9 Ocak 2007
<b>ANKARA</b><br>DAHA doğrusu sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla ilgili değil."Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı ile ilgili kararı yakın tarihe kadar, ’başbakan olarak devam edersem mi, yoksa Cumhurbaşkanlığı’na aday olursam mı daha iyi hizmet veririm?’ sorusuna bağlıydı" diyen Başkanlık kurmayı ekliyor, "Ancak artık başka faktörleri de değerlendirmek zorunda". Başbakan’ın Çankaya kararını etkilemesi muhtemel faktörleri sıralarsak;
Baykal baskısı: Başbakan Cumhurbaşkanlığı’na aday olmazsa muhalefetin "korktu, kaçtı" propagandasına hedef olacağını hesaplıyor. Haksız da sayılmaz, Baykal zaferini ilan etti bile!
Emine Hanım: Tartışmalar Cumhurbaşkanı’nda aranan vasıflardan çok Emine Erdoğan’ın türbanında odaklandı. Başbakan kararını verirken kaçınılmaz olarak bu açıyı da göz önünde tutacak.
Hayat tarzı: Başbakan hayat tarzı farklı (örneğin eşinin başı açık) bir AKP’liyi Çankaya’ya yollasa, kendisini inkár etmiş olmayacak mı? Alın size hazmı zor bir karar daha.
Kim durduracak?: Başbakan "gerginlik çıkmasın" diye adaylıktan vazgeçse bile kimi çevrelerin daha çok korktuğu isimleri, örneğin Meclis Başkanı Bülent Arınç’ı kim durduracak?
Bu akıl yürütmeyi okuduysanız herhalde hemfikiriz: En azından şu an itibarıyla Erdoğan için mecburi istikamet Çankaya gibi gözüküyor.
Kararı etkileyen faktörler değişse de açıklanan takvimi aynen korundu, çünkü Erdoğan:
Eğer çıkmaktan vazgeçerse yerine seçilecek kişi için,
Çıkarsa Başbakanlık için erken yarış başlasın istemiyor.
Dolayısıyla nihai karar için yine 16 Nisan’ı beklemek gerekiyor.
20’de 1 vergiyle efelenmek zor
CEHALET deyince kızıyorlar, ama eksik ve yanlış bilgiyle yorumda ısrarlılar.
Dün Sabah Gazetesi’nde kıdemli/kaliteli bir yazar, Petrol Ofisi’nin vergisini ele aldı.
Özetle dedi ki, "Petrol Ofisi zarar gösterdi, vergi ödemedi, özelleştirme borcunu kapattı".
Yazar, hortumlamadan ilham alarak, "POAŞ’lama" diye bir ifade kullandı. Oysa işin gerçeği ne, bir de benden dinleyin. 2001 yılındaki kriz, neredeyse tüm bankaları ve büyük şirketleri zarara boğdu. Bankalar, şirketler işler normale dönünce geçmiş zararları vergiden düştü. Bu işlem hem vergi hukuku açısından hak, hem de yaygın uygulama...
Ama daha ilginci ne biliyor musunuz?
Sabah Gazetesi ile irtibatlı iki şirket var.
Biri Dinç Bilgin’e, diğeri Turgay Ciner’e ait.
Dinç Bilgin’in şirketi 2000 yılından bu yana vergi ödemiyor.
Turgay Ciner’in Merkez Gazete Dergi Yayıncılık AŞ’sine gelince...
Tiraj ve reklamla Hürriyet’in üçte ikisi kadar ciro sağlıyor.
Ama nedense ödenen vergiler arasında 20 kat fark var.
Hürriyet geçen üç yılda 81 milyon YTL Kurumlar Vergisi ödedi. Sabah’ın yayıncısı aynı üç yılda sadece 4.3 milyon YTL Kurumlar Vergisi ödemesi yaptı. Bu fark nereden ve nasıl kaynaklanıyor, sorması 20’de bir vergiyle efelenen yazara düşer.
Çünkü bizim anlatmak istediğimiz mesele başka. Kendi şirketinin yaptığını başkasında suç saymak...
İşte medya yasasıyla infaza yeltenmek dediğimiz bu anlayış.
Bir şirket hakkındaki Maliye raporunu yazmak haberciliktir.
Ama daha rapor ortada yokken, aklına gelen iftirayı tefrika etmek...
Sizce nedir?
Yazının Devamını Oku 8 Ocak 2007
ANKARABİR önceki hükümetin ortağı, daha öncekinin başbakanı neden Yüce Divan’da yargılandı, hatırlayın. Partisine destek olacak medya grubunu başbakanlık konutunda oluşturma pazarlığında yakalandığı iddiası nedeniyle...
"Gazeteyi, TV’yi al, karşılığında özelleştirmeden kamu bankası verelim" muhabbeti şükür ki bitti.
Yani medya-siyaset-ticaret üçgeninin iki kanadı koptu.
Siyasetin medyaya sunacağı imkan, yasal zemin kalmadı.
Ama ya medya-ticaret ilişkisi?
Gazetene ilan vermeyen şirketi manşetten infaz et... Gazetecilik rekabetinde alt edemediğin rakibine ticari karalama kampanyası ile hasar vermeye çalış!
Medyada son birkaç ayda gördüğümüz örnekler emekli siyasetçinin işlediği iddia edilen suçtan daha mı hafif cürüm?
Ve eğer suçsa cezası nerede kesilecek?
Biz gazetecilerin Yüce Divan’ı okurdur.
Geçen 25 yılda gazetesini Kalaşnikof gibi kullanan patronların, tetikçilerin -ve ne yazık ki gazetelerin de- silinip gitmesine tanıklığımız boşuna değildir.
* * *
Sabah Gazetesi bir süredir Petrol Ofisi’nin EPDK ve Maliye ile ticari ilişkilerini ele alan haberler yayımlıyor.
Denilebilir ki, "Medya ortaklığı dokunulmazlık tanımaz, haberse tabii ki yazılacak."
Elhak doğru, ama haber namusuna sadık kalınması koşuluyla.
Vergiden, cezadan biraz anlayan o dünyanın siyah-beyazdan ibaret olmadığını bilir.
Gri alanda dolaşmaksa bilgi işidir.
Özetle vergi hakkında kalem oynatacaksanız;
Matrahla vergi arasındaki farkı bileceksiniz.
Tebligatla tahsilatı karıştırmayacaksanız.
Zamanaşımı geliyor diye uydurmayacaksınız.
İşte o zaman yazılanlar biraz olsun habere benzer.
Ve dahası habercilik kuralı gereği Petrol Ofisi’ne de söz hakkı tanınmalı.
Bu haberleri yapan gazete, mutlaka;
Yapılan işlemin 12 büyük birleşmeyle aynı olduğunu,
Maliye’nin benzer işlemlere verdiği "olur" yazılarını,
Danıştay’ın verdiği onama kararlarını,
Eleştirilen işlemin bu yıl yasaya konulduğunu da yazmalı.
O gazetelerin okuru da gerçek ve tam bilgiyi almalı.
Gerçeği başka gazetelerden okumak zorunda kalmamalı.
* * *
Yanlı ve yanlış haberlerin tek kurbanı elbette okurlar değil.
Petrol Ofisi’nin küçük ortaklarının kaybı ortada.
Ve eğer bütün bunlar İdare’ye yani Maliye’ye baskı amaçlıysa...
Bildiğimiz kadarıyla Türkiye hálá bir hukuk devleti.
Medya yasalarıyla infaz yapılmıyor.
Yazının Devamını Oku 7 Ocak 2007
<b>ANKARA</b><br>MİT Müsteşarı Emre Taner’in 80’inci yıl mesajındaki en çarpıcı tespit kuşkusuz, "1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanıldı" itirafıydı.
Dün bu tespitin gerekçesini araştırdım, aktarayım:
MİT’e göre Soğuk Savaş’ın düsturu, bilgiyi alma ve başkasından saklama olarak özetlenebilirdi. İki kutuplu dünyaya veda istihbarat servislerini gafil avladı. Çünkü küresel düzende bilgi saklama hüner olmaktan çıktı, bilgi alışverişi marifet oldu. MİT de bu dünyaya ayak uyduruyor.
Bir de MİT yönetimini üzen yorumu düzeltmek lazım:
MİT açıklamasını, savunma, güvenlik ve ekonomi politikalarına eleştiri olarak algılamak yanlış. MİT açıklamasını yeni istihbarat doktrini odaklı yaptı. (Bu yüzden en iyi başlığın Milliyet’e ait olduğu düşünülüyor.) Bu temel politikaların tamamlayıcısı istihbarat açılımını sergiliyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2007
<b>ANKARA</b><b>BAYRAM geçti, artık siyaset konuşma zamanıdır. Bu yıl önümüze iki sandık konulacağı kesin.
Ama iki sandık arası kaç gün olacağına kim karar verecek?
Sadece AKP, hatta daha ileri gidersek Tayyip Erdoğan.
* * *
Başkentte ikinci seçimin tarihine ilişkin senaryolar üretiliyor.
Eğer, -bu vurguya lütfen dikkat- Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa...
Ve eğer, AKP genel seçimin Çankaya referandumuna dönüşmesinden korkarsa...
"Yaz başında erken/baskın seçim gündeme gelir mi?" diye soruluyor.
Biraz daha ayrıntıya girersek;
İlan edilen 4 Kasım 2007 tarihi, Anayasa’da belirtilen "TBMM seçimleri beş yılda bir yapılır" hükmüne uygun mu emin değilim. Çünkü o tarihte son seçimin üstünden beş yıl bir gün geçmiş olacak.
AKP, beş yıllık hükümet icraatının tartışılması yerine, genel seçimin sadece "Erdoğan Çankaya’da kalsın mı, gitsin mi?" ikilemine indirgenmesine karşı.
Muhalefet seçmeni bir yana, AKP tabanı bile Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı konusunda kararsız/karşı. Dolayısıyla Çankaya fay kırığı AKP oylarında ciddi düşüşe yol açabilir.
Hasarın asgaride tutulması amacıyla genel seçimin Erdoğan’ın Çankaya’ya taşınmasının hemen ardından yapılması AKP açısından daha hayırlara vesile olabilir.
(Yalnız bu senaryoyu muhakeme ederken, Erdoğan’ın erken seçim alerjisini de hesaba katmak lazım. Aralarında bendenizin de bulunduğu çok sayıda yorumcu 2006’da erken seçim bekledi ve yanıldı, sakın unutmayın.)
* * *
Peki AKP’nin baskın seçim senaryosuna muhalefet nasıl tepki verir?
Dört partinin yöneticileriyle görüştüm, aykırılık sırasına göre aktarıyorum.
MHP yönetimi, baskın seçimi "siyasi ahlaka" uygun bulmuyor.
Genel Başkan’a çok yakın isimler şu yorumda birleşiyor:
"Biz Cumhurbaşkanı seçiminden önce erken seçim talebinde bulunduk, hayır denildi. Cumhurbaşkanı seçiminden hemen sonra baskın seçim fırsatçılıktır. Birkaç ay sonra yapılsa ne fark eder ki?"
MHP’nin baskın seçime karşı diğer muhalefet partilerine önerisi de belli:
"Karşı çıkalım, gerekirse toplu olarak seçimi boykot edelim. Siyasi ahlaksızlığa ortak olmayalım."
MHP’nin önerisini CHP’li yöneticilere sorduğumuzda aldığımız ilk tepki, "Demek ki hakikaten işi tırmandırmak istiyorlar" ifadesiyle özetlenebilir. CHP, MHP’nin yaklaşımına destek veya karşı çıkış olarak yorumlanacak pozisyon almıyor, "Zamanı gelince değerlendirmek lazım" demekle yetiniyor.
Buna karşılık DYP ve Anavatan’ın "seçime boykot" çağrısına yanıtı açık.
DYP liderliği, "Seçimden kaçarak siyaset olmaz. Erken seçimi biz istiyoruz" diyor. Anavatan yönetimi, "Boykotun anlamı ne, altı ay önce veya sonra seçim ne fark eder ki" diyor ve ekliyor, "Aksine altı ay sonra herkes yeni Cumhurbaşkanı’na alışır. O yüzden erken seçim beklemeyin."
Ezcümle Çankaya’yı atlatsak bile, genel seçimin tarihi kritik ve önemli siyasi risk.
Diğer bir siyasi mayını, izninizle yarına bıraktık.
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>ÖNCE "birimiz hata yaptı" derken kimden söz ettiğimizi açıklayalım: ABD ve Türkiye. Washington yaklaşık 8 yıl önce Abdullah Öcalan’ı Kenya’da paketledi, Türkiye’ye teslim etti.
Bu kadar yıldır yalanlanmayan haberlere göre tek şartı vardı; "Apo’yu sakın asmayın" dedi.
Türkiye değişen iktidarlarda sözünü tuttu, hatta AB yolunda idam cezasını kaldırdı.
Ama üç yıl önce Irak’ı işgal eden ABD, Saddam’ı yargısız infaz ve cellat marifetiyle astı.
Bu ne yaman çelişkidir ey aziz müttefikimiz!
Biz mi asmayarak hata ettik, yoksa siz asarak mı?
Hakemimiz tarih olsun.
* * *
ABD’li terörle mücadele uzmanları, Ankara’ya "Apo’yu kullanın" tavsiyesinde bulundu.
Türkiye bu tavsiyeye uydu, kontrollü açıklama/haberlerle örgütün kafasını karıştırdı. İmralı’dan "silah bırakın, Türkiye’yi terk edin" talimatı PKK’yı geçici süre için de olsa eylemsiz kıldı.
Sonraki taktik hatalar olmasa belki Türkiye terör sorununu aşabilecekti.
Irak’a en yakın komşu coğrafyada bu örnek/model varken sormak lazım.
Aynı ABD’li terör uzmanları, neden Saddam Hüseyin’i kullanmadı veya kullanamadı?
ABD’nin Irak’taki can kaybının neredeyse tamamı Sünni şeytan üçgeni sınırlarında.
Saddam’ın yakalanması, isyanı bastırır sanıldı, ancak umulanın tam aksi yaşandı.
Yani esir/rehin/canlı lider İmralı’da işe yaradı, ama neden Bağdat’ta denenmedi?
Biz mi Apo’yu iyi kullandık, yoksa ABD Saddam’ı kullanmak istemedi mi?
Bu sorunun yanıtı sadece Türkiye ve Irak değil, Ortadoğu’nun kaderini çizecek önemde inanın!
* * *
Abdullah Öcalan’ın yargılama sürecindeki tam işbirliğine rağmen mahkemesi hatırlarsınız çok eleştirildi. Yargı sürecinin askeri hákimle başlaması, "hákim bağımsızlığına aykırı" bulundu. Öcalan’a savunması için yeteri kadar süre tanınmaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.
Peki ya Sünni’si, Şii’si, Arap’ı, Acem’i, Kürt’üyle Ortadoğu coğrafyasına demokrasi modeli olarak seçilen Irak’ta adil yargılamadan söz edilebilir mi?
ABD, Irak halkını adaletle iknaya neden yeltenmedi?
* * *
Süreci geriye doğru izleyerek şu yorumda bulunmak herhalde pek haksızlık sayılmaz:
1) ABD yönetimi, Saddam Hüseyin’i daha yakalamadan öldürmeye kararlıydı.
2) Saddam’la birlikte eski rejimin bekçilerini ve Sünnileri karşısına almaktan çekinmedi.
3) Dolayısıyla dünyanın en zengin petrol rezervini Kürtler ile Şiilere emanet etti.
4) Bu yeni ittifak, Türkiye’yi tanımadığı düşman coğrafyaya komşu kıldı.
Müttefikimiz ABD’nin bize yılbaşı hediyesi bundan ibarettir, hayırlara vesile olsun.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>ÖNCE Fatih Çekirge "ABD ya Cemil Bayık’ı veya Murat Karayılan’ı teslim edecek" diye yazdı. Haftanın son iş gününde toplanan MGK’nın ilk gündem maddesine yine PKK yerleşti. MGK bildirisi, "Başta bölücü terör örgütü..." diye önceliğe işaret eden ifadeyle başladı.
Dolayısıyla, "Türkiye’ye yeni bir paket yolda mı?" sorusu farz oldu.
* * *
Güvenlik dosyalarına yakın ilgili bir isme sorduk:
- Bayık veya Karayılan’ın teslim edilmeleri ihtimali MGK’ya geldi mi?
- Hayır, PKK çok uzun konuşuldu, ama bu konu gündeme gelmedi. Zaten bu isimleri teslim alacak birim MİT olur. Güvenlik açısından süreç gizli yürür, MGK’ya bile iş olup bittikten sonra gelir.
Peki PKK neden gündemde ağırlıklı yer aldı?
Anladığım kadarıyla terörle mücadelede üç dinamik ayrıntılı incelendi:
Siyasi cephe, askeri kanat ve ABD ile işbirliği.
* * *
MGK’da ayrıntılı konuşulduğunu sanmıyorum ama hükümetin korkusu belli.
Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Türkiye’de siyasi türbulans başlarsa, rejim tartışması gündeme oturursa, PKK’nın bu puslu havayı fırsat bileceği kesin.
Bu yöndeki istihbari bilgiler şimdiden Ankara’ya ulaştı.
Askeri planlar da yine aynı takvime işaret ediyor.
PKK kışı tek taraflı ateşkesle geçirdikten sonra ne yapacak?
Gözüken o ki, örgüt mayıs ayı gibi yeniden eyleme başlayabilir.
Dolayısıyla Güneydoğu’da bugünden itibaren her koşula uygun hazırlık lazım.
MGK’da emekli Orgeneral Joseph Ralston’un temasları da ele alındı.
Danıştığım isme, "Ralston’un çabalarından umutlu musunuz?" diye sordum.
Üç aşamalı analize dayalı yanıtını aktarıyorum:
ABD’nin böyle bir atama yapması ve örgütlenmeye gitmesi önemli.
Ralston’un çalışmalarına bütçe ayrıldı ve bu rakam daha sonra artırıldı.
Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları arasında irtibat kuruldu, istihbarat akışı başladı.
Kısacası Türkiye bugün için değilse bile yarın açısından temkinli iyimserlik taşıyor.
* * *
Çankaya Köşkü’ndeki 5 saatlik MGK’nın perde arkasını araştırırken gözüm TV’ye ilişti.
Son dakika haberlerine göre Irak’ın devrik diktatörü Saddam Hüseyin bayram öncesi idam edilecek.
Bu haberler doğru mu bilmiyorum, ama eğer öyleyse uygar dünya büyük bir hatanın eşiğinde.
Yanlış anlamayın, sadece Irak’ta artacak şiddeti ve muhtemel can kayıplarını kastetmiyorum.
Darbeyle devrilmiş Başbakan’dan gencecik eylemcisine kadar çok kişiyi asmış ve bugün "Neden bu günahı işledik?" noktasına gelmiş bir toplumun gazetecisi sıfatıyla... Abdullah Öcalan’ı asmama basiretini gösterebilmenin gururuyla soruyorum ve yazıyorum.
Hepinize iyi bayramlar ve iyi yıllar!
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le geçen ay bir yemek yedik. Partisinin ateşkes sürecine katkısını, beklentilerini aktardı.
O gece masada konuşulanları kendime sakladım, yazmadım.
Ama Ahmet Türk’ün bir cümlesi, o günden bu yana kafama takıldı kaldı:
- PKK’yı bölgedeki mayınların haritasını vermeye iknaya çalışırız.
Bölgedeki kayıpların neredeyse tamamı mayın yüzünden.
Geçmişte döşenmiş mayınların yerinin gösterilmesi çok hayat kurtarır.
Türk’le konuştuğumuz geceden itibaren haberleri bu gözle taradım.
En ufak bir gelişme var mı diye umutla bekledim, ama olmadı.
* * *
Önceki günkü gazetelerde Ahmet Türk’ün, "Diyarbakır bizi yalnız bıraktı" sitemi vardı.
İlgimi çekti, Ahmet Türk’ü aradım, bu serzenişinin nedenini sordum, dedi ki:
Ankara’ya Meclis’e yürüyüş vardı, uğurlamaya istediğimiz kadar kalabalık gelmedi. O nedenle bir eleştiri yaptım.
Telefonu açmışken günlerdir aklıma takılan soruyu da yönelttim:
Yemekte "Belki bir mayın haritası verilebilir" demiştiniz, bir gelişme oldu mu?
- Yok yani o konuda herhangi bir adım, bu konuda iyi bir niyet ortaya çıkmadı ki. Bu konuda bir gelişme olsa, geçmişte döşenmiş mayınlar konusunda duyarlı oluruz, temizleme yerini belirleme konusunda çok ciddi bir çalışma yapardık.
Peki siz bu konuyu devletin herhangi bir yetkilisine söylediniz mi?
- Bu konuda çok ciddi bir görüşme yapma şansımız olmadı. Aslında biz ne düşündüğümüzü, ne yapmak istediğimizi hep aktarmak istedik. Bu konuda da çaba sarf ettik. Ama süreci biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi, önümüzdeki seçimden dolayı böyle bir şey var.
Ben yazayım mı bu önerinizi?
- Tabii mutlaka, bu iyi olur aslında. Bizim amacımız gerçekten tamamen silahlardan kurtulup, silahsızlık dönemi yaratacak bir çalışmadır. Bizim amacımız bu. Ve bunun için geçmişteki var olmuş olan zararları, olan şeyleri ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma yapmak. Bu niyet ortaya çıktığı zaman biz her çalışmanın, çabanın içinde oluruz. Mesela, bugün eylem yok. Ama eylem olmamasına rağmen bazı operasyonlar olduğu zaman yine zayiatlar oluyor. Bunu engellemenin formülü nedir, bunu nasıl yapabiliriz? Bunu geliştirebiliriz. Çalışabiliriz yani o şekilde.
* * *
Mayın, uygar dünyanın savaşta bile kabul etmediği bir silah.
O yüzden mayınların imhası ne teslimiyettir, ne de terörle mücadelede taviz.
Dileriz herkes, Ahmet Türk’ün önerisini ciddiye alır.
İnsanlık suçu tarihe karışır.
Yazının Devamını Oku 24 Aralık 2006
ANKARABAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, gönlünden geçeni neden saklıyor? Cumhurbaşkanı adaylığını şimdiden açıklamıyor.
Veya eğer yanılıyorsak, aday olmayacağını söyleyemiyor?
Sanılanın aksine, son derece basit ve bariz siyasi sebepleri var.
* * *
Diyelim ki Başbakan yarın Çankaya’ya adaylığını açıkladı.
1) Muhalifleri kenetlenir, karşı kampanya erken başlar, ülke gerilir.
2) Partisinde Başbakanlık ve hükümetteki koltuklara yönelik kavga patlak verebilir.
Yahut varsayalım ki, Başbakan yarın çıktı ve aday olmayacağını duyurdu.
1) Muhalefet korkuttuğu için adaylıktan vazgeçtiği yorumuyla karşılaşır.
2) Partide bu kez de Cumhurbaşkanı kim olacak yarışı/çekişmesi başgösterir.
3) Başbakan, AKP Grubu’ndan seçilen bir ismin emrine giriyor izlenimi doğar.
Açıkçası, Başbakan’a atfedilen "Cumhurbaşkanı, Meclis dışından seçilebilir" ifadesini ilk duyduğumda aklıma bu son seçenek geldi. "Dışarıdan aday" ile siyasi sakınca aşılmak isteniyor sandım.
Ama Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki’yi arayıp sorduğumda yanıldığımı anladım.
Beki, "Başbakan, Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasa’daki şartlarını saydı, ’Cumhurbaşkanı Meclis dışından seçilecek’ diye bir cümle kurmadı" dedi.
Anlaşılan Erdoğan, "dışarıdan aday" meselesinden sadece teorik ihtimal olarak söz etti.
* * *
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığı düzenleyen maddesi sadece 6 satır, göz atalım.
"MADDE 101
Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış kendi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından yedi yıllık bir süre için seçilir. Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri dışından aday gösterilebilmesi, Meclis üye tamsayısının en az beşte birinin yazılı önerisiyle mümkündür. Bir kimse, iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer."
Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği dışarıdan adaylık için 110 vekilin imzası gerekiyor, yani;
1) Anamuhalefet partisi CHP dışarıdan aday gösterebilir ama seçtirme ihtimali sıfıra yakın.
2) AKP çatlar, 110 vekil dışarıdan aday gösterir ama o kişi partinin, Başbakan’ın adayı olmaz.
Başbakan’ın partide çatlak ihtimalinden korktuğunu sanmıyorum.
Özellikle seçim bu kadar yakınken kimse isyana kalkmaz.
Acaba Başbakan’ın mesajı anamuhalefet CHP’ye mi?
Çünkü CHP, gruptan veya dışarıdan bir aday gösterirse...
O zaman bu Meclis’in seçimi sadece hukuken değil siyaseten de meşrulaşır.
AKP, "Onlar da aday gösterdi, biz de, sonuçta bizimki seçildi" diyebilir. Ne var ki CHP Lideri Deniz Baykal’ın -eğer varsa- bu tuzağa düşeceğine hiç ihtimal vermem.
Yazının Devamını Oku