3 Aralık 2006
<b>ANKARA/TAHRAN</b><br>BAŞBAKAN’ın uçağı 8 gündür tıpkı sarkaç gibi Ortadoğu ve Avrupa arasında salınıyor. Geçen hafta sonu Ürdün’de durdu, sonra iki günlüğüne Riga’ya uğradı, bu pazar Tahran’da.
Haftaya Romanya gezisi var, Suriye’nin tarihi belli değil, ABD sırada.
Türkiye iki cephede birden savaş veriyor: AB ve Irak.
Başbakan, Avrupa’yı içten fethe çalışıyor, Irak’ı komşu ülkelerden kuşatıyor.
* * *
İran’ı yöneten Mahmut Ahmedinejad ile Tayyip Erdoğan’ın mazilerinde benzerlik bulmak kolay.
İkisi de politikanın zirvesine yerel basamaklardan, belediye başkanlığından tırmandı.
Ahmedinejad bir yıldır Cumhurbaşkanı, Erdoğan bir yıl içinde o makama taşınabilir.
Yine iki liderin gelecek siyasi kariyeri açısından 15 Aralık tarihi kritik.
Biliyorsunuz, AB Liderler Zirvesi bu tarihte Türkiye için kesin kararı verecek.
Aynı gün Ahmedinejad’ın bir yıllık iktidarı, çifte seçimle test edilecek.
İranlı seçmen, Uzmanlar Meclisi ile belediye seçimi için sandığa gidecek.
Uzmanlar Meclisi, 8 yılda bir dini eğitimi yüksek mollalar arasından seçiliyor.
Bu meclisin tek görevi, dini lideri denetlemek. Bu anlamda biraz etkisiz gözükse de Humeyni öldüğünde (1989) yerine Hamaney’i atayanın aynı meclis olduğunu unutmamak gerekiyor.
Uzmanlar Meclisi, İran’da iktidar sürecini belirliyor, iktidar yoluysa belediyeden geçiyor.
Tahran’da 15 kişilik Belediye Meclisi, muhtemelen sadece yeni belediye başkanını değil, 2009 seçiminde Ahmedinejad’ın potansiyel rakibini de belirleyecek.
* * *
Türkiye-İran arasındaki küresel gündem belli: Irak, Lübnan, Afganistan.
Türk Başbakanı haklı olarak Ortadoğu’da akan kanın, sönmeyen yangının ülkesine sıçramasından korkuyor. O yüzden Irak’ta toprak bütünlüğünden, Lübnan’da barıştan, Afganistan’da koalisyondan yana. Peki ya İran’ı yöneten Mahmut Ahmedinejad?
Daha geçen hafta Irak’taki İngiliz işgal güçlerinin hezimete uğradığını ilan etti.
Lübnan’da desteklediği Hizbullah’ı yeniden ateş hattına sürmesinden korkuluyor. Afganistan’ın güneyinde koalisyon askerleriyle savaşan, Taliban’dan çok İran destekli Hizb-i İslami.
Ahmedinejad, ABD ve Batı karşıtlığının bölgesel liderliğine oynuyor.
Dolayısıyla Tahran temaslarını "ikna gezisi" diye takdim etmek fazla iyimserlik olur.
* * *
Başbakan’a İran gezisinde eşlik edecek iki isim dikkati çekiyor: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile BOTAŞ Genel Müdürü Hüseyin Saltuk Düzyol. Bu ikili, İran’ın 27 milyon metreküp düzeyinde söz verdiği ancak yarısını yolladığı doğalgazda sorunların aşılmasına gayret edecek.
Erdoğan’a Tahran’da en üst protokol uygulanıyor. Sadece Başbakan Perviz Davudi ve Cumhurbaşkanı ile görüşmekle kalmayacak, Seyyid Ali Hamaney’le buluşacak.
Başbakan’ın programında, Türkiye’nin 20 yıl önce Manuçehr Muttaki’nin büyükelçiliği döneminden tanıdığı ve kısa süre önce yeniden Ankara’ya atanan İran Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Gholam Reza Begheri Moghaddam’ın katkısı kuşkusuz inkár edilemez.
Ama her İran gezisi, fırsatlar kadar risklere de gebedir, kimse unutmasın!
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2006
<b>ANKARA</b><br>KONU türban olunca, hele Başbakan’ın eşinin başında duruyorsa... Haliyle Başbakan’ın ağzından çıkan her sözcüğü, heceyi, nidayı, hatta harfi, Çankaya niyetiyle irtibatlı analiz etmek, yorumlamak doğal.
Riga’dan Ankara’ya dönerken uçakta kullandığı, "Birileri Allah göstermesin ’Eşinizin başını açın’ diyor. Bizden birileri kimlik değişimi istiyor. Bu siyasi kimlik zaafıdır" ifadesi üzerine kıyamet kopuyor.
Bazıları türbanı siyasi kimlik aksesuvarı saydığına inanıyor, kızıyor.
Diğerleri, meseleyi "Çankaya’ya eşsiz çıkacak" diyecek kadar ileri götürüyor. (Bence tek makul eleştiriyi Ahmet Hakan getirdi. Başını açıp kapatma kararının, Emine Hanım’a ait olduğunu hatırlattı.)
* * *
Tayyip Erdoğan’a tercüme gerektiğine inandığımdan asla değil...
Ve fakat cümlesinin tamamını/mantığını aktarmada yetersiz kaldığım hissiyle o gece uçaktaki diyaloğu yeniden, daha açık yazmak istiyorum.
Gazeteciler sohbet sırasında TESEV anketinde "Cumhurbaşkanı eşinin başı açık olmalı" diyenlerin oranına değinince, Başbakan’ın ağzından çıkan ilk sözcükler "Biz bu yola eşimle birlikte çıktık" oldu. Ben bu ifadeyi, "Siyasete girerken de eşimin başı kapalıydı, öyle oy aldım" diye anladım.
Sözlerini tamamlarken, "Biz Aslı Hanım’a (Sabah Temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş) başını kapatsın mı diyoruz, olduğu gibi kabul ediyoruz" dedi.
Bu iki cümleyi dinleyince Başbakan’ın türbanlı eş konusunda kafasının çok açık ve vicdani dengesinin yerinde olduğuna hükmettim. Şöyle ki:
1) Eşinin başını, siyaseten açma veya kapamayı "halkı aldatma" sayıyor. Yani sadece "Açmam" demekle kalmıyor, "Açıksa da kapatmam" diyor.
Türbanı siyasetin değil kimliğin, benliğin parçası olarak kabul ediyor.
Kimliğinden siyasi hesaplarla dönmeyi zaaf olarak ilan ediyor.
2) Türbanı siyasetin dışında tuttuğu için tesettürlü eşini -eğer varsa- yeni siyasi hedeflerine engel görmüyor. "Eşini bırakıp Çankaya’ya çıkar" gibi aykırı tahminlere kızması bu yüzden.
* * *
"Çankaya’da türbanlı eş" tartışması TESEV anketiyle canlandı.
Hatırlayacaksınız, ankete katılanların üçte ikisi cumhurbaşkanı için "Dini bütün Müslüman olması önemli" diyor, aynı miktarda katılımcı "laikliğin koruyucusu" olsun istiyor.
Cumhurbaşkanı’nın hayat tarzının modern Türkiye’ye örnek olmasını isteyenlerin payı yüzde 86. Ankete yanıt verenlerin yüzde 51’i "Cumhurbaşkanının eşinin başının açık olması önemli" görüşünü taşıyor.
İşte bu oranların kamuoyunda, "Halk başı açık cumhurbaşkanı eşi istiyor" diye algılanmasına Başbakan’ın çok yakın çevresinden itiraz var.
Üstelik bu itiraz kendi yorumlarına değil TESEV Başkanı Can Paker’in açıklamalarına dayanıyor. Paker’i arayıp ne dediğini sorduk:
- Aslında rakamlar kendisini anlatıyor. Katılımcıların en fazla önem verdikleri husus cumhurbaşkanının modern hayata örnek olması... Bunu dini bütünlük ve laiklik izliyor. Başı açık eş bunlardan daha az önemseniyor.
- Peki bu yorumunuzu Başbakan’la paylaştınız mı?
- Hayır ama Taha Akyol’un Eğrisi Doğrusu programında anlattım.
Belki Başbakan da Paker’in yorumunu bu programdan duymuş olabilir.
Ama rakamları ve cumhurbaşkanı eşinin başı açık olmasının halk tarafından ancak dördüncü sırada önemsendiği yorumuna katıldığı belli.
Anketlere ilgisi Çankaya niyetini mi açığa vuruyor? Bunu söylemek için henüz çok erken ama işaretler yavaş yavaş beliriyor.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2006
<b>AKABE/ÜRDÜN</b><br>ÜRDÜNLÜ ev sahiplerimiz, gün batımında Akabe Körfezi’ne açılmak üzere 2 tekne sundu. İlkine, yani motoryata Başbakan ve eşi ile bakanlar, vekiller bindi, daha büyük olan ikinciye heyetin kalanı. Ancak Başbakan motoryatın güvertesinde fazla oyalanmadı, bizim tekneye yöneldi.
Neticede Akabe Körfezi’ni cümbür cemaat gezdik.
Yolda sadece Akabe’nin değil, teknemizin de hikáyesini dinledik.
Akabe’nin en büyük ve aranan guleti, tahmin edeceğiniz üzere Bodrum yapımı.
İstanbul’dan siparişle üretilmiş, sonra Akabe’deki tur şirketine satılmış.
Ve sıkı durun, genç bir Türk kaptan tek başına denizler aşmış, tekneyi Akabe’ye getirmiş!
* * *
Teknenin burnu önce birkaç mil ötedeki karşı kıyıda ışıkları parlayan Elat’a yöneldi.
İsrail kentinin ancak uçaktan veya uzaktan fark edilen yıldız tarzı yerleşim planı var.
Akabe’nin on katına ulaşan milli geliri, turistik tesisleriyle Şarm El Şeyh’in tek yerel rakibi.
Teknemiz güneye doğru dümen kırınca bu kez İsrail’e komşu Mısır kıyılarına yakın seyrettik.
Camp David Antlaşması uyarınca Mısır, Sina’da İsrail’e yakın yerleşim merkezi kuramıyor.
Bomboş sahile paralel, zifiri karanlığa doğru keyfi kaçık yolculuğumuz sürdü.
Tekne bir kez daha dönünce, uzaktan Akabe kıyısındaki Suudi Arabistan kapısını gördük.
Yarım saatlik tekne turu bile Akabe’nin stratejik ve ticari kavşak özelliğini anlatıyor.
Ürdün’ün yeni kralı da Akabe’ye yatırıma kararlı.
Ülkenin nüfusu 5 milyon, milli geliri 15 milyar dolar.
Akabe’ye önümüzdeki 5-10 yılda yapılacak yatırım 19 milyar dolar.
İsrail’e komşu lüks villaların yer aldığı Saraya projesini Oger Grubu yürütüyor.
Alya projesinde villaların önüne yatların çekileceği küçük iskeleler unutulmamış.
* * *
Akabe’deki tek Türk tabii ki Bodrumlu gulet kaptanı değil.
Nitelikli Sanayi Bölgesi’ni işleten konsorsiyumun Türk yöneticileri de var.
Bölge kurulurken Elat’ta kalıp, sınır aşarak işe gidip gelmişler.
Ama bugün Akabe’nin imkánları bu gündelik göçe ihtiyaç bırakmamış.
Akabe’de yatırım rakamlarıyla birlikte ücretler, kiralar da artmış.
Bölgeye ortak Türk şirketinin genç başkanı Cengizhan Yüceel, Başbakan’a brifing verdi.
Üretimin (tekstil dahil) ABD’ye gümrüksüz girebildiğini anlattı. Dönüş yolunda Başbakan’a, "Bölgeyi beğendiniz mi, Türk şirketlerinin buraya gelişini teşvik edecek misiniz?" diye sordum.
"Evet, beğendim" yanıtını verdi ve ekledi: "Teşvik etmek lazım, Türk’ün adı duyuluyor."
Ardından diğer konulara geçtik. Başbakan, hafta sonunda İran’a, ardından Suriye’ye gideceğini hatırlattı. Ürdün Kralı’nın tespitini aktardı: "Bütün bölge ülkelerinin birbiriyle ufak tefek sorunları var. Bir tek Türkiye herkesle rahatça görüşüyor."
Bu sözleri dinlerken gözümün önüne Akabe Körfezi’nde yarım saatte dört ülke dolaşan Türk guletinin gelmesi sizce manasız mı?
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2006
<b>AMMAN/PETRA</b><br>BAŞBAKAN’ın Ürdün gezisinin ilk gününde pek haber çıkmadı, paylaşılacak tek izlenimse belliydi: Tayyip Erdoğan sonunda AB’den, Kıbrıs’tan, 301’den, Çankaya seçiminden kısacası günlük siyasetten uzak bir gün geçirdi. Günlük güneşlik bir havada dolaştıkça gergin yüz hatları gevşedi, eşiyle kol kola girdi.
Küçük çocukları kucakladı, genç çiftlerle fotoğraf çektirdi.
Ama bir günlüğüne unutmak istese de, O Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı idi.
O yüzden kalabalık konvoyla geldiği antik kent Petra’da orta şiddette heyecan yarattı.
Gözlüklü Avrupalı turist, Türk gazetecilere yaklaştı ve sordu:
- Affedersiniz Türk Kralı mı geliyor?
- Hayır ama Türkiye Başbakanı burada.
Turist biraz da cehaletinden utanarak noktayı koydu:
- Doğru tabii Türkiye’de krallık yok ki!
* * *
Tayyip Erdoğan’ın gezdiği Petra kenti 2 bin 500 yıllık tarihe sahip. Nebati uygarlığının ticaret sayesinde tanıştığı Helenistik üslubu çöl ortasındaki kaya kente taşıması gerçekten etkileyici.
Biliyorsunuz, aralarında Efes’in Artemis tapınağının da bulunduğu "Dünyanın 7 Harikası" asırlar sonra yeniden seçiliyor. Oylama sürüyor, yeni harikalar listesi yılbaşında belli olacak.
Bu kez listede Efes yer almıyor (ama Aya Sofya var), Petra iddiasını koruyor.
Türk Başbakanı, 25 yılda tamamlanan Hazine tapınağının önünde kefiyeli rehberden bilgi alırken kendisine uzatılan cep telefonuyla işte bu oylamaya katıldı.
Başbakan diplomatik nezaket gereği Petra için oy kullanırken bana baktı."Rakibi de Türkiye’de" dedim, güldü, "Biz de onlardan oy isteriz, eşit oluruz" yanıtını verdi.
* * *
Gezinin eğlenceli geçeceği aslında daha uçak kalkmadan belliydi. Alanda Başbakan’ı beklerken Sanayi Bakanı Ali Coşkun’la, Star’dan Şamil Tayyar’ın sohbetine katıldık.
Tayyar, Bakan’dan sihirli evlilik yaş denklemini sordu. Coşkun hemen yanıtladı:
- Erkeğin gerçek yaşı, eşiyle kendi yaşının toplamının yarısıdır.
Bu pazar günü kafanızı boşuna yormayın, örneklerle açıklayalım.
Mesela eşinizle aynı veya çok yakın yaştaysanız, indirim yok, geçelim.
Ama eğer siz diyelim ki 50, eşiniz de 30 yaşındaysa.
50 artı 30 bölü 2, eşittir 40. Yani 10 yaş gençleşiyorsunuz bu hesaba göre.
İlk duyulduğunda kulağa hoş geliyor ama, ya hesap tersine dönerse.
Yani kendisinden büyük erkekle evli kadınlara yaş ilavesi gerekirse?
* * *
Başbakan’ın Petra’dan önceki durağı Salt Askeri Şehitliği idi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Mart 1918’de İngilizlerle savaşırken şehit düşenleri ziyaret ettik.
1989 yılında açılan anıtmezarda yatan 300 kahramana saygımızı sunduk, ağaç diktik.
Ne ilginçtir, programı bitirip otele döndüğümüzde elektronik posta kutumda Çerkez Ethem’in Amman’daki mezarının Türkiye’ye taşınması kampanyasıyla ilgili çok sayıda mesaj buldum.
Bugün Başbakan’la birlikte Akabe’ye gideceğiz.
Türk ve ABD şirketlerinin ortaklaşa işlettikleri Nitelikli Sanayi Bölgesi’ni gezeceğiz.
Ardından uçakta, yani dönüş yolunda soru ve yanıtlarla yeniden Ankara siyasetine ısınacağız.
Petra’da geçen keyifli bir öğleden sonra boş kubbede hoş bir seda olarak kalacak ne yazık ki!
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2006
<b>ANKARA </b><br>DİNLEME, anlama, sonra yargılama. Kurumsal adaletin, kişisel vicdanın en basit ölçüsü. Oysa son zamanlarda hepimiz sadece kendi sesimizi duymaya tahammüllüyüz.
Korkmayın, derin ve sıkıcı analiz niyetim yok.
Aynı gün üç örnek vaka yaşadım, aktarmak istedim.
* * *
Sabah gazetelerde Atilla Yayla haberlerine göz atarken Anavatan Lideri Erkan Mumcu aradı.
Son günlerde artan "duyarlılık" ve tartışılan "özgürlük" arasındaki ince kırmızı çizgiyi çekti:
"AKP’nin hataları nedeniyle toplumda artan gerilimi ve duyarlılığı görüyorum. Atilla Yayla’nın fikirlerine katılmak zorunda değiliz. Ama onun da fikirlerini savunma hakkına saygı duymalıyız. Mesele cadı avına dönmemeli. Başka türlü düşünenler hep olacak."
Mumcu sözlerini Aşık Veysel’in bir dizesiyle tamamladı:
"Koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa."
* * *
Öğleden sonra başkentin en ünlü alışveriş merkezindeki markalı kitapçıya uğradım.
Yurtdışında kitapçı dolaşan bilir, Nobel’i takip eden haftalarda özel vitrin geleneği vardır.
Ödüllü yazarın kitapları vitrine dizilir, özel afişler, köşelerle satış pompalanır.
Sizi bilmem ama Orhan Pamuk onuruna düzenlenen kitapçı vitrinine ben pek rastlamıyorum.
Demek ki onaylamadığımızı dinlemek, okumak bir yana yok saymayı da becermeye başladık!
* * *
Akşam yemeğinde iki Kürt siyasetçisiyle birlikteydim.
Aktif katkıda bulundukları ateşkes sürecinin akıbetini sordum.
"Endişeliyiz, askeri operasyonlar sürüyor, Kürt ailelere tabutlar geliyor" yanıtını aldım.
- Peki ateşkeste ciddiyseler neden Türkiye’yi terk etmediler?
- Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra PKK’ya Türkiye’den çekilme emri verdi.
- Ya sonra?
- Sınır geçişlerinde 500 kişi öldürüldü, tabanda isyan çıktı.
- Ne isyanı?
- "Öcalan bizi ölüme sürükledi" diye kopma oldu, aynı talimatı vermeye bu kez cesaret edemedi.
- Öcalan kendi örgütünden mi korktu?
- Hatta ateşkes için bile üç hafta düşündü, "ya beni dinlemezlerse" korkusu yaşadı.
Anlaşılan kimseyi dinlememenin sonu, herkesin sizi dinlemeyeceği korkusuna dönüşüyor.
* * *
Anketler yalan söylemediyse Türk halkının üçte ikisi Avrupa projesinden yanaydı. Artık Avrupa’dan kim ne anladıysa, işin o kısmı bir yana ama, AB deniz feneri gibi önümüzü aydınlattı.
AB potasında laik-dindar, Türk-Kürt, kentli-köylü farklılıklarımızı koruyarak eriyeceğimizi umduk.
Koalisyonu türban kararı yüzünden önce siyasi İslamcılar bozdu.
Kürtler sabırsızlandı, ulusalcılar AB’nin Kıbrıs ikiyüzlülüğünü iyi kullandı.
Sonuçta AB ışığı zayıflarken, karanlıkta birbirimize çarpıp durmamız o yüzden şaşırtıcı değil.
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2006
ANKARAMHP liderinin iki saati aşan kurultay konuşmasında salonun EKG grafiği iki kez sıçradı. 1) Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan için "F tipine koyacağız" deyince darağacı taraftarları üzüldü. 2) Bahçeli, "MHP sokağa dökülmeyecek" sözü verdiğinde orta yaş ve üstündekiler ayakta alkışladı.
Dün MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı’ya sordum:
- Dinleyen herkes merak ediyor, neden F tipi?
- Bir suçluyu ayrıcalıklı durumda tutmanın álemi yok.
- Ama güvenlik nedeniyle İmralı’da cezasını çekiyor.
- Neden herkes gibi kendisini koruyamasın?
Cihan Paçacı uygar bir politikacıdır; yazacağım öngörünün aklından bile geçmediğine eminim... Ama Öcalan F tipine konulursa, size tavsiyem kaç gün yaşayacağına sakın bahse girmeyin!
* * *
Önce Bahçeli’nin sözleri, ardından Cihan Paçacı’yla sohbet bendenizi 7 yıl önceye götürdü.
İstanbul Konrad Oteli’nde Türk ve yabancı resmi/sivil uzmanlar, küresel terörü tartıştı.
ABD’li düşünce kuruluşu Foreign Policy Research Center’in terör uzmanı Micheal Radu, çok uzak bir coğrafyadan, yıllarca çalıştığı Peru’dan örnek verdi.
Aydınlık Yol’un lideri Abimail Guzman ile Abdullah Öcalan arasında paralellik kurdu. Guzman’ın tecritte tutulduğunu, resmi kontrolden geçen açıklamalarla örgütün çökertildiğini anlattı.
Adını koymadı, ama demeye getirdi ki, "Öcalan elinizde, Peru’daki gibi yapın, kullanın".
ABD’li uzmanı dinleyen ve sözünü tutan oldu mu, bilemem...
Ama Öcalan’ın İmralı günlüğüne kısaca göz atalım, bakalım neler dedi?
"Türkiye’ye yardımcı olmak istiyorum" demiş, örgütüne silah bıraktırdı.
Kürt vatandaşlarımızı aşağıladı, kendisini mesih ilan etmesine ramak kaldı!
Öcalan’ın hücresinden yayını, uzun yıllar örgütünü eylemsizlik batağında tuttu.
* * *
Peki ne değişti ve İmralı mahkûmu neden Türkiye’yi rahatsız eder hale geldi?
Kimilerine göre, Türkiye Irak savaşında yanlış kart oynadı, Kuzey Irak’taki varlığını/otoritesini yitirdi, böylece PKK’ya yeniden at oynatacak meydan bağışlandı.
Doğru ve fakat eksik analiz... Türkiye, Öcalan’ı kullanmaya devam etseydi, aynı koşullarda bile terörün faturası bu kadar ağır olmazdı.
Türkiye, Öcalan’ı kullanmadı/kullanamadı.
Dahası örgütün kullanmasına izin verdi.
Öcalan’ın Türkiye açısından suçu ve önemi, PKK üstündeki otoritesidir. Politika hataları nedeniyle bu otorite tartışılır hale gelirse, Öcalan’ı F tipine koymanın hiç sakıncası yoktur.
* * *
Devlet Bahçeli, hislerine kolay yenik düşen bir politikacı değil.
Aksi halde altı yıl önce Öcalan’ın infazını erteleme kararına imza atamazdı.
Acaba son sözleri, Öcalan için "iş göremez raporu" gibi mi algılanmalı?
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2006
<b>ANKARA</b><br>TÜRKİYE-AB ilişkileri, seçim yılında (2007) Başbakan’ın ifadesiyle "durağanlaşabilir". Bu tahmini fazla kötümser sayanlara basit bir gerçeği, örneğin mevcut durumu hatırlatalım.
AB Dönem Başkanlığı’nı Finlandiya yürütüyor, bir önceki başkan, Avusturya idi.
Avusturya’nın 17 Aralık ve 3 Ekim sürecindeki muhalefetini sağır sultan bile duydu.
Ama yine de Viyana, Türkiye ile AB’nin iki fasılda müzakere açmasını engelleyemedi.
Peki 2006’nın ikinci yarısında, Finlandiya başkanlığında ne oldu?
Hiçbir yeni fasıl açılmadı, eğitim başlığındaki müzakere siyasi kritere takıldı.
Yani Türkiye-AB ilişkisi durağan döneme gireli aslında aylar oluyor, yeni haber değil.
* * *
Avrupa biraz da ABD’nin baskısıyla Türkiye treninin yeniden raya girmesini bekleyebilir.
Öyle ya, Ankara Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki seçim bitene kadar sabretti, bu kez sıra onlarda.
Ancak bu süreçte bazı yaratıcı fikirler, yeni heyecan fırtınasına yol açabilir.
Mesela, Finlandiya planı fazla "toptancı" bulunuyor, parçaları bütününden daha ilginç.
Türkiye’nin en temel itirazı, Maraş’ı işe karıştırarak, AB’nin BM’den rol çalması.
İşte bu tür sakıncaları ortadan kaldırmak için "perakende" çözümler gündeme gelebilir.
Mesela, Kıbrıs için Ankara yeni bir öneride bulunsa ve dese ki:
Türkiye ve Avrupa Birliği bir bir adımlar atarak çözüme yönelse.
Diyelim ki, Kıbrıs’a izolasyonun kalkması için Lefkoşa’dan Londra’ya doğrudan uçuş başlasa.
Buna karşılık Türkiye, Mersin Limanı’nı Rum gemilerine açsa.
Sonraki adımlar hep karşılıklılık ilkesiyle tasarlansa ve hayata geçse.
Fena mı olur?
* * *
Şu sıralar Londra’dan ziyarete gelen konuklarım arttı.
Türkiye piyasalarıyla yakın ilgili bu isimlerin kafasında iki risk var:
1) Çankaya seçimi, 2) Tek parti hükümetine devam ihtimalinin azalması.
Bendeniz de kendilerine birinci ve ikinci şıkkın yakından irtibatlı olduğunu anlatıyorum. Eğer Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa, AKP oylarına iyi veya kötü mutlaka yansıyacak.
Ayrıca risk hesapları sadece bugünden Çankaya seçimine kadarki süreç için yapılırsa eksik kalır.
Hatta Erdoğan, Cumhurbaşkanı olursa seçime kadarki süreç çok daha çetin geçer.
Nereden mi çıkarıyorum? Gazete manşetlerine göz atın yeter.
Milli Eğitim Şûrası kararları, rektör atamalarında YÖK’e by-pass yasası.
Hepsi Erdoğan’ın Çankaya’ya taşınmasından önceki stratejik hazırlıklar gibi gözüküyor.
Son kalenin düşmesinin ardından AKP, yıllardır Ahmet Necdet Sezer engeline takılan düzenlemeleri seçime kadar yetiştirmeye çalışırsa... Tansiyon asıl o zaman yükselir.
* * *
Tekrar başa dönersek, Türkiye’nin dalgalı sularda işe yarayan AB çapası taramaya başladı.
Tam bu "durağan" dönemde, AKP "aşırılıklara" yeltenirse, vebali büyük olur.
2001 kriz faturasıyla iktidara yürüyen AKP, başka bir krizle sandığa gömülür.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2006
<b>ANKARA</b><br>BAŞLIĞA bakarak, "Ne alaka var?" demek hakkına tabii ki sahipsiniz. Ama Ankara’da işler böyle yürüyor; başkentin siyasi aklı, en aykırı başlıkları bile hamur gibi yekpare yoğuruyor. Çünkü siyaset iktidarı için sınır tanımıyor, lazımsa sınır ötesinden kaçınmıyor.
* * *
Başkentin ünlü balık lokantasında salı akşamı bir masa dikkati çekti.
Masada üç bakan vardı: Cemil Çiçek, Vecdi Gönül ve Ali Coşkun. Davet sahibi Afyonlu işadamı Yusuf Özer’di, siyaset yoldaşı Mehmet Yazar ile Mehmet Altınsoy da yanındaydı.
Yemek başladıktan yaklaşık 1-1.5 saat kadar sonra Melih Gökçek de katıldı.
Ankara’nın gayri resmi gündeminde o gün iki soruya yanıt aranmaktaydı:
1) Tayyip Erdoğan, Çankaya’ya çıkarsa Abdullah Gül’e kim meydan okuyabilir?
2) Hükümet, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’u nasıl/ne zaman devirecek?
Bu sorulardan ilkinin önemini siyaset, ikincisinin hassasiyetini spor okurları daha iyi bilir.
Ve her iki meselenin ortak paydası, dost sohbetine katılan son isimdi, yani Melih Gökçek.
Çünkü Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı;
a) Erdoğan, Çankaya’ya çıkarsa toplanacak AKP Kongresi’ni etkileyecek siyasi ağırlığa sahip.
b) Geçen seçimde hükümetin açıkça karşı çıktığı Haluk Ulusoy’a destek verecek kadar bağımsız.
Melih Gökçek, başkentin gözde mekánlarına pek uğramaz, görüntü vermez.
O gece bakanlarla aynı masaya oturunca hemen siyasi senaryo yarışı başladı.
Hükümete yakın çevreler, Gökçek’e "Ulusoy uyarısı" yapıldığını yaydı.
Hatta Derin Siyasi Analiz erbabı işi daha ileri götürdü:
- Hükümet, Erdoğan sonrası kongrede Melih Gökçek’le karşı karşıya geleceğini hesaplıyor. Gökçek’i Federasyon operasyonunda test ediyor, böylece eğer varsa niyetini erken açıklamaya zorluyor.
* * *
Bendenizin bu kadar ince siyasete aklı ermez. O yüzden taraflara sormayı tercih ettim.
Önce Afyon’un en sevilen/sayılan isimlerinden, davet sahibi Yusuf Özer’i aradım.
"Yusuf Bey, dost sohbetinizde futbol konuşuldu mu?" diye sordum, şöyle yanıtladı:
"Ben ve dostlarım o gece eski günleri andık, zaten futboldan anlamayız."
Melih Gökçek de, bakanlardan uyarı aldığı dedikodusuna güldü, geçti: "Ben geç katıldım, Cemil Bey ben geldikten 15 dakika sonra kalkmak zorunda kaldı. Futboldan hiç söz açmadık."
Geçen seçimde Ulusoy’a desteğini hatırlatıp, "Bu kez de destekliyor musunuz?" diye sordum.
Çok net olarak, "Bu işte yokum" yanıtını verdi.
Bu sözler, Ulusoy’un arkasındaki belki de en güçlü desteğin çekildiğini gösteriyor.
* * *
Tayyip Erdoğan’ın veliaht ilan ettiği Abdullah Gül ile Ankara’nın güçlü ismi Melih Gökçek, önce Futbol Federasyonu, ardından AKP Kongresi’nde kavga etmez ve uyumlu çalışırlarsa ne olur?
İstanbul’dan gelen duyumlar, Başkan Kadir Topbaş’ın gelecek yıl milletvekili adaylığına kaydırılacağı yönünde... Eğer böyle olursa Topbaş’tan boşalan başkanlık koltuğu için Belediye Meclisi seçim yapacak. Yeni başkan iki yıl daha görevde kalacak.
Peki ya sonra? Neden Melih Gökçek şansını İstanbul’da denemesin?
Yazının Devamını Oku