Ercan Kumcu

Artık yerel kadar küresel para arzı da önemli

18 Temmuz 2007
KÜRESEL düzeyde döviz kurlarından memnuniyetsizliğin ardında para arzının küreselleşmesi olgusu var. Ulusal para politikaları giderek etkisizleşiyor gibi görünüyor.

Ulusal para politikalarının bir anlamdaki görünür aczi para otoritelerini de rahatsız ediyor. Daha da önemlisi, bu durum para politikasının oluşumu ve uygulanması konusunda hem siyasileri hem de ekonomik çevreleri başka arayışlara itiyor. Para politikasının becermesi beklenip de beceremediği işlerin başka yollarla, başka kurumlarca becerilebilmesinin önerileri ortaya atılıyor. Planları yapılıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Avrupa Merkez Bankası’nın kararlarında siyasi ağırlığın artması görüşünün arkasında biraz da bu arayışın etkisi var gibi görünüyor.

KÜRESEL PARA

Para otoritesinin para arzını sıkılaştırmaya çalışması artık eskiden olduğu kadar makro ekonomik dengeler üzerinde etkili olamayabiliyor
. Yurt içinde para arzı sıkılıyor, ama yurt dışından gelen para ile toplam para arzı aynı kalabiliyor. Hatta, para arzı artabiliyor. Uluslararası sermaye akımlarının artması ve derinleşmesi ulusal para arzının eski anlamının yitilmesine neden oluyor.

Japonya’da borçlanılan fonlar dünyanın başka ülkelerine bir başka para cinsinden akmaya başlıyor. "Carry trade" denilen bu finans akımı Japonya’daki para arzının başka ülkelerdeki para arzına dönüşmesine neden oluyor.

Sorun, bizim gibi para ikamesinin hatırı sayılır ölçülerde olduğu ekonomilerde, daha da önemli olabiliyor. Ekonominin zaten üçte birinden fazlası ulusal para cinsinden değil. Yalnızca yabancılar değil, yurtiçinde oturanlar da bir paradan diğerine geçiyorlar. Tasarruflarını farklı paralarda değerlendirebiliyorlar. Ulusal paradan çıkma arzusu arttığında, satıcılar yalnızca yabancılar değil, yurtiçinde oturanlar da olabiliyor.

Gelişmiş ülkelerde de durum sonuçları açısından çok farklı değil. Amerika’da para arzı sıkışlaştırılabilir. Ama, Avrupa’daki dolar arzı (eurodollar) Amerika’daki eğilimlerden çok farklı bir grafik çizebilir. Avrupa’daki dolarlar Amerika’ya gidebilir. Amerika’daki para otoritesinin böyle bir eğilim karşısında yapabileceği çok fazla bir şey yoktur.

Eskiden bir ülkedeki enflasyonun dış ticaret yoluyla diğer ülkelere sirayet edebileceğinin teorileri geliştirilirdi. "Enflasyon ithal etmek" ya da "enflasyon ihraç etmek" gibi kavramlar geliştirilirdi. Şimdi de aynı kavramlar geçerli. Ama, dış ticaretin yanında, ulusal para arzlarının küresel para arzlarına katkılarıyla da, enflasyon, ithal ya da ihraç edilebilir bir olgu haline geldi.

EKONOMİK KAYIP

Para politikasının özellikle fiyat istikrarı üzerindeki etkisinin zayıflıyor olması iyi bir haber değil
. Para politikasının fiyat istikrarı üzerine olan etkisinin aynı olduğunu varsayarak uygulamaya konabilecek para politikaları da iktisadi verim açısından iyi bir haber değil. Böyle bir durumda, fiyat istikrarı üzerindeki tehditler değişmeden, çok daha yüksek faizlerle yaşamak zorunda olunabiliyor. Ekonomide çarpıklıklara neden olunabiliyor. Ekonomik kayıplar oluşabiliyor.

Son yıllarda Avrupa ve Amerika’daki ekonomik görünüm bu yönde işaretler veriyor. Amerika’da faizler yüzde 1’den yüzde 5’in üzerine geldi. Avrupa’da kısa vadeli faizler yüzde 2’den yüzde 5’e yaklaştı. Ama, hala fiyat istikrarı üzerindeki tehditlerden söz ediliyor.

Şimdilik, kurlardaki memnuniyetsizlikle kendini gösteren sorunlar aslında para politikasının gücünü ve işlevini daha sık sorgulatmaya neden olabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Kurlardan memnuniyetsizlik

17 Temmuz 2007
DÖVİZ kurlarının geldiği düzeyden memnun olmayan tek ülke biz değiliz. Gelişmiş ülkelerin çoğu ve gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsi paralarının değerinden memnun değiller, belki, Çin hariç. Enflasyon arttıkça, onlarda memnun olmayacaklar. Fransa Euro’nun dolar karşısında çok değer kazanmasından şikayetçi. Bu şikayeti yeni Fransa Cumhurbaşkanı her fırsatta dile getiriyor. Çözümü ise her klasik siyasetçi gibi yanlış yerde arıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın bir şeyler yapmasını bekliyor. Bu amaca yönelik olarak da, Sarkozy her fırsatta Avrupa Merkez Bankası’nda siyasi ağırlığın artmasının gerektiğini iddia savunuyor. Şimdilik akıntıya kürek çekiyor.

TEHDİT ARTIYOR

Fransa
’nın Euro’nun değeri konusunda birbirinden bağımsız iki önemli sorunu var. Birincisi, Euro’nın "her vücuda göre tek ceket" olması nedeniyle Fransa’nun Euro içinde kendine özgü sorunları var. İkincisi, Euro’nun değer kazanması bu aşamada Fransa’nın işine gelmiyor. Birinci sorunu dile getirmektense, Sarkozy ikinci sorunu vurgulamayı tercih ediyor.

Buna karşılık, Avrupa Birliği’nin en büyük ekonomisi Almanya Euro’nun değerinden çok şikayetçi değil. Aksine, Almanya Sarkozy’nin Euro ve Avrupa Merkez Bankası konularındaki çıkışlarını göğüsleme durumunda olan tek ülke konumunda. Çeşitli yollarla bu görevi iyi yaptığı da söylenebilir.

Dalgalı kur rejimi içinde yaşıyoruz. Ama, dalgalı kuru rejiminin yarattığı kur düzeylerinden memnun değiliz. Memnuniyetsizlik giderek artıyor ve yayılıyor. Gerçekçi bir çözüm bulmak ise şimdilik olanaksız gibi görünüyor.

Uluslararası sermaye akımlarının serbest olduğu ortamlarda, özellikle son beş yıldır, döviz kurlarının ekonomik dengesizlikleri düzelten bir işlev görmeyebilecekleri neredeyse tescil edildi. O kadar ki, döviz kurları bir konu, temel ekonomik dengeler başka bir konu gibi görünmeye başlandı. Sorun da burada. Çözüm ise bir başka bir konu.

Kurların belirlenmesinin giderek temel makro ekonomik dengelerden kopması bir başka ekonomik dengesizliği içeriyor. Temel makro ekonomik dengelerin kalıcılığını tehdit eden bir unsur haline gelebiliyor.

DEBELENME DÖNEMİ

Uluslararası sermaye hareketlerini bir biçimde kısıtlamak ekonomik verimlilik açısından arzulanan bir çözüm değil
. İdari önlemlerle "şu tip sermaye hareketi serbest, ama bu tip sermaye hareketi belli kısıtlara tabidir" gibi yaklaşımların rant yaratmaktan başka işe yaramadıkları biliniyor. Kaldı ki, sermayeyi çeşitlendirmek, sermayeyi alan açısından bir anlam ifade etse de, sermayeyi gönderen açısından risklerin arttığına işarettir.

Dalgalı kur sisteminden uzaklaşmak ise gelinen noktada başka sorunlar yaratabilecek. Parasal otoritelerin belli bir kur düzeyini hedeflemeleri ya da kurlarda bir bant oluşturmaları, bu yönde piyasalara açık ya da üstü örtülü mesajlar vermeleri, spekülatif baskıları daha da artırabilecek. Dolayısıyla, politika yapıcıları bir anlamda köşeye sıkışmış durumdalar. Kısa dönemde çıkış yolu bulmak kolay değil.

Ülkeler debelenecek. Fransa gibi ülkeler Euro’dan çıkmak gibi bir delilik yapmaya yeltenmeyecek. Ama, Euro’nun altyapısını değiştirmeye çalışacaklar. Büyük bir olasılıkla da başarısız olacaklar. Ama, giderek kendilerine taraftar bulabilirler.

Gelişmekte olan ülkeler dalgalı kur sistemini bırakamayacaklar. Belki, bazıları, Tayland gibi, sermaye hareketlerine çeşitli sınırlamalar getirmeyi deneyecekler. Büyük bir olasılıkla onlar da başarısız olacaklar.
Yazının Devamını Oku

Para politikası ve riskler

16 Temmuz 2007
CUMA günü yazımda bardağın dolu tarafı anlatıldı. Para politikasının tepki vermesini gerektirecek bir ortam oluşmaya başladığı vurgulandı. Geçen yıl ortasındaki çalkantı öncesi bazı verilerle bugün karşılaştırıldı. Neredeyse, her şey eski düzeyine geldi. Ama, faizler nominal ve reel olarak (görünüşte) bugün daha yüksek. Döviz kurları çok düştü. O halde, Merkez Bankası kısa vadeli faizleri düşürmeli ve döviz kurlarının daha fazla düşmesine izin vermemeli denebilir.

Bir de bardağın boş kısmı var. Belki, bardak göründüğü kadar dolu değil, boş kısmı daha fazla.

KISA VADELİ FAİZLER

Geçen yılın sonunda, enflasyon hatırı sayılır bir biçimde hedeften şaştığı halde, bu yılın enflasyon hedefi geçen yılki hedeften düşük tutuldu. Bunun anlamı bu yıl ve gelecek yıllarda faizlerin yüksek kalması gerekeceği idi. Öyle de oluyor.

Merkez Bankası’nın bu aşamada kısa vadeli faizleri indirmesi bir kaç açıdan riskli görünüyor. Birincisi, siyasi risklerin henüz azalmamış olması. Bir hafta sonra seçimler olsa da, seçim sonuçlarının yaratacağı tablo ve bu tablonun Cumhurbaşkanı seçimine nasıl yansıyacağı henüz bilinmiyor.

İkinci risk enflasyondaki ana eğilimin değişip değişmediğidir. Biraz mevsimlik hareketlerle, biraz KDV indiriminin yardımıyla, biraz da göreli sıkı para politikasıyla yıllık enflasyon geçen yılın nisan ayı düzeyine düşmüştür. Ama, temel eğilimler konusunda daha güvenilir tahminler ancak eylül ayından sonra ortaya çıkabilecektir. Örneğin, seçimlerden sonra işbaşına gelecek hükümet geciktirilmiş kamu zamlarını devreye sokup enflasyonu da beklentileri de alt-üst edebilecektir. Kamu finansmanındaki göreli bozulmanın etkileri sonbahar aylarında daha iyi görülebilecektir.

Üçüncü risk güvenilirlik (reputation) riskidir. Merkez Bankası doğal olarak, geçen nisan ayında olduğu gibi, ters köşeye yatmaktan korkacaktır. Bugünkü üç-beş ekonomik veriye bakıp faizler konusunda acele edilmesi Merkez Bankası’nı 2-3 ay sonra zor durumda bırakabilecektir.

Dolayısıyla, en iyi şartlarda, kısa vadeli faiz indirimi, eylül ayı enflasyonu analiz edilip o dönemdeki makro ekonomik ve siyasi gidişatı gördükten sonra gerçekleşebilecek gibi görünmektedir.

KURLAR

Enflasyon hedefinin düzeyi ve bu hedeften uzaklık Merkez Bankası’nın döviz kurları konusunda net bir tutum almasını zorlaştıran bir etkendir
. Döviz kurlarının düşmemesine yönelik müdahaleler piyasada YTL’yi artıran bir operasyonlardır. Günlük döviz alım ihaleleriyle dahi Merkez Bankası bilançosunu dikkate değer bir biçimde artırmaktadır.

Döviz alımları yoluyla bastığı parayı Merkez Bankası’nın yeniden borçlanarak çekmeye çalışması orta vadede enflasyon üzerinde olumlu bir katkı yapma olasılığı azdır. Merkez Bankası döviz kurlarına müdahale edecekse, bilançosunu büyütmeden müdahale etmelidir. Bu da pek mümkün görünmemektedir.

Kısaca şu söylenebilir: Enflasyona odaklanmış bir para politikası bugünkü şartlarda piyasanın oluşturmaya çalıştığı döviz kuru ve faiz dengesini değiştirmeye yönelik olarak fazla etkili olamaz. Para politikasının bu dengenin değişmesi yönünde kullanılması enflasyon hedefini rafa kaldırmak anlamına gelir.
Yazının Devamını Oku

Siyaset ve toplum kesimleri

15 Temmuz 2007
SEÇİMLER yaklaşırken, toplum kesimlerinin hepsi doğal olarak farklı beklentiler içinde. Hiçbir kesim hayatından memnun değil. Bu da çok doğal. İktisadi hedefler daima birbirleriyle çelişkilidir. Hedeflerin tümüne ulaşıp herkesi memnun etmek mümkün değildir. Zaten, "iktisat" denen bir bilimin ortaya çıkması da bu gerçekten kaynaklanmıştır.

Bir ekonomide kaynaklar kısıtlı, ekonomik birimlerin kısıtlı kaynakları kullanarak tatmin etmek istedikleri arzular sonsuzdur. İktisat bilimi, kısıtlı kaynakların, tümünün karşılanması olanaksız olan talepleri karşılamaya yönelik olarak optimum dağılımını bulmaya çalışır. Uygulamacılara bu alanda yön gösterir.

TOPLUM KESİMLERİ

Geniş toplum kesim kesimlerinin genel arzularını sıralayalım:

Çalışanlar: Ücretleri düşüktür. Hayat pahalıdır. Tatilleri kısadır. Sosyal güvenlik şemsiyesinin ya içinde değillerdir ya da sosyal güvenlik sisteminin yeteri kadar yardım etmediğinden şikayetçilerdir. Haklıdırlar.

İşverenler: Vergiler yüksektir. İşçi çalıştırmak pahalıdır. Faizler çok yüksektir. Finansman darboğazı içindedirler. Ürettikleri mallara yeterli talep bulmakta zorlanmaktadırlar. Yurtdışından gelen rekabet ile başa çıkamamaktadırlar. Vergi kaçırmasalar, ayakta duracak halleri yoktur. Haklıdırlar.

Çiftçiler: Gübre, mazot pahalıdır ve pahalılaşmaya devam etmektedir. Ama ürünleri para etmemektedir. Genelde hayat pahalıdır. Kredi bulma olanakları kısıtlıdır. Çiftçilik artık tüm aileyi geçindirememektedir. Şehirde iş yoktur. Haklıdırlar.

Esnaf: Kredi bulmakta zorlanmaktadırlar. Piyasa durgundur. Daha doğrusu, piyasada para yoktur. Zaten, hayat pahalıdır. Bir de üzerine devlet vergi almaya çalışmaktadır. Yakında kepenk kapatacaklardır. Ekonomik büyüme falan yoktur. Haklıdırlar.

İhracatçı: Kurlar düşmekte ve ihracat yapmakta zorlanmaktadırlar. İşçi maliyeti artmakta, üretimde kullandıkları enerjiyi dünyanın iki katına almaktalar ve fiyatlarını artıramamaktadırlar. Bir de başlarına Çin’den gelen rekabet çıktı. Karın dokluğuna ihracat yapmaktadırlar. Herhalde, onlarda haklılar.

Memur: Geçinmekte zorlanmaktadırlar. Maaşları düşüktür. Hayat pahalıdır. Devlet altı ayda bir komik maaş zamları vermektedir. Haklıdırlar.

Emekli: Aldıkları emekli maaşı ile insanca yaşamaları mümkün değildir. Hayat her gün daha pahalı olmakta, ama onların maaşları komik miktarlarda artmaktadır. Bunca yıl devlete verdikleri primlerin karşılığını alamamaktadırlar. Haklıdırlar.

İşsizler: Aylardır, hatta yıllardır iş baktıkları halde, kendilerine uygun bir iş bulamamışlardır. Büyükleri, akrabaları olmasa sokakta kalacaklardı. Devlet iş bulmalarına yardımcı olmamaktadır. Ekonomik büyüme dedikleri şey palavradır. Haklıdırlar.

SİYASETÇİ TEPKİSİ

Seçim dönemlerinde siyasetçiler bu şikayetlere muhatap oluyorlar
. Tek tek dinlediklerinde, hepsini haklı görüyorlar. Doğal olarak her kesimin ağzına bir parmak bal çalmak durumunda kalıyorlar. Ama onlar da tahmin ediyorlar (bazıları biliyorlar da) ki, tüm bu kesimlerin arzularının tümünü yerine getirmeleri mümkün değil.

Mümkün olmayanı mümkün kılmak için siyasetçiler, seçim meydanlarında aldıkları gazla olmayan kaynağı, gerçekten kaynakmış gibi görmeye başlıyorlar. Birdenbire daha büyük bütçe açığını gerçek bir kaynakmış gibi düşünmeye başlıyorlar. Birazcık enflasyonun o denli sorun olmayacağına kendi kendilerine ikna oluyorlar. Asıl iktisadi sorun da burada başlıyor.
Yazının Devamını Oku

Para politikası üzerine baskılar

13 Temmuz 2007
NEDENLERİ ne olursa olsun, bazı makro ekonomik veriler para politikasının şekillenmesi üzerine belli baskılar yaratırlar. Merkez bankaları bu baskıları iyi değerlendirmek zorundadırlar. Gözlenen eğilimlerin kalıcı olup olmadıkları önemlidir. Kamuoyunun baskı yaratıyormuş gibi algıladığı eğilimlerin gerçekten de önemli olup olmadıkları da merkez bankaları açısından dikkatle değerlendirilir.

Türkiye’ye baktığımızda, para politikasına baskı yapıyormuş gibi görünen eğilimlerin olmadığını iddia edemeyiz. Önce geçen yılın ortasında para politikasının sert denebilecek bir dönüş yapmasının hemen öncesindeki verilerle bugünü karşılaştırmak gerekiyor. Geçen yılın mayıs ve haziran aylarında yaşanan piyasa çalkantılarına Merkez Bankası kısa vadeli faizleri artırıp döviz kurlarının artışını engelleme yönünde döviz piyasasına müdahalelerle cevap vermişti.

DÜN VE BUGÜN

Geçen yılın nisan ayı sonunda Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranı yüzde 13.25’e indirilmişti
. On iki aylık bazda, enflasyon yüzde 8.8’e gelmişti. İleriye dönük on iki aylık enflasyon beklentisi de yüzde 5 civarındaydı. Zaten, geçen yıl sonu enflasyon hedefi de yüzde 5’di. Geçen yılın nisan ayı ortalama döviz kuru sepet bazında (1 dolar ve 0.77 Euro’dan oluşan sepet) 2.585 civarındaydı. Hazine faizleri yüzde 13’e kadar inmişti.

Geçen ay itibariyle aynı değişkenlere baktığımızda gördüğümüz resim şöyle: Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranı yüzde 17.5 düzeyinde devam ediyor. On iki aylık bazda enflasyon yüzde 8.6 civarında geldi. İleriye dönük on iki aylık enflasyon beklentisi yüzde 7 civarında dolanmakta. Bu yılın enflasyon hedefi ise yüzde 4. Haziran ayı ortalama döviz kuru sepet bazında 2.674 civarında. Hazine faizleri yüzde 18 civarında dolaşıyor.

Durumu özetlersek, geçmiş on iki aylık enflasyon geçen yılın nisan ayına göre çok az düşmüş durumda. İleriye dönük yıllık enflasyon beklentisi geçen yılın nisan ayına göre yüzde 2 puan yukarıda. Nominal döviz kuru sepet bazında yüzde 3.4 artmış durumda. Ama, o tarihten bu yana yurt içindeki ortalama fiyatlar yüzde 11 arttı. Yani, yurt dışındaki enflasyon göz önüne alınmazsa, YTL, döviz sepetine karşı yüzde 7.3 kadar reel olarak değerlenmiş durumda. Bütün bunlara karşı, Merkez Bankası kısa vadeli faizleri eskiye göre yüzde 4.25 yukarıda. Hazine faizleri de aynı derecede daha yüksek.

Konuyu böyle koyduğunuzda, Merkez Bankası’nın artık dövize müdahale etmesi gerektiği ve kısa vadeli faizleri de indirmesinin şart olduğu gibi bir durum çıkıyor. Kaldı ki, bu ayın ilk on iki gününde ortalama nominal döviz kuru sepeti daha da düşerek 2.641 düzeyine geriledi. Belki, gerilemeye de devam edecek.

YARIN

Para politikası üzerindeki baskının bir değer boyutu iç talep baskısının belli bir ölçüde hafiflemiş olması ve ekonomik büyümenin ihracat ağırlıklı olmasıdır
. Zaten, ilgili çevreler bu yönde moral baskı yapmaya başladılar bile.

Ekonomik büyümenin devam etmesi için ihracat artışının ne denli önemli olduğu vurgulanmaya başlandı. Dolayısıyla, döviz kurlarından gelen olumsuzluklarla ihracat artışının yavaşlamasına neden olmak, döviz kazancı ve cari işlemler açığı gibi konuları bir tarafa bıraksak dahi, ekonomik büyümeyi kösteklemek olacağı söylevleri öne çıkmaya başladı.

Bu baskılar altında para politikası önümüzdeki dönemde nasıl şekillenebilir?

Pazartesi günü devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Risklerin göz ardı edildiği bir dönem

12 Temmuz 2007
PİYASALAR yatırımcıları için en güzel dönemlerinden birini yaşıyorlar. İnanılması zor gelişmeler yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Tüm dünyada benzer bir eğilim gözleniyor.

Avrupa Merkez Bankası enflasyon riskinden söz ediyor. Faizlerin artmaya devam edeceğinin işaretlerini veriyor. Buna karşılık, Avrupa borsaları rekorlar kırıyorlar.

Amerika’da seçim propagandaları kızışıyor. Irak sorunu Amerikalılar için hala nasıl çözümleneceği bilinmeyen bir yara. Ekonomik dengesizlikler büyüyor. Faizlerin inme beklentisi giderek kayboluyor. Orta-uzun vadeli faizler göreli olarak arttı. Ama, Amerika’da da borsalar rekorlar kırıyorlar.

Gelişmekte olan ülkeler de aynı. Gelişmekte olan ülkelerin paraları değer kazanmaya devam ediyor. Faizler düşüyor. Borsalar rekorlar kırıyorlar. Cari işlemler açığı en yüksek iki ülke, Türkiye ve Macaristan, gelişmekte olan ülkelerdeki piyasa çıkışlarına liderlik yapıyorlar.

BEKLE GÖRE

Küçük yatırımcılar için dikkat edilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz
. Son bir aydan bu yana mali piyasalarda yaşanan gelişmeler spekülatif güdülerin çok daha fazla egemen olduğu izlenimini veriyor. Eğer böyleyse, eğilimlerin kısa sürede ters dönme olasılığı da oldukça fazladır. Yükseldikçe, düşmenin verdiği acı artacaktır.

Türkiye’de seçim sonuçlarına yönelik bir kumar oynanmaktadır. Seçimlerden tek parti hükümetinin çıkacağı ve diğer siyasi sorunların eskiye göre daha uzlaşmacı bir yaklaşımla çözülebileceği beklentisi Türkiye piyasalarındaki spekülatörlerce satın alınmaktadır.

Beklentilerin satın alınmasıyla oluşan dengeler bozulmaya mahkumdurlar. Beklentiler doğru çıktığında, amaca ulaşıldığından, satış başlar. Kağıt üzerinde elde edilen karlar nakde dönüştürülür. Yeni bir beklenti oluşana kadar beklenir. Gelişmeler beklentilerin tersine gerçekleştiğinde, ters köşeye yatılmış demektir. Zararları asgaride tutmak için yine satışa geçilir. Kısacası, seçimlere kadar piyasalar yükselse de, seçimlerin hemen öncesinde ya da hemen sonrasında kar satışlarının yoğunlaşması şaşırtıcı olmayacaktır.

Küçük yatırımcılar borsa çok artıyor diye bu dönemde borsaya girmeye kalkmamalılar. Döviz kurları daha da düşüyor diye döviz yatırımlarını YTL’ye geçmeye yeltenmemeliler. Böyle ortamlarda, olup biteni kenardan seyretmek en sağlam yatırım stratejisidir. Böyle piyasalar küçük yatırımcılar için değildirler.

BUNDAN SONRA

Bugün gözlenen dengeler seçimlerden sonra da devam ederse ne olacaktır?
Biraz da doların uluslararası piyasalarda değer yitirmesinden kaynaklanarak dolar kuru 1.28 YTL’ye geriledi. Bu düzeylerden yükselip sonra alçalmaya devam edebilir. Referans devlet iç borçlanma senedi olarak kabul edilen Hazine bonosunun faizi yüzde 18’in altına geriledi. İç talep büyümesinde belli bir gevşeme izlenimleri alınıyor. Bütün bu veriler para politikası açısından önemli gelişmelerdir.

Şimdiden Merkez Bankası’nın döviz kurlarına müdahale edip etmeyeceği beklentisi yeşermeye başlayacaktır. Seçimlerden sonra da Merkez Bankası’nın faizleri indirmesi yönünde baskılar artacak ve ne zaman faizleri indirmeye başlayacağı tartışılacaktır.

Yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Kaynaklar yanlış yerlerde aranıyor

11 Temmuz 2007
SİYASİ partilerin söylevlerine baktığınızda iki önemli nokta öne çıkıyor. Birincisi, siyasetçi gerçekten enflasyonu daha fazla düşürmeye niyetli görünmüyor. İkinci nokta, siyasetçi daha fazla harcama yapmak için bir arayış içine giriyor. Buna da kaynak arayışı deniyor! Hiçbir parti orta dönemde enflasyonu kalıcı olarak yüzde 2 düzeylerine indirmeye çalışacağız demiyor. Şimdiki iktidarın orta dönemli enflasyon hedefi yüzde 4, şimdiki muhalefetin hedefi ise yüzde 5 gibi görünüyor.

BÜTÇE AÇIĞI

Tüm partiler harcamaları artırmaya yönelik vaatler veriyorlar
. Harcamaları kısan öneriler ise hiç gündeme gelmiyor. Halbuki, Türkiye ekonomisinin kalıcı istikrara kavuşması devletin harcamalarını kısmasıyla gerçekleşebilecektir.

Daha fazla harcama yapmak için kaynak arandığında ilk akıllara gelen faiz dışı fazlanın düşürülmesi oluyor. Yani, aynı gelir düzeyinde, devletin daha fazla faiz dışı harcama yapması öneriliyor. Konuya tersten yaklaşılıyor.

Faiz dışı fazlanın azalması ekonomi için bir kaynak değildir. Aksine, faiz dışı fazlanın artması kaynaktır. Düne kadar devlet büyüyerek ekonomik sorunları aşmaya çalışıyordu. Şimdi de, siyasi partiler devleti daha da büyütmenin yollarını öneriyorlar. "Faiz dışı fazlayı 1-2 puan azalsa, tüm vaatler için kaynak var" diyorlar.

Gerçek kaynak, her zaman daha az harcama yapıp harcanabilecek gelirin siyasi önceliklere göre yeniden yönlendirilebilmesidir. Hiçbir siyasi parti bunu önermiyor. Hiçbir siyasi parti en azından orta dönemde böyle bir yola girilmesi gerektiğini bizlere söylemiyor. Dolayısıyla, inandırıcı ve gerçekçi olamıyorlar.

Hala, siyasi partilerimize daha yüksek bütçe açığı gerçek ekonomik bir kaynakmış gibi görünüyor. Bütçe açıkları ekonomi için reel kaynak olamaz, ancak ekonomik sorunların nedeni olur.

ENFLASYON

Enflasyonun yüzde 10’un altına çekilmesi büyük bir başarıdır
. Başarıyı hiç kimsenin küçük görmemesi gerekir. Ama, başardık diye yan gelip yatmak da doğru değildir. Aksine, işin çok daha zor bir aşamasına gelinmiştir. Enflasyonun kalıcı olarak yüzde 2 düzeylerine indirilmesi gerekmektedir. Hiçbir siyasi partinin bu yönde bir söylevi yok.

Aksine, siyasi partiler enflasyonu orta dönemde yüzde 4-5 civarına indirmeyi hedefliyorlar. Enflasyonu fazla indirmeyip ne olduğu çok da açık olamayan "istihdam odaklı" ekonomi politikaları uygulayacaklarını beyan ediyorlar. Bir anlamda, siyasi partilerimiz enflasyonu da bir kaynak olarak görüyorlar. Eskiden de böyle görürlerdi.

Enflasyon hiçbir zaman bir kaynak değildir. Kaynak olmadığını geçmiş otuz beş yılda hep beraber gördük. Bunca deneyimden sonra, zımni de olsa, enflasyonun hálá reel bir kaynak olarak kabul edilmesi üzücüdür.

Enflasyonu indirme aşamasında çeşitli hedefler verilebilir. Ama, orta vadeli hedef hiçbir zaman yüzde 4-5 enflasyon olamaz. Bu düzeydeki enflasyon yüksektir ve kalıcı olamaz. Kalıcı enflasyon yüzde 2 civarındadır.

Bizler düşük enflasyon düzeyine (ve ekonomik istikrara) alışık bir millet olmadığımız için "ha yüzde 2, ha yüzde 4, ne fark var" diyebiliriz. Ama, gerçekte, yüzde 4 enflasyon hedefleyerek uzun dönemde enflasyonu yüzde 4 civarında tutabilmek neredeyse olanaksızdır. Enflasyon yeniden alıştığımız düzeylere yükselme eğilimine girebilecektir.
Yazının Devamını Oku

Sıra kamu tüketimini azaltmaya geldi

10 Temmuz 2007
2001 yılından bu yana Türkiye ekonomisi parmak ısırtacak bir dönüşümden geçti. Dönüşümün çok önemli parametrelerinden biri kamu kesimi finansman dengesinin makul düzeylere çekilmesiydi. Gerçekten de, kamu kesimi tasarruf-yatırım dengesi 2001 yılında milli gelirin yüzde 15’inden fazla açık vermişken, geçici verilere göre 2006 yılında yüzde 0.4 fazla verdi. Bu anlamda, kamu kesimi 2001-2006 döneminde milli gelirin yüzde 16’sına yakın bir tasarruf sağladı.

KAMU BÜYÜDÜ

Kamu kesiminde gösterilen uyumun birbirlerini de besleyen çok boyutlu sonuçları oldu. Kamunun iç borç dinamiği değişti, iç borçların milli gelire oranı yüzde 100’lerden yüzde 60’lara düştü.

Kamu borçlanmasının mali piyasaları esir alması azalınca, faizler düştü, mali sistemdeki göreli olarak daha fazla borç verilebilir fonlar özel kesime yönlendirilebildi. Ekonomik büyümenin özel kesimden gelmesi yönünde engeller azaldı.

Enflasyonu düşürmeye odaklı para politikası ile beraber, kamu kesiminde finansman açıklarının düşmesi, enflasyonun hem hızlı hem de ekonomik büyümeden feragat etmeden düşmesine yardımcı oldu. Belki de, en önemli rolü oynadı.

Bütün bunlar doğruydu, ama kamu kesimi finansmanı, daha çok kamunun tüketimini azaltarak değil, kamu gelirlerini artırma yoluyla tasarruflarını artırarak dengelenmeye çalışıldı. 2001 yılında toplam harcanabilir gelirin yüzde 3.4’ü kamu kesimine aitti. 206 yılının geçici verilerine göre, bu oran şimdi yüzde 17’i geçti. Yani, kamu sektörü tasarruflarını göreli olarak tüketimini keserek değil, gelirlerini artırarak sağladı. Aynı dönemde kamu kesiminin tüketimi toplam tüketimin yüzde 16’sından ancak yüzde 14’üne gerileyebildi.

Kamu kesiminin gelirlerinin artması demek özel kesimin devlete vergi ve benzeri araçlar yoluyla daha fazla para aktarması anlamına gelir. Geçici bir dönem için bu yöndeki bir uyum kabul edilebilir, ama kalıcı olamaz. Bundan sonra yapılacak iş, kamu kesiminin tasarruf-yatırım dengesini gelirlerini artırarak değil, tüketimini kısarak sağlayabilmesidir.

KÜÇÜLME GEREKİYOR

Kamu kesiminin tüketimini kısması harcamalarını azaltması anlamına gelir. Bu alanda üç önemli tüketim (harcama) kalemi öne çıkmaktadır: Personel giderleri, sosyal güvenlik sistemi açıkları ve faiz harcamaları.

Seçim dönemlerinde gündemde olmasa da, kamu kesiminde personel reformu kaçınılmaz hale gelmiştir. Çok kişi çalıştırarak düşük ücret ödemekten, gerektiği kadar verimli kişi çalıştırıp yüksek ücret ödeme dönemine geçilmesi zorunlu görünmektedir.

Sosyal güvenlik reformu zaten yıllardır gündemdedir. Bugüne kadar sistemin artan açıkları vergi verenden daha fazla vergi alınarak karşılandı. Ama, bu yöntem soruna kalıcı bir çözüm olmaktan uzaktır. Çözüm, sistemin finansman önce azaltmak, sonra kapatmaktır.

Faiz harcamaları ancak borçlanma ihtiyacının düşürülmesi ve istikrarın sağlanmasıyla düşürülebilecek bir harcama kalemidir. Yani, kamunun toplam tüketimi düştüğünde, faiz harcamaları da otomatik olarak düşecektir.

Kamu kendini küçültmek zorundadır. Bugüne kadar kamu finansmanı sorunu kamu büyütülerek çözüldü. Şimdi, kamu kesimini küçülterek aynı finansman dengesini sağlamaya mecburuz. Aksi taktirde, ekonomik büyümenin olmadığı istikrarsız bir ortama geri dönmek zor olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku