Ercan Kumcu

Cari açık yine gündemde

16 Ağustos 2007
ULUSLARARASI piyasalar karışınca Türkiye ekonomisinin kırılganlığının devam ettiği konulmaya başlanıyor. Geçen haftadan beri cari işlemler açığının büyüklüğü yeniden gündeme geldi. Halbuki yayınlanan verilere bakılırsa, ekonomi yıllık bazda yüzde 6 civarında büyüdüğü halde, cari işlemler açığındaki artış büyük ölçüde durmuş gibi görünüyor. Bu eğilimin devam edip etmeyeceği elbette bir soru işareti. Bir diğer konu ise cari işlemler açığının geldiği boyutun göreli olarak oldukça yüksek olduğudur. Ama, cari işlemler açığı iki yıl önce de çok yüksekti.

Uluslararası sermaye, piyasalar bozulduğunda, alacağı yeni pozisyonlar için bahane gösterme ihtiyacı içinde olduğunu kabul etmek zorundayız. Türkiye ekonomisi özelinde bahaneler bulmak çok zor olmuyor.

Makro ekonomik politikaların risk odaklı olmaları gerektiği de bu nedenle önemli olmaktadır. Uluslararası sermaye gelişmekte olan ülkelerden çıkmaya karar verdiğinde çıkacaktır. Önemli olan çıkacak sermayeyi asgaride tutabilecek bir görünüm içinde olmaktır. Masanın üzerindeki örtü tamamen çekildiğinde, masa üzerindeki her şeyin düşeceği bilinmektedir. Önemli olan, en son düşebilecek yerde durmaktır. Bu şekilde, sıra gelene kadar zaman kazanıp masa örtüsünün çekilmesinin durabileceği beklenebilir.

Bu açıdan bakıldığında, birçok uluslararası yatırımcı açısından Türkiye ekonomisi masanın başlarındaymış gibi bir görünüm vermektedir. Yani, örtü çekildiğinde, Türkiye ekonomisi ilk düşecekler arasındadır. En azından, bazı yabancı çevreler durumu böyle görmektedirler. İstikrar içinde sürdürülebilir ekonomik büyüme için bu görünümün değişmesi şarttır.

VERİLERİN SÖYLEDİĞİ

Veriler daha yakından incelendiğinde, aslında cari işlemler açığındaki artış çok büyük ölçüde hız kesmiş görünmektedir. Grafik bu olguyu açıkça göstermektedir. Bu yılın haziran ayı itibariyle son on iki aylık cari işlemler açığındaki artış geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11.3 olmuştur. Halbuki, aynı bazda cari işlemler açığındaki artış 2004 yılının başında yüzde 400, 2005 yılının başında yüzde 85 idi.

Cari işlemler açığındaki büyümenin büyük ölçüde yavaşlamasının arkasında elbette dış ticaret açığındaki artışın durulması var. Dış ticaret açığı (fob bazında) 12 aylık bazda geçen aralık ayında bir önceki yıla göre yüzde 22 gibi artarken, bu yılın haziran ayında aynı bazdaki artış yüzde 3.4 oldu.

Yıllık bazda 2004 yılında 2004 yılının ilk yarısında ekonomik büyüme yüzde 10 civarındayken, 2005 ve 2006 yıllarında yüzde 6-8 arasında salındı. 2006 yılının son çeyreği ile bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 6 oldu. Kısacası, bu verilere bakarak ekonomik büyüme devam ettiği halde, cari işlemler açığındaki büyüme göreli olarak çok yavaşladı denebilir. Bir anlamda, artık ekonomik büyüme eskisi kadar ek cari işlemler açığı yaratmıyormuş (ek ithalat talebi yaratmıyormuş) gibi bir sonuç çıkarılabilir.

Mutlak olarak cari işlemler açığı büyük de olsa, ekonomik veriler gerçeği yansıtıyorlarsa, son dönemde görülen eğilimin devam etmesi durumunda, cari işlemler açığının milli gelire oranı giderek düşme eğilimine girebilecektir. Kamu sektörünün iç borçlarında olduğu gibi, dış açıkları da büyüyerek çözüyormuş gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bütün bunların doğru olup olmadığını göreceğiz!
Yazının Devamını Oku

Küresel ücret farklılıkları

15 Ağustos 2007
ÇİN’in dünyanın üretici konumuna geçmesinin ardındaki etkenlerden biri Çin’deki emek maliyetinin düşüklüğüdür. Üretim Çin’de yapılıyor. Ama, ihracata yönelik üretimi gerçekleştiren sermayenin çok büyük bir bölümü Çin’in dışındaki (Batı) ülkelerden geliyor.

Mal hareketi serbest olunca, sermaye göreli olarak ucuz olan emeğin olduğu yere gidiyor. Çünkü, sermaye, emekten çok daha hızlı hareket edebiliyor. Durumun böyle olması ülkeler arasındaki emek maliyetlerindeki farkların uzun dönemde kalıcı olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, uzun dönemde emek maliyetleri de birbirine yaklaşacaktır.

UYUM SANCILARI

Emek maliyetlerinde ülkeler arası eşitlemeye yönelik dinamikler iki yönde çalışacaktır. Göreli olarak, Çin’de emek maliyeti artacak, Batı’da emek maliyeti göreli olarak düşecektir. Ücretlerin mutlak anlamda düşmesinin önünde çeşitli engeller olduğundan, uyum Batı açısından çok kolay olmayacaktır. Daha gerçekçi uyum Çin’de emek maliyetinin Batı’dan çok daha hızlı artması yönünde olacaktır.

Böyle bir gelişmeyi şimdiden gözlüyoruz. Batı’da ücretler artmıyor ya da çok yavaş artıyor. Ama, son yıllarda Çin’de ücretler hızla artmaya başladı. Batı, ücretlerde ve emek piyasasındaki katılıkların faturasını daha yüksek işsizlik olarak ödüyor. İşsizliğin göreli olarak düşük olduğu ülkelerde ise bir şekilde ücretler ya artmıyor ya da masa altından düşme eğilimine giriyor.

Örneğin, Almanya’da kiralık işçi istihdamı söz konusu olmaya başladı. Bizdeki "mevsimlik işçi" uygulaması gibi, Almanya’da da şirketler işçi kiralıyorlar, çalışanların bazılarını kendi bordrolarına almıyorlar. Bu işçiler bazı sosyal haklardan yararlanamıyorlar. Ücretleri daha düşük. Bir çalışmaya göre, kiralık işçilerin maliyeti bordrodaki işçilerin yarısı kadar. Bu uygulama doğal olarak işçi sendikaların gücünü zayıflatıyor. İnsanlar, doğal olarak, işsiz kalmaktansa, daha düşük ücrete razı oluyorlar.

Tüm dünyada şirketlerin giderek birçok yan hizmetleri kendi alanlarında uzmanlaşmış başka şirketlerden satın almaları da buna benzer bir uygulama olmaktadır. Şirketlerin telefonla verdikleri "müşteri servisi" hizmetlerini Hindistan gibi ülkelerden gerçekleştirmeye çalışması da emek maliyetini düşürmeye yönelik stratejilerdir. Sonuçta, emek piyasası ne denli katı olursa olsun, serbest piyasa, küresel rekabet içinde emek maliyetlerini düşürmenin yollarını bulmaktadır. Bulmak zorundadır.

Bu çeşit bir zorunluluk küresel düzeyde işçi ücretleri üzerinde baskı kurmaktadır. Batı’nın bu alandaki seçimi uyumun sancılı mı yoksa daha az sancılı mı olacağını gösterecektir. Almanya’da uyuma yönelik gelişmeler diğer Avrupa ülkelerine göre daha hızlı olurken, başka Fransa olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri zorlanmaktadırlar.

TÜRKİYE

Türkiye ekonomisi de benzer bir baskı altındadır
. Bazı sektörlerin zorlanmalarının nedeni, aslında döviz kurlarının düşüklüğünden değil, emek maliyetlerindeki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Türk parasının değer kaybetmesiyle emek maliyetinin göreli olarak düşürülmesi istenmektedir.

Halbuki, sorunun kökeni döviz kurları değil, emek maliyetleri olmaktadır. Ama, emek maliyetlerinden (özellikle ücretlerden) açıkça şikayetçi olmak siyasi olarak sevimli olmadığından, döviz kurlarını öne çıkarmak daha kolay olmaktadır. Bu konularda sendikalar da dikkatli davranmak durumundadırlar.

Özellikle Amerika’nın Çin parasının değerlenmesi gerektiğine yönelik yaptığı baskı da göreli olarak Çin’deki ücretlerin artmasını hızlandırmak anlamına gelmektedir. Döviz kurları işin kolayıdır. Zor olan ücretlerin göreli eşitlenme yönündeki dinamiklerin çalışmasını sağlamaktır.
Yazının Devamını Oku

Kafamızın karışık olduğu konular

14 Ağustos 2007
FARKLIYMIŞ gibi algılanan iktisadi olaylarda, birbirlerinden kopukmuş gibi görünseler de, çoğunlukla birbirleri arasında neden-sonuç ilişkileri vardır. Çoğu zaman, bu olgu kafaları karıştırır. Gerçek dışı çözümlere ulaşılır. Beğenilen bir olay beğenilmeyen bir başka sonuç doğurabilir. Çözüm, beğenilenin devamı, beğenilmeyenin bir başka yolla yok edilmesi olarak görülür. Halbuki, çoğunlukla böyle bir çözüm yoktur. İktisatçılar buna "bedava yemek yok" derler. Her çözümün bir faturası vardır.

POLİTİKALAR

Tarımda
ürün çok olur. Fiyatlar düşmesin diye devlet taban fiyat koyup ürünün alıcısı konumuna geçer. Yüksek fiyatın korunabilmesi için devlet ithalatı bir biçimde önler. Çiftçi memnundur. Ama, faturayı yüksek fiyat yoluyla tüketici, devlet harcamalarını artmasıyla tüm ekonomi öder.

Tarımda ürün az olur. Fiyatlar fırlar. Bu kez, devlet ithalatı açarak fiyatların daha fazla yükselmesini engellemeye çalışır. Tüketici bir ölçüde korunurken, çiftçi zaten düşen ürününü daha da ucuza satmak durunda kalabilir.

Mal ve hizmetlerin fiyatları çok artmazken, hisse senetleri ve gayrimenkul fiyatları artar. Herkes alkış tutar. Borsa’nın daha fazla artması için gaz verilirken, gayrimenkul fiyatlarının artmasıyla böbürlenilir.

Gayrimenkul fiyatlarının artması kiraların artması anlamına gelir. Çünkü, "kira" denilen olgu gayrimenkul yatırımının getirisidir. Aynı faiz düzeyinde, değeri artan gayrimenkulun fiyatı da artacaktır. Öyle de olur. Bu kez, ev sahipleri "kan emici" olarak nitelendirilir. Halbuki, gözlenen çok basit bir iktisadi olgudur.

Çalışanların haklarını koruma adına işverenin çalışanları işten çıkarmaları yasal yollarla pahalılaştırılır ve zorlaştırılır. İşveren bu olguya aynı işi daha az çalışanla yapmaya çalışarak cevap verir.

Ürerim artsa dahi, iş verenler daha düşük istihdamla üretim yapmaya çalışır. Bunu kolaylaştırmak için iş gücünden tasarrufu sağlayan yatırımlara öncelik verir. İşsizlik artar. Her hangi bir nedenle işini kaybedenlerin bir başka iş bulmaları daha da zorlaşır. Çalışanları koruyalım derken, çalışanlara da, iş arayanlara da çok büyük haksızlıklar yapılmış olur.

DEĞİŞİM

Ekonomide doğru dürüst kayıt içindeki tek sektör olan finans kesiminde aracılık maliyetleri vergi gelirlerini azamiye çıkarmak için yüksek tutulur. Finans sistemi yasal yollarla kendini kayıt dışına atar. İşlemlerin önemli bir bölümünü yurt dışından yapmaya başlar. Yani, finans sistemi Türkiye’yi terk eder. Devlet bu yolla aslında vergi matrahı kaybeder. Ama, idarecilerimizi bu yıldırmaz.

"İstanbul’u dünyanın önemli finans merkezi yapacağız" diye yola çıkılır. Türk finans kurumlarının terk etmeye çalıştığı şehre yabancı finans kurumlarının gelip küresel düzeydeki işlemlerini yapacağı nasıl düşünülebilir ki?

Ama, şehri terk etmeye çalışan finans kurumlarımız dahi "İstanbul’u dünyanın sayılı finans merkezi yapma" projesine can-ı gönülden destek veririler. Merkez Bankası’nın İdare Merkezi’nin yetmiş beş yıl sonra Ankara’dan İstanbul’a taşınması bu projenin önemli bir başlangıcı sayılır!

Çoğu zaman kafalarımız karışık. Karışık olmadığında, karşımızdaki aptal zannetmek gibi çok kötü bir huyumuz var. Türkiye ekonomisi küresel ekonomiyle bütünleştikçe, bütün bunlar mecburen değişecektir.
Yazının Devamını Oku

Torba bulundu

13 Ağustos 2007
Geçen yılın aralık ayına yönelik ithalat rakamları ilk yayınlandığında çok şaşırtıcıydı. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre, 2006 yılı aralık ayında toplam ithalat 11.5 milyar dolardı. 2006 yılının tümünde dış ticaret açığı 51.9 milyar dolardı. Sanki dış ticaret açığı düşüyormuş gibi bir izlenim doğmuştu.

Kriz dönemleri hariç, ilk kez her hangi bir yılın aralık ayında ithalat diğer aylardan daha düşüktü. Düşük ithalatı haklı çıkaracak bir gelişme de gözlenmiyordu. Dolayısıyla, 2006 yılı sonu ithalatını açıklamak, bahaneler bulmak olanaksızdı. Galiba, TUİK’e giden gümrük giriş beyannamelerinin içinde bulunduğu torbalardan biri ya da birkaçı kaybolmuştu!

En azından, akla en uygun açıklama torbanın kaybolmuş olmasıydı.

YÜZDE 30’LUK HATA

Torba galiba bulundu
. Her ay, geçmiş aylardaki veriler TUİK tarafından güncelleştirilir. Son yıllarda bazen şaşırtıcı da olsa, güncelleştirmeler genellikle küçüktür. TUİK 2006 yılı aralık ayı ithalat rakamlarını da güncelleştiriyordu. İlk açıklandığında 11.5 milyar dolar olarak görülen 2006 yılı aralık ayı ithalat rakamı geçen ay 12.2 milyar dolara kadar gelmişti. 2007 yılı haziran ayı ithalat rakamlarının açıklandığında 2006 yılı aralık ayı ithalatı 13 milyar dolar olarak güncelleştirildi. Yani, ilk tahmine göre, 2006 yılı aralık ayı ithalatı yüzde 12.5 daha fazla olduğu ortaya çıktı. Geçen ayki güncellemeye göre de, ithalatın 800 milyon dolar daha fazla olduğu anlaşıldı.

Belli ki, büyükçe bir torba kaybolmuş.

Torba kaybolmasaydı, geçen yılın aralık ayında dış ticaret açığımızın 4.4 milyar dolar olduğunu bilecektir. Halbuki, ilk açıklanan rakam 3.1 milyar dolardı. Yani, dış ticaret açığı torbanın kaybolmasıyla yüzde 30 civarında düşmüş oldu. Bu fahiş bir hatadır.

O dönemde, ekonomik büyüme yavaşlıyor ve dış ticaret açığı düşme eğilimine girdi diye sevindik. Halbuki, sevinilecek bir şey yokmuş. Torba kaybolmuş. Eğer torba kaybolmasaydı, belki mali piyasalar karışacaktı. Torbanın kaybolması herkesi rahatlattı.

Veriler ilk açıklandığında, 2006 yılının tümünde dış ticaret açığının 51.9 milyar dolar olduğunu öğrenmiştik. Şimdi ortaya çıktı ki, meğerse geçen yılın tümünde dış ticaret açığımız 54 milyar dolar olmuş. Cari işlemler açığı da elbette aynı paralelde artacaktır.

GÜVENİLİRLİK

Veri toplamak, derlemek ve yayınlamak kolay bir iş değildir
. Kurumlar arası çok sıkı işbirliği gerektirir. Titizlik gerektirir. Sorumluluk gerektirir. Bu özellikler aşınmaya başladığında, yayınlanan verilere güven kaybolur. Verilerle oynandığı şüpheleri artmaya başlar. Verilerin kullanıcıları yeni arayışlara yönelirler.

TUİK son dönemlerde, belki kendi dışındaki etkenlerle, belki iyi niyetli yaklaşımlarla, yayınladığı verilerin sağlığı ve güvenilirliği konusunda çok ciddi tereddütler yaratmıştır. Yaratılan güven bunalımının aşılması gerekmektedir. Aksi taktirde, piyasaların sopası çok ağır olur. Yaratılabilecek kaosun altında yalnızca TUİK değil, tüm ekonomi ezilir.

Torbayı kaybeden TUİK olmayabilir. Ama, torbaların kaybolmamasına çalışmak TUİK’in de görevlerindendir. Çünkü, torbalar kayboldukça, TUİK itibar kaybetmektedir. Serbest piyasa ekonomisinin can damarı olan "ekonomik verilerin güvenilirliği" sorgulanmaya başlanmaktadır.

Bu çeşit güvensizlikler zaten enflasyonun düşüşünü rakamlarla oynamanın sonucu olduğunu düşünen ekonomik birimlerin beklentilerini daha da katılaştıracaktır. Merkez Bankası’nın para politikasının itibarını da zedeleyecektir. Buna izin verilmemesi için çok titiz davranılması gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku

Para denen şey neyin nesidir

12 Ağustos 2007
MAKRO ekonomik analizde ekonomik birimler dört ana grupta toplanır: Kamu kesimi, şirketler, hane halkları ve dış dünya. Bu karenin ortasında, ekonomik birimler arasındaki alış-verişi kolaylaştırmaya yönelik olarak para sağlama görevi gören finans kesimi vardır. Kamu kesimi kamusal hizmetler sunar. Hizmetlerinin bazıları ücretsizdir, bazıları karşılığında kamu ücret alır. Ücretsiz verdiği hizmetlerinin finansmanı için vergi toplar. Toplam gelirleri harcamalarını karşılamadığında, finans kesiminden, şirketlerden, hane halklarından ve dış dünyadan borçlanır. Hizmet üretimi için hane halklarından emek talep eder. Hane halklarının bireylerini istihdam eder.

Şirketler hane halklarından emek talep ederler. Ürettikleri malları hane halklarına, devlete ve dış dünyaya satarlar. Üretim ve yatırımlarının finansmanı için finans kesiminden borçlanırlar. Mali tasarruflarını finans kesimi yoluyla değerlendirirler. Kazançlarından vergi verirler.

Hane halkları normalde ekonominin en büyük ve en önemli kesimidir. Emeklerini şirketlere ve kamu kesimine satarlar. Gelirleri üzerinden vergi verirler. Şirketlerden, kamu kesiminden ve dış dünyadan mal ve hizmet talep ederler. Mali tasarruflarını finans kesiminde değerlendirirler. Finans kesiminden borçlanırlar.

Dış dünya şirketlerden mal ve hizmet talep ederler. Hane hakları ve şirketlere mal ve hizmet satarlar.

FİNANS KESİMİ

Para denen nesne, en geniş anlamda, kamu kesiminin, şirketlerin ve hane halklarının finans kesiminden alacaklarıdır
. Finans kesimi açısından ise, para, finans kesiminin yükümlülükleridir.

Bir mal ya da hizmet satın alınırken yapılan ödeme ya nakit olarak (Merkez Bankası banknotları) ya da finans kesiminde değerlendirilen mali tasarrufların bir bölümünün transferi yoluyla yapılır. Dolayısıyla, şirketlerin, hane halklarının ve kamu kesiminin elindeki para ya Merkez Bankası’nın ya da finans kesiminin bu ekonomik birimlere olan yükümlülüğüdür.

Bu anlatımdan para kavramı irdelenirken Merkez Bankası ile finans kesiminin beraber bir bütün olarak ele alındığı anlaşılmalıdır. Yani, finans kesimi, Merkez Bankası ile genelde bankaların konsolide edilmiş halidir. Eski alışkanlıklarla, Merkez Bankası’nın kamu kesimi ile konsolide edilmesine (beraber düşünülmesi) çok rastlanır. Ama, bu yanlıştır.

Merkez Bankası ile bankalar arasında yapılan para transferleri (ekonomik ilişkiler) para yaratmaz. Para, Merkez Bankası’nın ya da bankaların şirketler ve hane halkları ile olan ilişkilerinden doğar. Merkez Bankası bankalara borç verdiğinde, verilen borç Merkez Bankası’nın varlığı, bankaların yükümlülüğüdür. Konsolide edildiğinde, bu ikisi birbirlerini götürürler. Ama, bankalar Merkez Bankası’ndan aldıkları borcu devlete, hane halklarına ya da şirketlere borç verdiğinde, para yaratma mekanizması devreye girmiş olur.

PARA YARATMA

Teorik
gibi görünen para konusundaki bu açıklamalar aslında makro ekonomik analizin temel taşlarından biridir. Gerek enflasyon analizlerinde, gerekse para politikası ve faizler konusundaki irdelemelerde Merkez Bankası’nın kamu kesimi ile değil, bankalarla konsolide edilmesi doğru sonuçlar doğurur. Aksi taktirde, yıllarca yaptığımız gibi, emisyonu (Merkez Bankası’nın çıkardığı banknotlar) kontrol ederek fiyat istikrarını sağlayabileceğimizi düşünmeye başlarız.

Merkez Bankası’nın çıkarıp bankalara sattığı likidite senetlerinin bankaların müşterilerine de pazarlanabilmesi olgusunu bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku

Dış piyasalar olmasa

10 Ağustos 2007
KÜRESEL sermaye tedirgin. Yıllarca gelişmiş ülkelerin piyasalarına yatırım yapan uluslararası sermaye düşük getirilerden bıktı. Gelişmekte olan ülkelere yöneldi. Şimdi, "yüksek getiri, yüksek risk" oyunu oynanıyor. Ama, bu oyunda risksiz ülke ya da piyasa yok. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerin piyasalarını, gelişmiş ülkeler de gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını etkileyebiliyor.

Bu çeşit sermayenin kılavuzu uluslararası alanda istikrarlı bir piyasa, ulusal düzeyde doğru makro ekonomik politikaların yön verdiği fiyat istikrarı içinde yüksek ekonomik büyümeydi. Türkiye 2002 yılından itibaren hem ulusal hem de uluslararası düzeyde böyle bir ortamdan yararlandı.

BELİRSİZLİK DÖNEMİ

Gelinen noktada, Türkiye uluslararası sermaye için hala çok çekici bir ülke. Ekonomik büyüme tam gaz gidiyor. Fiyat istikrarı kalıcı olarak tesis edilememiş de olsa, enflasyonla mücadele edildiği biliniyor. Siyasi istikrar söz konusu. AB üyeliği şimdilik uzak bir hedef, ama süreç devam ediyor. Cumhurbaşkanı seçimini de kazasız belasız atlattığımız taktirde, bütün bunlar yabancı sermaye açısından Türkiye’yi çekici yapıyor. Yeter ki, uluslararası piyasalar karışmasın.

Dikkat edilirse, yabancı sermayenin ilgisi gündeme geldiğinde, cari işlemler açığı gibi Türkiye ekonomisine yönelik riskler fazla konuşulmuyor. Çünkü, diğer olumlu gelişmeler risklerin göz ardı edilmesini sağlıyor. Riskler elbette kaybolmuyor. Risklerin karar sürecinde önemleri azalıyor.

Genel seçimlerden sonra tek parti iktidarının çıkması yabancı sermaye açısından olumlu oldu. İktidarın yarım kalmış reformları tamamlayıp gündemdeki diğer reformları da ele alacağı beklentisi Türkiye ekonomisini yabancı yatırımcılar gözünde öne çıkardı. Dolayısıyla, uluslararası sermayenin ulusal düzeydeki kılavuzu "Türkiye’de yatırımlara devam" işareti veriyor.

Uluslararası sermayenin diğer kılavuzu dış piyasalar ise tarihinin en oynak dönemlerinden birini yaşıyorlar. Dışarıdaki oynaklıklar elbette Türkiye piyasalarını da olumsuz etkiliyor. Türkiye ekonomisine bakışta netliği bozuyor. Türkiye açısından, "dış piyasalar olmasa" denecek kadar belirsiz bir dönemden geçiliyor.

KÜRESEL KIRILGANLIK

Bu aşamada önemli olan, uluslararası yatırımcılar tarafından, dış piyasalardaki sorunların geçici olarak mı, yoksa sorunların daha da derinleşmesinin olasılığının yüksek olduğu şeklinde mi algılanacağı. Sorunlar geçici olarak algılanıyorsa, Türkiye açısından sorun yok. Özellikle doğrudan yabancı sermaye geçici oynaklıklarla ilgilenmez. Ama, uluslararası yatırımcılarda sorunların daha da derinleşmesi beklentisi hakimse, doğrudan yabancı yatırımlar ertelenebilir, finansal yatırımlar gerileyebilir.

Gelişmekte olan ülkelerin birinde bu süreçte yaşanabilecek ülkeye özel sorunlar Türkiye ekonomisini daha da zorlar. O taktirde, cari işlemler açığı risk olmaktan çıkıp tehdit olmaya başlar. Yabancı yatırımcıların ulusal düzeydeki kılavuzu da sapar. Ekonomik büyüme çok düşer, enflasyon yeniden başını kaldırır.

Kısacası, içinde yaşadığımız ortam, makro ekonomik verilere bakarak kendimizi sağlam olarak algılayabileceğimiz bir ortam değildir. Küresel kırılganlıklar bizim gibi ülkeleri daha da kırılgan hale getirmektedir. Dolayısıyla, bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımlarla tatmin olmuş görüntüsü vermek yerine, ileriye dönük olası riskleri hesaba katan bir çaba içinde olmamız gerekiyor. Şimdilik, dışarıdan gelen risk daha büyükmüş gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Amerika’da neler oluyor

9 Ağustos 2007
AMERİKAN ekonomisi 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren yüksek bir büyüme eğilimine girdi. Amerikan ekonomisinde fiyat istikrarı içinde gerçekleşen büyüme tüm dünyayı da taşıdı denebilir. Amerika dünya ekonomilerinin büyümesinin motoruydu. 2004 yılından bu yana Amerika’da enflasyonist baskılardan söz ediliyor. Fiyat istikrarını koruyabilmek için Amerikan Merkez Bankası (FED) kısa vadeli faizleri artırmaya başladı. Önceleri ekonomik büyüme faiz artırımlarına pek aldırış etmedi. Ama, son dönemde Amerikan ekonomisindeki büyüme geçmişe göre oldukça düştü.

KÜRESEL SORUMLULUK

Amerika’da FED’in belirlediği kısa vadeli faizler yüzde 1’den yüzde 5.25’e kadar geldi
. Uzun vadeli faizler yükseldi, ama kısa vadeli faizlerdeki yükselişe aynı paralelde cevap vermedi. Dolayısıyla, Amerikan ekonomisinde uzun vadeli faizler kısa vadeli faizlerin altında kaldı (ters vade eğrisi). Ekonomik büyümenin hemen etkilenmemesinin önemli bir nedeni buydu.

Kısa vadeli faizler yüzde 4’ün üzerine çıktığında önce beklentilerin kötüleşmesiyle sonra da kredi portföylerinin bozulmasıyla Amerika’da sorunlar yaşanmaya başlandı. Özellikle düşük kalitedeki konut kredileri piyasası karıştı. Amerikan piyasalarındaki sorunlar bu piyasalara yatırım yapmış diğer ülkelerdeki finans kurumlarını da doğrudan etkilemeye başladı. Dünya "hedge fonlar" sorunu ile tanıştı.

Bütün bu gelişmeler enflasyon baskılarından söz edip kısa vadeli faizleri artıran FED’in fazla ileri gidip gitmediğini gündeme getiriyor. Acaba FED faizleri gereğinden fazla mı artırdı?

Bu sorunun yanıtını vermek elbette kolay değil. Amerika’da enflasyon aslında makul düzeylerde seyrediyor. Tüketici fiyat endeksindeki artış yıllık bazda yüzde 2.7 civarında. Enerji ve gıda fiyatları hariç tüketici fiyatlarındaki artış (çekirdek enflasyon) ise aynı bazda yüzde 2.2 oldu. Zaten, FED’in kafasının arkasındaki hedef enflasyon da yüzde 2 civarında. O halde, FED’in faiz indirimi yüksek bir olasılık olarak düşünülebilir. Bu yönde FED’in üzerindeki baskılar artıyor.

Amerikan ekonomisini yakından izleyenlerin üzerinde birleştikleri önemli bir nokta konut kredileri piyasasında başlayan rahatsızlıkların ekonominin diğer alanlarına da sıçraması. Bu yolla, zaten yavaşlayan ekonomik büyümenin durması, hatta ekonominin ciddi bir durgunluğa girmesi olasılık olarak görülüyor. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi küresel ekonomik büyümenin motorunun durması anlamına geldiğinden, Amerikan ekonomisine yönelik risklerin aslında küresel olduğunu gösteriyor. Bu anlamda, FED’in üzerine yalnızca Amerikan ekonomisine yönelik değil, küresel bir sorumluluk düşmüş oluyor.

KÜRESEL OYNAKLIK

Beklentiler FED’in yıl sonuna kadar kısa vadeli faizleri yüzde 5’in altına çekeceği yönünde
. Faiz indirimlerinin ne zaman başlayabileceğini kestirmek ise olanaksız. Dün olmadı. Belki yarın, belki yarından da yakın olabilir.

Amerikan ekonomisini çok yakından ilgilendiren iki önemli parametre daha var. Birincisi, Amerikan dolarının değeri, ikincisi ise ham petrol fiyatları. Ham petrol fiyatlarındaki artış gecikmeli olarak enflasyon baskılarını artıran bir unsur. Amerika için doların değer kaybetmesi de enflasyonu körükleyebilecek bir gelişme. Dolayısıyla, düşen dolar, artan petrol fiyatları karşısında, FED, "enflasyon" ile "finans piyasalarında istikrar ve büyüme" arasında bir seçime zorlanıyor.

FED’in bu konuda alacağı tavır daha netleşene kadar küresel düzeyde finans piyasalarındaki oynaklıklar devam edecek gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Dünyada olup bitenler

8 Ağustos 2007
TÜRKİYE dışında uluslararası finans piyasalarında önemli gelişmeler oluyor. Kaçınılmaz olarak Türkiye piyasaları da bu gelişmelerden etkileniyor. Geçen hafta, piyasaların kapanmasına az bir süre kala New York Borsası çarşamba ve perşembe günleri coştu. Ardından, yine piyasaların kapanmasına az bir süre kala New York Borsası cuma günü allak bullak oldu. Amerika’da konut kredilerindeki batıklar giderek daha fazla görünür ve etkili hale geliyor.

Amerikan konut kredileri piyasasına yönelik sıkıntılar yalnızca Amerikan ekonomisi ile sınırlı değil. Avrupa ve Asya’daki bankalar da bu piyasada yatırım yapmış durumdalar. Dolayısıyla, Amerika’daki gelişmeler Avrupa ve Asya’daki finans kurumlarını da yakından ilgilendiriyor.

ALMANYA

Geçen hafta gidişatını güllük gülistanlık gösteren bir Alman bankası, IKB (Deutsche Industriebank), risklerini çok iyi idare ettiğini söylerken korkunç bir zarar açıkladı. Zararın önemli bir bölümünün Amerika’daki konut kredileri yatırımlarından kaynaklandığı söyleniyor. Banka dünyadaki faiz artırımlarına ayak uyduramamış görünüyor.

IKB’nin en önemli ortaklarından KfW ve diğer Alman bankaları kaynaklarını bir araya getirip 3.5 milyar Euro’luk bir kurtarma paketi hazırladılar. Aksi taktirde, Banka’nın batması söz konusuydu. IKB’nin su üzerine çıkan durumu doğal olarak "acaba başka hangi kurumlar sırada?" sorusunu sorduruyor.

Son yıllarda yaptığı çıkışla Almanya Avrupa Birliği’nin en hızlı büyüyen büyük ülkelerinden biri oldu. Euro’nun değer kazanmasına ve faizlerin artmasına rağmen, Almanya’nın ihracatı artıyor. İşsizlik Avrupa Birliği ortalamasının altına geldi.

Almanya emek piyasasındaki katılıkları aşmaya çalışıyor. Son dönemde, Alman çalışanlar aynı ücretle daha fazla çalışmaya razı oluyorlar. Aksi taktirde, işsiz kalacaklarının farkındalar. Çin tüm dünyadaki emek piyasalarını alt-üst ediyor, etmeye de devam edecek gibi görünüyor. İşçi sendikalarının bu konuda gösterdikleri esneklikle Almanya rekabetçi konumunu artırıyor. Ekonomisi büyüme eğilimini güçlendiriyor. Bu konuyu bir başka yazıda irdeleyeceğim.

FRANSA VE ÇİN

Fransa ise bocalıyor
. Birçok alanda çıkışlarıyla kendini dünya gündeminde tutmayı başaran Sarkozy Türkiye aleyhine yaptığı konuşmalarıyla yalnızca bizleri değil, başka alanlardaki çıkışlarıyla kendi ülkesindeki kurumları da kızdırıyor. İç sorunlarını Avrupa’nın sorunlarıymış gibi göstermeye çalışan Sarkozy Avrupa Merkez Bankası’nın istihdam ve büyümeye önem vermesini vurgularken, Fransa Merkez Bankası Sarkozy’ye sert bir yanıt verdi. Avrupa Merkez Bankası için fiyat istikrarının her şeyden önemli olması nedeniyle Euro gibi bir paranın varlığının sürdürülebilir olacağını vurguladı.

Çin yalnızca yatırım çeken bir ülke değil, küresel yatırımlar yapan bir ülke konumuna gelmeye başladı. Bu alanda henüz ciddi bir oyuncu değiller. Ama, bu yolda ilerliyorlar. Tasarruf fazlalarını yalnızca Batı ülkelerinin Hazine bonolarında değil, Bayı’da şirket alımları yoluyla da değerlendirme aşamasına geldiler. Küresel alış-verişe Çin’in de girmesiyle rekabet önümüzdeki yıllarda çok daha kızışacak gibi görünüyor.

Yarın Amerika ile devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku