Enis Berberoğlu

Devlet Bahçeli: AKP kendisini klonlasın

7 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, önündeki beyaz káğıda dolmakalemiyle ufak bir daire çiziyor ve "Bu AKP" diyor. Ardından bu daireden iki ok çıkartıyor ve "AKP’nin hükümeti ve parlamenter çoğunluğu var" diye ekliyor. Dairenin içine koyduğu "340" rakamı AKP’li vekil sayısına işaret ediyor. Devlet Bahçeli hatırlatıyor: "Ama Anayasa Mahkemesi’ndeki davada Başbakan dahil 39 milletvekiline siyasi yasak isteniyor."

MHP lideri bu noktada soluklanıyor ve "Dün gece sabaha kadar düşündüm ve hayali senaryo diye algılanmazsa, AKP’nin normalleşme süreci için atması gereken bir adım olduğunu gördüm" ifadesini kullanıyor. Devlet Bey, "Ben buna siyasi klonlama adını verdim" diyerek isim babalığını yaptığı formülünü adım adım izah ediyor:

1) AKP’de Genel Başkan ve Başbakan dahil 39 vekil için siyasi yasak istendiğine göre... AKP kapatılsa da, kapatılmasa da bugünden başka bir parti kurmalı.

2) AKP’de sadece siyasi yasak istenilen 39 isim kalmalı. Diğer milletvekilleri yeni partiye geçmeli, yeni başbakan ile yeni hükümet kurulmalı.

3) AKP’den çıkacak yeni parti, 301 milletvekili ile parlamentoda çoğunluğu devam edeceği için normalleşme sürecine hizmet etmeli.

4) 61. Hükümet sıfatıyla parlamentodaki diğer partilerle MHP ve CHP ile görüşmeli, geçmişten ders çıkarılarak Anayasa değişikliği tasarlanmalı, ekonomik kriz önlemleri gündeme alınmalı.

Bahçeli her zamanki sakin üslubuyla, "Bence yeni hükümet özellikle CHP ile ilişkilerini geliştirmeli, çünkü sorun oradan kaynaklanıyor" tespitini de ilave ediyor.

Bu formülü dinlerken aklıma takılan soruyu hemen yöneltiyorum:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ne olacak?

Efendim, eğer AKP kapatılmaz ve Başbakan’a siyasi yasak gelmezse, Anayasa Mahkemesi kararından sonra partiler birleşebilir.

Peki yeni parti niçin şimdi kurulmalı, acele neden?

Çünkü kapatma kararı alındıktan sonra yeni partiye geçen milletvekilleri de yeni bir dava konusu olabilir.

MHP Genel Başkanı, bu formülü Türkiye’nin normalleşme projesi için gündeme getirdiğini tekrarlıyor, AKP liderliğine "gerilimi derinleştirme" çağrısı yapıyor. Bahçeli’nin formülü ilk bakışta Erdoğan ve siyasi yasak istenilen isimlere dönük "feda hamlesi" gibi gözükse de... Ülkenin önümüzdeki süreci en az hasarla atlatması mantığına dayanıyor.

Bakalım AKP daha önce çok kez yardımına başvurduğu MHP’den gelen bu yeni açılıma ne diyecek?

Kılıç: Gerekçeli karar uzun olacak

ANAYASA Mahkemesi yeniden AKP’nin eleştirilerine hedef oldu. Karardan saatler sonra Yüksek Mahkeme’nin kapısında "Birlik" çağrısı yapan Başkan Haşim Kılıç’ı aradım:

- Sayın Başkan bu çağrınız neden?

Ben her şeye rağmen birlikte yaşamanın zorunluluğuna inandığım için bütün davranış ve konuşmalarımı bunun üzerine bina ediyorum. Bu ülkede birlikte yaşamanın koşullarını mutlaka zorlamalıyız. Ama yani hoş şeyler olmuyor, tabii bütün bunlara rağmen.

- Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aştığı yönündeki yorumlar gibi mi?

Şimdi o konu bir-iki cümle ile ifade edilecek bir konu değil. Bunu dün özellikle vurgulaya vurgulaya çok tekrar ettim. Bunun anlaşılabilmesi için gerekçeli kararın mutlaka okunması gerekiyor. Öyle tahmin ediyorum ki uzun bir gerekçeli karar olacak. Ve bu gerekçeli kararda bunların hepsinin cevabı verilecek ve sonuçta buraya nasıl gelindiği izah edilecek.

Haşim Kılıç’la sohbetimiz bu kadar... Ama aklıma takılan iki sorunun yanıtını da Yüksek Mahkeme çevrelerinden aldım sayılır: 1) Türban davasıyla kapatma davası arasında irtibat kurmak yanlış. Karar aksi yönde çıksaydı da, dava etkilenmezdi. 2) Yüksek Mahkeme, yükselen sosyal ve ekonomik beklentilerin farkında, kararı mümkün olduğu kadar çabuk verecek.
Yazının Devamını Oku

Banker Kastelli 26 yıldır ölüydü

3 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>BANKER Kastelli veya gerçek adıyla Abidin Cevher Özden’in fiziki varlığı dün sonlandı. Ama "Banker Kastelli" adıyla yerine getirdiği işlev açısından zaten 26 yıldır ölüydü.

Banker Kastelli, Türk ekonomisinde köşe başı bankerlerinden bugünkü küresel bankacılık sistemine geçiş sürecindeki kayıp halkaydı!

* * *

Bugün tasavvur etmesi bile zor ama çok değil 30 yıl önce bu ülkede parasını bankaya yatıran zarar ederdi. Faizler o kadar düşüktü ki, bankadaki para enflasyonla erir giderdi.

24 Ocak 1980 kararları ile bu düzen değişti, 1 Temmuz 1980’de faizler serbest kaldı.

Ama bankalar hemen "Centilmen Antlaşması" imzaladı, muhtemel faiz yarışı önlendi.

Bankerler -ki en büyüğü Cevher Özden’di- işte bu nedenle yaratıldı ve kullanıldı.

Faiz tavanını delmek istemeyen ama ve lakin daha fazla para toplamak isteyen bankalar;

- Mevduat sertifikası denilen sisteme başvurdu.

- Sertifika faizi ortak sınırın altında tutuldu.

- Sertifika, pazarlamacı bankere daha ucuza satıldı.

- Banker sertifikayı topladığı paraya güvence kıldı.

- Vatandaş bankere yatırdığı paranın karşılığı var sandı.

- Oysa banker bazen faiz kuponunu ayrı, sertifikayı ayrı sattı.

- Bankalar faiz yarışına girmedi ama çılgınlık bankere bulaştı.

- Aylık yüzde 10-12 faizle para toplayan bankerler çıktı.

* * *

Askeri yönetim ve merhum Turgut Özal ekibi, hızla duvara koşan sisteme müdahale etmedi.

Ne var ki 1981 yılı sonbaharında banker piyasasında en küçükten başlayarak -yeni para sıkıntısını önce onlar hissetti- yaprak dökümü yaşadı. Mukadder hale gelen büyük çöküşün maliyetini azaltmak amacıyla hükümet ve bankalar kesimi ayrı ayrı kararlar aldı.

Para toplama kuralları sıkılaştı, 40 banka bir araya geldi, "Bankere sertifika satmayız" kararına vardı. (18 Haziran 1982) Kastelli ertesi gün yurtdışına kaçtı.

Geride bıraktığı siyasi ve mali bilançoya gelince...

Bir milyar dolar para:
Öncelikle bankalar sınırlı risk alarak (sadece sertifika anapara ve faizi kadar) bir milyar dolardan fazla taze kaynak yarattı.

Sadece 2 batık banka:
Bankacılık kesimi sadece iki batıkla (Hisarbank ve İstanbul Bankası) bu krizden kurtuldu, büyüyerek yoluna devam etti.

Siyasi fatura yok:
Krizde ağır ihmali bulunan Turgut Özal ve Kaya Erdem 1982 temmuz ayında istifa etti, ama hemen ardından parti kurup 1983 seçimlerinde yüzde 45 oyla iktidara geldi.

Kastelli geri döndü:
Kastelli hapis yatıp çıktı. Şirketi tasfiye oldu. Kastelli, ölene kadar "Bana para toplama izni verin, kapımda kuyruk olur" iddiasını korudu.

* * *

Bankerlerin batmasından tabii ki tasarrufçu zarar gördü.

Ama hepsi ve tamamen değil. Çünkü bankerlikte sisteme son giren parayla eski borçlar ödenir. (Ponzi oyunu) O yüzden para akışı kesilene kadar sorun çıkmaz.

Daha somut anlatalım...

Diyelim ki bankere 1 milyon TL (dikkat YTL değil, o tarihte ev alınırdı) yatırdınız. Ayda 100-120 bin TL faiz aldınız. İlk yılda anaparayı kurtardınız, enflasyon hariç kára geçtiniz demektir. Banker batmadan paranızı çekerseniz hiç kaybınız olmaz, aksine deli para kazanırsınız.

Kıssadan hisse, her işte olduğu gibi banker oyununda da ilk uyanan kazançlı çıkar.

Trenin son vagonuna atlayan, daha uyanıklara para kazandırır.
Yazının Devamını Oku

Yaşasın dinleme yokmuş

1 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>DÜN yeni ve kutlu güne uyandık. Anladık ki cennet ülkemizde yasadışı dinleme yokmuş. Daha on yıl önce bakan deviren kasetler, on hafta önce Youtube’a düşen Genelkurmay’ın takip/tarassutla görevli en hassas birim komutanının sözleri, on gün önce "takip ediliyorum" diye tutturan Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili’nin isyanı sadece ham hayalmiş! Hepsi paranoyak beyinlerin hezeyanından ibaretmiş... Madem ki uyandık, bari bu kábusu hayra yoralım.

Hatta dünü unutmakla kalmayalım, çalınması muhtemel minarenin kılıfını yarına hazır edelim.

Çünkü içimden bir ses diyor ki, gelecek yasadışı dinleme, AKP’yi hedef alabilir.

Eğer haklı çıkarsam, bakalım bu kez hangi yaratıcı senaryo sahnelenecek?

Unutmayın bizim kuşak gazeteciler, "Hücresinde nedamet getirdi, kafasını duvarlara vururken ve bir yandan itirafta bulunurken can verdi" tarzı 12 Eylül haberlerine bile alışıktır.

O yüzden akla ziyan yeni bir örtülü karartma operasyonu başlarsa şaşıracağımı söyleyemem. Ama AKP ağır ihmalin olası faturasına hazır mı bilemem.

(Meraklısına rötarsız dipnot: AKP’nin hedef alınacağı tahminim, geçmiş seriye dayanıyor. 27 Mayıs darbesinde asılan başbakan ve iki bakana karşılık, bir sonraki darbede (12 Mart) darağacına sürüklenen üç fidan gibi... Veya 12 Eylül’de bir ülkücüye karşı bir devrimci asmak gibi... Liste uzayabilir; kıssadan hisse, bizim iyi saatte olsunların grotesk adalet anlayışı zıtları mutlaka en kötüde, eziyet ve ezilmişlikte eşit hale getirir.)

* * *

Dün bu köşede CHP için kullandığım derin devlet değil derin gaflet partisi ifadesi kimilerini kızdırdı. Oysa az bile söylediğime/yazdığıma inanıyorum. Çünkü dinleme mağduru iken ülkeye/medyaya maskara olmak, haksız konuma düşmek siyaseten kolay iş değildir, aferin onlara!

Hayır, hırsız yerine Nasreddin Hoca’ya kızanlardan değilim.

Sadece CHP büyükleri medya önünde şehvetle konuşurken
-ve defalarca uyarılmalarına rağmen- tembellikleri nedeniyle unuttukları ev ödevlerini hatırlatayım dedim:

1) Çarşamba günü Vakit’in iddiası kendisine sorulduğunda CHP Genel Sekreteri laf yerine belge üretmeliydi. Cep telefonunun dökümünü GSM operatöründen isteyip, kaydını eline almalıydı. Vakit’e haberin çıktığı 26 Mayıs’tan 30 Mayıs’a kadar 4 gün zaman tanımamalıydı.

2) Önder Sav’ın Nuh Nebi’den kalma telefonunun şarjı 44 dakikalık bir görüşmeye dayanır mı? (Nitekim Vakit görüşme sırasında saat 10.47’de şarjın bittiğini iddia ediyor, Önder Sav yalanlıyor.) Şarj bitip telefon o saatte kısa süreliğine de olsa görüşmeye kapandıysa GSM operatörü kaydından belli olmaz mı?.. Sav belgesini neden istemedi?

3) Vakit, Merkez Valisi, Önder Sav’ın odasına adım attığı an, yani saat 10.03’te cep telefonunu aradığını iddia ediyor, Telekom kayıtları da öyle diyor. Önder Sav ise Vali ile görüşmesi sırasında bir veya iki kez cep telefonunun çaldığını anlatıyor. Yanlışlıkla açık bırakılan telefon çalmaz. Ama iddia edilen o aramaların belgesi nerede, neden zamanında temin edilmedi?

* * *

Gazeteciliği boşverin, vatandaş sıfatıyla iktidar ve muhalefete maruzatım var.

AKP sıranın kendisine gelmesini beklemeden acilen Meclis Araştırma Komisyonu’nu kurmalı. CHP fantezi peşinden koşmayı bırakıp aynı komisyonda yer almalı.

Ülke elbirliğiyle yasadışı dinleme kábusundan kurtarılmalı.
Yazının Devamını Oku

Tek tuşla aklama

31 Mayıs 2008
<b>ANKARA</b><br>Dinleme skandalında, iddia sahibi CHP, Ankara Telekom belgesiyle siyaseten zora düştü. Vakit’in belgesine göre gazete santralından CHP’li Önder Sav’ın cebi aranmış gözüküyor.

Henüz savcıya ulaşmayan bu belgedeki 44 dakikalık görüşme kaydının Turkcell (Sav’ın GSM operatörü) tarafından da teyidini beklemek gerekiyor. Çifte onayla mesele yasadışı dinleme rezaletinden gazetecilik açısından ayıp eyleme dönüşecek.

Hoş belki de CHP açısından en hayırlısı bu olacak...CHP’yi derin devlet partisi sananlar, artık bu derin gaflet karşısında korkularının ne kadar yersiz olduğunu anlarlar mı bilemem...

Bir de herhalde yasadışı dinleme çeteleri bu işe çok sevinecek.

Çünkü artık yasadışı dinleme suçüstüsü, yes-no tuşu kazasıyla izah bulacak.

Hayırlara vesile olmasını diliyorum.

* * *

Oysa bu depremin unutulan öncü sarsıntısı Osman Paksüt’ün ’dinleniyorum’ isyanıdır... Paksüt kendisini izlediğini düşündüğü aracın başka bir soruşturma için orada bulunduğu konusunda önce ikna edildi. Ama hemen ertesi günkü gazetelerde "2 aydır izleniyorum" ısrarını sürdürdü.

Çelişkili ifadeleri neden? Acaba Emniyet’e güvenmediği için mi?

Öyle düşünse ilk aradığı isim (cebine kayıtlı) Ercüment Yılmaz olmazdı.

Peki Paksüt’ün verdiği ve fakat emniyette kaydı çıkmayan plakayı hatırladınız mı?

Ya o plakayı Paksüt çiftine son derece güvenilir bir kaynak verdiyse?

O zaman Paksüt çiftinin başka işle uğraşan emniyet aracına ilk ve şiddetli tepkisi de anlaşılır. Daha sonra olay yerindeki aracın kendilerini takip etmediğine neden kolayca inandıkları da...Ellerinde kesin doğru olduğunu düşündükleri bilgi (plaka) olduğu için izlendikleri ısrarı da izah edilebilir. Ankara’da dedikodu muhtelif... Osman Paksüt’ü dinleyen kulaklar varmış... Ama o kulaktan daha baskın ve dinleneni uyaran başka bir kulak daha devredeymiş.

* * *

MHP lideri Devlet Bahçeli Osman Paksüt olayından sonra "korku diktatörlüğü" ifadesini kullandı.

CHP’nin dinlendiği iddiası ortaya atıldığında daha da ileriye gitti.

Parti kurmaylarını, ’Dikkatli olun, bizleri de dinliyorlar’ diye uyardı.

Devlet Bey’i tanıyan bilir...Bu konularda şaka yapmaz, boş konuşmaz.

Peki bir siyasi lider dinlendiğini nasıl bilir, emin olur?

Ancak güvenlir bir kaynak tarafından kesin dille uyarılırsa, öyle değil mi?

Yine aynı baskın kulak mı acaba?

* * *

Madem ki dinlenmenin Önder Sav’ın cep telefonu üzerinden yapıldığı iddiasında ısrar var... Biraz meselenin teknik ayrıntısına inelim... Ankara’ya 3 yıl kadar önce yeni dinleme araçları geldi.

Bu araçlarda IMSI (International Mobile Subscriber Identity) teknolojisi var. Diyelim ki aracı bir yere park ettiniz, çevredeki bütün baz istasyonlarını susturuyor... Kendisi her operatöre hizmet veren baz istasyonu haline geliyor. Dolayısıyla kapsama alanındaki bütün cep haberleşmesi bu araç üzerinden geçiyor. Gerçek operatör ise bu aracı masum bir cep telefonu olarak algılıyor.

Bu araçların birkaç tanesi poliste, gerisi MİT ve askerde. Deniliyor ki, birileri bu tekniği kullandığında diğer araç sahiplerinin de haberi oluyor!

* * *

İktidar bütün bu karanlık/kirli işlerin dışında kalmış olabilir. Elde aksi yönde bilgi/istihbarat yok. Ama eğer gerçekten muktedirse bu işi çözer, iktidarını kanıtlar.
Yazının Devamını Oku

Lübnan’ı İran’dan kurtarın telefonu

27 Mayıs 2008
<b>ANKARA</b><br>MAYIS ayının ilk haftasının perşembe gecesi Beyrut’tan Ankara’ya acil kodlu mesaj ulaştı: "Lübnan’ı İran’a bırakmak istemiyorsanız hemen harekete geçin." Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Beyrut dönüşü "Saad Hariri’nin (çoğunluk lideri) çok zor anları oldu, aşmasına yardım ettik" diye
Uyarı=Veto
ÇANKAYA Köşkü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakemliğe engel taraf pozisyonu olmadığını anlatmak için türban şerhini hatırlatıyor ve diyor ki, "Onayladık ama uyardık da... Hükümet dinlemedi." (İsmail Küçükkaya-Akşam)

Türbanlı başbayanın ikametgáhından ve başörtüsü mağduru genç kızın pederinden daha fazlasını beklemek belki de zaten vicdana sığmazdı. Ama ve lakin aranızda Köşk’ün hükümet için hakikaten kritik başka bir yasayı geri çevireceğine inanan var mı?

Yok mu, bence de öyle.

Kimse kusura bakmasın ama "uyarı" tarafsızlığa kanıt oluşturmaz.

Fazlası, mesela bazı yasa/uygulamalara veto yaptırımı aranır.

O gün gelirse, taraf/tarafsız olmayı yeniden tartışırız.
biraz tevazu göstererek aktardığı gelişme kritikti.

Lübnan’da koltuğu altından çekilen iktidar, İran ve Suriye yanlısı Hizbullah’a karşı kendi ordusunu devreye sokabilmek amacıyla Türkiye’den yardım istemek zorunda kaldı.

Ankara, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri (Şii Emel örgütü lideri) üzerinden girişimde bulundu, netice aldı.

Lübnan Silahlı Kuvvetleri sokağa çıktı, ortalığı yatıştırdı.

Türkiye, Lübnan’da barışa katkıda bulundu, bölgede tansiyon düşmekle kalmadı.

Ankara, Ortadoğu’da oluşan iki ayrı eksene karşı bayrak gösterdi.

İran-Suriye ve rakip Mısır-Suudi Arabistan ittifaklarına karşı/yanı sıra yeni bir seçenek yarattı.

Ve bu açılım, Lübnan’da bazı gazetelere "Osmanlı’nın dönüşü" yorumuyla yansıdı.

Üç otel, üç gün

TÜRKİYE aracılık ettiği Suriye-İsrail görüşmelerini şimdilik üç ayrı otelde yürütüyor. Taraflar yüz yüze gelmek istemediği için Türk heyeti oteller arasında dolaşıyor.

İlk üç günlük görüşme turu tamamlandığında Ankara’nın izlenimi şu:

Suriye heyetinde kıdemli isimler var, kurumsal hafıza güçlü, ama esneklik az.

İsrail heyetinin büyük bölümü yeni. Bu yüzden çözümü tıkayacak önyargıları yok.

Ankara’nın umudu, pazarlığın ilerleyen aşamalarında hiç değilse otel sayısını 2’ye indirmek.

Yani tarafları aynı otelde farklı mekánlarda ağırlamak.
Yazının Devamını Oku

Kötüden iyisini seçmek

25 Mayıs 2008
<b>ANKARA</b><br>DEMOKRASİYİ ahir zaman dini sayacak ve/veya "cici demokrasi" diye küçümseyecek yaşı çoktan geçtim. Artık demokrasinin kötüler arasındaki en iyiyi seçmek anlamına geldiğini biliyorum. Çoğunuz gibi!

Galiba sorun şu ki; çoğunuzun oy verdiği parti ile liberal cephedeki yandaşları bu basit gerçeği unuttu. İktidar partisini marifetine iltifat kesmiyor, illa mutlak sadakat bekliyor...

Eski sosyalist, nevzuhur liberaller ise Türk Silahlı Kuvvetleri ile uzantısı olarak gördükleri yüksek yargı, üniversite, bürokrasi ve medya beşlisine (Mahşerin 5 atlısı veya Pentagon esprisi yapmayacağım) karşı AKP adına (arkasına sığınarak?) tetikçiliğe soyunuyor. Dolayısıyla ilk bakışta çoğulcu veya çoğunlukçu cephe görüntüsü veren bu Kutsal İttifak aslında bünyesinde marjinal eğilimler saklıyor/barındırıyor/besliyor. Sayalım mı?

* * *

Temsili demokraside seçmen sadakati aranmaz. Aldığınız oy gelecek seçime kadar emanettir. Seçmenin icraata (veya keyfine) göre partiler arasında karar değiştirme özgürlüğü demokrasinin teminatıdır. Oysa görüyoruz ki:

1) AKP, seçmenle parti üyesini karıştırıyor. Aldığı oyu pazara (seçim sabahı) kadar değil, mezara kadar aşk sanıyor. Bu yanılsamanın yaratabileceği tehlikeyi farklı bir örnekle izaha çalışayım. Bazı banka sahipleri de yakın zamana kadar müşterilerinin emanet paralarını (mevduat) sermaye sanma ve rahatça harcama yanlışına düşmüştü. Umarım AKP’nin de sonu, zamanında meşhur ve fakat şimdi düşkün müflis bankerlere benzemez, iş işten geçmeden farkı fark eder.

2) AKP, TC yurttaşını tebaa sayıyor. Öyle ki Meclis’te sadece iktidar partisi oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı’na fikri düzeyde kalan ve hakarete varmayan muhalefeti bile içine sindiremiyor. "Cumhurbaşkanı’nı tanımayan bu ülkeden çeksin gitsin" demeye getiren Başbakan, kendi eşinin Çankaya davetlerine katılmama gerekçesini kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı duymuyor. Öyle ya, tebaaya bilgi değil emir verilir!

3) AKP her yerde darbeci arıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve türban dayatması nedeniyle kimyası bozulan toplumu teskine gerek duymayan AKP, tam aksine öküz altında buzağı, her dolu muhalif meydanda darbeci izi arıyor. (Halkın tamamı AKP’den memnun ve mesut olduğu varsayımına göre) Cumhuriyet mitingleri gibi kitlesel gösterilerin ancak emekli paşa ve Ergenekon çetesinin ortak eseri sıfatıyla lanetlenmesi gereğine inanıyor. Paranoyasını kanıtlamak için savcıları, polisi nafile seferber ediyor.

4) AKP, AB ile müzakere yerine kapitülasyonu seçiyor. Kapitülasyon, yabancı bir sözcük ve şartlı teslim anlamına gelir. AKP’nin özellikle kapatma davasından sonra AB’ye karşı izlediği tutumu ancak bu kavram izah eder. Yargı erkini dış baskıyla terbiye girişimi bu memleketin limanlarının, tersanelerinin tesliminden çok daha vahimdir. (Ayrıca dava sonucundan bağımsız olarak Türk kamuoyu ile AB arasındaki soğukluğun giderilmesi epey zaman alacağa benzer.)

5) AKP her yerde yandaşını arıyor, yaratıyor. Meclis’i zaten yok sayıyor, Çankaya’yı fethettiğine inanıyor. Hákim ve savcılarla iktidara geldiği günden beri kavga ediyor. Medyada sayısı azımsanmayacak yandaşlarıyla yetinmiyor. Kamu bankalarından krediyle yenisini yaratıyor. (Bu krediler ticari deniliyor, ama her nedense gazetede ciddi tiraj kaybı, TV’de reyting felaketi ne patronu ne de alacaklıları telaşlandırıyor. Yoksa tek okur/izleyici Başbakan kalsa bile yetecek mi?)

* * *

Yargıya ve kararına tüm saygımı koruyarak... Lafı hiç dolaştırmadan söylüyorum. Umarım AKP kapatılmaz.

Çünkü bu partiye oy verenlerin sistem dışına itildikleri duygusuna kapılmalarını asla istemem. Ayrıca bu ülke illa ki Milli Görüş çizgisinden bir parti tarafından yönetilmeye mahkûmsa hiç değilse AB ve küresel güçlerle barışık olan tercihimdir.

Ne var ki şu ağır soru zihnimi yormuyor değil... AKP bu badireyi de hatalarını kabullenmeden, ders almadan atlatırsa... Demokrasiyi nasıl yaşatacağız?

Demokrasiden yeterince nasibini alamadan demokrasi sayesinde iktidara konan AKP ile... Demokrasi sandıkları artık her neyse o uğurda başkasına söz hakkı/yaşam şansı tanımayan müttefiklerine rağmen... Demokrasiyi nasıl koruyacağız?

Üstelik pazar sabahı moralinizi bozmak istemem ama yarının bugünden çok daha zor olacağı kesin. Konjonktürel iktisadi başarıyı şahsi ve üstün beceri sanan AKP’nin burnunun ucunu görecek hali yok.

İşte bu ortamda yakın geleceğin inşası... Özgürlük ve ekmeğe sahip çıkma kavgası (AKP’li veya AKP’siz ya da türdeşi yeni partiyle) yine samimi ve fakat isimsiz demokratlara düşüyor.

Anlatamadıysam tekrar edeyim, size!
Yazının Devamını Oku

Taraftan hakem olur mu?

24 Mayıs 2008
<b>ANKARA</b><br>CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, MHP’nin "Hükümet ve yargı arasındaki krize çözüm için aracı olun" önerisi karşısında temkini elden bırakmadı "Düşüneceğim, ne yapacağımı sonra duyarsınız" dedi... Haddim olmayarak belirteyim, son derece yerinde ve doğru refleks gösterdi. Devamı da gelmeli ve Sayın Gül bu öneriyi fazla uzun düşünüp taşınmadan geri çevirmeli.

Çünkü AKP kapatma davasında ismi geçen -hatta yaranma telaşıyla yok yere sanık ilan edilen (Sabah-2 Nisan)- Sayın Cumhurbaşkanı son yılların en ciddi sistem krizinde nasıl olup da tarafsız arabulucu sayılacak?

Çankaya Köşkü’nde yuvarlak bir masa tasavvur edin...

Bir yanında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.

Partisi için kapatma davası açılan kendisine siyasi yasak istenilen yürütmenin başı.

Hemen solunda TBMM Başkanı Köksal Toptan...

"AKP kapatılmasın" formülü mucidi, Üçüncü Yol’un mimarı, yasama organının başkanı.

Karşılarında bildirici Yargıtay ve Danıştay temsilcileri ile AKP’yi yargılayan Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı...

Yani yüksek yargı.

Sırf Sayın Abdullah Gül Köşk’te çay ikram etti diye geçmişe sünger çekecekler, öyle mi?

Hiç sanmam!

Ayrıca madem yakın geçmişten söz ediyoruz...

Hatırlayın bakalım, yüksek yargı ile hükümetin en büyük kavgası nasıl patlak verdi.

Anayasa Mahkemesi Abdullah Gül’ün Çankaya seçimi sırasında "367 şart" kararı (1 Mayıs 2007) almadı mı?

Türkiye bu kararla erken seçime sürüklenmedi mi, iktidar partisi meydan meydan dolaşıp Yüksek Mahkeme’yi ve yargıçları halka şikáyet etmedi mi?

En ateşli nutukları bugünkü Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız atmadı mı?

"Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmediler" polemiği/yalanı muhafazakár seçmenin oyunu etkilemedi mi?

Abdullah Gül’ün dünü, bugünü ve ne yazık ki yarını da kuvvetler savaşı’nın asıl konusudur.

Bugün yargıyı siyasallaşma eğilimine girmekle suçlayan iktidar sözcüleri ve yandaş medyası...

Çankaya’ya uzlaşmaya gerek duymadan bir parti büyüğünü yollamanın günahını tamamen unutmuşa benzerler.

O zaman biz hatırlatalım: Temel sorun Çankaya’nın yürütme-yasama erkleri ile tamamen bütünleşmesidir.

Meclis ve Çankaya’yı sadece oylama/onaylama mercii haline getiren hükümet yargıyı da ehlileştirme peşindedir.

Bu kavga o yüzden çok derindir, Cumhuriyet’in kazanımları üzerinedir.

En önemlisi de kendisi taraf olan bir ismin hakemliği ile asla çözülemez.

Dipnot: "Abdullah Gül’ün siyasi geçmişi tamam da, neden bugünü ve yarınını da karıştırdın?" diyecek olursanız... Son bir soru: Türbanla ilgili Anayasa değişikliği Çankaya’dan geri dönseydi, AKP’ye kapatma davası açılır mıydı?

Bak şu konuşana

HÜKÜMET Yargıtay bildirisine pek alındı.

Aslında haklı olduğu bir nokta var:
Hákim kararıyla konuşur.

Ama sesi tek çıkan yüksek yargı organını Yargıtay ile Danıştay sanıyorsanız, çok yanılırsınız.

Örneğin 16 Mayıs tarihli Star Gazetesi’nin manşetine taşınan Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar’ın köşesini bilmem okudunuz mu?

Tayyar’ı arayan Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın, AKP kapatılsa ve siyasi yasaklar gelse bile Başbakan’ın bir dahaki seçimde bağımsız aday olabileceği, Abdullah Gül’ün görevine devam edebileceği yorumunu paylaşıyor.

YSK Başkanı daha önüne gelmemiş bir dava hakkında oyunu açıklamakta sakınca görmüyor.

Peki ya, 20 Mayıs günkü Referans Gazetesi’nde Genel Yayın Müdürü Eyüp Can’ın köşesine göz attınız mı?

Bakın Haşim Kılıç ne diyor: "Eyüp (Can) Bey inanın çıkacak karar ne olursa olsun, göreceksiniz hem demokrasimiz hem laikliğimiz hem de hukukumuz bu süreçten çok daha güçlenmiş olarak çıkacak.

Ve yine inanın bu söylediğim temenni değil."

Siz bu açıklamalara karşı AKP’den itiraz duydunuz mu?

Ben rastlamadım.

Zaten AKP’nin tek derdi kendi istediğini, işine geleni duymak.

Meselesi her zaman olduğu gibi çokseslilikle.
Yazının Devamını Oku

Türban raporuna güvenen yanılır (mı?)

20 Mayıs 2008
<b>ANKARA </b><br>ANAYASA Mahkemesi raportörünün türbana ilişkin Yüksek Mahkeme’ye sunduğu "CHP’nin başvurusu geri çevrilsin" görüşü, hükümet yanlısı medyada 2 açıdan iyimser beklenti uyandırdı: 1) Ret yanlısı raportör raporu üniversitede türban yolunu açar umudu güçlendi.
Uzman yorum
Sabih Kanadoğlu (Eski Yargıtay Başsavcısı) Anayasa değişikliği mevcut durumu değiştirmemiş ve üniversitelerde türbana serbesti tanımamıştır.

Bu nedenle iptaline gerek yoktur.

Anayasa Mahkemesi içerik denetimine girmeden sadece şekil yönünden inceleme yaparak ret kararı verse dahi, bu karar kesinlikle "türban izni" anlamına gelmez.

Çünkü zaten var olan "öğrenim hakkının sınırlarının kanunla belirleneceği" ifadesi yer almaktadır.

YÖK Kanunu’nun bugün yürürlükte olan ek 17’nci maddesi üniversitelerde türbanla eğitime izin vermemektedir.

Anayasa Mahkemesi, "yorumlu ret" kararı verebilir ve üniversitelere türbanla girilemeyeceğini yinelemiş olur.


2) AKP’ye kapatma davasının en güçlü kanıtı "hukuken çürüdü" havası doğdu.

Peki bu yorumlar gerçekçi mi?

Açıkçası hiç değil...

Hatta mezarlıktan geçerken cesaret toplamak için ıslık çalmaya benziyor.

Çünkü türban raporundaki ret eğilimine fazlasıyla bel bağlayanlar;

AKP ve MHP’nin ortak Anayasa değişikliğinin içeriğini unutmuşa benziyor.

Anayasa değişikliği metninde türban sözü geçmiyor, iması dahi bulunmuyor.

Hükümet, türban iznini YÖK Yasası’nda değişiklikle sağlamayı planlıyor.

Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi’nin önünde türban kararı için çok seçenek bulunmuyor;

Yüksek Mahkeme’nin Meclis’in Anayasa değişikliği iradesine karışma hakkı zaten tartışmalı,

Üstelik değişikliğin Anayasa’nın değiştirilemez giriş maddelerine aykırı olmadığı da aşikár.

Kısaca, raportör raporu sadece malumu ilam etti!

Ama Yüksek Mahkeme raportör görüşüne uyarsa türban serbest kalacak mı?

Hayır, çünkü türban için daha önce ifade ettiğimiz gibi YÖK Yasası’nda değişiklik şart.

Peki bu tür yasal düzenlemeler daha önce Anayasa Mahkemesi’nden geçti mi?

Hayır!

Yüksek Mahkeme o zaman ne yaptı, mesela 1991 yılında ne karar verdi?

Yapılan iptal başvurusunu reddetti ama gerekçeli kararında türban yolunu kapattı.

Ki şimdi de en muhtemel senaryo, Mahkeme’nin "yorumlu ret" kararı vermesidir.

Yani CHP’nin başvurusu geri çevrilecek ama gerekçeli kararla türban yasağı sürecek.

AKP böyle bir karara rağmen YÖK Yasası’nı değiştirmeyi göze alır mı?

Kapatma davasını olumsuz etkileyecek girişimde bulunur mu?

Zor gözüküyor.

O yüzden Yüksek Mahkeme kararı türbana yaramaz, AKP kapatma davasına işaret olmaz.

Maalesef meselenin özeti budur.

DNA DEĞİL PATLAYICI TESTİ

BENDEN daha bilgili okura yazdığımı bir kez daha anladım.

İsrail’deki güvenlik kontrolünü aktarıp "DNA testi mi?" diye sormuştum.

Onlarca mesaj aldım, kibarca cehaletimi giderdiniz.

Malum kontrolün cep telefonumda veya ellerimde patlayıcı izi aramaya dönük olduğunu anladım.

Teşekkür ederim, benim gibi bilmeyenlerle paylaşırım.
Yazının Devamını Oku