23 Aralık 2006
ANKARA2007’deki çifte seçimin iç ve dış dinamikleri belli: 1) Tayyip Erdoğan’ın Çankaya kararı genel seçimi etkileyecek.
2) ABD, AB, Rusya ve Ortadoğu’da işlerin nasıl gittiği önem kazanacak.
3) İç ve dış konjonktür ekonomiye yansıyacak, seçmen oyunu belirleyecek.
Bu üç vektörde son dakika pozisyonlarını tanımladık, aktaralım.
* * *
Önceki gece TÜSİAD’ın başkent resepsiyonunda ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu ile sohbet ettik.
- Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı AKP oylarına nasıl yansır, araştırdınız mı?
- Hayır, aslında parti de görmek istiyor ama henüz seçmenin gündemine girmedi bu konu.
- Yani etkisini ölçemiyorsunuz.
- Evet, seçmenin yarısının Cumhurbaşkanı’nın kim olması gerektiği konusunda fikri yok.
- Buna karşılık parti tercihleri belli.
- Doğru, AKP genel seçimin üstünde, yerel seçimin altında. CHP tam genel seçimdeki oyunu koruyor, MHP bu kez baraja çok yakın, DYP barajın altında.
Erdoğan’ın Çankaya kararı için beklediği anketlerde son durum bu.
* * *
ABD Maslahatgüzarı Nancy Mc Eldowney’in davetinde başka bir kritik dosyayı açtık.
Biliyorsunuz, ABD’de Demokratlar Kongre’de çoğunluğu sağladı, sözde Ermeni Soykırım Yasası’nın nisan ayında gündeme alınması, hatta belki de kabulü bekleniyor.
Erdoğan, New York’ta buluştuğu eski demokrat başkan Bill Clinton’a meseleyi açtı.
8 yıllık Beyaz Saray deneyimine sahip Clinton, üç noktaya dikkati çekti:
Temsilciler Meclisi ve Senato’ya yeni seçilen üyeler, kampanyalarına yardım edenlere borçlu olduklarını hissederler. Topladıkları Ermeni oylarının karşılığını vermeye kalkabilirler.
Ama zamanla iktidar sorumluluğu kendilerine hatırlatılır, yeni üyeler için de aynı süreç işleyecektir. Dış politika öncelikleri, iç siyasete kurban edilemez.
Ermeni yasası Senato’dan zaten geçmez, merak etmeyin. Ama tavsiyem, ABD siyasetine dönük lobi çalışmasını sessiz ve dikkatli yürütün.
Clinton’ın analizi böyle...
Eklemek gerekir ki, Ermeni tasarısı ABD-Türkiye ilişkilerine ipotek koyarsa, AB cephesinde de işler iyi gitmez. Aylardır AB pazarlığının Washington’un yardımıyla yürüdüğünü unutmayalım.
* * *
Son olarak Rusya ve Ortadoğu irtibatına göz atarsak...
Başbakan’ın Rusya’dan -ABD’nin itirazına rağmen- ek gaz alma niyeti var.
Rus gazını İsrail’e taşımayı, tanklarla Hindistan’a ulaştırmayı planlıyor.
Afganistan’dan Çin ve Hindistan’a uzanan boru hattı yerine neden böyle bir yol izleniyor?
Sebebi güvenlik kadar, stratejik tercih olsa gerek.
* * *
İç ve dış koşullar Türkiye’de tek partili iktidar ve istikrar gerektiriyor.
Ama anketler koalisyona işaret ediyor. Bakalım bu çelişki nasıl giderilecek?
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2006
<b>ANKARA-NEW YORK</b><br>HER dış gezinin açık gündeminin gölgelediği önemli hedefleri olur. Aslında bu gizli gündem pek saklı değildir, kamuoyuna açık gezi programına yazılır.
Mesela Başbakan’ın New York gezisi öncesinde dağıtılan programına dikkatle göz atalım.
Kapağında "Medeniyetler İttifakı Girişimi Vesilesiyle ABD Ziyareti" yazıyor.
Türk ve İspanyol liderler zoru başardı, bu umudu BM binasına kadar taşıdı. Bundan sonrası Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın söylediği gibi tek tek projelerin başarısına bağlı.
* * *
Tayyip Erdoğan’ın ABD gezi programında üç yeni açılımın ipucu var.
1) Yeni genel sekreter:
Başbakan gelecek yıl BM Genel Sekreteri öncülüğünde yeniden başlaması beklenen Kıbrıs pazarlığı öncesinde Kofi Annan ve halefi Ban Ki-Moon ile buluştu. AB ile müzakerelerin yeniden raya girmesi açısından kritik önem taşıyan Kıbrıs sorununu birinci ağızdan aktarma imkánı buldu.
2) Demokratlara açılım:
Gezinin ikinci günü, neredeyse tamamen ara seçim galibi Demokrat Parti’nin ağır toplarına ayrıldı. Başbakan ilk gün sıkışık programına rağmen eski demokrat başkan Bill Clinton’ın Harlem’deki ofisine gitti. Kapıda bekleyen Ermeni soykırım krizi öncesinde Demokratları uyardı.
3) Musevi cemaatiyle temas:
Başbakan gezinin ikinci gününde Musevi örgütlerinin 25 kadar temsilcisiyle buluşacak. Muhtemelen HAMAS’ın Ankara ziyareti nedeniyle bozulan ilişkileri onarmaya gayret edecek.
* * *
Başbakan ve heyeti toplam 66-70 saat sürmesi beklenen gezinin 24 saatini uçarak geçirecek.
Daha geçen bayram öncesi ciddi bir rahatsızlık atlatan Başbakan’ın bu kadar zorlanması doğru mu?
12 saatlik uçak yolculuğu öncesinde iki günlük yoğun Karaman ve Konya programı vardı.
Nitekim Başbakan uçağa biner binmez, önce herkesle tokalaştı, ardından hemen dinlenmeye çekildi.
Başbakan yolda uyuyunca gazeteciler uçak sohbetinden mahrum kaldı.
Uçaktaki ilk geceden hatırlanacak sadece birkaç şaka ve ufak dokundurma vardı.
Başbakan giderek inceliyor, nitekim "Kilo mu verdiniz?" diye sorduğumda "94’e düştüm" dedi.
Hemen ardından ekledi, "Ama diyetle değil, sporla".
Başbakan her gün yürüyüş, ağırlık ve bisiklet çalışıyor.
Kilo muhabbetinden Ali Babacan ve Fehmi Koru da nasibini aldı.
Başbakan, "Ali Bey’in biraz sorunu var" diye dokundurdu.
Fehmi Koru’ya önce verip sonra yeniden aldığı kiloları hatırlattı.
Koru’nun yanıtıysa tarihi aczin kanıtıydı:
- İsmet Paşa her zaman "Sigara bırakmak dünyanın en kolay işi, ben 95 kere bıraktım" dermiş. Bence kilo vermek de çok kolay bir iş, yeniden almak olmasa!
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>BU akşam Tayyip Erdoğan ile birlikte Konya üzerinden New York’a uçuyoruz. Yarım gün kadar sürecek yolculukta 6 gazeteci muhtemelen Başbakan’la uzun ve sansürsüz sohbet imkánı bulacağız. Ama kendi adıma sohbet ne kadar uzasa da tek bir sorudan kaçınma kararındayım. "Cumhurbaşkanlığı’na aday olacak mısınız?" diye sorup, temcit pilavı tadında "Nisana kadar bekleyin" yanıtına katlanmayacağım.
* * *
Ne var ki Başbakan’ın uçağında konuşulmaması, Çankaya seçimini gündemden düşürmüyor.
Aksine başkentte her hesap bu seçim ekseninde yapılıyor.
1982 Anayasası bir garip; Cumhurbaşkanı’nı Meclis seçiyor.
Ama aynı Anayasa, Cumhurbaşkanı’nı yürütmeye, yani hükümetin icraatına ortak ediyor.
Oysa hükümet halka hesap veriyor, Cumhurbaşkanı ise sorumsuz sayılıyor.
Belki de o yüzden Meclis’in seçimine halkın gönül vizesi gerekiyor.
Meclis’in başkanı her defasında Cumhur’un Reisi olamıyor.
* * *
Darbeci Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı bile merhum Turgut Özal kadar tartışılmadı.
"Alışamadım" telgrafları, yerel protestolar... Bu protestolara tek istisna dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın’dı.
Bugünün SHP lideri, kendisini çok seven Özal’la köprüleri atmadı.
Geçenlerde o günlere ilişkin çok çarpıcı anısını anlattı, yeri geldi aktaralım.
Özal’ın özel kalemi Nabi Şensoy, bir gün Karayalçın’ı aradı:
- Sayın Cumhurbaşkanı bir heykeli çok beğendi, Batıkent’e uygun gördü.
Karayalçın hemen olumlu yanıt verdi, tören hazırlıkları başladı.
Bando mızıka yerini aldı, zabıta üniforma giydi, halk meydana indi.
Ama Özal heykelin örtüsünü kaldırdığında, meydanda tek tük alkış duyuldu.
Ne bir tezahürat, ne sevgi gösterisi, hatta protesto bile yoktu.
Siyasetçiyi kahreden ilgisizlik meydana hákimdi.
Karayalçın hikáyesini kıssadan hisseyle noktaladı:
- Sanıyor musunuz ki Özal, Köşk’ten aşağı sadece siyaset hevesiyle inecekti. Orada yalnız kaldı, dayanamadı.
* * *
Aslında yaygın propagandanın aksine Tayyip Erdoğan’ın adaylığına itiraz muhalefetle sınırlı değil.
Yeni Şafak Gazetesi’ndeki ANAR anketinde bile Erdoğan’ı Çankaya’da isteyenler azınlıkta kaldı.
AKP seçmeni, Erdoğan’ın Başbakan olarak devam etmesinden yana, çünkü;
1) Genel seçime Çankaya’da yıpranmadan ve Erdoğan liderliğinde gitmeyi umuyor.
2) Çankaya sürecinde patlak veren ve giderek büyüyen gerginlikten rahatsızlık duyuyor.
3) Erdoğan’ı icradan çekilip Köşk’e çıkmak için fazla genç ve aktif buluyor.
* * *
Başbakan’ın Çankaya hevesi devam ederse kime hangi mesajı vermesi gerektiği belli.
AKP seçmeninin, partinin emin ellere teslim edildiği konusunda kuşkusu kalmamalı.
Muhalefeti Çankaya’nın rejim sorunu yaratmadan yöneteceğine iknaya çalışmalı.
Ve Tayyip Erdoğan’ın zoru başarmak için sadece dört ayı kaldı.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2006
ANKARAÇANKAYA Savaşı’nın ikinci cephesi MHP’nin Cumhurbaşkanlığı ziyaretiyle açıldı. Hemen herkes erken seçim önerisini tartıştı. Ama "baraj düşürülsün" talebi ciddiye alınmadı. Oysa kuraldaki değişiklik seçim sonucu üzerinde tarihten çok daha etkili olur. (İnanmayan varsa, merhum Turgut Özal’ın her seçim öncesinde yaptığı Ali Cengiz oyunlarını hatırlatalım.)
* * *
Anlaşılan o ki, Cumhurbaşkanı ve müttefikleri seçim barajını düşürmek isteğiyle kalmıyor. Kafalarında yeni barajla ilgili rakam da var: Yüzde 7 veya 8’lik bir baraj isteniyor. Hatta Cumhurbaşkanı daha düşük barajın, örneğin yüzde 5’in sakıncalı olacağı kanısında.
Yani yüzde 10 ile yüzde 7-8 arasındaki 2-3 puanlık farkın yaratacağı sonuç arzu ediliyor. Ama yüzde 7-8 ile yüzde 5 arasındaki 2-3 puanlık indirimden korkuluyor.
Bu ilginç siyasi denklemi ancak seçim anketleriyle birlikte anlamak mümkün.
Özellikle iktidara yakın anketlerde MHP ve DYP barajın hemen altında gözüküyor. Demek ki Cumhurbaşkanı ve müttefikleri asgari dört, (Anavatan da girerse) beş partili Meclis arzuluyor. Ama barajı çok düşürüp, anketlerde 5-6 puanda gözüken DTP’yi Meclis’e sokmak istemiyor.
* * *
Barajın düşürülmesi siyasette temsil adaletine hizmet eder, orası kesin.
Ama hemen aklıma gelen soruları/sakıncaları sıralayayım:
Sadece Kürt partisini dışlamak amacıyla konulan seçim barajı siyasi ahlaka uygun mu?
Ayrıca baraj indirimi Kürt siyasetini, "hedefe sadece iki puan kaldı" diye cesaretlendirir mi?
Kürt partisi, Ak Parti’yi kuşatma planının yan etkisi olarak sineye çekilir mi?
* * *
Siyasi gerçekçilik bu Meclis’ten baraj indirimi beklemenin hayal olduğunu söylüyor. Hatta bırakın Ak Parti ile CHP’yi, MHP ve DYP bile bugünkü koşullarda barajı savunur.
Dolayısıyla diğerlerini bilmeyiz ama Kürt partisinin barajı aşması mümkün olmaz. Bölgede ikinci konumdaki Ak Parti bedavadan 20-30 sandalye daha kazanır.
* * *
Her Çankaya seçimi öncesinde siyasi gerginlik artar. Ama siyasete dış müdahalenin başarılı sonuç verdiğini hiç görmedim. 12 Eylül’ün siyasi várisi bugün adı bile anılmayan Turgut Sunalp ile partisi MDP idi. 28 Şubat’ı siyasi zemine taşıması beklenen Mesut Yılmaz, malum Yüce Divan’ı boyladı.
Sadece bu örneklere baksak bile... Siyasete müdahale veya ayar beklemekten vazgeçme zamanı gelmedi mi?
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2006
LİMAN önerisini "devlet politikasından sapma" sananlar oldu.<br><br>Devletle siyaset aleni kavgaya tutuşunca, Brüksel seyre koyuldu, öneriyi kayda geçirmedi. Yani kimilerine göre, bir kısım Türk vatanı satmaya teşebbüs etti, ama AB ilgilenmedi, öyle mi?
İşin aslını ben size anlatayım: Perşembe sabahı AB treninin raya dönme ihtimali vardı, bugün yok.
İşte devletin 50 yıllık politikasında açılan asıl delik budur, başkasını aramayın.
Hepimize hayırlı, uğurlu olsun!
* * *
Çankaya’nın "Liman önerisinden haberimiz yok" şikáyeti, Dışişleri Kurmaylarını üzdü.
Anlaşılan 7 Aralık günü TV’ler Finlandiya mahreçli liman haberini geçmeye başlayınca Çankaya arandı. "Türkiye’nin Kıbrıs pozisyonunun değişmediği, yaklaşımının eski rayında devam ettiği" vurgulandı. Cumhurbaşkanı, saat 14.00’te Milli Komite toplantısı için masada Başbakan’ın karşısına bu bilgiyle oturdu. Genelkurmay ise zaten bir gece önce ziyaret edildi.
Milli Komite toplantısının ardından Genelkurmay Başkanı ile Başbakan ayakta kısa süre sohbet etti. Başbakan Köşk’ten ayrıldıktan sonra Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı yarım saat görüştü.
Önceki gün "Milli Komite toplantısında neden Başbakan’a sorulmadı?" diyecek olduk.
Başbakan’a kızanlar, "Olur mu hiç, devlet düzeni öyle işlemez" tepkisini verdi.
O zaman devlet geleneğine uygun soralım, belki onlar da hatırlar:
- Cumhurbaşkanı neden Milli Güvenlik Kurulu’nu (MGK) toplantıya çağırmadı?
Öyle ya, askerle sivilin bu meseleleri konuşması için en uygun zemin MGK değil mi?
Zaten Abdullah Gül’ün 24 Ocak 2006 açılımı da MGK’dan onaylı öneri.
Sözlü olarak Finlilere iletilen öneride o güne göre tek fark ne biliyor musunuz?
Bir yıllık süre şartı, yani Türkiye’nin önerisini geri çekme hakkı.
(Fin Planı’na verilecek yanıtsa 31 Ekim’den bu yana toplantı olmadığı için MGK’ya gelmedi.)
Bu ay yine MGK toplantısı var. MGK’da neler olur, şimdiden kestirmek zor.
Ayın 20’sinden sonra yapılması planlanan MGK’nın tarihi/gündemi henüz belli değil.
* * *
Liman polemiği gösterdi ki, Çankaya seçimi kara delik haline geldi.
Ulusal güvenlik önceliği bile tanımadan her tartışmayı içine çekiyor.
Yakın zamana kadar genel seçimin öne çekilmesi belki gerilimi düşürürdü.
Ama ortaya çıkan bu güven bunalımı göz önüne alınırsa...Tayyip Erdoğan’ın muhalifleri ellerine geçen her fırsatta Çankaya yokuşuna barikat kuracağa benziyor.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>ÖNCE Anadolu Ajansı’nın 7 Aralık Perşembe günü saat 16.26’da geçtiği habere göz atalım: "ANKARA (A.A)-07.12.2006- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in başkanlığındaki Milli Komite toplantısı sona erdi. Çankaya Köşkü’ndeki toplantı, yaklaşık 1.5 saat sürdü. Toplantıya, Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Bayındırlık ve İskán Bakanı Faruk Nafiz Özak katıldı."
Sonra Reuters’ın aynı gün saat 09.36’da geçtiği İngilizce liman baskını haberini hatırlayalım:
"HELSINKI, Dec 7 (Reuters) - Turkey plans to open a port and an airport to traffic from Cyprus as a step to meet its commitments to the European Union in talks on membership of the bloc, EU President Finland said on Thursday."
* * *
Demek ki Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı 1.5 saat aynı masada oturacak... TV’lerin 7 saattir flaş haber olarak geçtiği (aslında herkesin bildiği eski) liman önerisini hiç konuşmayacak.
Meseleden tamamen habersiz bırakılmaktan şikáyetçi Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a, Milli Savunma Bakanı’na dönerek, "Neler oluyor, neden bize bilgi vermediniz, danışmadınız?" diye hesap sormayacak.
Üstelik Başbakan’ı uğurladıktan sonra Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı yarım saatlik zirve yapacak. Hükümet, "Bilgi vermiyor" diye suçlanacak, ama Başbakan’ın gıyabında yorum ve açıklamada sakınca görülmeyecek.
Öneriye açıkça karşı çıkmak da zor; çünkü MGK’da itiraz eden yok.
Habersiz kalmak, ileriye dönük siyasi hesaplara uygun.
Şimdi soruyorum size, bu son ve suni gerginliği "Kıbrıs elden gidiyor kavgası" diye etiketlemek doğru olur mu? Yoksa yaşanan süreç, Çankaya seçimi öncesi iman/ittifak tazelemekten mi ibarettir?
Yüksek siyaset adına, ömrünü Kıbrıs’ta adil çözüme adamış Ertuğrul Apakan başta olmak üzere Türk hariciyesini bir kalemde harcamak ulusalcılığın şartı mıdır?
* * *
Türkiye, Ertuğrul Özkök’ün ara sıra haklı olarak hatırlattığı gibi Belçika coğrafyasında yaşamıyor.
Komşulardan sürekli sınır ötesi/içi sorun ithal ediyoruz. İrtica, ayrılıkçı hareket gibi.
Bu ortamda diplomasi aynası marifetiyle Türk kamuoyunu korkutmak, yönlendirmek beceri gerektirmez.
Örneğin, "İran devrim ihracı istiyor" gerçeğine sığınıp muhafazakár hükümeti istediğiniz gibi dövebilirsiniz. Veya "Irak mutlaka bölünecek, Kürtler bağımsız kalacak" öngörüsü Güneydoğu’daki insan hakları ihlaline gerekçe sayılabilir.
Bir zamanlar, her kış vakti Sovyetler’den komünizm gelebilir diye tetikte bekleyenler vardı, hatırlarsınız.
Ne Sovyetler kaldı, ne de komünizm, rejim bekçileri Papermoon’da afiyetle pizzalarını yiyor.
* * *
Diplomasi aynasının sırrı arkasındadır. Aynada beliren her tehdide kanmayın.
Örneğin, bugünlerde moda Tayyip Erdoğan’ın Çankaya tercihine ABD vizesi tahminleri.
Kimileri, "Nasıl olsa izin vermez, Başbakanlık’ta ister" diye pozisyon alıyor. Diğerleri, "Son gezide Beyaz Saray’da iş bağlandı" umuduyla yeşil ışığa hazır.
Oysa duyduğumuz kadarıyla ABD’nin bu ülkedeki en yetkili ismi, Deniz Baykal’a çok farklı sinyal verdi:
"ABD, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, genel seçimde de tamamen tarafsız kalacaktır."
Aynanın anlattığı budur!
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2006
ANKARATIPKI reklamdaki gibi, hani "Çince söylüyorum, nasıl anlıyorsun" misali. Ankara’nın ne dediğini, Avrupa Birliği ile Rumlar doğru anladı, Türklerin kafası karıştı.
İzninizle neyin ne olduğunu, ara sıra denediğimiz soru-yanıt formatıyla anlatmayı deneyeceğiz.
Ama önce ne dedik-ne oldu analizini yaparsak;
Perşembe sabahı 25 üyeli AB’de Türkiye’yi destekleyen 4 ülke varken dün bu sayı 19’a yükseldi.
Müzakeresi kesilmesi önerilen başlık sayısı azalabilir, belki zirve kararsız dağılabilir.
* * *
Şimdi gelelim meselenin teknik faslına...
Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki devlet politikası delindi mi?
Kesinlikle hayır. İki gündür kamuoyunda tartışılan öneriler 24 Ocak 2006 tarihinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından paket olarak açıklandı.
Finlandiya Planı denilen ve yazılı olmayan öneride bu maddeler yine vardı.
Fin Planı’nı Türkiye, Maraş maddesi yüzünden, Rumlar Ercan’ın açılması korkusuyla reddetti.
Anlattığımız sürecin tamamından devletin ilgili birimleri haberdardı.
Hem Abdullah Gül’ün açıkladığı paket, hem de Fin Planı, MGK dahil her zeminde ele alındı.
Şimdi Türkiye’nin yeniden paketlediği eski önerilerine bakarak, "Kıbrıs’ta devlet politikası delindi" diyecek kadar ileri yoruma gitmeyi anlamak mümkün değildir!
AB’nin ısrarına rağmen Ankara neden yazılı öneri vermiyor?
Kimilerine göre, metne dökülürse kabul edilmese bile Rumları tanıma anlamına gelebilir.
Ama bana anlatılana göre, Türkiye önerisine Dönem Başkanı Finlandiya’nın aracılığından memnun.
Geçen cuma günü Ankara’yı ziyaret eden Finlandiya Başbakanı, Abdullah Gül ile görüşmesi sırasında masaya gelen Türk önerisi için "Çok ilginç, mutlaka üzerinde durmamız lazım" dedi.
Konuk Başbakan ülkesine döndüğünde Dışişleri Bakanı’na, Gül’ü araması talimatını verdi. Bakan Gül, bu görüşmede Türkiye’nin önceki gün açıklanan (aslında yeni olmayan) önerisini sözlü olarak iletti.
Finlandiya önceki gün bu öneriyi AB Daimi Temsilciler Komitesi’ne sundu.
Türkiye’nin önerisi, tek taraflı liman veya havalimanı açmak anlamına mı geliyor?
Hayır, Türkiye sadece "Anlaşırsak ve örneğin dönem başkanlığı karşı adımın geleceğini garanti ederse ilk adımı ben atabilirim" diyor o kadar.
Zaten şartsız ve tek taraflı adım atılacaksa bunca zahmete, açıklamaya ne gerek var ki?
Önceki sabah açıklama yerine liman veya limanlar açılır, mesele biterdi.
* * *
Başkentte öyle bir hava oluştu ki, sanki devlet, asker, medya bu pazarlığı ilk kez duyuyor.
Benimki dahil (19 Kasım 2006) onlarca köşe yazısı ve haber, aniden unutuldu gitti.
Ya Rumlar doğru anladı ve bizim kafalar karıştı... Veya Çankaya seçim sürecinde herkes siyasi pozisyonuna göre konuşuyor. AB müzakerelerine devam ihtimali Tayyip Erdoğan’a yaramasın diye bildiğini bilmezden geliyor.
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2006
<b>TAHRAN</b><br>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan ile Perviz Davudi’nin arkasında sıralanmış basın toplantısını izleyen İranlı yetkililerin orta boylu olanıyla göz göze geldik, gülümsedi. Görüşmeyeli geçen 20 yılda Gulam Rıza Bagheri Maghaddam’ın saçlarına kır düşmüş. Ama herhalde ben de değişmişim. Çünkü ilk sözleri, "Enis Beyciğim sizsiniz değil mi, ama sizin birazcık saçınız vardı" oldu. Maghaddam, Türkiye’deki görevinden sonra Tükmenistan ve Kırgızistan’da büyükelçilik yaptı. İki hafta kadar önce Cumhurbaşkanı’nın Özel Temsilcisi sıfatıyla Ankara Büyükelçiliği’ne geldi. Başbakan Erdoğan, Tahran görüşmeleri sırasında Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki’ye, "Bagheri’yi büyükelçi olarak bırakın, ilişkiler gelişir" telkininde bulundu. Mutteki de olumlu baktı. Bagheri’nin emrinde çalıştığı Büyükelçi Mutteki (türban eylemlerine destek verdiği için biraz olaylı ayrıldı), bugün İran’ın Dışişleri Bakanı. Bakanla Türk gazeteciler uzun sohbet fırsatı buldu.
Ne konuştunuz derseniz, Mutteki ile Hasan Abi’nin (Cemal) ortak bildirisini aşağıya aktardım.
Kalan sürede, Mutteki Türkiye ile ilgili üç nazik mesaj verdi:
Türkiye’yi 20 yıl sonra nasıl bulduğunu sorduğumda, "Özal ekonominizin temellerini çok iyi attı. Dış geliriniz çok yüksek. Şirketleriniz hem İran’da hem de Orta Asya’da çok rekabetçi."
Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne alsınlar ne demek? Asıl sizin AB’yi kabul etmeniz önemli. AB’ye katacaklarınızın farkında olursanız daha kolay alırlar.
Papa ziyaretini başka işlerim olduğu için izleyemedim. Ama siz memnunsanız biz de mutlu oluruz.
Bakan Mutteki’ye Batılı medyada çıkan "İsrail, İran’a saldıracak" haberleri soruldu. Mutteki gülerek, "O eski şaka, yenisi çıktı, size anlatayım" dedi. Bizim Nasreddin Hoca’nın hırsızı yakalama hikáyesine benzer bir fıkra anlattı: "Fedai illa cepheye gidip düşman yakalayacağım diye tutturmuş. Birazdan telsizle aramış, ’Üç düşman tuttum, gelin alın’ demiş. Karargáhtakiler, ’Adamımız yok sen getir’ deyince, "İyi ama gelmiyorlar’ yanıtını vermiş. ’Peki sen gel’ denilince de, ’Gelirim ama bırakmıyorlar’ diye yakınmış. İyi de düşmanı yakalamadığını, senin esir düştüğünü neden söylemiyorsun. İsrail’in durumu da buna benzer." İşin şakası bir yana; Mutteki ve Bagheri döneminde İran, Türkiye’nin gündeminde daha fazla yer alacağa benziyor.
Hasan Abi çok bastırdı İran, İsrail’i tanımadı
HASAN Cemal veya Başbakan’ın ifadesiyle Hasan Abi, doğru bildiğinden şaşmadığını, resmi görüş karşısında yılmadığını İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki ile tartışırken de kanıtladı. Mutteki ile Türk gazetecilerin bir saati aşkın sohbetinin büyük bölümü Hasan Abi’nin İran’ı, İsrail’i tanıması için ikna çabalarıyla geçti. O kadar ki bir ara Mutteki, Hasan Cemal’e Oslo Barış Planı’nı ikame edecek yeni fikirlerini sorma ihtiyacını hissetti. İran’ın Ankara Büyükelçisi de, "Hasan Bey (o henüz abi demiyor) Kudüs’ü iki halk nasıl paylaşacak" diye itiraz etti. Bendeniz Mutteki’ye, "Sayın Bakan izninizle bir sonraki sorum Hasan Abi’ye olacak" diyerek olaya balans ayarı verdim. Ama nafile, Hasan Abi İran’ı ikna edemedi. Ne var ki Hasan Abi, sona doğru şaşırtma vererek "Kerkük ne olacak?" diye İranlı muhatabını gafil avladı. Mutteki sorunun kenarından dolaşmaya çalışırken Fehmi Koru, "Kerkük, İran’ın gündeminde değil" sözleriyle yardıma koştu. Bakan bu pası iyi değerlendirdi, "Hasan Bey isterseniz Kerkük’ü gündeme alalım" dedi. Mutteki sohbetini Tayyip Erdoğan’a gazetecilerle birlikte rapor eden Başbakanlık Sözcüsü’nün ifadesiyle "O gece Hasan Abi fevkalade olumlu ve yapıcı görüşmelerde bulundu". Yani gün olur Kerkük İran’ın gündemine girerse bilin ki Hasan Abi’nin sayesindedir!
Yazının Devamını Oku