Ercan Kumcu

Teşvik sisteminde ekonomik mantık

18 Şubat 2005
<B>DEVLETİN </B>piyasalara müdahalesi daima <B>göreli fiyatları</B> değiştiren bir olgudur. Amaç, çoğu zaman göreli fiyatları değiştirmek olmasa da, sonuç daima aynıdır. Ekonomide göreli fiyatları değiştirmek mutlaka kötüdür diye bir şey söz konusu olamaz. Ama, teşvikler yoluyla piyasalara müdahale ederken, devlet ne yaptığını iyi hesaplaması gerekir.

Devletin yapması gereken hesabın iki önemli parametresi vardır: Teşvikle istenilen elde edilip edilmediği (ek rant yaratma olasılığının asgariye indirilmesi) ve verilen teşviklerin kaynağı. Kaynağı borçlanma olan teşvik orta dönemde teşvik olmaktan çıkar.

SÜRELİ TEŞVİK

Genel bir kural olarak, ekonomide göreli fiyatları teşvikler yoluyla uzun dönem yapay bir düzeyde tutmak mümkün değildir
. Mümkün olabilseydi, sabit kur rejiminde belli sürelerde devalüasyon yapma gereği duyulmazdı. Göreli fiyatlarla devlet müdahalesi yoluyla ancak belli bir süre oynanabilir.

Bu kuraldan hareketle, ekonomideki teşvik mekanizmasının uzun süre işlevsel olması mümkün değildir sonucuna varılabilir. Çünkü, ekonomide belli bir faaliyetin devlet tarafından desteklenmesi o faaliyetin fiyatını ekonomideki diğer fiyatlara göre değiştirir. Zaten, teşvikten de amaçlanan budur.

Uzun süre hiçbir şeyin teşvik edilemeyeceği kuralından yola çıkarak teşviklerin süreli olması ilkesi benimsenmelidir. Konuya göre, teşvik beş yıl için, hatta on yıl için olabilir. Ama, süresi belirsiz bir teşvik sistemi daima taraflardan birini (ya alanı ya da vereni) üzecektir. Teşviki alanlar, teşvikler kalktığında hesapta olmayan bir durumla karşılaşabilecektir. Belki de, devlet teşvik sistemini devam ettirerek enflasyon yaratmayı göze alacaktır.

Süresi belli olmayan teşvikler daima yeni teşvikleri davet edecektir. Çünkü, göreli fiyatlar aleyhine dönen diğer ekonomik faaliyetler de devletten teşvik talep edeceklerdir. Eski teşvikler kalkmadan, yeni teşvikler devreye girecektir. Kısacası, her şey teşvik edildiğinden hiçbir şey teşvik edilmediğinden, devlet gereksiz yere kaynak israfı yapmış olacaktır.

İtiraf etmekten çekinsek de, Türkiye’de teşvik mekanizması böyle anlamsız ve hiçbir işe yaramayan bir hale gelmiştir. Bu nedenle tüm sektörlerdeki teşvik mekanizması yeniden gözden geçirilmelidir. Her teşvik başlangıç ve bitiş tarihleri itibariyle bir takvime bağlanmalıdır. Böyle bir teşvik mekanizmasını devreye sokmadan kamu harcamalarında ‘verimlilik’ amacına ulaşmak olanaksız olacaktır.

RANT YARATMAK

İşsizliğin azaltılması yolunda devlet tarafından teşvik verilmesi kadar doğal bir politika olamaz. İstihdam teşviki yoluyla üreticilere verimlilikten feragat edip ihtiyaçlarından daha fazla işgücü istihdam etmeleri istenmektedir
. İşverenlerin daha fazla istihdam yaratmaları sonucundaki ‘net ek mali yük’ devlet tarafından karşılanacaktır.

Devlet bu hesabı kontrol edebildiği ve verilen teşvik belli bir takvime bağlandığı sürece sorun yoktur. Sorun, bu yolla işverenlerin ek kazanç elde etmeleri ve devletin bu durumdan haberdar olmamasıdır. Yani, teşvik doğru verilip denetlenmediğinde, hak edilmemiş ve hesaplanmamış bir ‘rant’ yaratılmaktadır.
Yazının Devamını Oku

İyileştirmeler yapmanın zamanıdır

17 Şubat 2005
<B>Devlet </B>borçları konusunda olumsuz olabilecek her şey olumsuzdur. <B>İç borçların milli gelire göre göreli miktarı büyüktür</B>. İç borçların vadesi kısadır. İç borçlara ödenen ortalama <B>reel faiz</B> yüksektir. Devlet borçlarının geldiği boyut yıllar boyunca verilen açık ya da gizli kamu finansman açıklarının bir sonucudur. Vadelerin kısalığı ve maliyetin yüksekliği ise piyasaların dayatmasındandır. Bir anlamda, vadenin kısalığı ve faizlerin yüksekliği borçlanma ihtiyacını kontrol altına alamayan devlete piyasaların kestiği cezadır.

Son üç yılda kamu sektörü finansmanına belli bir disiplin gelmiştir. Enflasyona paralel nominal faizler düşmüştür. Borç stokunun ortalama vadesi biraz uzamıştır. Milli gelire göre borç stokunun göreli büyüklüğü azalma eğilimine girmiştir. Ama, gelişmeler, ‘artık bu iş halloldu’ diyecek noktaya henüz gelmemiştir.

Makro ekonomik dengelerin kalıcılığı haklı olarak hala sorgulanmaktadır. Dengelerin kalıcılığını sağlayacak yapısal reformların uygulamaya konmasında belli direnç gözlenmektedir. Dolayısıyla, bu aşamada, ekonomik birimlerin çoğunda kalıcı bir iyimserlik yerine temkinli bir iyimserlik söz konusudur.

YABANCI GÖZÜ

Türkiye’ye dışarıdan bakıldığında ise biraz daha farklı bir resim söz konusudur. Yurtdışından Türkiye’yi izleyenlerin gözünde, Türkiye ekonomisinde makro ekonomik göstergeler, özellikle de, enflasyon hızlı bir düşüş eğilimine girmiştir
. Ekonomik büyüme herkese parmak ısırtacak boyuttadır. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin geldiği nokta Türkiye ekonomisine yeni ufuklar açacak niteliktedir. Bütün bunların oluşmasını sağlayan siyasi iktidar istikrarlı bir yolda ilerlemektedir. O halde, Türkiye yabancıların gözünde giderek parlayan bir yıldız gibidir.

Bu bakış açısının sonucunda, Türkiye’ye yabancı sabit sermaye yatırımları akmasa da, yabancı yatırımcıların Türkiye’ye borç verme ya da Türkiye’nin mali piyasalarında yatırım yapma iştahı artmıştır. Hazine yurtdışında borçlanma senetleri ihraç ettiğinde, peynir-ekmek gibi satılmaktadır. Yabancı mali kurumlar YTL cinsinden on yıl vadeye kadar borçlanıp (toplam 2.4 milyar YTL) YTL Lirası cinsinden varlıklar edinerek aldıkları kur ve vade risklerini dahi idare etmeye başlamışlardır.

Yabancıların ilgisinin artması yurtiçindeki yatırımcıları da ferahlatmaktadır. ‘Yabancılar böyle düşündüğüne göre’ deyip yerli yatırımcıların da beklentileri olumlu yönde oluşmaktadır. Kısacası, herkesin birbirini doldurduğu bir dönem yaşamaktayız.

YENİDEN YAPILANDIRMA

Bu ortam, devlet borçlarının yeniden yapılandırılması için kullanılabilecek çok olumlu bir ortamdır
. Hazine’nin başarıyla beş yıl vadeli YTL borçlanması borç stokunun yeniden yapılandırılabileceği konusunda önemli ipuçları verecek niteliktedir.

Özellikle beş yıl vadeli borç senetlerinin mali piyasalarda ‘referans vade’ olarak algılanması başladığında, Hazine’nin kısa vadeli borçlarını erken itfa edip borç stokunun ortalama vadesini uzatabilmesi bu ortamda mümkün olabilecektir.

Aynı strateji sermaye piyasasından olan vadesi kısalmış dış borçlarda da izlenebilir. Bu yolla, yurtiçi ve yurtdışındaki sermaye piyasalarının güvenini daha da artırabilmek söz konusu olacaktır. Çünkü, milli gelirin yarısından fazla bir borç stokunu her yıl bir kez yenilemesi gereken Hazine’nin yılda toplam borcun dörtte birini çevirmek durumuna gelmesi borç stokunun büyüklüğü nedeniyle ekonomideki kırılganlığı azaltıcı bir işlev görecektir. Borç stokunun vade yapısında sağlanacak iyileşmeler reel faizlerin de düşmesine katkı yapacaktır.
Yazının Devamını Oku

Fiyat endekslerinin karşılaştırılması

16 Şubat 2005
<B>DEVLET İstatistik Enstitüsü </B>(DİE) yeni fiyat endekslerinin 2003 ve 2004 yıllarına ait değerlerini de yayınladı. Eski toptan eşya fiyat endeksi (TEFE) ile yeni üretici fiyat endeksini (ÜFE), eski ve yeni tüketici fiyatları endeksleri (TÜFE) konusunda bazı karşılaştırmalar yapmak mümkün oldu.

Elimizde iki yıllık veri olması, aynı olguyu ölçmeye çalışsalar da, iki farklı bazda hazırlanmış endekslerdeki temel eğilimleri saptamayı zorlaştırıyor. İstatistik açısından çok fazla anlamlı değerlendirmeler yapmak mümkün değil. Ama, bazı ham gözlemler yapmak mümkün.

KURA DUYARLILIK

Son iki yıllık veriler tüketici fiyatlarları endekslerinde dikkat çekici bir farklı eğilime işaret etmiyor. Eski ve yeni endeksler, 2003 yılı ortalaması 100 olacak şekilde grafiğe döküldüğünde, birbirlerine oldukça paralel gittikleri gözleniyor. İki endeks aydan aya büyük farklılıklar göstermiyorlar.

Örneğin, 2004 yılında tüketici fiyatlarındaki artış eski endekse göre yüzde 9.3 olurken, yeni endekse göre yüzde 9.24 olmuş. 2003 yılında eski endekse göre tüketici fiyatlarındaki artış biraz daha yüksek görünüyor.

Yeni üretici fiyat endeksi ile eski toptan eşya fiyat endeksi karşılaştırıldığında, farklı bir resimle karşı karşıya kalıyoruz. Bazı aylarda ÜFE’deki değişme TEFE’deki değişmeye göre çok sert olmuş. Örneğin, 2004 yılının mayıs ayında ÜFE yüzde 4.5 artarken, TEFE yüzde 0.03 düşmüş. Aynı şekilde, geçen yılın son aylarında ÜFE hiç artmazken ya da düşerken, TEFE’de artışlar gözleniyor.

Grafikte ÜFE ve TEFE endekslerinin 2003 yılı ortalaması 100 olacak şekilde ayarlanmış sayılarıyla dolar kurunun aylık ortalamalarındaki yüzde değişmesi veriliyor. İki endeksin farklı eğilimler gösterdiği dönemlerle dolar kurundaki eğilimler arasında bir paralellik olduğu izlenimi ediniliyor.

Geçen yıl mayıs ayındaki ÜFE endeksindeki sıçrama dolar kurunun da yüzde 11 kadar artışına rastlıyor. Yılın son aylarındaki ÜFE’deki düşüş yine dolar kurunun yüzde 2-3 arasında düşüşleriyle paralel gidiyor. Bu ilişki, ÜFE’nin içindeki imalat sanayi fiyat endeksi ile irdelendiğinde çok daha çarpıcı bir paralellik izlenmektedir.

Bu denli kısa zaman aralığındaki verilere bakarak güvenilir sonuçlara ulaşmak mümkün olmasa da, ÜFE’nin TEFE’ye göre kurlara çok çabuk ve güçlü tepki verdiğini söylemek çok yanıltıcı olmayacaktır.

Dolayısıyla, yeni endekslere göre enflasyon konusunda beklentilerini şekillendirecek olan ekonomik birimler açısından kur gelişmeleri artık daha önemli olacaktır. Bu fiyat endeksleri baz alınarak enflasyon hedeflemesine gidildiği bir dönemde kurlardaki istikrar daha da önem kazanmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Fiyat endekslerinin karşılaştırılması

16 Şubat 2005
DEVLET İstatistik Enstitüsü (DİE) yeni fiyat endekslerinin 2003 ve 2004 yıllarına ait değerlerini de yayınladı. Eski toptan eşya fiyat endeksi (TEFE) ile yeni üretici fiyat endeksini (ÜFE), eski ve yeni tüketici fiyatları endeksleri (TÜFE) konusunda bazı karşılaştırmalar yapmak mümkün oldu.Elimizde iki yıllık veri olması, aynı olguyu ölçmeye çalışsalar da, iki farklı bazda hazırlanmış endekslerdeki temel eğilimleri saptamayı zorlaştırıyor. İstatistik açısından çok fazla anlamlı değerlendirmeler yapmak mümkün değil. Ama, bazı ham gözlemler yapmak mümkün. KURA DUYARLILIKSon iki yıllık veriler tüketici fiyatlarları endekslerinde dikkat çekici bir farklı eğilime işaret etmiyor. Eski ve yeni endeksler, 2003 yılı ortalaması 100 olacak şekilde grafiğe döküldüğünde, birbirlerine oldukça paralel gittikleri gözleniyor. İki endeks aydan aya büyük farklılıklar göstermiyorlar. Örneğin, 2004 yılında tüketici fiyatlarındaki artış eski endekse göre yüzde 9.3 olurken, yeni endekse göre yüzde 9.24 olmuş. 2003 yılında eski endekse göre tüketici fiyatlarındaki artış biraz daha yüksek görünüyor.Yeni üretici fiyat endeksi ile eski toptan eşya fiyat endeksi karşılaştırıldığında, farklı bir resimle karşı karşıya kalıyoruz. Bazı aylarda ÜFE’deki değişme TEFE’deki değişmeye göre çok sert olmuş. Örneğin, 2004 yılının mayıs ayında ÜFE yüzde 4.5 artarken, TEFE yüzde 0.03 düşmüş. Aynı şekilde, geçen yılın son aylarında ÜFE hiç artmazken ya da düşerken, TEFE’de artışlar gözleniyor. Grafikte ÜFE ve TEFE endekslerinin 2003 yılı ortalaması 100 olacak şekilde ayarlanmış sayılarıyla dolar kurunun aylık ortalamalarındaki yüzde değişmesi veriliyor. İki endeksin farklı eğilimler gösterdiği dönemlerle dolar kurundaki eğilimler arasında bir paralellik olduğu izlenimi ediniliyor. Geçen yıl mayıs ayındaki ÜFE endeksindeki sıçrama dolar kurunun da yüzde 11 kadar artışına rastlıyor. Yılın son aylarındaki ÜFE’deki düşüş yine dolar kurunun yüzde 2-3 arasında düşüşleriyle paralel gidiyor. Bu ilişki, ÜFE’nin içindeki imalat sanayi fiyat endeksi ile irdelendiğinde çok daha çarpıcı bir paralellik izlenmektedir.Bu denli kısa zaman aralığındaki verilere bakarak güvenilir sonuçlara ulaşmak mümkün olmasa da, ÜFE’nin TEFE’ye göre kurlara çok çabuk ve güçlü tepki verdiğini söylemek çok yanıltıcı olmayacaktır. Dolayısıyla, yeni endekslere göre enflasyon konusunda beklentilerini şekillendirecek olan ekonomik birimler açısından kur gelişmeleri artık daha önemli olacaktır. Bu fiyat endeksleri baz alınarak enflasyon hedeflemesine gidildiği bir dönemde kurlardaki istikrar daha da önem kazanmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Kiracılara müjde

15 Şubat 2005
<B>Bir </B>yasa değişikliği ile kiracılar korunacakmış. <B>Kiralar üretici fiyatları endeksindeki artıştan daha fazla artırılamayacakmış</B>. ‘Oğlum evleniyor, evimde oğlum oturacak’ diyerek ev sahibi kiracıyı çıkmaya zorlayamayacakmış. Kiracıyı çıkarsa dahi, ev sahibi evini üç yıl süreyle kimseye kiralayamayacakmış. Evdeki kiracının beğenmediği eksiklikler kiradan düşülecekmiş.

Bütün bunlar gerçekleşirse, yeni ortamda gayrimenkul yatırımcılarına ‘kiraya vermek için ev alma’ denmektedir. İlk görünüşte planlanan yaptırımlar kiracının lehine gibi görünse de, bir süre sonra bu düzenlemelerin fiyatını yine kiracılar ödeyecektir.

İktisadi kuralları Meclis’ten geçirilen yasalarla değiştirmek mümkün olmuyor. Olsaydı, şimdi sosyalist toplumlar gül gibi geçinirlerdi. Konut kiralaması konusunda getirilen düzenlemeler konut piyasasında çok farklı çarpıklıklara yol açabilecek niteliktedirler. Bu sonuçları çok iyi değerlendirmeliyiz.

OLACAKLAR

Her şeyden önce, yeni kiracılar için, kiralar eskiye göre daha yüksek olacaktır
. Kiralamak üzere konuta yatırım azalacağından, kiralık konut arzında göreli bir kısıntı yaşanacaktır. İkili bir kira düzeyi oluşacaktır: Enflasyon paralelinde giden eski kiracıların ödediği kira miktarı ve yeni kiracıların ödemek durumunda oldukları kira miktarı. Halbuki, kiracıları korumaya yönelik çözüm kiralık konut arzını artırmak olmalıdır.

Yeni kiracılar için oluşan kiralarla eski kiracıların ödedikleri kiralar arasında fark açıldığında, kiralık konut arzı daha da düşecektir. Eski kiracıların oturdukları konutlara yatırım azalacaktır. O binalar döküntü hale geleceklerdir. Ev sahipleri o çeşit binalara çivi çakmak istemeyeceklerdir. Temiz bir konutta oturmak isteyen eski kiracılar ancak maliyeti yüklenerek oturdukları konutlarda yenileme yatırımı yapmak zorunda kalacaklardır. Halbuki, kiracıları korumaya yönelik çözüm ev sahiplerinin kiralık konutlara ek yatırım yapmasını sağlayacak ortamı yaratmaktır.

Eski ve yeni kiracıların ödedikleri kiralar arasındaki fark arttıkça, durum daha da vahimleşecektir. Eski kiracılar kendi oturabilecekleri bir konut alsalar da kiraladıkları evden çıkmak istemeyeceklerdir. Çünkü, evlerini yeni bir kiracıya kiralayarak oturdukları eve ödediklerinden çok daha yüksek kiralar elde edebileceklerdir. Halbuki, kiracıları koruyan çözüm eski kiracıları ev sahibi yapıp yeni kiracılar için piyasadaki kiralık konut sayısını artırmak olmalıdır.

AMAÇLAR

Tasarlanan yasa taslağının tam olarak ne amaçladığını kestirmek güçtür. Ama, kiracıların ev sahiplerine karşı korunması amaçlanıyorsa, yanlış bir iş yapılıyor demektir
. Çünkü, bu şartlarda kirada oturmak isteyenler bir süre sonra kiralayacak ev bulamayıp konut sıkıntısı yaşanmaya başlayacaktır. Başka alanlarda olduğu gibi, yasalara uymayarak da sorun o aşamada elbette çözülebilir.

Tasarıdan, kira artışlarına sınırlama getirerek kira artışlarının enflasyona olumsuz etkileri azaltılmak isteniyorsa, yine yanlış yapılıyor demektir. Yasa ile fiyat artışlarını sınırlamak hiçbir yerde hiçbir zaman başarıya ulaşmamıştır. Bu yol, siyasilerin kolayına gelen bir yol olsa da, iktisadi kurallara ters olduğundan hiçbir zaman amaçlananı sağlayamamıştır. Aksine, yasalara saygısızlığı teşvik etmiştir.

Kiralık konut piyasası, genel kanının aksine, çok sayıda alıcı ile az sayıdaki satıcının olduğu bir piyasa (oligopol) değildir. Türkiye’de kiralık konut sahibi büyük şirketler yoktur. Kiralayanlar da, birden fazla konutu olan bireysel yatırımcılardır.

Türkiye nüfusu hálá yılda yüzde 1.5’in üzerinde artmaktadır. Şehirleşme nüfus artışından da daha hızlıdır. Nüfusun bölgesel hareketliliği giderek artmaktadır. Böyle bir ortamda, kiracıları koruyalım derken kiracıları mağdur etme olasılığımız çok daha fazladır. Kiracılara müjdeler olsun.
Yazının Devamını Oku

Kiracılara müjde

15 Şubat 2005
Bir yasa değişikliği ile kiracılar korunacakmış. Kiralar üretici fiyatları endeksindeki artıştan daha fazla artırılamayacakmış.‘Oğlum evleniyor, evimde oğlum oturacak’ diyerek ev sahibi kiracıyı çıkmaya zorlayamayacakmış. Kiracıyı çıkarsa dahi, ev sahibi evini üç yıl süreyle kimseye kiralayamayacakmış. Evdeki kiracının beğenmediği eksiklikler kiradan düşülecekmiş.Bütün bunlar gerçekleşirse, yeni ortamda gayrimenkul yatırımcılarına ‘kiraya vermek için ev alma’ denmektedir. İlk görünüşte planlanan yaptırımlar kiracının lehine gibi görünse de, bir süre sonra bu düzenlemelerin fiyatını yine kiracılar ödeyecektir.İktisadi kuralları Meclis’ten geçirilen yasalarla değiştirmek mümkün olmuyor. Olsaydı, şimdi sosyalist toplumlar gül gibi geçinirlerdi. Konut kiralaması konusunda getirilen düzenlemeler konut piyasasında çok farklı çarpıklıklara yol açabilecek niteliktedirler. Bu sonuçları çok iyi değerlendirmeliyiz. OLACAKLARHer şeyden önce, yeni kiracılar için, kiralar eskiye göre daha yüksek olacaktır. Kiralamak üzere konuta yatırım azalacağından, kiralık konut arzında göreli bir kısıntı yaşanacaktır. İkili bir kira düzeyi oluşacaktır: Enflasyon paralelinde giden eski kiracıların ödediği kira miktarı ve yeni kiracıların ödemek durumunda oldukları kira miktarı. Halbuki, kiracıları korumaya yönelik çözüm kiralık konut arzını artırmak olmalıdır.Yeni kiracılar için oluşan kiralarla eski kiracıların ödedikleri kiralar arasında fark açıldığında, kiralık konut arzı daha da düşecektir. Eski kiracıların oturdukları konutlara yatırım azalacaktır. O binalar döküntü hale geleceklerdir. Ev sahipleri o çeşit binalara çivi çakmak istemeyeceklerdir. Temiz bir konutta oturmak isteyen eski kiracılar ancak maliyeti yüklenerek oturdukları konutlarda yenileme yatırımı yapmak zorunda kalacaklardır. Halbuki, kiracıları korumaya yönelik çözüm ev sahiplerinin kiralık konutlara ek yatırım yapmasını sağlayacak ortamı yaratmaktır.Eski ve yeni kiracıların ödedikleri kiralar arasındaki fark arttıkça, durum daha da vahimleşecektir. Eski kiracılar kendi oturabilecekleri bir konut alsalar da kiraladıkları evden çıkmak istemeyeceklerdir. Çünkü, evlerini yeni bir kiracıya kiralayarak oturdukları eve ödediklerinden çok daha yüksek kiralar elde edebileceklerdir. Halbuki, kiracıları koruyan çözüm eski kiracıları ev sahibi yapıp yeni kiracılar için piyasadaki kiralık konut sayısını artırmak olmalıdır. AMAÇLARTasarlanan yasa taslağının tam olarak ne amaçladığını kestirmek güçtür. Ama, kiracıların ev sahiplerine karşı korunması amaçlanıyorsa, yanlış bir iş yapılıyor demektir. Çünkü, bu şartlarda kirada oturmak isteyenler bir süre sonra kiralayacak ev bulamayıp konut sıkıntısı yaşanmaya başlayacaktır. Başka alanlarda olduğu gibi, yasalara uymayarak da sorun o aşamada elbette çözülebilir.Tasarıdan, kira artışlarına sınırlama getirerek kira artışlarının enflasyona olumsuz etkileri azaltılmak isteniyorsa, yine yanlış yapılıyor demektir. Yasa ile fiyat artışlarını sınırlamak hiçbir yerde hiçbir zaman başarıya ulaşmamıştır. Bu yol, siyasilerin kolayına gelen bir yol olsa da, iktisadi kurallara ters olduğundan hiçbir zaman amaçlananı sağlayamamıştır. Aksine, yasalara saygısızlığı teşvik etmiştir.Kiralık konut piyasası, genel kanının aksine, çok sayıda alıcı ile az sayıdaki satıcının olduğu bir piyasa (oligopol) değildir. Türkiye’de kiralık konut sahibi büyük şirketler yoktur. Kiralayanlar da, birden fazla konutu olan bireysel yatırımcılardır.Türkiye nüfusu hálá yılda yüzde 1.5’in üzerinde artmaktadır. Şehirleşme nüfus artışından da daha hızlıdır. Nüfusun bölgesel hareketliliği giderek artmaktadır. Böyle bir ortamda, kiracıları koruyalım derken kiracıları mağdur etme olasılığımız çok daha fazladır. Kiracılara müjdeler olsun.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik istikrarın kalıcılığı

14 Şubat 2005
TÜRKİYE’de teşvik sisteminin hiçbir iktisadi mantığı kalmamıştır. Teşvik sistemi siyasi otoritenin toplumun çeşitli kesimlerine ve ülkenin çeşitli bölgelerine rant dağıtmasının bir mekanizması haline dönüşmüştür.Yeni teşvikler düşünüleceğine, önce yürürlükteki teşvik sisteminin yeniden ele alınıp sağlam bir iktisadi mantık içinde yapılandırılması gerekmektedir. Her şeyi teşvik edip hiçbir şeyi teşvik etmeyen çok maliyetli bir sistemden iktisadi öncelikleri dikkate alan maliyetleri asgaride tutacak bir sisteme geçilmesi kaçınılmazdır. Artık, teşvikten yararlanan işadamları dahi sistemden şikayetçi olmaya başlamışlardır.Zaman içinde, teşviklerin genelde toptan kaldırılması da bir hedef olmalıdır. Yürürlüğe konan her teşvikin bir ömrü olmalıdır. Sonsuza kadar hiçbir şey teşvik edilemez. Akla gelen her şeyin de iktisadi önceliği olamaz.IMF GİDİNCE2001 Krizi’nin makro etkileri kaybolurken, mikro sonuçlarının olumsuz yansımaları henüz ortadan kaldırılamamıştır. Ciddi bir bütçe kısıdı içinde çalışan hükümet toplumun çeşitli kesimlerine bir şeyler verme ihtiyacındadır. Bu amaçla teşvik kapsamındaki il sayısının artırılmasına karar verildi.Hükümetin teşvik kapsamındaki il sayısını artırması mali disiplin açısından bir tehdit olarak algılandı. IMF’nin bu konudaki kaygılarını dile getirmesi hükümeti artan maliyetleri karşılayacak kaynak aramaya yönlendirdi. Dolaylı vergilerin artırılmasıyla ek maliyetin karşılanabileceği savunuldu.Bu yaklaşım ekonomi politikaları açısından bir ilerlemedir. Çünkü, geçmişte bu çeşit ek maliyet yaratacak uygulamalara karar verilir, ama kaynak konusu pek düşünülmezdi. Borçlanma bir kaynak olarak görülürdü. Hiç olmazsa, şimdi, hesapta olmayan harcamalar için, IMF’nin zorlamasıyla, bir kaynak gereksiniminin olduğunun farkındayız. Kaynak ihtiyacının farkında olmamız IMF’nin bastırması yoluyla olmaktadır. Henüz, böyle bir yaklaşım ekonomi politikası uygulama kültürümüzün bir parçası olmaktan uzaktır. Dolayısıyla, ‘IMF olmasaydı, ne olacaktı?’ sorusu önem kazanmaktadır. IMF olmasaydı, teşvikleri genişletip kamu sektörünü açığını borçlanma ile karşılayıp kaynak sorununun olmadığını düşünecektik. Bu yaklaşımla, göreli ekonomik istikrar kalıcı olabilir mi? IMF başımızda olduğu sürece ekonomik istikrara doğru yol alırız. Ama, IMF gittiğinde, ekonomik istikrar çok ciddi bir tehdit altında kalacaktır. En azından, bunun işaretleri verilmektedir.Ekonomik istikrarı ekonomi politikaları kültürümüzün bir parçası yapamadığımız sürece, IMF gittiğinde, Türkiye ekonomisi de sallanmaya başlayacaktır. 1985’den sonra da aynı böyle olmuştu.MALİ PİYASALARIMF’nin bırakacağı boşluğu mali piyasaların dolduracağı düşünülebilir. Hükümetin istikrarı bozucu kararlarına mali piyasalar tepki vererek hükümeti aldığı kararlarda iki kez düşünmeye zorlayabilir. Yakın geçmişte birkaç kez bu çeşit durumlar yaşanmıştı. Başarılı da olmuştu. Ama, yeterli mi?Mali piyasalar da miyopiktir. Bugünü görmeye alışıktırlar. Bir ay sonrası onlar için çok uzak bir tarihtir. Gelinen noktada, Türkiye’de mali piyasaların verdiği tepki, teşvik sisteminin yaygınlaştırılmasının sonucunda yüklenilecek ek mali yükün sonuçlarından değil, kararın IMF tarafından hoş karşılanmadığından kaynaklanmıştır. Yani, mali piyasalar da henüz bu açıdan olgunlaşmış değillerdir.Kısacası, kısa dönemde, IMF’nin ekonomik kararları denetleme işlevini mali piyasaların görmesi çok olası değildir. Mali piyasalar iktisadi kararların sonuçlarına değil, alınan kararların IMF tarafından nasıl karşılandığına odaklanmaktadırlar.
Yazının Devamını Oku

Öğrencilikte rekabet

13 Şubat 2005
<B>REKABET </B>kavramını yalnızca <B>mal ve hizmet</B> piyasalarıyla <B>emek</B> piyasasına özgü bir kavram olarak almak çok yanlıştır. Hayatın her kademesinde rekabet söz konusudur. <B>İnsanlar ve kurumlar arasında olduğu kadar bitkiler arasında dahi rekabet söz konusudur</B>. Ailedeki tek çocuksanız, rekabet kavramıyla ilk tanışıldığı yıllar okul yıllarıdır. Kardeşler arasındaki rekabet çok daha erken başlar. Rekabet ve kıskançlık madalyonun iki yüzü gibidir.

BİZİM KÜLTÜR

Rekabet kavramının gelişmesi aslında okul çağlarında
olur. Öğrenciler öğrenmek için birbiriyle yarışırlar. Öğrenilenlerin değerlendirilmesi aşamasında öğrenciler arasındaki rekabet doruğa çıkar. Herkes kendi çabasıyla en iyi yapmaya çalışır, sınavlarda en iyi notu almaya çabalar. Bu aşamada, rekabeti yönlendirmek önemlidir. Çünkü, iyi yönetilemeyen rekabet yapıcı değil, yıkıcı da olabilir.

Bazı öğrencilerin erken yaşlarda öğrenme güçlüğü olabilir. Öğretmenler böyle çocuklarla özel olarak ilgilenmelidirler. Öğrenme güçlüğü gibi öğrenciyi rekabette geri bırakacak dışsal bir etken başka yöntemlerle giderilmeye çalışılır. Ama, yine de asıl olan rekabettir.

Rekabette geri kalmak öğrencileri daha fazla çalışmaya teşvik eder ya da etmelidir. Yapıcı rekabet bunu gerektirir. Öğrenme isteği artmalıdır. Değerlendirme aşamasında daha iyi not almak için çalışılmalıdır. Sonuçta, öğrenciler arasındaki rekabet öğrenimin ve eğitimin kalitesini artırmalıdır.

Öğretmenler rekabeti sakatlayacak davranışları durdurmaya çalışırlar. Örneğin, sınavlarda kopya çekilmesine izin verilmez. Çünkü, kopya çeken bir öğrenci hiç çalışmadan derslerini çok iyi öğrenmiş bir öğrenciden çok daha iyi bir not alabilir. Kopya çekmek rekabeti sakatlayan dışsal bir etkendir. Önlenmelidir.

Buraya kadar söylenenlerle büyük ölçüde herkes hemfikirdir herhalde. Şimdi, ortaokuldaki ya da lisedeki öğrencilik yıllarımızı hatırlayalım. Sınıfın çalışkan öğrencisine sanki kötü bir şey yapıyormuş gibi bakılır. Sınıfın diğer öğrencileriyle kaynaşabilmesi ve kendisine uluorta ‘inek’ denmemesi için diğer öğrencilere yardımcı olması gerekir. Yardımcı olmak demek kopya vermek demektir.

Rekabetin en yoğun olması gereken ortamda, sınıfın çalışkan öğrencisi öğrenmemekte direnen sınıf arkadaşlarına sınavda doğru cevapları vermeye çalışır. Kendisi çalışarak iyi not alır. Arkadaşları onun sayesinde geçer not alırlar. Çalışkan öğrenci kendini kabul ettirmek için rekabeti altüst eder. Yakalanırsa, kendini de mahveder. Diğer öğrenciler böyle bir hakkı kendilerinde görürler.

BATI KÜLTÜRÜ

Batı ülkelerinde de sınavlarda kopya olgusu vardır
. Ama, öğrenciler kendi çabaları ile kopya çekmeye çalışırlar. Bir öğrenci diğer öğrencilere bildiği doğru cevapları vermez. Verse dahi, şüphe ile karşılamak gerekir. Çünkü, büyük bir olasılıkla doğru değil, yanlış cevapları verebilir.

Rekabeti tanımak, öğrenmek ve kabullenmek okul çağlarında başlar. Farklı kültürler işin doğasında olan rekabet olgusuyla okul dönemlerinde farklı deneyimler kazanıyorlar. Kazanılan deneyimler sonucunda, rekabetin zararlı bir olgu olduğu dahi tartışma konusu yapılabiliyor. Halbuki, zararlı olan rekabeti engelleyen dışsal ve içsel etkenlerle mücadeleden kaçınmaktır.

Farklı kültürler, konuya farklı bakmaktadırlar. Farklı deneyimler insanlar ve kurumlar arasındaki rekabeti ve rekabete bakış açısını da şekillendirmektedir.
Yazının Devamını Oku