28 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>NE yapsam, ne etsem, "dejavu" (daha önce görmüş ve yaşamışlık hissi) halinden kurtulamıyorum. Hep aynı yol kavşağında aynı isimlerle karşılamaktan mustaribim. Mesela, gazetelerde Fethullah Gülen Hoca manşetlerini okuyorum, TV’lerdeki haber ve yorumları izliyorum. Kabul hepsi yeni gelişme, ama nedense "Bunları bir yerden hatırlıyorum" kuşkusunu yenemiyorum... Belki de fazla uzatmayıp, "Erken bunamadır" deyip geçmek lazım!
* * *
Gerçi Hoca’nın 12 Eylül günlerini gazeteci sıfatıyla yakından takip ettim. Her ne kadar darbe öncesinde cemaatine, "Polis ve askerle çatışan terörist, anarşistleri (sol eylemciler) ihbar etmeyen Allah katında sorumludur" tarzı vaazlarıyla ünlendiyse de, askeri yönetim Hoca hakkında arama emri çıkarttı. Ama Hoca’yı altı yıl boyunca yakalamak mümkün olmadı.
Burdur’da 1986 yılında aile dostunu ziyareti sırasında gözaltına alındı. Dönemin Başbakanı Turgut Özal ile İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut hemen devreye girdi. Gülen Hoca, İzmir’e sevk edildi, ifadesi alınıp serbest bırakıldı.
* * *
28 Şubat döneminde Hoca’ya ilgi yüksekti. Hükümetin dağılmak üzere olduğu günlerde TV’ye çıkan Gülen Hoca, Necmettin Erbakan-Tansu Çiller Koalisyonu’nu eleştirecek siyasi kıvraklık sergiledi.
O dönemde Hoca’nın yurtdışındaki okullarının devlete devredilmesi pazarlığı bile yapıldı.
Ve geldik bugünlere... Memlekette kapatma davasının yarattığı siyasi türbülans yaşanıyor. Birileri, hükümetle askeri çatışmaya sokmaya çalışıyor. "O birileri" kimilerine göre "cemaat".
Tam o sırada Hoca’ya yıllardır ev sahipliği eden ABD aniden vizede sorun çıkartıyor. Yargıtay, Hoca’nın beraatini onaylayıp dönüş yolunu açıyor.
Spekülasyona daha müsait başka kaç hikáye bilirsiniz?
* * *
Fethullah Gülen Hoca, Milli Görüş çıkışlı diğer rakiplerine göre farklıdır:
Küresel düzene çok daha kolay ayak uydurdu.
Ilımlı İslam projesine çok uygun profil çizdi.
AKP tabanının tahammül edebildiği tek alternatif ses oldu.
İşbu sebeplerle, her olağanüstü dönemde olağan iktidar şüphelisi sayıldı.
Dipnot: Başlıktaki 3 rakamına aldanıp boşuna ilk iki yazıyı aramayın, çünkü yok. Malum dejavu meselesi!
Humeyni nereden çıktı
FETHULLAH Gülen Hoca’nın İran Molla rejiminden hazzettiğini hiç sanmıyorum. O yüzden "Humeyni gibi dönecek" benzetmesine alınması ve düzeltmesi doğaldır.
Ama ve lakin cemaate yakın bazı işadamlarının, "Hocaefendi Bursa’ya yerleşecek. Hem Ankara, hem İstanbul’a yakın, İzmir’e de öyle" tarzı hazırlıklarına ne demeli?
Ayrıca yeri gelmişken bir daha hatırlatalım. 2 yıl kadar önce mahkemeden ilk beraat kararı çıktığında da Hoca’nın döneceği haberleri medyaya yansıdı. Sevenleri, sağlık nedeniyle önce Almanya’ya uğrayacağı varsayımıyla bu ülkeden gelen uçakları yakın takibe aldı.
Bir gün yolcu listesinde Fethullah Gülen ismine rastlanınca yer yerinden oynadı. Havaalanında izdiham yaşandı. Ama uçaktan inen Fethullah daha 11 yaşındaydı. Merakla beklenen yolcu, Hoca’yı ziyaretten dönen, aynı adı taşıyan yeğeniydi.
Diyeceğimiz, sakil benzetmeleri bir yana bıraksak da, Hoca’nın dönüş hikáyeleri her zaman reyting yapıyor.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>ASIL lafımızı baştan edelim, sizi yormayalım. Dengir Mir Mehmet Fırat’ın sözünü ettiği bir travma hakikaten varsa, yaşayan Türkiye değil AKP’dir. Türban kararından sonra baş gösteren kapatma korkusu ne yazık ki partinin en akil isimlerini bile dengeden çıkartıyor...
Gelin tartışmanın çerçevesini doğru çizelim...
1) Dengir Mir Mehmet Fırat’ın New York Times Gazetesi’ndeki haber analizde yer alan topu topu üç cümlesi vardı. Yani ne yanlış çeviri, ne de kısaltma söz konusuydu. AKP Genel Başkan Yardımcısı, çok daha geniş çerçevede bir analizden söz ettiğine göre sitem ve şikáyetinin muhatabı, sözlerine yer vermeyen yabancı gazeteci olmalıydı.
2) Oysa Fırat, İngilizce haberi beğenmiş, buna karşılık Türk gazetelerinde kullanılan şeklini, "Türkiye ile ilgili güzel bir analizi gölgeleme" amacıyla izaha kalktı. Türk basın etiğini eleştirdi. Üzüm yerine bağcıyla uğraşma gayretinden anladım ki, AKP’nin yakın tehdit/düşman listesine yüksek yargıdan sonra medyanın hükümet kontrolü dışındaki bölümü de eklenecek.
3) Asıl dikkatimi çeken husus, Fırat’ın "Devrimlerin iyi veya kötü olduğu konusunda herhangi bir söylem yoktur. Bu bir tespit" ifadesiydi. Sanırım bu ifadedeki siyaseten tarafsız duruş herkesi meraka soktu. Keşke Fırat dünkü açıklamalarına "Devrimler iyidir" veya "Devrimler kötüdür" diye kısa bir eklemeyi ihmal etmeseydi. O zaman belki travma sözcüğüne yüklenen anlam daha anlaşılır hale gelirdi.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>KEMAL Derviş olağanüstü bir dönemin sıradışı siyasetçisiydi. Ekonomik kriz sürecinde üstlendiği rol, siyasetteki boşluk... Fırsatla hazırlığın buluştuğu benzersiz şanstı. Önce bir karar verelim... O benzersiz koşulları yeniden yaratmak ister miyiz?
Kendi adıma yanıtlayayım: Hiç sanmıyorum!
Bugün iyi kötü ekmek yediğimiz ekonomi, meşru siyaset mevcut.
Hemfikirsek, hemen ikinci soruya geçelim... Türk siyaseti normal koşullar altında Kemal Derviş gibi bir yabancının önünü açar mı? Çok zor gözüküyor.
Bir sonraki soru... Kemal Derviş ham hayal peşinde koşacak kadar saf mı? Olmadığı 2002 seçiminden sonra CHP’den kopup bugünkü uluslararası görevini seçmesinden belli.
Kemal Derviş’in UNDP Başkanlığı 14 ay sonra bitiyor. Derviş’i yakından izleyen bir gazeteci sıfatıyla daha erken dönmesini beklemem.
Dönse de bir parti kurup başına geçer mi? Yine sanmam. Olsa olsa siyasetteki gidişatın yol açabileceği yeni bir oluşumda ikinci veya üçüncü görev alabilir, o kadar.
Bence asıl merak konusu, Derviş’in bu kısa ziyaretinin yarattığı heyecan dalgası olmalıdır.
Kapatma davası iktidarı sarsmış olabilir ama gözüken o ki asıl boşluk muhalefette.
Hani insanın aklına, Üçüncü Yol mimarı Köksal Toptan’dan mülhem Dördüncü Yol formülü gelmiyor değil... Şöyle ki, bırakın AKP’yi bir yana, asıl dava anamuhalefete açılsın desek... Gerçek muhalefetle karşılaşırsa zaten AKP’nin aklı başına gelir, saçmalığı bırakır. Parti kapatmadan, seçmeni mağdur etmeden işimize bakarız. Nasıl fikir ama?
Mahkemeyi yargısız infaz için kullanmak
ANAYASA Mahkemesi’nin her kararı neden bu kadar tartışılıyor hiç düşündünüz mü?
Biraz ekran, biraz köşe o biziz işte! Önce deprem uzmanları ekranları, köşeleri sardı.
Ardından -aralarında kulunuzun da bulunduğu- ekonomik kriz yorumcuları. Şimdi de Anayasa Mahkemesi falcıları!
İşi öylesine abarttık ki, Anayasa Mahkemesi’nin hiçbir kararı halk jürisini ikna edemez hale geldi. Örnek mi istiyorsunuz, buyurun.
Son günlerin moda senaryosunu herhalde okudunuz/duydunuz.
"AKP kapatılmayacak, ama Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına siyasi yasak gelecek."
Bir taşla kaç kuş birden, dikkatinizi çekerim...
Tek sorun var: Bu senaryo Anayasa’nın açık hükmüne aykırı.
Anayasa Madde 69 diyor ki:
"Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesi’nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmi Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar."
Demek ki neymiş... Parti kapatılmazsa, yasak olmazmış. Nokta.
Hazır yeri gelmişken, halk jürisi kanaat önderlerine naçizane önerim var. AKP kapatılmasın istiyorlar, olabilir, katılırım. Siyasi yasak umuyorlar, kendi fikirleri, saygı duyarım.
Yalnız siyasi senaryolarını -örneğin partiyi koruyup, lideri feda etme gibi- uygulatma zemini yine siyasetle sınırlı kalmalı. Yargıyı yargısız infaz amaçlı kullanmaya kimse yeltenmemeli.
Hatta tercihen -tıpkı Haşim Kılıç’ın yazdığı gibi- siyaseten uzlaşma sağlanabilecek konular yüksek yargının önüne gelmemeli!
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>ABD Büyükelçisi Ross Wilson geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanı Hilmi Güler’le görüştü.
Rutin enerji zirvesi dostane geçti, ta ki konu İran’a gelene kadar. Büyükelçi Wilson, ülkesinin Türkiye’nin İran’la giriştiği iddialı gaz/petrol projelerine değindi:
Büyükelçi: Aslında İran gazından vazgeçseniz...
Bakan: Peki ama yerine ne koyalım?
Büyükelçi: Açığı Irak’tan kapatabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>20 yıldır birlikte çalışmak demek ki böyle bir konformuş. Genel Yayın Müdürümüz Ertuğrul Özkök, her satırına içtenlikle katıldığım ve mesleki manifesto ayarındaki yazısını dünkü köşesine koydu. Aynen yazdığı gibi İlker Başbuğ’un fotoğrafları sanırım önce bana geldi...
Ben işimi yaptım, gereken temasların ardından bilgiyi İstanbul’a ilettim.
Özkök de hepimizin adına doğru tavrı göstererek fotoğrafları yayımlamadı.
Bu fotoğrafları araştırırken, Paşa’nın Genelkurmay İkinci Başkanı sıfatıyla 2004 yılındaki İsrail gezisi sırasında çekildiğini anladım.
Aklıma gelen soruyu bu konuda bilgi sahibi kişiye yönelttim: "Üç dinin kavşağına ziyarette Mescid-i Aksa’da da verilen poz var mıydı?"
Yanıtını aldım: "Tabii ki vardı!"
Peki o poz neden servis edilmedi?
Çünkü İlker Paşa’yla ilgili "paket" üç haberden oluşuyordu.
Cami fotoğrafı bu üç haberle yaratılmak istenilen izlenime tezattı.
* * *
Hangi üç haber diye merak ettiğinizin farkındayım... Sırasıyla anlatayım.
İlk haberi, yani İsrail fotoğraflarını yayımlamadığımız için...
İkinci ayaktaki haberde bizi atladılar, dolaylı şekilde duydum.
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt’ün İlker Başbuğ’un makamında ziyaret ettiği haberini maalesef doğrulatamadık ve yazamadık. (Osman Paksüt nedense görüşmeyi gizledi!)
Bu haberi de manşette görünce üçüncüsünün malum namludan ateşlendiğinden emin oldum.
Nitekim dün paketin üçüncü ayağı da bir gazetenin manşetinde yer aldı.
Meğer İlker Paşa, Büyük Kulüp üyesiymiş.... Üyelik başvurusuna kabul yazısı sanki önemli belgeymiş gibi habere eklenmiş.
* * *
Çoğunuz birden fazla gazete okumazsınız. "Takım" dediğimiz tamamını göreniniz azdır.
O yüzden bana inanın, son bir haftada o veya bu gazetede yayımlatılan bu üç haberle...
Müstakbel Genelkurmay Başkanımız için şu portre çizildi:
1) Musevi dostu, 2) Belki de mason, 2) Yüksek Mahkeme’yi yönlendiriyor.
(Eğer doğruysa -ki o da yalanlandı- üçüncü şık hariç diğerleri nasıl suç oluyor diye nafile sormayın, yorulmayın... Malum kafa öyle sayıyor, suçluyor, mahkûm ediyor.)
Şimdi gelelim asıl kritik soruya... Çok değil birbuçuk ay sonra TSK komuta kademesi tamamen değişecek... Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı, İkinci Başkan, Birinci Ordu Komutanı ve sayamadığım daha çok sayıda koltuğa yeni isimler oturacak...
Askeri cenah, bu kadar kritik bir süreçte organize saldırıyı kimden bilecek?
Ankara’da yorum ve rivayet muhtelif...
Hükümete yakın bazı gazeteler olaya öyle bir balıklama daldılar ki...
Bu saldırıyı hükümetin başlattığını zanneden çıkabilir!
Ama açıkçası ben farklı düşünüyorum...
Tıpkı Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi İsmail Küçükkaya ve Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin gibi... Hükümetle askerin arasını açmak isteyenler olduğunu duyuyorum, izliyorum.
Anlaşılan o ki... Hükümet ve AKP üzerinde çok etkili bir cemaat, partinin kapatılacağı varsayımıyla devreye giriyor. Geçen yılki Cumhurbaşkanı seçiminden bu yana Tayyip Erdoğan’la araları düzelmeyen cemaat, mevcut başbakanı feda edilebilir sayıyor. AKP’nin mirasını şimdiden başka bir parti büyüğü etrafında toparlamaya çalışıyor. O yüzden askerle hükümeti karşı karşıya getirecek malzemeyi bazen derliyor, kimi zaman yayıyor, hiç değilse önlemiyor.
* * *
Dün bu köşede Osman Paksüt’ün Başbuğ görüşmesini saklamasını eleştirdim.
Şaşıranlar ve "Neden gerek duydu?" diye merak edenler çıkabilir, hemen anlatayım.
Bendeniz gazetecilik mesleğinde eksik bilginin, yanlış bilgiden daha tehlikeli olduğuna inanırım. Yanlış bilgi uçar gider, eksik bilgiyse komplo teorilerine hizmet eder.
Nitekim bu yazıyı da aynı gerekçeyle kaleme aldım. Bir de AKP yarın öbür gün bölünmenin eşiğine gelirse sebebini şimdiden bilin istedim.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>TARİH 11 Ocak 2008, yer Ankara Bilkent Oteli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Alevi açılımının mimarı AKP Genel Başkan Danışmanı Reha Çamuroğlu, bin kadar davetlinin hazır bulunduğu salona alkışlar altında birlikte giriyor.
Başbakan’a biraz uzak bir masada Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan ile Alevi işadamları oturuyor. İbrahim Polat ile Mustafa Süzer dikkati çeken isimler arasında...
Yanılıyor olabilirim ama Mustafa Süzer belki de uzun bir aradan sonra ilk kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile aynı havayı paylaşıyor. İşadamı ve Başbakan’ın arasının açık olduğu biliniyor.
İşte bu iftar masası, Reha Çamuroğlu’nun istifasından sonra yeniden hatırlanıyor. Hatta hatırlanmakla kalmayarak, Çamuroğlu-Erdoğan yol ayrımına gerekçe olarak sunuluyor.
İddiaya göre, 2001 krizinde bankasına el konulan Mustafa Süzer, seçim öncesinde iki batık patronla birlikte Bilecik’te Erdoğan ile buluşuyor. (8 Ekim 2002)
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>BİR lider düşünün ki, daha bir yıl önce ayak bastığı her seçim meydanı dolsun...
AKP iki isme iki önemli koltuğu emanet etti. Abdullah Gül’ü Çankaya’ya, Köksal Toptan’ı Meclis Başkanlığı’na taşıdı.
Şimdi, yani zor zamanlarda diyeti bekleniyor.
Partide Abdullah Gül’ün sessizliği ile ilgili bir hayal kırıklığı yaşandığı pek saklanamıyor.
Ama Köksal Toptan’la ilgili yorum muhtelif, eleştiren çok.
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2008
<b>ANKARA</b><br>MHP Lideri Devlet Bahçeli belki de mukadderi erken tartışmaya açtı. Anayasa Mahkemesi, AKP’yi kapatır ve Başbakan’a siyasi yasak gelirse en muhtemel senaryoyu çizdi, klon parti önerdi. Tekrar ediyorum, Bahçeli’nin teklifi siyasi değil mantıki... Çünkü;
1) Hiçbir parti -değil ki iktidardaki- peşinen suçluluğu kabullenmez.
2) Liderini ve beş bakanını kurbanlık koyun gibi kaderine terk etmez.
Nitekim dün AKP ve Başbakanlık’tan esen hava "Tayyip’siz formüle" karşıydı.
* * *
Başkentte öğle saatlerinde tartışılan başka bir formül de kısa ömürlüydü.
TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın, Anayasa değişikliği ve Senato önerisi haber televizyonlarına açıklama yapan muhalefet sözcüleri tarafından daha doğmadan ölüme mahkûm edildi.
Aslında Köksal Toptan, Anayasa Mahkemesi kararından sonra 48 saate yakın süre sessizliğini korudu... Başbakan’la gece yarısı randevusundan sonra kameraların karşısına geçti.
Ne var ki Toptan’ı konuşmaya iten tek dinamik, Başbakan’ın (AKP’nin) talebi değildi kuşkusuz. Kıdemli politikacı Meclis Başkanı, vekil tabanından gelen ağır baskıyı da hissetti.
* * *
Ne var ki dikkatle izledim, muhalefet sözcüleri Köksal Toptan’ın -biraz aceleye gelmişe benzer- önerilerine yanaşmazken, zirve için açık kapı bıraktı.
Muhalefet, Anayasa değişikliği ve Senato fikrini fazla ciddiye almadı... Buna rağmen Köksal Toptan’ın liderler zirvesi toplama önerisine ’katılmayız’ diyen olmadı.
Ben bu ikili politikaya, muhatap farkının yol açtığını düşünüyorum.
Yani muhalefet, iktidarla yeniden pazarlığa girmeye hazır değil.
Ama Köksal Toptan ile yuvarlak masaya oturmakta sakınca görmüyor.
İlginç ama ve lakin -haydi gelin moda kuvvetler ayrılığı literatürü ile ifade edelim- yürütmenin başı ile yasamanın başkanı arasındaki muhatap sayılma farkı elbette sebepsiz değil.
Hatırlayın, Tayyip Erdoğan defalarca söz vermesine rağmen; ne Cumhurbaşkanı seçiminde, ne Anayasa hazırlığında, ne de türban düzenlemesinde ciddi uzlaşma arayışına yöneldi.
Buna karşılık Köksal Toptan gerek eski siyasi adresi, gerekse başkanlığa yürürken verdiği mesajlarla kendisine muhalefet (toplum?) tarafından açılan krediyi henüz harcamadı.
* * *
Bence Köksal Toptan’ın bu ayrıcalıklı konumuna önümüzdeki günlerde daha fazla ihtiyaç duyacağız. Diyelim ki Devlet Bahçeli’nin tabiriyle klon parti kurulmak zorunda kalındı...
Bu partinin Meclis zemininde ve seçmen nezdinde iş yapabilmesi liderine bağlı olacak.
Yıllarını merkez sağda politika ile geçiren Köksal Toptan... Seçmeni tarafından (zorla?) merkeze itilen AKP’nin mirasına en uygun isimler arasında sayılmaz mı?
Bu yeni kimyanın siyaset ve seçmende karşılığı olmaz mı?
Tabii ki bekleyip göreceğiz.
Dipnot: Başlıkta iki tercihten söz ettiğimi unutmadım. Diyelim ki Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle veya herhangi bir sebeple Köşk’ü bırakıp partinin başına geçerse... Köksal Toptan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı herkesin aklına gelmez mi? Tarafsızlığı ve Samia Hanım faktörü avantajıdır.
Yazının Devamını Oku