmanması daha hızlı gerçekleşebilecektir. Buna karşılık, parasal otorite bundan böyle gerekli gördüğü müdahale için çok zaman harcamayabilecektir. Dolayısıyla, ileride yaşanacak dalgaların şiddeti bilinemese de, süresi kısalabilecektir.

IMF’NİN TUTUMU

Yaşanacak dalgaların şiddeti döviz rezervlerindeki değişmeyi belirleyen en önemli unsurlardan biri olacaktır
. Döviz rezervlerinin düzeyini korumayı hedefleyen bir tutum ise küçük dalgaları dahi büyütebilecektir. Bu alanda Merkez Bankası’nın görüşleri kadar, IMF’nin de dalgalarla mücadelede alınması gereken tavırlar konusundaki tavsiyeleri önemlidir. Daha önceleri olduğu gibi, IMF "dalgalı kur sistemini" ders kitaplarındaki tanımıyla algılamaya devam ederse, sıkıntılar yaşamamız normal karşılanmalıdır.

Gelişmekte olan ülkelere karşı yabancı yatırımcıların alacağı tavırların sık değişmesiyle Türkiye gibi ülkeler sıkça dalgalanmalarla karşı karşıya kalacaksa, kur rejimi bu ülkelerde eskisinden daha çok tartışılacak demektir. Çünkü, her zamankinden daha fazla, enflasyon hedefi, döviz kurları düzeyi ve faizler arasında sıkışıp kalacağız.
Yazının Devamını Oku

Korkulan senaryolar

25 Eylül 2006
SON dönemde dünya ekonomisini irdeleyen tüm çalışmalar dört yıldır süren ekonomik büyümeyi övmektedir. Ama, yanı zamanda, ekonomik dengelerin sürdürülebilirliğine yönelik risklerin de arttığından söz edilmektedir.

Küresel risklerin arttığı söylenen denge şöyle özetlenebilir: Dünya ekonomileri büyük ölçüde Amerikan ekonomisinin büyümesiyle beslenmektedir. Amerikan ekonomisinin büyümesiyle, cari işlemler açığı giderek artmaktadır. Buna karşılık, başta Çin ve Hindistan olmak üzere, gelişmekte olan ülkeler büyük Amerikan ekonomisinin büyümesinden faydalanarak büyümektedirler. Bu ülkeler önemli boyutlarda cari işlemler fazlası vermektedirler. Rekor düzeyde yabancı sermaye de çekerek döviz rezervlerini hızla artırmaktadırlar. Amerika kaynaklarının ötesinde tüketmekte, büyük ölçüde Asya Amerikan tüketimi için üretmektedir.

DOLARIN CAZİBESİ

Bu dengeyi bozabilecek iki önemli gelişme beklenebilir. Birincisi, Amerikan ekonomisinin çok hızlı bir biçimde durgunluğa girmesidir. Tüketimi azalan Amerika’nın gelişmekte olan ülkelerin mallarına olan talebi azalacaktır. Bu ülkeler de bir süre sonra ekonomik durgunluğa itileceklerdir. Hammadde talebinin azalmasıyla, başta petrol olmak üzere, hammadde fiyatları düşme eğilimine girecek ve bu hammaddeleri üreten ülkelerin gelirleri düşecektir. Uluslararası sermaye akımları yavaşlayacaktır.

Küresel bir durgunluk söz konusu olacaktır. Amerika’nın cari işlemler açığı düşerken, diğerlerinin cari işlemler fazlası azalacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin gösterdikleri ekonomik performans düştüğünden, uluslararası sermaye açısından çekicilikleri azalacaktır. Uluslararası finansman zorlaşacaktır. Farklı ekonomik dengelere göre, bölgesel krizler çıkma olasılığı artabilecektir.

Böyle bir senaryoda beklentilerin olumsuza dönmesiyle doların değer kaybetmesi olasılığı çok yüksektir.

Doların hızla değer kaybetmesine neden olabilecek bir diğer gelişme gelişmekte olan ülkelerde artan döviz rezervleri içinde giderek Amerikan dolarının payının azaltılmasıdır. Ülkelerin döviz rezervleri içinde doların ağırlığı oldukça fazladır. Uluslararası piyasalarda doların değer kaybedeceği beklentisi giderek yaygınlaşmaktadır. Dolar zengini ülkelerin dolardan çıkmaya çalışması doların değerini çok hızlı bir biçimde düşürebilecektir. Böyle bir durumda, gelişmekte olan ülkeler önce kendileri zarar görecektir. Dolayısıyla, bu senaryonun gerçekleşme olasılığı oldukça zayıftır.

Ama, Amerikan ekonomisindeki beklenmedik bir durulma da benzeri bir olguyu gündeme getirebilecektir. Kısacası, korkulan senaryoların ortak noktası Amerikan dolarının uluslararası piyasalarda beklenmedik ölçüde değer kaybetme olasılığıdır. Gelişmekte olan ülkelerin dolardan çıkmaya çalışması da, Amerikan ekonomisinin beklenenin ötesinde durgunluğa girmesi de korkulanın gerçekleşmesi anlamına gelmektedir.

DİKKAT GEREKİYOR

Senaryoların sayısını artırmak da mümkündür. Örneğin, küresel düzeyde korumacılık eğilimlerinin artması Amerikan ekonomisi o denli yavaşlamasa da, küresel ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecek etkenlerdendir.

Bir diğer senaryo küresel düzeyde siyasi risklerin artmasıdır. Olumlu ekonomik gelişmelerden şımaran gelişmekte olan ülkelerde yapısal reformların savsaklanması ya da gelişmiş ülkelerde başta işgücü piyasasında olmak üzere katılıkların devam etmesi de küresel dengelerin bozulmasını tetikleyen unsurlar olabilirler. Bu nedenlerle de, korkulan senaryoların gerçekleşmemesi için küresel düzeyde dikkat edilmesi gereken bir dönemden geçmekteyiz.

İki yıldır Amerika’da faizler artar mı, aynı mi kalır beklentisiyle piyasalar dalgalanıyordu. Şimdi, Amerikan ekonomisi derin bir durgunluğa girer mi, girmez mi beklentileriyle piyasalar dalgalanacakmış gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

İçgüdümüz korumacılıktır serbestlik değil

24 Eylül 2006
NE denli iktisadi serbestlikten söz edersek edelim, insanın temel içgüdüsünün korumacılık olduğunu kabul etmek zorundayız. Serbestlik, korumacılık karşılıklı çıkarları tehdit etmeye başladığı zaman anlam kazanmaya başlamaktadır. Financial Times ekonomi editörü Martin Wolf’un anlatımıyla küresel iktisadi şoklar daima korumacılık eğilimlerini artırmıştır. Zaman içinde korumacılığın sürdürülebilir olmadığı anlaşıldığında, iktisadi serbestlik zorunluluk haline gelmiştir. Korumacılığın egemen olduğu dönemlerde her zaman ciddi iktisadi kayıplar söz konusu olmuştur.

KÜRESEL ŞOKLAR

Küresel ekonomi ilk önemli şoklarını Amerika’nın keşfinden sonra yaşamıştır
. Dünyada ekilebilir topraklar birdenbire artmıştır. Bu olguya "toprak şoku" diyelim. Ekilebilir toprakların üzerinde üretilen malların ticareti başladığında ise korumacılık eğilimleri egemen olmuştur. "Toprak şoku" tüm ülkelerde tarım sektörünün korunmasını önemli hale getirmiştir.

"Toprak şoku" etkilerini hala sürdürmektedir. Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde Daho Müzakereleri’nin bir türlü başarıya ulaşamamasının arkasında tarım sektörünün korunmasında hiçbir ülkenin ilk tavizi vermemesi önemli bir etkendir. Wolf’un tepitine göre, dünya, hala yüzyıllarca önce yaşanan "toprak şoku" olgusunun doğal sonuçlarıyla baş etmeye çalışmaktadır. Başarı şansı yoktur. Ama, mücadele devam etmektedir. Mücadele edilirken, ciddi boyutlara varan ekonomik kayıplar doğal olarak göz ardı edilmektedir.

Son dönemde küresel ekonomi yepyeni bir şokla karşı karşıya kalmıştır. Çin ekonomisinin ve üretiminin giderek küresel ekonomiyle kaynaşması yoluyla küresel ekonomi "işgücü şoku" yaşamaktadır. Pratik açıdan sınırsız bir işgücü stokunun ürettiği mallar dünya piyasalarında diğer ülkelerin ürettikleri mallarla rekabet etmektedir.

Sektörden sektöre farklı bahaneler bulunsa da, sorunun aslı göreli olarak ucuz işgücünün ürettiği malların göreli olarak pahalı işgücünün ürettiği mallarla rekabet etmesidir. Pahalı işgücü doğal olarak rekabette geride kalacaktır.

Böylesine güçlü bir "işgücü şoku" normal olarak Çin dışındaki ülkelerde işgücünün ucuzlamasına neden olmalıydı. Batı’da ucuzlayan işgücü karşısında Çin’de de işgücünün göreli olarak pahalılaşması söz konusu olacaktı. Bu süreç elbette yavaş da olsa gerçekleşecek. Ama, Batı’da bu olguya ilk tepki korumacılık olmuştur. İşgücü piyasası daha katı hale getirilip işgücü korunmaya çalışılmıştır. Batı’da işgücünün göreli olarak ucuzlaması engellenmeye çalışılmıştır. Bu çaba hale devam etmektedir.

Küresel ekonomi, bir çok gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, işgücü piyasasını daha katılaştırarak çok ciddi üretim ve gelir kayıplarına razı olmak durumunda kalmaktadırlar. Bu ülkelerde işsizlik oranı çok yüksektir. Ürerim düzeyleri potansiyellerinin oldukça altındadır.

KALICI MI GEÇİCİ Mİ

O halde çözüm nedir? Korumacılık, ancak şokların geçici olması durumunda dayanma gücüne paralel olarak başarı şansı olan bir yaklaşımdır. Ama, kalıcı şoklar karşısında oluşan korumacılık eğilimlerinin uzun dönemde başarı şansı hiç yoktur. Böyle durumlarda oynan oyun genellikle "korumacılığın sürdürülemez olduğu benim devr-i iktidarımda ortaya çıkmasın" anlayışıyla siyasilerin sorunları ötelemesidir.

Hem "toprak şoku" hem de "işgücü şoku" geçici şoklardan değildir. Toprak şokuyla mücadele çok uzun sürmüştür, hala da sürmektedir. Ama, bu mücadele sona ermek üzeredir. İşgücü şokuyla mücadelenin ne kadar süreceğini kestirmek ise şimdiden mümkün değildir. Yine de, işgücü şokunun yarattığı korumacılık eğilimi toprak şokunun yarattığı korumacılık eğilimine göre çok daha kısa sürecekmiş gibi görünmektedir.
Yazının Devamını Oku

Küresel gelişmeler

22 Eylül 2006
DÜNYA ekonomileri 2002 yılından bu yana neredeyse bir imkansızı gerçekleştiriyor. Artan petrol ve hammadde fiyatlarına rağmen, dünyada ekonomik büyüme kesintisiz bir biçimde devam ediyor. Üstüne üstlük, diğer dönemlerden farklı olarak bu kez dünya ekonomilerindeki büyüme çok daha yaygın. Enflasyon dünyanın birçok yerinde kontrol altında. İşsizlik göreli olarak düşük.

Küresel ekonomik dengenin gelişmiş ülkeler kategorisindeki en önemli parametresi Amerikan ekonomisi. Aynı dengenin diğer tarafında ise Asya ekonomileri var. Asya ekonomileri kategorisinde dengenin en önemli iki aktörü Çin ve Hindistan. Önümüzdeki dönemde Çin ve Hindistan ekonomilerinden çok daha fazla söz edecekmişiz gibi görünüyor.

HERKES DOLAR ZENGİNİ

Tabloda gelişmekte olan ülkelere yönelik bölgesel bazda bazı göstergeler veriliyor. Ortalama ekonomik büyüme 2005 yılında yüzde 6.3 iken bu yıl yüzde 6.7’ye yükseleceği, gelecek yıl ise yüzde 6.3’e gerileyeceği tahmin ediliyor.

En hızlı büyüyen bölge Asya-Pasifik bölgesi. Bu bölgedeki gelişmekte olan ülkeler geçen yıl yüzde 7.9 büyüdüler. Bu yıl büyümenin yüzde 8.3’e yükseleceği tahmin ediliyor. Çin ve Hindistan dışarıda bırakılırsa, bu bölgendeki gelişmekte olan ülkeler aslında diğer bölgelerdeki ülkeler civarında büyüyorlar.

Uluslararası sermaye akımlarından da en büyük payı Asya-Pasifik bölgesi alıyor. Geçen yıl gelişmekte olan ülkelere giden 480 milyar dolar civarındaki uluslararası sermayenin yaklaşık 200 milyar doları bu bölgeye aktı. Aslan payını yine Çin ve Hindistan aldı. Bu yıl gelişmekte olan ülkelere giden uluslararası sermayenin geçen yıla göre 60 milyar dolar civarında azalacağı tahmin ediliyor. Asya-Pasifik bölgesine giden sermayenin ise 20 milyar dolar kadar azalacağı düşünülüyor. Bu azalma da Çin’in ekonomisini soğutma çabalarından kaynaklanacağına bağlanıyor.

Gelişmekte olan ülkeler toplamda geçen yıl 260 milyar dolar civarında cari işlemler fazlası verdiler. Bu yıl bu rakamın 320 milyar dolara tırmanacağı tahmin ediliyor. Yalnızca Asya-Pasifik bölgesindeki cari işlemler fazlası geçen yıl 190 milyar dolara yakın olmuştu, bu yıl da 250 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

Amerikan ekonomisi cari işlemler açığı verip gelişmekte olan ülkeler cari işlemler fazlası verdikçe, dolar zengini oluyorlar. Gelişmekte olan ülkelerin döviz rezervleri geçen yıl 430 milyar dolar artmıştı. Bu yıl rezervlerdeki artışın 490 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Asya-Pasifik bölgesindeki rezerv artışı ise geçen yıl 270 milyar dolar olmuşken, bu yıl 330 milyar dolara yaklaşacağı tahmin ediliyor.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Herkesin kafasını bu dengenin daha ne kadar sürdürülebileceği kurcalıyor. Amerika’da, enflasyon baskıları olsa da, enflasyon kabul edilebilir düzeyde. İşsizlik uzun dönemli ortalamanın altında. Azalacağı beklense de, ekonomik büyüme devam ediyor.

Avrupa nihayet kıpırdanmaya başladı gibi görünüyor. Tek paraya geçmenin sancıları bitmiş değil. Ama, bugün Euro Bölgesi’ndeki enflasyon Euro öncesi döneme göre daha düşük. İşsizlik oranı da düşme eğiliminde.

Sürdürülebilirlik olasılığı giderek azalan dengeler üzerine oturmuş güllük gülistanlık bir hava var. Bu dengesizlikler ne zaman çözülür. Çözüldüğünde, ne olur. Kaygılar giderek artıyor. Pazartesi günü devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku