29 Nisan 2008
<b>ANKARA</b><br>AKP’ye açılan kapatma davası, olası seçim sonuçlarını nasıl etkiler? İstanbul’da dolaşan ankette, iktidar partisinin oy oranı yüzde 44 dolayında gözüküyor.
AKP açısından ilk bakışta fena gözükmese de, seçimden hemen sonra yüzde 54’e kadar çıkan oy oranı ile kıyaslandığında 10 puan kadar gerileme söz konusu.
Yalnız dikkatinizi çekerim: Bu ankette kapatma davasının doğrudan etkisini görmek mümkün değil. Çünkü bunun için davanın hemen önce ve sonrasında ölçüm gerekli.
Yani biraz talih işi... Kamuoyu araştırma şirketlerinden birisinin talihi yaver gitti.
2 bin 600 kişiyle yürüttükleri saha çalışmasının 2 bin 200 kişisiyle görüşme 14 Mart Cuma akşamına kadar tamamlandı... Elde edilen ilk sonuçlara göre iktidar partisinin oyu -tarihinde ilk kez seçimdekine göre gerileyerek- yüzde 40’a kadar inmişti.
Cuma akşamı kapatma davası açılınca anket şirketine gün doğdu:
Anket yapılmayan yaklaşık 400 kişiye kapatma davası da soruldu,
Daha önce anket yapılanlara telefonla ulaşılarak görüş alındı.
Sonuçta AKP oyunun kapatma davasıyla yeniden yüzde 46’yı biraz aştığı ortaya çıktı.
Kamuoyu şirketinin adını açıklamamam istendi. Sadece iktidar partisinin çok güvendiği ve politika geliştirirken veri aldığı bir şirket olduğunu söylemekle yetineceğim.
Dolayısıyla AKP’nin, "Bugün seçime gitsek yüzde 50-60 oyla geri döneriz" iddiasına temkinle yaklaşmak gerekiyor. Kapatma davası şoku sırasında bile AKP’nin oy oranı, seçimdekini (yüzde 46.7) yakalayamadı. Belki bugünkü, yani mesele soğuduktan sonraki oy oranı daha düşük bile çıkabilir.
Bu son cümleyi asla temenni saymayın, tahmin olarak kabul edin.
Çünkü kapatma davası öncesinde, seçmenin AKP’ye en çok kızdığı alan ekonomiydi. İşsizlik, pahalılık, gelir dağılımı bozukluğu, iktidar partisine ağır hasar verdi.
Siyasette genel kuraldır, ekonomik açıdan iyimsek olmayanlar iktidara oy vermez.
O yüzden belki de bu kısa analiz;
1) Başbakan’ın neden erken seçim haberlerine/önerilerine kızdığını,
2) Anayasa değişikliği için referandumu son seçenek olarak gördüğünü,
3) Karşı hamle/strateji için frene basarak, ortamı yumuşatıp zaman kazandığını izaha yardımcı olabilir, ne dersiniz?
Kerkük’ün değeri arttı
SONUNDA OPEC’in Cezayirli Başkanı baklayı ağzından çıkardı, "Petrolün varil fiyatı 200 dolara çıkabilir" uyarısında bulundu. Petrol fiyatının seyri doların değerine yakından bağlı, ancak meselenin bu yanı konumuz değil. Diyelim ki, petrol 200 dolara çıktı veya asgari mevcut fiyat düzeyini korudu, ne olur? Neredeyse dört yıl önce (Hürriyet, 31 Ekim 2004) petrol daha 50 dolarken ortaya koyduğumuz tez doğrulanır: Kerkük, aşiret kavgasına kurban edilemeyecek kadar değer kazanır.
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2008
<b>ANKARA </b><br>CHP kurultay salonu yine tıklım tıklım dolu. Kadını az, sigara dumanı fazla bir ortam. Deniz Baykal kürsüye her zamankinden erken çıkıp 3 saati bulan bir konuşma yapıyor.
İki futbol maçı süresine yayılan konuşmada (ki Başbakan Tayyip Erdoğan neredeyse aynı zaman zarfında Suriye’ye gitti, İş Forumu’nda hitap etti, yetmedi dönüş yoluna geçti) verilen mesajları başlıklar halinde sıralamaya bile yerimiz müsait değil.
O yüzden ne demediğini vurgulamak daha mantıklı:
Baykal, "Bu benim son kurultayım" demedi. Çünkü;
1) 1992’deki ilk seçiminde yüzde 4.70 oy alan partisini yüzde 20’lere taşımayı başarı sayıyor.
2) Genel Başkan, Genel Sekreter ve tüzüğü beğenmeyenleri başka parti kurmaya davet ediyor.
3) AKP kapatma davası sürecinde CHP’ye yeni görev ve sorumluluk düştüğüne inanıyor.
İşte o yüzden Deniz Baykal, kurultay konuşmasının sadece 5 dakikasını parti içi muhalefete ayırdı. Kurultay öncesinde hiçbir TV ve gazeteye değerlendirme yapmadı.
Baykal’ın rakipleri zaten bu kurultaydan umutsuzdu, bir sonraki için isim yazdırdı, yer ayırdı. CHP lideri de kurultayı bu yaz/sonbaharki oyun planının önemsiz parçası sayınca...
Anamuhalefet partisi, yakın tarihin en heyecansız kurultayını yaşadı.
AKP zamana oynayacak
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Suriye gezisine çıkarken malumu ilam etti:
1) AKP, kapatma davasında harekete geçmek için türban kararını bekleyecek.
2) Savunmaya ağırlık verecek, hatta gerekirse ek süre isteyecek.
3) MHP ile temas kesilmeyecek, bu partinin Anayasa değişikliğine iknasına çalışılacak.
AKP bu üç adımla kapatmayı sonbahar aylarına kadar gündem dışına taşıyacak.
Yeni bir hamle için koşulların değişmesini/oluşmasını bekleyecek.
Tekirdağ’dan soru var
’İKON fotoğrafa dikkat’ başlıklı yazıma (22 Nisan) Tekirdağ Cezaevi’nden mektupla yanıt geldi.
Üniversite arkadaşım ve İşçi Partisi yöneticisi/gazeteci Adnan Akfırat ağır sitemini yolladı.
Akfırat’ın Veli Küçük ile Alparslan Arslan’ı aynı karede gösteren fotoğrafla ilgi yorum ve eleştirilerinde ne kadar haklı olduğunu zaman gösterecek.
Ancak mektubun şu bölümünü okurun dikkatine sunmakta yarar görüyorum: "Cezaevine girince birebir yaşadım. Ergenekoncu diye 10 aydır cezaevinde tutulanlar bir avuç zavallı ve meczup. Bir düzine de ajan-provokatör sokulmuş içlerine. Delil olmadığı için ajanlardan tanık koruma programıyla kanıt imal edecekler. (...) İddianame bir türlü hazırlanamıyor."
Sahi ne oldu, aylar önce "iki haftaya hazır" denilen Ergenekon iddianamesi?
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2008
<b>ANKARA</b><br>EBCED hesabıyla 14 Mart’ın milat ilan edilmesi mümkün mü, açıkçası bilmiyorum, meseleyi bu işten anlayanlara bırakıyorum. Ama AKP’ye kapatma davası açıldığı o cuma gününü takip eden üç tarihin kritik önemini vurgulamak için karışık hesaba hiç gerek yok... İlki 21 Mart 2008... İkincisi 29 Mart 2008 ve son olarak 22 Nisan 2008.
* * *
ABD Büyükelçisi Ross Wilson, kapatma davasının açılmasını takip eden günlerde AKP’den önde gelen bazı isimleri yemeğe davet etti. Konu kaçınılmaz olarak kapatma davasına dayandı.
Büyükelçi, dava sürecinden etkilenme olasılığını gördüğü üç konuyu masaya getirdi:
1) Kıbrıs sorunu, 2) Irak’taki durum, 3) Ermenistan’la ilişkiler.
Bu diyaloğu bana AKP’nin eski Grup Başkanvekili Salih Kapusuz aktardı.
Peki sonra ne oldu, diye sual ederseniz:
21 Mart 2008’te KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile güneyde yeni seçilen Cumhurbaşkanı Dimitris Hıristofyas buluştu, takip eden günlerde Lokmacı Kapısı açıldı.
29 Mart 2008’de Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik, Dohuk’ta Kuzey Irak’taki yerel Kürt yönetimi başbakanı Neçirvan Barzani ile ilk resmi teması kurdu, kimilerine göre Türkiye’ye davet etti.
22 Nisan 2008’de Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye’nin Ermenistan ile yeni dönemde diyaloğa açık olduğunu bir mektupla Erivan’a ilettiğini açıkladı.
Hayret değil mi?..
Sanki Avrupa Birliği ile müzakereyi Kıbrıs limanları yüzünden donduran başka hükümetti!
Sanki Barzani ve Talabani’yi aşiret lideri sayan, "görüşmeyiz" diye tutturan başkasıydı!
Sanki Ermenistan açlıktan kırılırken "sınırı açmam" diye inat eden farklı iktidardı!
Galiba 14 Mart günü, tabir yerindeyse paradigma kayması yaşandı...
Avrupa Birliği ile ABD, "Aman sakın AKP’yi kapatmayın" dedikçe hükümet coştu.
Rumlarla, dış Kürtlerle (malum içeridekilere hálá dargın), Ermenilerle gecikmiş ilişkiyi kurdu... (Hani Avrupa biraz daha gayret etse CHP ile bile barışabilir mi?)
* * *
AKP yüzde 46.6 oy aldıktan sonra önceliğini ve müttefiklerini değiştirdi.
Türban için Anayasa değişikliği amacıyla MHP ile işbirliğine gitti.
Türbanı yani taban hassasiyetini tatmin amacıyla TCK 301’i erteledi, hatırlayın.
İçerisi için dışarıyı feda edince, Avrupa yolunda birlikte yürüdüğü müttefiklerini yitirdi.
Şimdi yeniden ters yöne döndü, Avrupa için 301 değişikliğini gündeme aldı.
Ezcümle, ebced hesabıyla 14 Mart ne anlama gelirse gelsin, hayırlara vesile oldu.
* * *
Tarih ve talihin cilvesi, kapatma davasının yardımıyla Avrupa yolcuları umutlu.
Çünkü önümüzdeki günlerde AKP’nin ne yapacağı belli, MHP ve DTP’nin de öyle...
Ama CHP sürpriz yapabilir. Avrupa reformları için destek vermeye başlarsa.
Acaba Türkiye’de tek muhatabının AKP kalmasından rahatsız Avrupa’da pozisyon değişikliği yaşanabilir mi? Sinyaller öyle gösteriyor. Top CHP’nin sahasında!
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2008
<b>ANKARA</b><br>TÜRKİYE, AKP’nin baskın genel/yerel seçim ihtimalini tartışıyor, anamuhalefet partisi CHP hafta sonundaki kurultaya hazırlanıyor. Sürpriz ihtimali düşük kurultayın kulisi de heyecansız. BELEDİYE TRANSFERİ
CHP’de son günlerin popüler konusu, belediye başkanı transferi. 10 kadar belediye başkanının yakın gelecekte CHP’ye geçmesi bekleniyor. Aralarında büyükşehir belediye başkanı olduğu konuşuluyor.
SON KURULTAY İMASI
CHP Lideri Deniz Baykal’ın kurultay konuşmasında "bu kez son" mesajı verme olasılığı geleceğe dönük hesapları etkileyebilir. Ancak Baykal’ı tanıyanlar bu ihtimalin son derece düşük olduğu kanaatinde.
ADINI ADAY YAZDIRMA
Gerek Haluk Koç gerekse Umut Oran liderlik açısından bu kurultayda en ufak şansları bulunmadığını biliyor, geleceğe oynuyor. Ama parti liderliği, "Baykal sonrasında da bu isimler olmaz" havasında.
29 HAZİRAN SEÇİMİ
CHP liderliği, AKP’nin 29 Haziran’da baskın seçime gitme ihtimalini yüksek görmüyor. Parti kurmayları seçim restini, "MHP’yi korkutarak karar değiştirmesini sağlamak" amacına bağlıyor.
İkon fotoğrafa dikkat
KİMİ dosyalar tabiatı gereği karmaşıktır. Ama bazen ikon bir fotoğraf, ilişki ağını ortaya serer... Aynı otomobilde kaza geçiren milletvekili, ülkücü mafya ve polis şefinin sayesinde deştiğimiz Susurluk ilişkilerinin düğün fotoğrafını hatırlayın örneğin... Polis şefiyle kaçak ülkücünün aynı karede göbek atarken poz vermesi yüzlerce manşete, makaleye eşdeğerdi!
Ergenekon’la ilgili çok yazıldı, çizildi, olmadık olaylar irtibatlı kılındı.
Ama bu dosyanın ikon fotoğrafı soruşturmanın adı konulduktan altı ay sonra bulundu. (Daha doğrusu eski bir fotoğrafın fotomontaj değil gerçek çıkması vitesi aniden büyüttü.) Fotoğrafta emekli general Veli Küçük ile Danıştay saldırısı hükümlüsü Alparslan Arslan birlikte kameraya bakıyor.
Böylece Ergenekon’la Danıştay saldırısı arasında bağ arayanlar güçlü bir kanıta kavuşuyor.
Artık her iki dosyanın birlikte ele alınması elzem gözüküyor.
Önce Taksim’i öğrensin
AKP’nin bırakın 1 Mayıs’ı, İstanbul’un yakın mazisi hakkında bile fikri olmadığı belli.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş -artık neden gerek duyduysa- Taksim meydanında kutlamaya karşı rakamsal bahane bulmuş. Başkan’a göre, Taksim Meydanı ancak kent nüfusunun bir-iki milyon kişi olduğu tarihlerde mitinge uygunmuş. Meydan o tarihte bile ancak 40 bin kişi alırmış.
Neresini düzeltelim ki? Sadece İstanbul nüfusunun 4 milyon kişiyi bulduğu 1975’te merhum başbakanlardan Bülent Ecevit’in 100 bin kişilik Taksim mitingini hatırlatmak bile yeter.
Ama zaten mesele Taksim rakamları değil, AKP’nin demokrasi penceresinin darlığı.
Hazretler demokratik hakları bir kapatma davasından ötekine kadar unutuyor belli ki.
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2008
ANKARASONER Yalçın’ın yeni kitabında çarpıcı tespit var: Bir zamanlar başı açık dolaşan, iyi eğitim almış genç kızlar, AKP Hükümeti’nin bakanlarıyla tanışıp evlenince örtünüyor... İşi gücü bırakıp eve kapanıyor.
Soner Yalçın, Hayrünnisa Gül, Emine Erdoğan, Münevver Arınç, Zeynep Babacan, Semiha Yıldırım gibi isimleri sıraladıktan sonra üniversitede türban serbest kalsın diyenlere sesleniyor:
"Türbanlı kızlar üniversiteye girsin aydınlansın, toplumsal hayat içinde yer alsınlar gibi hayatın gerçekleriyle uyuşmayan/romantik sözleri bir yana bırakalım.(...) Türbanlı kızlarımız üniversiteyi bitirince çalıştırılmıyor. Tekrar eve kapatılıyor."
Soner’le ahbaplığımız Susurluk takıntımız/kitaplarımız dönemine kadar gider.
İyi bir gazeteci, parlak/çok satan bir yazardır.
Ama bu kez anlaşamadık. Çünkü;
Madde 1:
Eğitimin öncelikli amacı iş bulmak/çalışmak olarak tarif edilemez. Toplumun uzlaştığı değer ve hedefleri eğitimle gelecek kuşaklara aktarmak çok daha önemlidir. Ters mantıkla üniversite mezunu işsizlere de mürteci mi diyeceğiz? Ya da gününü kuaför ile konken masası arasında geçiren diplomalı, başı açık/laik hanımların konumunu nasıl izah edeceğiz?
Madde 2:
Laik eğitimin tek çıtası türban olamaz. Önemli olan başı örten türban değil, eğitim almayı reddeden kafadır. Türbanı çıkarıp perukla tıp eğitimi alan genç kız, inancı gereği erkek hastaya bakmazsa eğitim kurumu işini tam yapmış mı olacak? Ya da türban takmayan erkek hukuk öğrencisi şeriatı savunuyor ve ama belli etmiyorsa iyi üniversite eğitimi almış mı sayılacak?
Madde 3:
Toplumun bireye hak tesliminde izolasyon/entegrasyon ölçüsü esas alınmalıdır. Yani bu yeni hak bireyi toplumdan koparıyor mu, yoksa bütünleştiriyor mu, bu açıdan bakılmalıdır. Türbanlı genç kız örtüsüyle birlikte eğitim almaya (üniversite) talipse sorun izolasyon değildir. Aksine genç kızın sosyal yaşama katılımını sağlayan ilk ve belki de tek yoldur.
Soner Yalçın, son kitabına "Siz kimi kandırıyorsunuz?" ismini vermiş...
Kim, kimi, neden kandırıyor anlatması uzun... Ama kuşkum odur ki; laiklik çıtasını türbana kadar indirenler kendilerini kandırıyor! Türban yasağı, laik eğitimi kurtarmaya yetmiyor.
Hemen seçim soruları
DİYELİM ki, AKP Anayasa Mahkemesi kararını beklemeden 29 Haziran’da baskın, genel/yerel seçim kararı aldı... Eğer yine ezici zafer kazanırsa yorumu kolay. Ama ya; 1) Oyu yüzde 46.6’dan bir puan düşük çıkarsa, 2) Meclis’e soktuğu vekil sayısı 340’ın altında kalırsa, 3) Tayyip Erdoğan’ın mitinglerine ilgi 22 Temmuz’a göre azalırsa... Seçmen AKP’nin kapatılmasını onaylamış mı olacak?
DİPNOT
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın düğün telaşı ortada. Ama yine de Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü hazırlığı için atadığı ismi biraz yadırgadık. Yüksek Mahkeme’de bu göreve türban raportöründen daha uygun isim bulunamaz mıydı? Türban raporundaki bir aylık gecikmenin, yaratılan dedikodu ortamının siyaset gündemine izdüşümünü görmemek mümkün mü?
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2008
<b>ANKARA</b>BAŞKENT kulislerinde AKP’nin kapatma kararı çıkması halinde erken seçime gideceği tahmini/yorumu çok konuşuldu. Tek farklı ses AKP eski Başkanvekili Salih Kapusuz’dan duyuldu. Salih Kapusuz, kararı beklemeden 29 Haziran Pazar günü erken genel ve yerel seçim önerdi.
Salih Kapusuz’a gerekçesini sorduk, anlattı:
- Neden hemen erken seçim?
- Mesele sadece AK Parti’nin sorunu değil. Çözüm yeri Meclis, ama irade göstermezse halka gidilir.
- Peki hemen seçim hukuken mümkün mü?
- Yunanistan kaç defa seçim yaptı! İki ay süre bize yeter, mahalli seçimi de öne alırız.
- Anayasa gereği olarak...
- Evet, Anayasa 127’ye göre, iki seçim arasında asgari bir yıldan fazla süre yoksa birleştirilir.
- Neden bu yolu öneriyorsunuz?
- Referanduma gidilse bile yine halkın önüne iki sandık gelecekti, böylesi daha iyi.
- Erken genel ve yerel seçim AKP’ye yarar mı?
- Biz arazideyiz, halk tepkili. Üstelik lider de yasaksız, partisinin başında olacak.
- Bu önerinizi Başbakan’a ilettiniz mi?
- Hayır, partiden kimseyle konuşmadım, sadece MHP’ye açtım.
Salih Kapusuz’un hesabı ortada: 27 Nisan bildirisi sonrasını andıran rüzgár yakalayan AKP’nin hemen seçim sandığına gitmesi halinde anayasal çoğunluğu bile yakalayabileceğini... Milli irade desteğiyle parti kapatmayı önleyeceğini düşünüyor. Ya da en azından muhalefeti seçim korkusuyla parti kapatmaya karşı yasal düzenlemede AKP’nin yanına çekmeyi deniyor.
AKP yönetimi bu projeye sıcak bakar mı, önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Gazman’ın Ankara kriteri
AVRUPA Birliği Başbakanı Barroso’nun ani AKP sevdasının arkasında Nabucco’da beklediği tavizlerin yatabileceğini yazdım (13 Nisan). Ayrıntılarını dünkü Referans’ın manşetinde okudum. (AB’den Nabucco için çifte baskı-Begüm Gürsoy). Dediğim gibi AB hem geçiş ücretinde ciddi bir taviz bekliyor, hem de -artık her nedense- Nabucco pazarlığında yetkinin Dışişleri’ne geçmesini öneriyor.
Gözüken o ki, AKP, AB’ye siyaseten rehin düştükçe Türkiye’ye yaramıyor.
Yabancı muhabire baskı
AVRUPA’ya Türkiye’yi yabancı başkentlerde şikáyet yetmiyor anlaşılan.
AKP kurmayları Türkiye’den yazılan haber ve yorumları yakın takibe almış vaziyette. Basın Yayın tarafından çevrilen makale ve haberler tabir yerindeyse satır satır taranıyor. Kapatma davasını mahkûm eden yorum içermiyorsa, yabancı gazetelerin merkezleri doğrudan aranarak editöre yazanı uyarması ve hatta kovması yönünde baskı kuruluyor. Bu baskının son örneğini biliyorum. Yabancı gazetenin muhabiri, ısrarla ismini saklı tutmamı istediği için saygı gösteriyorum.
Yabancı gazetede çıkan makale, hangi AKP yöneticisinin kimi aradığı, ne dediği -ve fakat sonuç alamadığı- belli. Belki bir gün AKPM bildiri skandalında olduğu gibi daha açık yazılır.
Ama peşinen uyarayım: Yabancılar gazeteciyi şikáyeti "demokrasi ölçüsü" olarak kabul etmezler.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2008
<b>BERLİN</b><br>TÜRKİYE daha gelişmiş bir ülkeye, örneğin Almanya’ya nasıl meydan okuyabilir? Düşmanlık yaşamadan rekabet edebilir mi? Almanya’ya büyük Türk göçünün kırkıncı yılında (2001) Immenual Wallerstein’dan alıntı yaparak üç seçenek sıralamıştım, belki hatırlayan çıkar: 1) Humeyni seçeneği (dini tecrit), 2) Saddam seçeneği (askeri meydan okuma), 3) Bireysel seçenek.
İlk iki seçenek Türkiye’ye uymaz, zaten dünyada da raf ömrünü tamamlıyor.
Peki ya Wallerstein’ın "bireysel seçenek" diye andığı üçüncü yol?
Yani Türkiye ve diğer gelişmiş ülkelerden zengin topraklara kitlesel göç... Galiba Türklerin en iyi bildikleri ve uyguladıkları meydan okuma yolu göç vermek, uyum sağlamak, başarmak.
Unutmayın, Almanya’ya 47 yıl önce yer yatağı ve asker bavuluyla göçen Türkler bugün artık patron sınıfına girdi. Dünün misafir işçileri arasından çıkan 10 bine yakın Türk girişimci neredeyse 300 bin kişilik istihdam yaratıyor.
* * *
Almanya’da 2.4 milyona yakın Türk nüfusun yaşadığı tahmin ediliyor.
Alman vatandaşlığına geçen sayısı üçte birine ulaştı.
Yine de marjinal bazı örneklerin varlığı ve ev sahibini rahatsız/huzursuz etmesi şaşırtıcı sayılmaz.
İstanbul’un bir mahallesi, Köln’de olduğu gibi kara cüppeli sarıklıların kontrolüne girse... Cemalettin ve Metin Kaplan (baba-oğul) topraklarınızda hilafet devleti ilan etse ne tepki verirsiniz? Ya da etnik bir terör örgütünün şefi başka bir ülkede yakalandığında başkentiniz savaş alanına dönse korkuya kapılmaz mısınız? Çuvaldızı kendimize saklarsak.. Dini tecrit ve askeri meydan okuma girişimleri yaşanmadı değil, ama iyi ki taraftar bulmadı!
* * *
Berlin’de değişen siyasi iktidarın Türkiye politikasını anlamak zor.
Bir yandan Türkiye ile Avrupa arasındaki mesafenin kapanmasına itirazı var.
Diğer yandan Almanya’daki Türklerin tam entegrasyonunda geç kalındığından yakınıyor.
Galiba en sağlam entegrasyon yolunun Türkiye’deki Avrupa’ya (Almanya’ya?) destekten geçtiğinin henüz farkında değil.
11 Eylül’den sonra Türkiye’yi Avrupa İslamı için rol modeli seçen Alman kanaat önderlerinin ne kadar haklı çıktığına yakın tarih tanıktır. Umarız tersine politikaların yarattığı hasar, kalıcı ve geri dönülemez etki yaratmaz.
* * *
Türklerle birlikte bu ülkeye göçen bir markadan daha söz etmek istiyorum.
Hürriyet, Almanya’daki Türkleri 40 yılı aşkın süredir yalnız bırakmadı.
Ne dini gettoları benimsedi, besledi, ne de şiddet eğilimine kulak verdi.
Bir arada yaşamın ve ortak hedeflerin gayri resmi anayasasını yarattı.
Üçüncü yolun gazetesi oldu.
Çiçek: Komisyon önerdim
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek, 301 davaları konusunda yetkinin Çankaya Köşkü’ne bırakılmasını önerdiği haberlerine itiraz ediyor. Çiçek, "Hürriyet dahil her gazeteye verdiğim demeçler ortada. Başından beri sivil toplum dahil temsilcilerin yer aldığı bir komisyonun dava açılması kararı için yetkili olmasını istedim" dedi.
Cemil Bey’in bu konudaki görüşlerini aktaran gazetecilerden biri olarak bu duruşunu teyit etmek istedim.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2008
<b>ANKARA</b><br>AVRUPA Başbakanı, koloni valisi edasıyla başladığı Türkiye ziyaretini tamamladı. Giderayak laiklere Recep İvedik şakasıyla veda etti: "Mucize dedim, laikliğe karşı mı?" Bilmiyorum Bay Barroso hep böyle şakacı mı?
Ama gaz sorununu çok ciddiye aldığını biliyorum.
Bünyesel değil kurumsal konuşuyorum: Avrupa Birliği takriben 10 yıl kadar sonra yılda 131 milyar metreküp doğalgaz kullanacak. Bu rakamın önemli bölümü Türkiye üzerinden geçen Nabucco’dan sağlanacak. (Nitekim bu yüzden AB ile enerji başlığında müzakere -her türlü engel/veto "mucize eseri" aşılarak- açılıyor.)
Soruyorum:
1) Avrupa Birliği, Nabucco’da 10 yıl sonrası için Türkiye’ye sabit fiyat tarifesi öneriyor mu?
2) Fiyat veya miktar yükselse de Türkiye’ye hep aynı sabit ödemeyi yapmak istiyor mu?
3) Türkiye bu pazarlığa yanaşmayınca Avrupa’nın muhatabı değiştirilmek isteniyor mu? Örneğin, pazarlık yetkisinin Enerji Bakanlığı’ndan Dışişleri’ne transferi söz konusu mu?
Bay Barroso’nun ani AKP aşkında gaz sancısı rol oynuyor mu?
Açıklasınlar da beraber gülelim... Olmaz mı!
Paşa suskun ama Tandoğan doldu
TANDOĞAN’da dün yine miting vardı. Onbinlerce kişi Cumhuriyet için bir araya geldi. Meydandaki kadın ve çocuklara bakarken gözüm tarihe ilişti: 12 Nisan...
Demek ki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın meşhur, "Cumhurbaşkanı sözde değil özde laik olmalı" özdeyişini dilimize kazandırmasının üzerinden tam bir yıl geçti.
İki gün sonra da tarihi Tandoğan mitinginin yıldönümü.
365 güne neler sığdı bir hatırlasanıza... 27 Nisan bildirisi, 28 Nisan yanıtı, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, 22 Temmuz seçimi, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkışı, türban için Anayasa değişikliği, AKP’ye kapatma davası.
AKP kurmayları, bu seride mutlak ve bire bir neden sonuç ilişkisi arıyor: Yani önce asker konuştu, sonra halk sokağa döküldü, yargı baskı altında karar verdi. Ama AKP 22 Temmuz’da milli iradenin desteğiyle bu oyunu bozdu, iktidarını perçinledi.
Eğer bu mantık doğruysa dün Tandoğan’a simitçi ile sucudan başka kimsenin gelmemesi lazımdı. Çünkü asker (iyi ki!) suskun, yargı kararını herkes (AKP bile) saygıyla bekliyor.
Demek ki Tandoğan kimsenin zoruyla, kandırmasıyla dolmuyor.
AKP neden oy alıyorsa, tersi nedenlerle ahali Tandoğan’a koşuyor. (Bu arada kişisel olarak Tandoğan meydanındaki kalabalığa kürsüden çok daha yakın olduğumu söylemeliyim.)
İktidarın partisine oy atanı milli irade, Tandoğan nüfusunu şaibeli sayması en hafif deyimiyle ayıp kaçıyor.
Yazının Devamını Oku