25 Nisan 2007
Çin... Son yıllarda dünyanın en çok konuştuğu ülke. Dünyada ucuz iş gücüyle 'kalitesiz' ve 'taklit' ürünler üreten bir imaja sahip 1.3 milyar nüfuslu bu dev ülkeyi geçtiğimiz hafta yakından görme ve inceleme fırsatı bulduk.
Açıkçası herkesin kafasındaki o olumsuz Çin imajı, ülkeye adımımı atıncaya kadar benim için de geçerliydi. Ama adımımı attıktan sonra tüm düşüncelerim (hemen hemen) değişti.
Çin'e gitmemizin amacı, hem dünyayı tehdit eden otomotiv sanayilerini yakından incelemek hem de Şangay'da düzenlenen otomobil fuarını ziyaret ederek tüm Çinli markaları birarada görmekti. Aslında biz bir şekilde tarihe de adımızı yazdırdık. Çünkü Türk otomotiv basını olarak ilk kez Çin'e giderek, otomobil fabrikalarını gezip, en büyük fuarını ziyaret ettik. İleride Çin otomobilleri dünyayı istila ettiğinde, biz bu ülkeyi istila öncesinde gördük diyebileceğiz. Bunun bilinciyle Çin'i inceleyip, izlenimleri sizlere ve Çinli markalarla ilgilenen şirketlere aktarmak istiyorum.
Bizim gibi bir çok ülkenin otomotiv editörüne Çin daveti ülkenin en önemli otomobil üreticilerinden biri olan Chery'den geldi. Başka markalardan da davet vardı ama yerli bir markanın davetini o ülkeyi daha iyi tanıyabilmek adına kabul ettik. Chery, Türkiye'de ilk distribütörlük anlaşması yapan otomobil şirketi. Mazda'nın Türkiye distribütörü olarak bilinen Mermerler Grubu'yla geçtiğimiz yıl distribütörlük anlaşması imzalayan Chery, bu yıl içinde Türkiye pazarındaki yerini almaya hazırlanıyor. Yani muhtemelen Türkiye'de satılan ilk Çinli otomobil markası olacak. Kuşkusuz satışlara başlamadan önce Türkiye'deki olumsuz Çin imajını silmek için de otomotiv basınını yerinde incelemesi için ülkesine davet etti.
THY'nın uçağıyla 8.30 saat süren yolculuk sonrası önce Pekin'e indik. Pekin havalimanında 5 saat bekledikten sonra Nanjing isimli başka bir şehre geçtik. İkinci uçuşumuz yaklaşık 2 saat sürdü. Nanjing'e indikten sonra ise bu kez otobüse binerek Chery'nin fabrikasının yer aldığı Wuhu'ya vardık. Bu yolculukta takriben 2 saat sürdü. Çin, Türkiye'den tam 5 saat ilerde. Yani Pazartesi gecesi 23.20'de başlayan seyahatimiz, salı gecesi aynı saatte ancak tamamlanabilmişti.
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2007
Bugün Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan otomotiv sektörüne en fazla desteği ve önemi veren gazetelerden biri kuşkusuz Hürriyet. Otomotiv haberleri Hürriyet ekonomi sayfalarında geniş yer bulurken, sektöre yönelik her hafta yayınlanan Otoyaşam gazetesi de verilen desteğin en net göstergesi. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ten, Ekonomi Müdürü Vahap Munyar’a, Reklam Grup Başkanı Ayşe Sözeri Cemal’den, Başkan Yardımcısı Altuğu Acar ve Reklam Koordinatörü Batuhan Ekin’e kadar tüm üst düzey çalışanlar otomotivin gücünün farkında. Bu durum açıkçası benim işimi kolaylaştırıyor. Çünkü eğer Hürriyet’in üst yönetimi otomotivin gücüne inanmasaydı, bugün ne otomotiv haberciliğinde açık ara önde olurduk ne de Otoyaşam gibi sektör için böylesine önemli bir gazetenin yayınlanması mümkün olurdu.
BİLMİYORUM AMA ÇOK İYİ ANLARIM
İşte bu üst yönetimle birlikte geçtiğimiz hafta Nissan Genel Müdür Yardımcısı İlkim Sancaktaroğlu’yla birlikte Hürriyet’te sabah kahvaltısında biraraya geldik. Ertuğrul Özkök, esprili mizacıyla sabah kahvaltısana damgasını vurdu. "Ben kullanmayı bilmiyorum ama otomobilden çok iyi anlarım" diyen Özkök’e hemen can alıcı soruyu sordum: "Hiç mi kullanmadınız veya kullanmak istemediniz?"
Özkök, "20 yıl önce üniversitede öğretim üyesiydim. O dönem aldığım maaşla bırakın otomobil sahibi olmayı, otomobil sahibi olmanın hayalini bile kuramıyordum. Çünkü aldığım maaş ayın ilk haftasında bitiyordu. Nasıl otomobil alabilirdim ki. O dönem böyle bir şansım olmadığı için kullanmayı da öğrenmedim. Sonra yoğun bir tempoya girdim ve öğrenme şansım olmadı" cevabını verdi.
Ama Özkök kullanmayı bilmemesine rağmen tam bir otomobil fanatiği. Otomobil markalarını ve gelişmelerini yakından takip eden Özkök, "Kullanmayı bilmemek otomobillerden anlamıyorum demek değil. Ben otomobillerden çok iyi anlarım. Tekne kullanmayı da bilmiyorum ama teknelerden de çok iyi anlarım" yorumunu yapıyor.
Özkök’ün son dönemde tasarımıyla dikkat çeken favori markaları, sırasıyla Cadillac, Nissan ve Renault. "Nissan ve Renault son yıllarda tasarımlarıyla ön plana çıkıyorlar. Bunları da Peugeot izliyor" diye konuşan Özkök, Mercedes’in de son dönemde büyük bir atılım yaparak başarılı modelleri piyasaya sunduğunu söylüyor. Özkök, "Eşim ve ben Mercedes modellerini çok beğenmezdik. BMW bize daha cazip gelirdi. Ama Mercedes’in son modelleri ikimizinde çok hoşuna gitmeye başladı" diye konuşuyor.
CADILLAC TEPKİ ÇEKMİŞTİ
Özkök otomobil kullanmayı bilmese de makam araçlarıyla dikkat çeken bir yayın yönetmeni. Uzun bir süre makam aracı olarak Cadillac kullanan Özkök, en son VW Phaeton seçmiş. Özkök’ün makam otomobilleriyle ilgili yaptığı değerlendirme ise ilginçti: "Ben yaklaşık 10 yıl önce özel ilgimden dolayı Cadillac’ı makam aracı yapınca her kesimden büyük tepki gelmişti. O dönem hem markası hem de fiyatı yüzünden eleştiriler almıştım. Ama kısa süre önce Cadillac’tan daha pahalıya VW Phaeton alınınca kimseden ses çıkmadı. Çünkü markası Volkswagen’di. Ben Cadillac’tan memnundum ama inanılmaz benzin harcıyor ve çok fazla masraf çıkarıyordu. Hürriyet’in ulaştırma servisi de her fırsatta bana, "Ertuğrul Bey değiştirelim şu Cadillac’ı" diyorlardı."
Sonuçta Ertuğrul Özkök’ün otomobil kullanmayı bilmemesi sektöre uzak olması anlamına gelmiyor. Aksine, hem Türkiye’de hem de dünyada sektörü çok yakından takip ederek piyasaya yön veren haberlerin ve yayınların da büyük destekçisi oluyor.
Neden yurtdışına gidiyoruz
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de otomotiv editörleri uluslararası tanıtımlar ve test sürüşleri için dünyayı dolaşır. Ama bu demek değildir ki, editörler kendi keyifleri ve arzuları için bu seyahatlere katılır. Görevimiz gereği piyasaya çıkacak yeni modelleri ilk kez görmek ve kullanmak, daha sonra izlenimlerimizi size aktarmak için çoğu zaman oldukça yorucu olan bu lansmanlara katılırız. Bu lansmanların test sürüşlerinden daha da önemli tarafı markaların uluslararası yöneticileriyle birebir görüşme şansı yakalanmasıdır. Aksi takdirde bu kişilerle Türkiye’de röportaj yapma şansı neredeyse imkansızdır.
KİMSE SEYAHAT İSTEMEZ
Aslına bakarsanız, hepimize tek tek sorsanız, kimse bu seyahatlere gitmek istemez. Çünkü 42 markanın 400’ün üzerinde modelinden yola çıkarsak neredeyse her haftaya bir lansman denk geliyor. Bu lansmanların çoğu bir gece konaklamalı ve en azından 8 saatlik bir yolculukla gerçekleştiriliyor. Yani öyle şehri filan görme ve dolaşma şansı
olmadığı için bunun bir yurtdışı geziyle uzaktan yakından bir alakası yok. Tam tersine biz Türkiye’de veya İstanbul’da yapılan dünya lansmanların artması gerektiğini düşünüyoruz.
Bunları neden mi yazıyorum. Okuyucularımız bizim yaptığımız işin temposunu bilmediği için seyahatlerin cazip olduğunu düşünebilir. Yaptığımız işi bilen otomotiv yöneticileri bizim yurtdışı meraklısı olmadığımızı çok iyi bilir. Ama ne yazık ki bilmeyen de varmış.
Skoda, geçtiğimiz yıl piyasaya sunduğu Roomster için yeniden bir lansman yapmayı uygun görmüş. Bilmeyenler için, Roomster’i geçtiğimiz yıl Türkiye’de piyasa sunulmadan tüm dünyayla aynı anda ilk kez Prag’da kullanıp izlenimlerimiz yazdık. Daha sonra Türkiye piyasa çıktıktan sonra da teste aldık. Ben kendi adıma hem Otoyaşam’da hem de CNN Türk’teki Deneme Sürüşü programımda bu modelle ilgili izlenimlerime yer verdim.
ZAMAN SORUNUMUZ VAR
Tüm bunlar yapılmamış gibi Skoda, yeniden Roomster test etmemiz için bizi Bursa fuarına çağırıyordu. Olabilir buna kimsenin itirazı yok. Ama ısrarlı bir şekilde defalarca bu organizyona çağırılmamız ilginçti. Tabi ki ben de dahil hiç bir günlük gazeteden bu seyahate katılım olmadı. Zaten olması da beklenemezdi. Hiç bir otomotiv editörünün defalarca kullandığı bir araca harcayacak zamanı yok. ’Onlar işlerini yapıyor ve bizi de aralarında görmek istiyorlar’ diye düşündüm. Ama katılmadığımız anda, otomotiv editörlerini çok iyi tanıdığını düşünmediğim bir yöneticinin, "Prag’a gidiyorlar ama Bursa’ya gelmiyorlar" lafı açıkçası biraz ağır oldu. Herhalde istemeden söylendi diye düşünüyorum. Aksi takdirde, bunu bize yapılan bir hakaret olarak kabul ediyorum. Roomster gibi önemli bir modelinizin dünya lansmanını Bursa’da yapın, merak etmeyin biz siz çağırmadan koşa koşa geliriz.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2007
Eskiden de çok zordu ama üç aşağı beş yukarı otomotiv firmalarının yıl sonu tahminleri birbirine çok yakın olurdu. Ama görüyorum ki bu yıl seçimler nedeniyle önününü net göremeyen sektör, tahminler konusunda oldukça zorlanıyor. Bir çok firma toplam pazarın 2006 yılına göre yüzde 10 düşeceğini tahmin ederken, bazıları yüzde 10, bazıları ise yüzde 5’lik bir büyümeden bahsediyor. Pazarın düşeceğini tahmin eden firmaların, kendileri için büyüme öngörmesi ise kafaları karıştırıyor. Yani otomotiv sektörü için ortada tam bir belirsizlik hakim. Özellikle önümüzdeki hafta Cumhurbaşkanlığı seçiminin seyri pazar hakkında daha net rakamların ortaya çıkmasını sağlayacak.
İşte böyle belirsiz bir ortamda, Kia ve Lada’nın Türkiye distribütörü Çelik Motor, pazarda kendini garanti altına almak için ’kiralama’ silahını çekmiş. Çelik Motor Genel Müdürü Alp Evcimen, 2 bin araçlık bir kiralama filosuna sahip olduklarını belirterek, "Anadolu Grubu İcra Başkanı Tuncay Özilhan, bizden bu rakamın 2010 yılında 10 bin adede çıkmasını istiyor" diye konuşuyor.
YÜZDE 7’Sİ KİRALIK
Evcimen, kiralama işinde hem daha fazla kár marjınını olduğunu hem de pazar paylarını bu şekilde koruduklarını dile getiriyor. Kiralama işinin kendileri için pazarda emniyet supabı vazifesi gördüğünü belirten Evcimen şunları söylüyor: "Özellikle çok satılmayan modellerimizi kiralayarak önemli bir avantaj elde ediyoruz. Hem bu araçlarımızı değerlendiriyoruz hemde pazar payımızı koruyoruz. Bugün Türkiye’de sattığımız araçların yüzde 7’si kiralıklardan oluşuyor. Ticari ve 4x4 araçlarımızı çıkardığımız zaman bu oran yüzde 23’e yükseliyor. Picanto ve Rio modellerimiz en fazla kiralanan araçlar. Biz bu araçları şirketlere ortalama 2 yıl kiraya veriyoruz. Daha sonra bu araçları ikinci el şirketimiz aracılığıyla satıyoruz."
2006 yılında yüzde 13.9 oranında daralan otomotiv pazarına rağmen pazar paylarını yüzde 2.4’ten 2.5’e çıkardıklarını hatırlatan Evcimen, 2006 yılını 15 bin 180 adet ile en büyük 10 otomotiv firması arasında kapattıklarını belirtiyor. 2007 yılında pazarın yüzde 10 daralmasını beklediklerini belirten Evcimen, "Biz daralan pazarda yüzde 2.5’lik pazar payımızı koruyacağız. Bunda kiralamanın etkisi büyük olacak" dedi.
DOBLO DA KİRALAYACAĞIZ
Evcimen, araçların yüzde 40’ını Anadolu Grubu’na geri kalanını ise diğer şirketlere kiraladıklarını söyleyerek şöyle konuşuyor: "Bugün Anadolu Grubu’na bağlı Coca-Cola ve Efes Pilsen kiralamada en büyük müşterilerimiz. Ama biz her yıl grup dışındaki kiralama işini büyütüyoruz. 2006 yılında bu oran yüzde 60’a çıktı. Hedefimiz yüzde 30 Anadolu Grubu yüzde 70 diğer şirketler. "
Kiralama işinde sadece Kia markalı araçlarla yer almayacaklarını söyleyen Evcimen, "Başka markaları da bu işin içine katıyoruz. Bu konuda ilk anlaşmayı Tofaş’la yapıyoruz. Şirketlerden çok fazla hafif ticari araç talebi alıyoruz. Bizim bu sınıfta aracımız olmadığı için önümüzdeki günlerde Doblo markalı araçları alıp kiralayacağız" diye konuşuyor.
4x4 sınıfında bu yıl kendi kendimizin rakibi oluruz
Kia, bugün Türkiye’de en çok 4x4 modeli Sorento’yu satıyor. Sorento piyasa çıktığı 4 yılda 10 bin 647 adetlik rekor satış gerçekleştirdi. Geçtiğimiz yıl ise 4 bin 75 adetlik satışla yer aldığı sınıfın açık ara lideri durumunda. Bu modeli sınıfında 1527 adetle bir başka Kia modeli olan Sportage izliyor. Son 3 yılın pazar lideri olan Sorento’nun bu başarısının ardından karşısına bir çok rakip çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Chevrolet Captiva, Hyundai Santa Fe ve yeni Honda CR-V’nin ardından bu yıl Dodge Nitro ve Opel Antara, Sorento’nun en önemli rakipleri arasında.
Alp Evcimen’e rakiplerini sorduğum zaman cevabı ilginç: "Bu yıl Sorento’nun en büyük rakibi Sportage olacak. Yani kendi kendimizin rakibiyiz. Sorento’nun satışları bu yıl 2 bin 500 adede geriler. Ama 2 litrelik dizel motora sahip Sportage’nin satışlarının artarak 2 bin 500 adede çıkartamayı hedefliyoruz. Tabiki yeni markalar bizden çalacaklar ama bu o kadar da yüksek olmayacak. Geçtiğimiz yıl toplamda 5 bin 600 adet 4x4 satmışız. Bu yıl bu rakam 5 bine geriler ama liderliğimizi kimseye kaptırmayız."
NITRO’YA MARKAJ
Evcimen, Captiva ve Santa Fe’yi açıkçası kendilerine çok fazla rakip görmüyor. Bunun sebebi olarak ise ikinci el durumlarını gösteriyor. Evcimen, "Bugün Sorento’nun ve Sportage’nin en büyük avantajı ikinci elde çok güçlü olması. Bu modellerin ikinci elleri hem hemen satılıyor hem de değerini kaybetmiyor. Rakiplerimizde böyle bir avantaj yok" diye konuşuyor.
Yeni Honda CRV’nin ise özel bir müşterisi olduğunu belirten Evcimen, "CRV’nin özel bir kitlesi var. Motor veya donanım ne olursa olsun bu kişiler Honda’dan vazgeçmiyor. Bir de son dönemde Dodge Nitro modelinin performansını merak ediyorum. Nitro’yu yakın markaja alacağız. Ama yine söylüyorum liderliği bizden kimse alamaz" açıklamasını yapıyor.
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2007
Yılmaz Argüden, Türkiye'de başarılı sivil toplum kuruluşlarının kurucuları arasında yer alan bir isim. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'ndan Kalite Derneği'ne kadar onlarca derneğin kurucusu ve yönetim kurulu üyesi. Argüden'in sahibi olduğu Ar-Ge Danışmanlık yönetim konusunda birikimlerini, deneyimlerini çeşitli kitaplar çıkararak kamuoyu ile paylaşıyor. Aynı zamanda Koç ve Boğaziçi Üniversitesi'nde ders veriyor, Vestel, Borusan ve Anadolu Grubu gibi şirketlerin yönetim kurulu üyesi ve eski Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanı (TAİK). Argüden ayrıca Türkiye'de son dönemde yaklaşık 15 milyar dolarlık önemli şirket birleşmelerinde danışmanlık hizmeti veren yatırım bankalarından Rothschild'in de Türkiye temsilcisi. Onun hakkında gazetelerde "40 bin tane işi bir arada yapan danışman" başlıkları atılıyor.
"Ee bütün bunların otomobille ne alakası var" diyebilirsiniz. Hemen söylüyorum. Başarılı işadamı Argüden’in otomobille ilgisi oğlundan kaynaklanıyor. Evet henüz 17 yaşında bir genç olan Ege Argüden Avrupa'nın en önemli otomobil dergilerinden Auto Zeitung tarafından düzenlenen ve jüri üyeleri ünlü tasarımcılardan oluşan bir tasarım yarışmasında ikinci olmuş. Hiç bir eğitim almadan binlerce Avrupalı genci geride bırakarak, geleceğin VW Golf'ünü yaratan Ege Argüden, Robert Koleji lise ikinci sınıf öğrencisi. Çizim yapmaya 6 yaşında başladığını söyleyen Ege, bugüne kadar bir çok çiziminin okullarda sergilendiğini , Avusturya Elçiliği'nin düzenlediği bir yarışmada da birinci olduğunu anlattı. Bunları duymak gurur verici. Gerçekten böyle genç Türk tasarımcılar, ülkenin gelecekteki yıldızları. Yeter ki bu tasarımcılara destek verelim. Bakın o zaman Türkiye'yi kimse tutabiliyor mu?..
Logan'a karşı Fiat Uno silahını çekiyor
Herşey, Renault'nun 5 bin Euro'luk ucuz Logan modeliyle başladı. Logan, başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere Avrupa genelinde büyük talep görünce Renault'un rakipleri karşı saldırıya geçti. Bir çoğu ucuz otomobil, daha doğrusu maliyetleri düşük model geliştirmek için yoğun bir çalışma içine girdiler. Bir otomobilin maliyetlerini düşürüp 5 bin Euro ve hatta altına çekebilmek oldukça zor. Çünkü araç hem ucuz olacak hem de günümüzün gereksinimlerini yerine getirecek. Bu yüzden Renault dışındaki diğer firmalar yaklaşık 1 yıldır henüz maliyetleri düşürümedi. Ama bu konuda en yoğun çalışmayı kuşkusuz Fiat yapıyor. Geçtiğimiz yıl Detroit fuarında Fiat CEO'su Marchionne, ucuz aracın Türkiye'de üretilen Albea olabileceğini söylemiş daha sonra bu modelden vazgeçilmişti. Tofaş'ın CEO'su Ali Pandır, Logan'a karşı ucuz Albea değil, Fiat'ın farklı bir model geliştireceğini belirterek, "Biz Albea'nın maliyetlerini düşürerek daha uygun bir hale getirmek istiyoruz. Ama bu ağırlıklı olarak Türkiye pazarı için. Logan'a karşı ise Fiat şu anda başka bir model üzenine çalışma yapıyor. Bu modelin nerede üretileceği henüz belli değil" diye konuşmuştu.
İşte bu noktada Fiat cephesinden ucuz model hakkında yeni haberler gelmeye başladı. Sektör yetkililerine göre aracın 2009 yılında piyasaya sunulacağı ve isminin bir zamanların çok satan modeli Uno olacağı ifade ediliyor.
Uno, Türkiye için anlamlı bir model. Fiat'ın 1994 Avrupa'da üretimini sona erdirdiği Uno'yu, Tofaş Türkiye'de üretmeye başlamış ve 2001 yılına kadar üretimini devam ettirmişti. Uno aynı dönemde Brezilya'da da üretilmeye başlanmış ve halen de üretiliyor. Bugüne kadar Fiat'ın en çok satan modellerinden biri olan Uno tüm dünyada 9 milyondan fazla satıldı.
Fiat şimdi Uno'yu yeniden hayatımıza sokmayı amaçlıyor. Aracın kasım ayında ortaya çıkacağı ama daha öncesinde detaylarının belirleneceği kaydediliyor.
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2007
Yılmaz Argüden, Türkiye'de başarılı sivil toplum kuruluşlarının kurucuları arasında yer alan bir isim. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'ndan Kalite Derneği'ne kadar onlarca derneğin kurucusu ve yönetim kurulu üyesi. Argüden'in sahibi olduğu Ar-Ge Danışmanlık yönetim konusunda birikimlerini, deneyimlerini çeşitli kitaplar çıkararak kamuoyu ile paylaşıyor. Aynı zamanda Koç ve Boğaziçi Üniversitesi'nde ders veriyor, Vestel, Borusan ve Anadolu Grubu gibi şirketlerin yönetim kurulu üyesi ve eski Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanı (TAİK). Argüden ayrıca Türkiye'de son dönemde yaklaşık 15 milyar dolarlık önemli şirket birleşmelerinde danışmanlık hizmeti veren yatırım bankalarından Rothschild'in de Türkiye temsilcisi. Onun hakkında gazetelerde "40 bin tane işi bir arada yapan danışman" başlıkları atılıyor.
"Ee bütün bunların otomobille ne alakası var" diyebilirsiniz. Hemen söylüyorum. Başarılı işadamı Argüden’in otomobille ilgisi oğlundan kaynaklanıyor. Evet henüz 17 yaşında bir genç olan Ege Argüden Avrupa'nın en önemli otomobil dergilerinden Auto Zeitung tarafından düzenlenen ve jüri üyeleri ünlü tasarımcılardan oluşan bir tasarım yarışmasında ikinci olmuş. Hiç bir eğitim almadan binlerce Avrupalı genci geride bırakarak, geleceğin VW Golf'ünü yaratan Ege Argüden, Robert Koleji lise ikinci sınıf öğrencisi. Çizim yapmaya 6 yaşında başladığını söyleyen Ege, bugüne kadar bir çok çiziminin okullarda sergilendiğini , Avusturya Elçiliği'nin düzenlediği bir yarışmada da birinci olduğunu anlattı. Bunları duymak gurur verici. Gerçekten böyle genç Türk tasarımcılar, ülkenin gelecekteki yıldızları. Yeter ki bu tasarımcılara destek verelim. Bakın o zaman Türkiye'yi kimse tutabiliyor mu?..
Logan'a karşı Fiat
Uno silahını çekiyor
Herşey, Renault'nun 5 bin Euro'luk ucuz Logan modeliyle başladı. Logan, başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere Avrupa genelinde büyük talep görünce Renault'un rakipleri karşı saldırıya geçti. Bir çoğu ucuz otomobil, daha doğrusu maliyetleri düşük model geliştirmek için yoğun bir çalışma içine girdiler. Bir otomobilin maliyetlerini düşürüp 5 bin Euro ve hatta altına çekebilmek oldukça zor. Çünkü araç hem ucuz olacak hem de günümüzün gereksinimlerini yerine getirecek. Bu yüzden Renault dışındaki diğer firmalar yaklaşık 1 yıldır henüz maliyetleri düşürümedi. Ama bu konuda en yoğun çalışmayı kuşkusuz Fiat yapıyor. Geçtiğimiz yıl Detroit fuarında Fiat CEO'su Marchionne, ucuz aracın Türkiye'de üretilen Albea olabileceğini söylemiş daha sonra bu modelden vazgeçilmişti. Tofaş'ın CEO'su Ali Pandır, Logan'a karşı ucuz Albea değil, Fiat'ın farklı bir model geliştireceğini belirterek, "Biz Albea'nın maliyetlerini düşürerek daha uygun bir hale getirmek istiyoruz. Ama bu ağırlıklı olarak Türkiye pazarı için. Logan'a karşı ise Fiat şu anda başka bir model üzenine çalışma yapıyor. Bu modelin nerede üretileceği henüz belli değil" diye konuşmuştu.
İşte bu noktada Fiat cephesinden ucuz model hakkında yeni haberler gelmeye başladı. Sektör yetkililerine göre aracın 2009 yılında piyasaya sunulacağı ve isminin bir zamanların çok satan modeli Uno olacağı ifade ediliyor.
Uno, Türkiye için anlamlı bir model. Fiat'ın 1994 Avrupa'da üretimini sona erdirdiği Uno'yu, Tofaş Türkiye'de üretmeye başlamış ve 2001 yılına kadar üretimini devam ettirmişti. Uno aynı dönemde Brezilya'da da üretilmeye başlanmış ve halen de üretiliyor. Bugüne kadar Fiat'ın en çok satan modellerinden biri olan Uno tüm dünyada 9 milyondan fazla satıldı.
Fiat şimdi Uno'yu yeniden hayatımıza sokmayı amaçlıyor. Aracın kasım ayında ortaya çıkacağı ama daha öncesinde detaylarının belirleneceği kaydediliyor.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2007
Bir düşünün 40’ın üzerinde otomotiv markası ve bu markaların sahip olduğu 400’ün üzerinde model. Bir taraftan bu modeller yenileniyor, diğer taraftan bu modellere sürekli yenileri ekleniyor. Tabi durum böyle olunca biz otomotiv editörlerinin hali de içler acısı oluyor. O tanıtımdan bu tanıtıma, o fuardan diğer fuara hayatımız yollarda geçiyor. Bir de bunlara sürekli büyüyen Türk otomotiv sanayiine bağlı yeni model ve yatırım haberleri eklenince son dönemde içinden çıkılmaz, yoğun bir temponun içinde buluyoruz kendimizi.
Bu tempo içinde otomotiv markalarının yöneticileriyle birebir görüşmelerimin sayısı azalmaya başladı. Halbuki, en güzel hikayeler bu özel görüşmelerden çıkıyor. Geçtiğimiz hafta Ali Bilaloğlu’yla yaptığım sohbetin sonucunda çıkanlar bunun en net örneği. Bu hafta da bir fırsatını bulup Bentley ve Lamborghini’nin Türkiye’deki 35 yaşındaki İtalyanca bilmeyen ama İtalyan asıllı Genel Müdürü Giovanni Gino Bottaro’yla güzel bir öğle yemeği yedim. Bottaro’ya Doğuş Otomotiv’in 330 bin Euro’dan başlayan en lüks otomobillerinin Türkiye’deki tek patronu diyebiliriz. Yılda ilk başta belki 30 araç satacak ama bu adedi bile rakama vurduğunuzda 12 milyon Euro’nun üzerine denk geliyor.
İTALYANCA İÇİN KURSA GİDECEK
Bottaro, isminden de anlaşılacağı gibi İtalyan asıllı. Daha doğrusu babası İtalyan annesi Türk. Çifte vatandaş. Ama kendi ifadesiyle annesi evde çok dominant olduğu için İtalyanca öğrenememiş. Ama yakında İtalyanca öğrenmek için kursa başlayacakmış. İTÜ mezunu olan Bottaro’nun hayatı ve en büyük tutkusu otomobil. Sohbetimiz sırasında ailesinden bahsederken, dedesinin Atatürk’ün bizzat 1920’li yıllarda İstanbul’a çağırdığı Fiat teknisyeni olduğunu öğreniyorum.
Bottaro, hikayesini şöyle anlatıyor: "Dedem İtalya’da Fiat teknisyeniymiş. 1920’li yıllarda Atatürk, İstanbul’da satılan Fiat markalı araçlar için dedemi bizzat kendisi İstanbul’a çağırmış. Babam 8 yaşındayken İstanbul’a gelip yerleşmişler ve Fiat servisi açmışlar. Dedemden sonra babam işin başına geçti ve emekli olana kadar çalıştı. Benim de çocukluğum otomobillerle geçti. Çocukken sürekli otomobillerle uğraştım. Bozar, yapardım, yapamazsam nasılsa yapan biri çıkardı. Otomobillere olan tutkum nedeniyle Teknik Üniversiteye girdim ve 1993 yılında ilk olarak BMW servisinde işe başladım. Daha sonra kısa bir süre Suzuki ve ardından Mercedes-Benz Türk’te çalıştım. 2002 yılında ise Doğuş Otomotive transfer oldum. Doğuş’ta önce bir bayinin teknik müdürü daha sonra Levent Maslak hattındaki tüm markalarının direktörü oldum. O dönemde en çok Porsche, Audi ve Volkswagen satan bölgenin başındaydım. Doğuş Otomotiv Bentley ve Lamborghini’yi alınca başına beni getirdiler."
Showroom’a iskele yaptık otoları denizden satacağız
Gino Bottaro’yu bugünlerde Nisan ayında Ortaköy’de açılacak ’showroom’un heyecanı sarmış. 1 milyon Euro’ya yakın masrafın yapıldığı ’showroom’daki her şey yurtdışından geliyormuş. Bottaro, "Bu konuda Bentley çok hassas. Burada çok daha ucuza yapabiliriz ama buna izin vermiyorlar. Dünyanın her yerinde aynı uygulama oluyormuş. Gelen eşyaların paketleri bile özel olarak üretiliyor" diye konuşuyor. ’Showroom’daki araçların yol üzerinden çok görünmediğini söyleyen Bottaro, "Ama Bentley özellikle burasını istedi. Çünkü müşteriler tekneleriyle de gelebilecek. Bunun için teknelerin bağlanabileceği bir iskele bile yapıyoruz" dedi.
14 ay beklemeyi göze alıyorlar
Bu yıl Türkiye’de 22 Bentley ve 7 Lamborghini satmayı hedeflediklerini söyleyen Gino Bottaro, "Auto Show fuarının da etkisiyle 330 bin Euro’dan başlayan 8 Bentley’i daha gelmeden sattık. Showroom’un açılmasıyla birlikte geri kalanı için de görüşmeye başlayacağız. Lamborghini içinde 7 adetlik bir kotamız var. Talep çok fazla, önümüzdeki ay araçları ilk kez sergiledikten sonra satışlara başlayacağız" dedi. 2008’de ise hedeflerinin 30 Bentley ve 14-15 Lamborghini olduğunu kaydeden Bottaro, "Türkiye’de kısa sürede ağırlığı Bentley olmak üzere 100’e yakın araç satacağımıza inanıyorum" dedi.
Bentley ve Lamborghini’nin özel üretilen araçlar olduğunu söyleyen Bottaro şöyle konuşuyor: "Bu araçlar müşterinin talebi doğrultusunda terzi usulü üretiliyor. Bu yüzden sipariş verildikten sonra üretilip Türkiye’ye gelmesi 8 ila 14 ayı bulabilecek. Ama buna rağmen bu iki markanın müşterileri beklemeyi göze alıyor. Biz Türkiye’de Bentley ve Lamborghini almayı düşünenleri yurtdışındaki fabrikalara götüreceğiz. Alsın veya almasın özellikle Bentley’in böyle bir stratejisi var. Potansiyel alıcıysa hemen fabrikaya götürülüp, üretim yerinde gösteriliyor. Zaten fabrikaya giden de yüzde 90 aracı almaya karar veriyor."
OTOGAZDER’i kurup bir fuar da biz düzenleyelim
Geçtiğimiz haftalarda yazmıştım. Bu yıl otomotiv sektörünün iki güçlü derneği OSD ve ODD, Eylül ayında iki ayrı ticari araç fuarı düzenleyecek. Avrupa’nın ticari araç üretim merkezi haline gelen Türkiye’de büyük ve güçlü bir fuar yerine iki ayrı fuarın düzenlenmesi otomotiv sektöründe yer alan firmalar tarafından tepki çekti. Çünkü bu fuarlar uluslararası takvimde yer almadığı için yurtdışından destek alamıyorlar. Bu da her markanın kendi gücüyle fuarda yer alması anlamına geliyor. İki fuar olunca da bu bütçe büyüyor. Ama firmalar bu tepkiyi ne yazık ki sadece bize söyleyip, bir şekilde topu bize atıyorlar.
Bunu neden söylüyorum. Geçtiğimiz hafta Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) Genel Kurulu vardı. Genel Kurula, OSD Başkanı Turgay Durak da katılınca, gazeteciler olarak herhalde iki fuarı birleştirme kararı aldılar diye düşündük. Çünkü Durak’ı OSD Başkanı olduktan sonra ilk kez ODD Genel Kurulu’nda görüyorduk. Ama ne yazık ki tahmin ettiğimiz şey olmadı.
Genel Kurul’da şikayet ve görüşler bölümünde hiç bir firma yetkilisi kalkıp da, hazır iki başkan da ordayken bu konuyu açmadı. Bunu firma yetkililerine sorunca, bize ’siz halledersiniz’ diyorlar.
Bunun üzerine durumu ODD yetkililerine sordum. Cevap, "Biz birleşmeye sıcak bakıyoruz ama OSD yanaşmıyor. Hatta OSD 3 yıllığına TÜYAP’la fuar için mukavele yapmış. Biz ise CNR’la henüz bir anlaşma yapmadık" oldu.
Tabi tüm bu olup bitenlerden sonra insan ister istemez ’Ortada büyük bir rant var da o yüzden mi anlaşamıyorlar" diye düşünmeden edemiyor. OSD cephesi Türkiye’de ticari araç pazarında hakimiyetin üreticilerde olduğunu bu yüzden de fuarı düzenlemenin onların hakkı olduğunu söylüyor. Yani tek fuar hayal. Zaten bu konuda gazetecilerin dışında çaba gösteren de kimse yok. En iyisi mi biz gündemimizdeki OTOGAZDER’i (Otomobil Gazetecileri Derneği) biran önce kurup üçüncü bir fuar düzenleyelim.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2007
Geçtiğimiz günlerde Audi ve Porsche’nin Türkiye Genel Müdürü Ali Bilaloğlu’yla uzun zamandır planladığımız ama ikimizin de yoğunluğundan dolayı yapamadığımız yemek randevumuzu gerçekleştirdik.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2007
Otoyaşam gazetesinin yaklaşık 4 yıl önce yayın hayatına başlamasının bir anlamda en önemli sebeplerinden biri otomobilin sadece erkeklerin tekelinde olmadığını göstermekti. Yaptığımız haberler, testler ve araştırmalarla hep kadınları da hedef aldık. Basın İzleyici Araştırmaları Kurulu (BİAK) tarafından yapılan araştırmanın sonucuna göre her hafta 900 binin üzerinde kişiye ulaşan Otoyaşam’ı okuyanların yüzde 61’i erkek iken, yüzde 39’unun kadın okuyucu olduğu ortaya çıktı. Yani her hafta 400 bine yakın kadın Otoyaşam’ı takip ediyor. Bu da bizim hedefimizde doğru yol aldığımızın en güzel göstergesi.
Bu doğrultuda bu hafta ’8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü de fırsat bilerek, Otoyaşam’da çok kapsamlı bir ’Kadın&Otomobil’ dosyası hazırladık. Türkiye’de otomotiv sektöründe kadınlara yönelik yapılan bu en büyük araştırmayla, yine bir ilke imza atmış oluyoruz. Otomobilleri hem satan hem satın alan kadınlardan, kadınlara yönelik yapılan özel pazarlamalara, kadınların en çok tercih ettiği modellerden, kadın yarışçılara kadar bir çok özel dosyayı bu hafta okuyabilirsiniz. Bu araştırmalara ek olarak bu haftaki test sürüşünü de test danışmanım (eşim) yaparak, kadın gözüyle izlenimlerini aktardı. Yani anlayacağınız kadınlara yönelik herşey bu hafta Otoyaşam’da. Bu vesileyle tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Yazının Devamını Oku