10 Mayıs 2007
SON günlerde mart ayına yönelik sanayi üretim endeksi ile cari işlemler dengesi verileri açıklandı. Ekonomideki genel eğilimler biraz daha net oluşmaya başladı. Mart ayında imalat sanayi üretimi büyümesi beklendiği gibi düşük çıktı, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 2.1 arttı.
Yılın ilk üç ayındaki ortalama imalat sanayi üretimi büyümesi ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7.7 arttı. Dolayısıyla, yalnızca mart ayına bakıp sanayi üretimindeki büyümenin düştüğünü iddia etmek mümkün görünmüyor. İmalat sanayi üretimindeki büyüme geçen yıl aynı dönemde yüzde 2.7, bir önceki yıl ise yüzde 5.5 olmuştu.
Bu eğilimler yılın ilk çeyreğinde milli gelir büyümesinin yüzde 5’in üzerinde olabileceği izlenimini vermektedirler.
AÇIKLARDA İSTİKRAR
Sanayi üretimi yılın ilk çeyreğinde büyümeye devam ettiği halde, dış ticaret açığı belli bir noktada istikrara kavuştu denebilir. Yılın ilk üç ayında dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6.5 arttı. Bu rakam geçen yıl aynı dönemde yüzde 28.7, bir önceki yıl yüzde 14.4 idi. Bu yılın ilk üç ayında on iki aylık dış ticaret açığı 52.5 ile 52.7 milyar dolar arasında kaldı.
Yıllık bazda dış ticaret açığının istikrara kavuşmasının ardında yüzde 24 civarında artan ihracat vardı. Ara malları ithalatındaki artış yıllık yüzde 25 civarında artmaya devam etmektedir. Grafikten de görüldüğü gibi, üçer aylık imalat sanayi üretimi ortalama endeksindeki değişme ile üçer aylık ara malları ithalatındaki değişme geçen yılın ikinci yarısında paralele yakın bir seyir izlemişken,
bu yılın ilk çeyreğinde ara malları ithalatındaki artış göreli olarak yeniden hızlanmış görünmektedir.
Sanayi dışındaki sektörler konusunda rakam bazında son döneme ait fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ama, dış ticaret verilerindeki gelişmeler bu yıl ekonomik büyümenin daha fazla sanayi dışı sektörlerden gelebileceği izlenimini vermektedir.
Ödemeler dengesi istatistiklerine göre, bu yılın ilk üç ayında fob bazında dış ticaret açığı, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 7.4 (600 milyon dolar) arttı. Ama, cari işlemler açığındaki artış yüzde 3.9 (350 milyon dolar) oldu. Dış ticaret dışındaki hizmetler gelir-gider ve cari transferler dengesi bu yılın ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre daha iyi gitti.
EĞİLİMLER SÜRER
Eldeki veriler ekonomik ilişkilerde yapısal bir kırılma olduğunu göstermiyor. Ekonomi büyüdükçe ara malları ithalatının daha da hızlı artacağı bir yapı devam ediyor. Dış ticaret açığının boyutu ihracat artışının ara malları ithalatını ne derece karşılayacağına bağlı. Cari işlemler dengesindeki açığın boyutu ise dış ticaret açığı yanında hizmetler gelir-gider ve cari transferler dengesindeki fazlanın boyutuyla yakından ilgili.
Ekonomi büyüyor. İhracat şaşırtıcı boyutlarda artmaya devam ediyor.
Dış ticaret açığı artmaya devam edecek, ama artış hızı düşecek gibi görünüyor. Turizm gelirlerinin bu yıl toparlanmasıyla
cari işlemler açığındaki artışın da hız kesmesi beklenmelidir.
Son günlerde yaşanan siyasi gelişmelerle, genel seçimlerin öne alınmasının iç talep ve ekonomik büyüme üzerine olası etkileri üzerinde yorum yapmak için şimdilik elimizde bir veri yok. Ama,
eğilimlerde çok radikal değişmeler beklenmemeli.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2007
ENFLASYON hedeflemesi politikası tartışılmalıdır. Tartışılırken, enflasyonun açık bir biçimde hedeflenmemesi fiyat istikrarı ana hedefinden vazgeçildiği ya da ana hedefin sulandırılmak istendiği anlamı çıkarılmamalıdır. Her yıl belli ekonomik büyüklüklere hedef koyup ıskalayan bir kurumun hedeflerinin itibarı kalmaz. Hedefin tutması "tesadüf" olarak görülür. Böyle bir ortamda, hedefe ulaşmak için gerekli "ekonomik birimlere lider olabilme" özelliğini kurumlar yitirirler.
Türkiye’de Merkez Bankası giderek bu konuma kayma riskini taşımaktadır. Tartışılması gereken konunun özü, fiyat istikrarını sağlamaya çalışmaktan vazgeçmek değil, fiyat istikrarını Merkez Bankası’nın itibarını güçlendirerek sağlamaktır.
ÖN ŞARTLAR
Enflasyon hedeflemesinin itibarı olan bir politika olabilmesi için aşağıdaki ön şartların oluşması gerekmektedir:
1. Merkez Bankası hiçbir etki altında kalmadan bağımsız kararlar alabilme ve elindeki araçları bir kısıt gözetmeksizin kullanabilmelidir.
2. Merkez Bankası toplam iç talebi "makul" ölçülerde, "güvenilir" bir aralıkta kontrol edebilme (etkileyebilme) kabiliyetinde olmalıdır.
3. Fiyatlar üzerinde dış şokların etkileri asgari ölçülerde olmalıdır.
Bu üç ön şartın biri dahi oluşmadığında, enflasyon hedeflemesi politikasının çeşitli dönemlerde hüsranla sonuçlanması kaçınılmazdır. O nedenle de, bu politika, uygulanmakta olduğu Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelerde de başarılı olamamaktadır. Hedefin etrafında dengeleri oluşturmak olağan değil, istisna olmaktadır.
Türkiye’de para politikası uygulamasının 2001 yılında sonra kabul edilebilir bir bağımsızlığa kavuştuğu iddia edilebilir. Ama, diğer iki şartın oluştuğundan söz etmek, en azında içinde bulunduğumuz dönemde, mümkün değildir.
Merkez Bankası’nın elindeki para politikası araçlarının (özellikle kısa vadeli faiz) toplam iç talep üzerindeki etkilerinin "makul" ölçülerde, kabul edilebilir güven aralığında olduğunu savunmak çok zordur. Dolayısıyla, enflasyon hedeflemesi uygulamasında, Merkez Bankası bulanık suda balık avlamaya çalışmaktadır denebilir.
Bu alanda Merkez Bankası politikalarının olası etkilerini sınırlayan en önemli olgu ekonomideki para ikamesidir. Para ikamesi Merkez Bankası’nın kontrol etmeye çalıştığı para tabanını net ve kontrol edilebilir olmaktan çıkarmaktadır.
Fiyat düzeyi döviz kurlarında yaşanan şoklardan çok çabuk ve büyük oranda etkilenebilmektedir. Diğer gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir durum söz konusudur. Kurlar her fırladığında, yıllık bazda yüzde 2-3 düzeyine kadar indirilebilmiş enflasyon yeniden çift haneli olabilmektedir.
RİSKLİ HEDEFLER
Sonuçta, enflasyon hedeflemesine yönelik para politikası, fiyat istikrarını sağlayan bir mekanizma değil, enflasyon yüksek dahi olsa, enflasyonun elden kaçırılmasına izin vermeyen bir "duruş" haline gelmektedir. Bu aşamada, merkez bankalarının "fiyat istikrarı" söylevleri bizim gibi ülkelerde giderek önemini yitirmektedir.
İçinde yaşanan şartlarda, gelişmekte olan ülkelerdeki merkez bankalarının en iyi kontrol edebildikleri büyüklük kendi bilanço büyüklüğü olmaktadır. Fiyat istikrarına yönelik olarak saptanabilecek yıllık bilanço büyümesi hedefi belki de ilk başlarda bu ülkelerdeki merkez bankaları için en tutarlı politikalardan biri olacaktır.
Önce para politikasının itibarı güçlendirilmeli, ardından "enflasyon" gibi ulaşılması riskli hedefler para politikasının açık hedefi haline getirilmelidir. Çünkü, birincisi olmadan fiyat istikrarını sağlamak ve kollamak mümkün olamamaktadır.
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2007
2006 yılı başından itibaren para politikasını yönlendiren kılavuz açık bir biçimde hedeflenen enflasyon oldu. Enflasyon hedefi yıllık yüzde 5 olarak tespit edilmişti. Hedef açık ara ile ıskalandı.
Bu yıl için enflasyon hedefi üç yıl önce belirlenen düzeyde, yıllık yüzde 4’de tutuldu. Hedefe ulaşılabilmesi olasılığının neredeyse sıfır olduğu bilindiği halde, hedefin değiştirilmesine yanaşılmadı.
Uygulamanın daha ilk yılında hedefin ıskalanmasıyla Merkez Bankası itibar yitirdi. Tutturulamayacağı bilinen bir hedefin muhafaza edilmesiyle Merkez Bankası’nın itibarı bu yıl bir kez daha risk içine atıldı. Bir anlamda, öyle görünüyor ki, Merkez Bankası’nın itibarını zedeleme üzerinden "enflasyon hedeflemesi" politikası uygulanmaya çalışılıyor.
İTİBAR KAYBI
Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener dalgalı kur rejimi ile Avrupa Birliği ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması’nın sorgulanması gerektiğini gündeme getirmişti. Aslında, gündeme getirilmesi gereken asıl konu; "enflasyon hedeflemesi" politikasıdır; böyle bir politikanın günümüz koşullarında uygulanabilir olup olmadığıdır; bir hülya uğruna Merkez Bankası’nın itibar yitirmesine seyirci kalınıp kalınmayacağıdır.
Enflasyon hedeflemesi siyasal hükümetlerin her yıl sonu bir sonraki yıl için yıllık programlarına koydukları afaki hedeflere (büyüme gibi) benzemez. Hükümetler büyümenin yüzde 5 olacağını söylerler, yüzde 9 olur. Bazı yıllar büyümenin yüzde 7 olacağı söylenir, gerçekleşme eksi yüzde 9 olur. Zaten bu sayılara inanılmaz. Hükümetler de ortaya attıkları sayılara inanılmamasından rahatsız olmazlar.
Enflasyon hedeflemesi ise merkez bankalarının itibarlarını ortaya koyup tüm ekonomik birimlerin hedefe ulaşılması yönünde arkalarında olmasını sağlamaya çalıştıkları bir politikadır. Hedef tutturulamadığında, "pardon" demek yeterli değildir. Ekonomik birimler aldatılmış demektir.
Enflasyon hedefinin bir oyuncak haline dönüşmesi durumunda ise, bırakın enflasyonu hedeflemeyi, enflasyonu bugünkü düzeylerinde tutmak dahi mümkün olamayacaktır. İtibarı olmayan merkez bankaları fiyat istikrarını ne sağlayabilirler ne de koruyabilirler.
ŞOK GEREKİYOR
Türkiye’nin enflasyon hedeflemesine erken geçtiği iddia edilebilir. Enflasyon hedeflemesinin en başarılı uygulamalarından biri İsrail’de olmuştur. Uygulanan istikrar politikası ile enflasyon üç haneli rakamlardan yüzde 10-12 düzeyine indirilmiş, ama o düzeylerde enflasyonda katılıklar yaşanmaya başlamıştır. O aşamada, enflasyon hedeflemesine geçerek enflasyon dinamikleri ve beklentiler üzerinde bir anlamda "şok," belki daha iyi bir terimle, olumlu bir ivme yaratılmıştır. Kısa bir sürede enflasyon yüzde 5’in altına indirilebilmiştir. Enflasyon hedeflemesi kendinden bekleneni gerçekleştirmiştir.
Türkiye’de enflasyonda son üç yıldır yüzde 7-10 düzeyinde bir katılık yaşanıyor. Enflasyon dinamiklerini değiştirmek ve beklentileri kırmak için yeni bir "şok" ya da "ivme" gerekiyor. "Enflasyon hedeflemesi" silahını Türkiye enflasyondaki katılıkların farkına varmadan önce kullandı. Katılıkların farkında olduğunda ise, elimizde enflasyon hedefini kararlı bir biçimde ıskalayan "enflasyon hedeflemesi" politikası kaldı.
Yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2007
Nisan ayı enflasyonu da şaşırttı. Geçen yıl bu zamanlar da aynı şekilde şaşırmıştık. Enflasyonda aşağı yönde bir kırılma bekleniyor. Ama, kırılma bir türlü gerçekleşmiyor. Yılın ilk çeyreğinden sonra yıllık bazda enflasyonun düşeceği söyleniyordu. Gerçekten de öyle oldu. Yıllık bazda enflasyon nisan ayında yüzde 10.86’dan yüzde 10.72’ye düştü. Ama, düşüş beklenenden çok daha az oldu. Bu oran mayıs ayında da büyük bir olasılıkla biraz daha düşecek. Ama, yıllık bazda enflasyonun mayıs ayında yüzde 10’un altına gelme olasılığı oldukça azaldı.
GÖRÜNTÜ
Enflasyon olgusunu mevsimlik hareketlerle açıklamak giderek zorlaşıyor. Son yılların en yüksek enflasyon oranıyla karşı karşıyayız. Buna karşılık, yakın tarihimizin en düşük enflasyonunu hedeflemiş bulunuyoruz. Tabloda bu durum açıkça görünüyor.
Aylık alarak son beş yılın nisan ayında en yüksek enflasyon geçen yıl yüzde 1.34 ile gerçekleşti. Bu yıl yüzde 1.21 oldu. Daha önce nisan ayı enflasyonları yüzde 1’in altında kalmışlardı.
Son dört yılda, yılın ilk dört ayında en yüksek enflasyon yüzde 3.60 ile bu yıl gerçekleşti. Geçmişte bu rakam yüzde 3’ün altındaydı. Hatta, 2005 yılında yüzde 1.55 olmuştu. Nisan ayları itibariyle, son on iki ayın en yüksek enflasyonu da yine bu yıl gerçekleşti.
Kısacası, enflasyonda, hedefin en düşük, gerçekleşmelerin ise en yüksek olduğu bir yılı yaşıyoruz. Dolayısıyla, enflasyon konusu tedirginlik yaratıyor.
Sorun nedir?
Yıllık bazda yüzde 10 civarında enflasyonda bir katılık var diyerek sorun yokmuş gibi düşünemeyiz. Katılık varsa, katılıkları nasıl aşabileceğimizi düşünmeliyiz. Enflasyonun yüzde 80’lerden yüzde 10’lara hangi etkenler yoluyla indiğini iyi irdelemeliyiz. Bugün nerelerde sorunlar olabileceğini iyi analiz edebilmeliyiz.
SORULAR
Hedefi küçük tutarak enflasyonun inmesini sağlayamayız. Aksine, hedefi küçük tutup açık farkla ıskalayarak para politikasının itibarını yerle bir edip enflasyonu indirebilme şansımızı büsbütün yok edebiliriz. Bazı olasılıkları değerlendirmeliyiz. Örneğin;
Geçmişte enflasyon inerken kamu finansman dengesindeki iyileşmenin rolü neydi? Bu etki çok azalınca ya da ortadan kalkınca, para politikası enflasyonun aşağıya çekilmesinde etkinlik kazandı mı? Kazandıysa, ne derecede?
Para talebindeki artış beklenen ölçüde mi yoksa beklenenden fazla mı hız kesti?
Kurlardan enflasyona geçiş farklılaştı mı? Kur yükselmelerinin enflasyona yaptığı olumsuz etkiyi yaşadık. Acaba, kur düşüklerinin enflasyona olan olumlu etkisi azalma eğiliminde mi?
Para politikası enflasyondaki katılığı kırabilmekte etkili olabilir mi? Olacağı düşünülüyorsa (ki inşallah öyledir), para politikası enflasyondaki katılıkları kırabilecek sıkılıkta mıdır?
Kısa vadeli faizler iç talep üzerinde ne denli etkili? Kısa vadeli faizlerin düzeyi mi yoksa değişmelerinin yarattığı "şok etkisi" mi iç talep ürerine daha etkilidir?
Bu soruların yanıtları o denli kolay verilebilecek cinsten değildir. Ama, yanıt aranmalıdır. Aksi taktirde, enflasyon hedeflemesi politikası Merkez Bankası’nın itibarını kemirmeye devam edecektir. Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2007
1 Mayıs günü İstanbul’a ve İstanbul’da yaşayanlara affedilemeyecek bir facia yaşatıldı. Bir grup insan ellerinde güller Taksim Meydanı’na giremesin diye tüm İstanbul’a kilit vuruldu. Bu işkenceye hiçbirimiz layık değildik.
Boğaz köprülerine araçların tek şerit halinde girmelerine izin verildi. Tek şerit halinde giden araçlara güvenlik güçleri fazla anlamlı olmayan gözlerle baktılar. Taksim Meydanı’na gidip gitmeyeceklerini tahmin etmeye çalıştılar. Ben durdurulan bir araç görmedim. Amacın ne olduğunu da anlayamadım.
Köprü girişinde araç trafiğinin dört şeritten tek şeride inmesi tüm İstanbul’u kilometrelerce tıkadı. Sabah saatlerinde köprü trafiği zaten yoğundur. Araçlar 10 km. hızı zaten aşamazlar. Ama, trafik yavaş da olsa yürür. Böyle bir trafikte güvenlik güçlerinin istediği aracı kenara çekebilecek zamanı ve olanağı vardır. Bunun yerine, tüm İstanbul’u durdurmak çözüm olarak görülmüştür.
İKİYE BÖLÜNDÜK
İstanbul’un iki yakası arasındaki deniz ulaşımı durduruldu. İstanbul 1 Mayıs günü ikiye bölünmek istendi. Çok başarılı olundu. Yoğun trafikte dahi yarım saatte gidilebilen bir yere iki buçuk saatte gidilebildi. Boğaz Köprüleri’ni kullanmak zorunda olan öğrenciler okullarına öğle saatlerine doğru ulaşabildiler. Çalışanların işe geç gelmeleri olağan karşılandı.
Yaratılan hava kirliliğinin, neden olunan gereksiz yakıt tüketiminin, kaybedilen çalışma saatlerinin ve alınan risklerin iktisadi ve insani boyutlarını vurgulamaya gerek yok. Vurgulanması gereken İstanbul’un idarecilerinin halkına yaptığı saygısızlıktır.
1 Mayıs dolayısıyla İstanbul belki çok büyük bir tehdit altındaydı. Bunu bizler bilemeyiz. Gerçek durum buysa, okullar bir gün için tatil edilebilirdi. Hatta, tüm işyerlerinin 1 Mayıs günü açılmaması tavsiye edilebilirdi. Bütün bunlar önceden planlanıp kamuoyuna günler önce duyurulabilirdi.
Taksim ve Şişli civarında on tane okulu tatil etmek İstanbul’u rahatlatmaz. İstanbul’da sabah trafiğine aşina olanlar öğrenci taşıyan araçların yoğunluğunu bilirler. Pendik’ten, Gebze’den Kemerburgaz’da, İstinye’de okula gidenler vardır. İstanbul’u yönetenler İstanbul’da hiç mi sabah trafiği görmediler?
İstanbul’a kilit vurmayı düşünüyorlar da, sonuçlarını düşünemiyorlar mı? Bir kilometrelik yolu yarım saatte gidebilen araçlarda birileri hastalansa, fenalık geçirse, kalp krizi geçirse, kim, nasıl müdahale edecek? Evinde hastaneye yetişmek için ambulans bekleyen hastanın ne yapması beklendi? "Burası İstanbul, her şey olabilir" mi diyeceğiz?
1 Mayıs günü uçakla seyahat edenlerin bir bölümü bulunmaları gereken yerlere ya ulaşamadılar ya da çok geç ulaştılar. Neden olunan iktisadi zararları kim ödeyecek? İstanbul’a kilit vurmanın sonuçları hiç düşünüldü mü?
BAŞARI ÖLÇÜTÜ
1 Mayıs günü İstanbul’da saygısızlık, öngörüsüzlük ve despotluk sergilendi. On küsur milyon kişinin yaşadığı bir şehir felç edildi. İnsanlarına işkence çektirildi. Tüm kentin mal ve can varlığı çok büyük bir tehdit altına sokuldu. Yöneticilerimiz mutluydu. Gözaltına aldıkları insan sayısıyla başarılarını ölçme telaşındaydılar.
Merak etmesinler, çok başarılıydılar. 1 Mayıs günü milyonlarca insanı saatlerce gözaltında tuttular.
Yöneticilerimiz, devletin halkına saygı duymayıp halkın devletine saygı duyması beklenen Türkiye’de, gerçek demokrasinin yeşermesi ve yerleşmesi konusunda daha yolun ne denli başında olduğumuzu İstanbul’da oturan insanların gözlerine soktular.
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2007
SEÇİM havasına girdik. Cumhurbaşkanı seçim sürecinde yaşananlar finans piyasalarında oynaklıklara neden oldu. Bundan sonraki siyasi gelişmeleri de doğal olarak finans piyasaları dikkatle izleyecektir. Seçimler ne zaman yapılırsa yapılsın, seçim süreci, seçime girecek partiler arasında sert geçecek gibi görünmektedir. Seçim propagandaları sırasında yaşanabilecek sertlikler finans piyasalarının farklı eğilimlere karşı olası tepkilerini de sertleştirebilecektir.
FIRSAT KAÇMAZ
Özellikle küçük yatırımcılar çok dikkatli olmak zorundadırlar. Finans piyasalarının geçici tepkileri ile ekonomik dengelerdeki genel eğilimler birbirine karıştırılmamalıdır. Seçim dönemi ne denli sert geçerse geçsin, finans piyasalarındaki oynaklıkların ekonomideki genel eğilimleri değiştirebileceğini düşünmek, en azından bu aşamada zordur. Tepkiler geçici olacaktır.
Döviz kurlarının belli bir habere ya da beklentiye göre üç-beş kuruş çıkması "kurlar fırladı, bir şeyler yapmak gerekir" diye bir düşünceye yol açmamalıdır. Aynı şekilde, Borsa’nın üç-beş bin puan artması "fırsatın kaçırması" olarak görülmemelidir. Önümüzdeki dönemde tüm finans piyasalarında bazen derecesi artan oynaklıklar görmemiz olağan karşılanmalıdır. Kaçan fırsatlar, hem de birden fazla kez, yeniden önümüze gelebilecektir. Ama, panikle alınan kararalar nedeniyle zarara uğramak çok daha kalıcı olabilecektir.
Pazartesi ve salı günleri döviz kurlarının yükselmiş olması kurlardaki genel eğilimin değiştiği anlamına gelmedi. Aynı şekilde, çarşamba günü ve dün döviz kurlarının düşmesiyle de her şey eskiye döndü anlamı çıkarılmamalıdır. Bu film önümüzdeki dönemde oldukça sık görülmeye devam edecektir. Hazırlıklı olmalıyız. Panik yapmamalıyız.
Bu dönemde Merkez Bankası’nın çeşitli piyasalardaki tutumu da önemli olacaktır. Geçici oynaklıkların kalıcı eğilim değişikliği izlenimini yaratmaması için finans piyasalarındaki oynaklıkların belli sınırlar içinde oluşması önemlidir. Bu konuya Merkez Bankası’nın da hassasiyetle yaklaşacağı konusunda işaretler vardır.
Özellikle, döviz piyasasındaki aşırı oynaklıklara ve kurların büyük oranda artmalarına seyirci kalan bir merkez bankasının "enflasyon hedeflemesi yapıyorum" demesi de olanaksız hale gelecektir. Bu dönem, Merkez Bankası’nın "ağabey" rolü oynaması gereken bir dönem olmaya adaydır. Ağabeylik mutlaka piyasalara müdahale olarak algılanmamalıdır.
Beklentilerin idaresinin öneminin arttığı bir döneme giriyoruz.
HIZ KESMEK
Ekonomide fiyat oynaklıkların arttığı dönemlerde ileriye dönük alınacak iktisadi kararların içerdiği riskleri ölçmek zorlaşır. Kabul edilebilir risklerin ölçülmesinde güven aralığı açılır. Bir başka deyişle, doğru karar verilip verilmediği konusunda şüpheler artar. Bu da çok doğaldır.
Piyasalarda yaşanabilecek oynaklıklar yolda arabayla giderken içine girilen sis bulutu gibidir. Önünüzü görmeyi zorlaştırır. Yolun düzgün bir biçimde devam ettiğini bilirsiniz, ama yolu göremezsiniz. Dolayısıyla, herhangi bir sürprizle karşılaşmamak için önlemler alırsınız. En önemlisi, hızınızı kesersiniz. Ekonomide de durum bundan farklı değildir. Hız belli ölçüde kesilecektir.
Bazı yatırımlar ertelenebilecektir. "Bekleyelim, görelim" anlayışı ekonomik birimlerde hakim olacaktır. Bütün bunlar doğal karşılanmalıdır.
Yazının Devamını Oku 3 Mayıs 2007
Yılın ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, ihracat yüzde 24.2, ithalat yüzde 17.7 arttı. Dış ticaret açığı 11.7 milyar dolara yaklaştı. Yıllık bazda ihracat 91 milyar dolara, ithalat 143.5 milyar dolara ulaştı. Son on iki ayda dış ticaret açığı 52.5 milyar dolar oldu. Geçen yıl sonuna göre, 700 milyon dolar kadar artmış görünüyor.
Dış ticaret açığının artış hızında belli bir gerileme gözleniyor. 2004 yılı sonlarına doğru yıllık bazda yüzde 60’lara varan artış gösteren dış ticaret açığı hız kesti. Geçen yılın ilk yarısında yeniden hızlanma eğilimi gösterirken,
geçen yıl ortasında piyasalarda yaşanan çalkantılarla dış ticaret açığındaki artışın yavaşlaması devam etti.
Mart sonu itibariyle dış ticaret açığındaki yıllık artış yüzde 14.8 oldu.
Son dört yılın en düşük dış ticaret açığı büyümesi gözlendi.
YATIRIM VE TÜKETİM DURGUN
Dış ticaret açığındaki büyümenin yavaşlaması büyük ölçüde ihracat artışından kaynaklanıyor. İthalat artıyor. Özellikle ara malları ithalatı geçen yıldan daha hızlı artıyor. Geçen yılın tümünde ara malları ithalatındaki artış yüzde 20 olmuştu. Yılın ilk üç ayında ara malları ithalatındaki artış, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25’e yaklaştı.
Ham petrol hariç ara malları ithalatı neredeyse yıllık bazda toplam ihracatımıza eşit hale geldi. Buna karşılık yatırım malları ithalatındaki büyüme neredeyse durdu. Geçen yılın tümünde yüzde 14’e yakın artan yatırım malı ithalatı bu yılın ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yalnızca yüzde 2.2 arttı.
Bu veriler Türkiye’de yatırım artışının çok yavaşladığını, buna karşılık, üretim artışının devam ettiğini gösteriyor.
Tüketim malları ithalatındaki artış da durdu. Geçen yılın tümünde, yıl içinde giderek yavaşlayan bir eğilim içinde, tüketim malları ithalatı yüzde 14.6 artmıştı. Bu yılın ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, tüketim malları ithalatı yüzde 1.4 düştü. Bu veriler iç talepte bir durgunluğa işaret ediyor olabilir. En azından,
ithal tüketim mallarına yönelik iç talepte de bir düşme söz konusu. KATMA DEĞER DÜŞÜYOR
Yurt içindeki üretimin, ihraç malları da dahil olmak üzere,
ithal girdi kullanma eğilimindeki artış devam ediyor. Grafikte tarım dışı ihracat rakamları ile ham petrol dışı ara malları ithalatı gösterilmektedir. 2004 yılı ikinci yarısında kadar oldukça paralel giden bu iki büyüklük 2005 yılının başından itibaren hızla farklılaşmıştır.
Ham petrol dışı ara malları ithalatı tarım dışı ihracattan çok daha hızlı artma eğilimi içindedir. Yurt içindeki üretimde katma değerin düştüğü izlenimi güçlenmektedir.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2007
ULUSAL düzeyde uygulanan para politikasının en büyük düşmanı para ikamesidir. Para ikamesi, ulusal paranın yanında, ekonomik birimlerin başka ülkelerin paralarını da tutması ve kullanması olarak tanımlanır. Doğal olarak, merkez bankalarının gücü kendi bastığı paranın üzerinedir. Piyasadaki para talebine göre, merkez bankaları kendi bastıkları paranın arzını ayarlayarak fiyat istikrarını oluşturmaya ve kollamaya çalışırlar.
Para ikamesi olduğunda, ekonomik birimler, başka ülkelerin paralarını kullanarak, talep edildiği kadar elde edilebilen bir parayı kullanarak, bir anlamda, merkez bankalarının otoritesinin arkasından dolaşmaktadırlar. Bu şekilde, ekonomideki "para arzı" ve "para talebi" kavramları o denli net olmaktan çıkmaktadır.
TUTUCULUK
Geçen yılın ortasına kadar, para talebinin artmakta olduğunu gözleyen Merkez Bankası para arzının aynı paralelde artışından rahatsız olmadı. Döviz alımları yoluyla kendi bilançosu yıllık bazda yüzde 40’ın üzerinde büyüdüğü halde, enflasyon şaşırtıcı derecede yüksek bir düzeyde değildi.
Nisan ayında enflasyon sürpriz yaptı. Ardından, uluslararası piyasalar karıştı. Türkiye’den yabancı sermaye belli bir oranda çıktı.
Para talebi düştü. Para arzı olduğu yerde kaldı. Daha doğru bir deyimle, para talebi Türk Lirası’ndan çıktı, dövize kaydı.
Bu gelişmeler üzerine, Merkez Bankası para arzı büyümesini kısmak zorunda kaldı. Para arzı büyümesi düşürülerek hem para talebindeki düşüşe paralel bir arz kısıntına gitmek hedeflendi hem de dövize kayan talep azaltılmaya çalışıldı.
Son aylarda Türk Lirası’na yönelik para talebinin yeniden arttığına yönelik işaretler vardı. Dolar kuru yeniden 1.30’lar düzeyine gerilemişti. Merkez Bankası’nın para arzını yeniden salmasının bir sakıncası olmayabileceği düşünülüyordu.
Çeşitli riskler sıralanarak Merkez Bankası büyük ölçüde bu yöndeki baskılara fazla aldırış etmedi. Etseydi, kısa vadeli faizleri düşürüp daha fazla döviz alımları yaparak döviz kurunun yeniden 1.30’lara gerilemesini önlemeye çalışırdı.
Tutuculuğun elbette bir fiyatı vardır. Ama, çoğu zaman risklere karşı bu fiyatı ödemek karlı bir yaklaşım olabilmektedir.
Bu arada, biraz şaka, biraz da ciddi şekilde, kurların daha da fazla düşmemesi konusunda ekonomik birimlerin dövize kayması Merkez Bankası’nın işine dahi geldiği iddia edilebilir. Yani, geçen yıl ortasında yaşananların hafızalarda göreli olarak yeni olması nedeniyle Türk Lirası’na yönelik para talebi bu dönemde o denli de artmadı.
SİYASET VE PARA
Geçen yılın ortasından bu yana döviz mevduatları arttı. Artışın bir bölümü doğrudan yabancı sermayenin geldiği bir takım şirketlerin eski sahiplerinin elde ettiği dövizlerin mevduat olarak tutulmasından kaynaklandı.
Ama, artışın önemli bir bölümü ekonomik birimlerin likit varlıklarının bir bölümünü dövizde tutma eğiliminden kaynaklandı. Bir anlamda, ekonomik birimler dövize talep yaratarak kurların daha fazla düşmelerini önlemiş oldular.
Hafta sonunda siyasi gerginliğin artmasıyla döviz kuru yeniden fırladı. Türk Lirası’na olan talep belli ölçüde azaldı. Bu kez, Merkez Bankası, geçen yılın ortasında olduğu gibi, o denli ters köşeye yatmadı. Ama, gelişmelere bakarak Merkez Bankası’nın sıkı para politikası uygulayıp uygulamadığı da önemli bir bilinmeyen olarak karşımızda. Çünkü, para politikasının sıkı olup olmadığı para talebinin nerede olduğuna bağlı.
Yazının Devamını Oku