Emre Özpeynirci

Formula 1’den 3 yılda sıkıldık mı?

22 Ağustos 2007
Türkiye’ye getirmemiz, getirdikten sonra pistini yapmamız olay olan Formula 1, bu haftasonu 3’üncü kez İstanbul’da. Ama ilk ikisine göre en önemli fark, heyecanın azalması. Yani artık ne Türk halkının, ne basının, ne şirketlerin, ne sponsorların, ne de organizasyonu yapanların Formula 1 heyecanının kalmadığı açıkça gözüküyor.

2005 yılında gerçekleşen ilk yarış öncesinde, Formula 1’le ilgili tanıtımlar üst seviyedeydi. Her türlü gelişme basında geniş yer buluyordu. Kavga gürültü eksik olmuyordu. Araçların yurtdışından İstanbul’a gelişini bile haber yapmıştık. Tabi ki bunlar Formula 1’in ilk kez düzenlenecek olmasından kaynaklanıyordu.

Geçtiğimiz yıl yani ikinci yarışta ise biraz da basının eleştirileri ile ilk yarıştaki organizasyon hatalarından ders alınıp daha iyi bir Formula 1 heyecanı yaşatılmıştı. Bunda yarışın isim hakkını alan Petrol Ofisi’nin katkısını da unutmamak lazım. İstanbul’da yer gök Formula 1 olmuştu. Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın ödül vermesi ile çıkan kriz bile tanıtım adına İstanbul’u dünya gündemine taşımıştı. Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler.

Ama Türkiye sanki iki yılda Formula 1’den sıkılmış gibi. Yarışa 2-3 gün kalmasına rağmen, Formula 1’de yer alan şirketlerin bir kaç basın toplantısı ve pist gezisi davetinden başka ortada tanıtım adına bir şey yok. Veya ilk iki yarışa göre çok az. Sebepleri açık:

Kár edilemediği için bu yıl İstanbul Park’ın işletmesi Bernie Ecclestone’ye verildi. Bu durum Formula 1’i Türkiye için milli bir olay olmaktan çıkardı. Ecclestone cephesinin Türkiye’yi tanıtmak gibi bir misyonu olmadığından, çalışmalar yetersiz kaldı.

Geçtiğimiz iki yılın şampiyonu Renault, Formula 1’de bu sezon başarısız sonuçlar alıyor. Bu da Türkiye’de otomobil pazarının lideri Renault Mais’in geçmişte olduğu gibi çok fazla tanıtım yapmasını engelledi.

Bu yılın flash takımları Mclaren Mercedes ve Ferrari ise Renault gibi büyük bütçeli tanıtımlar yapmaya gerek duymuyor. Zaten güçlü bir imaja sahip olan bu lüks markalar için Türkiye pazarı Renault’ya oranla çok da önemli değil.

Geçtiğimiz yıl Formula 1 Türkiye Grand Prix’inin isim hakkını alan Petrol Ofisi’nin bu sponsorluğu her ne kadar devam etse de, tanıtımlar geçtiğimiz yılın çok gerisinde. Petrol Ofisi’nde yaşanan yönetim değişikliğinin bunda etkisi olabilir.

İşte bana göre Formula 1’de bu yıl yukarıdaki bu maddeler eksik olduğu için heyecan azalmış gibi gözüküyor. Ama eminim yine haftasonu F1 fanatikleri tribünleri dolduracak. Çünkü bu yıl İstanbul’daki yarış geçtiğimiz yıldan daha heyecanlı olacak. 4 pilotun birincilik için kıyasıya mücadalesini seyredeceğiz. Bu da tanıtımlar eksik olsa bile yarışa olan ilginin azalmayacağını gösterecek.

Tabi bu arada tanıtım adına bu yıl Formula 1’in resmi lastik tedarikçisi Bridgestone’yi unutmamak lazım. Formula 1 öncesinde 13 pilotu biraraya getirerek halka açık bir basın toplantısı düzenliyor. Bu Formula 1 için İstanbul’da yapılacak en büyük tanıtım olacak. Herkese iyi yarışlar...

Yollarda artık daha özgürüz

Bulunulan bir noktadan başka bir noktaya ulaşmak için en uygun yolun belirlenerek yürütülen yönlendirme işlemine navigasyon (yön bulma) deniyor. Navigasyon cihazında bulunan GPS (Global Positioning System) alıcısı uydu aracılığıyla bulunulan koordinatı belirliyor. Bu koordinat, navigasyon yazılımı aracılığıyla cihazın ekranına yansıtılıyor. Ulaşmak istenilen adresi ya da araçta kayıtlı bilinen adrese bu sayede rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz.

Navigasyon cihazları biz otomotiv editörleri için özgürlük demektir. Çünkü yurtdışında gerçekleşen yeni model testleri sırasında navigasyon cihazıyla yolumuzu kimseye sormadan bulur, kendi rotamızı kendimiz belirleyip saatlerce zorunlu dağ bayır yolculuğu yapmayız. Eğer kullandığımız araçta navigasyon yoksa, yol haritasına bakarak yolumuzu bulmaya çalışır, bu da en ufak bir hatada saatlerce kaybolmamızı sağlar. Bu yüzden navigasyon cihazını çok severiz.

Son 10 yıldan bu yana yurtdışındaki tecrübelerimizden dolayı bu tip cihazların Türkiye’de de geliştirilmesi gerektiğini her ortamda söylüyorduk. Bundan bir kaç yıl önce NavTürk şirketi Türkiye’nin yol haritasını çıkartıp ilk navigasyon cihazını piyasaya sunduğunda heyecanlanmıştım. Ama o dönem bu cihazı kullandığımda, çok da beğenmemiştim. Ana yolların dışında, ara yollarda yönünüzü bulabilmek çok güçtü. Cihazlar çok kullanışlı değildi. Geçtiğimiz günlerde, NavTürk’un yazılımını tamamen yenilediği ikinci nesil navigasyon sistemini denedim. NavTürk yeni yazılımı için Türkiye’de navigasyon cihazı üretmeye başlayan Navitech ile işbirliği yapmış. Yani artık Türk yazılımı, Türk malı bir cihazda satılıyor. Navitech Türkiye’de Delco Şirketi’ne bağlı. Bu şirket Pioneer’ın da Türkiye temsilcisi.

Delco Şirketi’nden hem NavTürk’ün yeni yazılımını hem de Navitech’i test etmem için bir araç gönderdiler. Şirket yetkilisinin kullandığı araca binip, Bakırköy-Güneşli arasında küçük bir test yaptık. Öncelikli olarak Navitech cihazının oldukça gelişmiş teknolojileri içinde barındırdığını söylemeliyim. Yani yön bulmanın dışında, mp3 dinleme ve yükleme, film yükleme ve seyretme, foto albümü gibi bir çok özelliği size sunuyor. Dokunmatik ekranı sayesinde rahatça kumanda edebiliyorsunuz. Dileyen birden fazla cihaza sahip bu markanın ürünlerini www.navitech.com.tr’den inceleyebilir.

Ben teste geçeyim. Cihaza önce Ataköy’deki bir adresi girdim. Bu adresi vermemin sebebi, E-5’te ’Metrobus’ için yolların tamamen değişmesiydi. Acaba, benim bile karıştırdığım yeni Ataköy girişini cihaz bulabilecekmiydi. Hiç tereddüt etmeden şıp diye buldu. Bundan sonra ikinci rotam, Bakırköy’ün içinde yer alan bir evdi. Adresi ve numarayı girip beklemeye başladım. Bakırköy’ün ara sokakları o kadar karışıktır ki, bırakın navigasyon cihazını, evi olan bile bazen zor bulur. Her neyse uzun lafın kısası, ’sağa, sola dön’ komutlarıyla kısa sürede evin önüne geldik. Gerçekten ikinci nesil yazılım çok başarılıydı. Neredeyse yurtdışındakilerle rekabet edecek düzeye gelmişti.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’de araçlar geri çağrılıyor mu

15 Ağustos 2007
Bundan yaklaşık 6-7 yıl önce Japon Mitsubishi şirketinde dünya çapında bir skandal yaşanmıştı. Skandalın sebebi Mitsubishi’nin sorunlu araçları yıllarca geri çağırmamasından kaynaklanıyordu. Yani, şirket çalışanları ve yöneticileri müşterilerden gelen ve üretim hatalarına işaret eden şikayetleri yıllarca gizli dosyalara kaldırarak örtbas etmişlerdi. Yıllardan kastım tam 20 yıl. Bunu da sırf bütün araçları servise çağırmanın doğuracağı maliyetten kaçınmak için yapmışlardı. Maliyetten kaçalım derken tam bir yıkımla karşılaşmışlardı. O dönemde basında çıkan haberlere göre, skandalın ortaya çıkmasının ardından Mitsubishi’nin bu işten sadece maddi zararı 6 milyar doların üzerinde olmuştu. Ama bu zarar dünyadaki imaj kaybının yanında açıkçası hiçbirşeydi. Mitsubishi hala o krizin yaralarını sarmaya çalışıyor.

FORD 3.6 MİLYON ARACI ÇAĞIRDI

Geçtiğimiz günlerde Ford’un 3.6 milyon aracı geri çağırdığına ilişkin yayınlanan haberlerden sonra, nedense Mitsubishi’nin yaşadığı bu skandal aklıma geldi. Daha doğrusu, Türkiye’de geri çağırma algısının hala kötü olduğunu düşündüm. Bugün geri çağırma dendiğinde hala, ’Bak işte adam kötü araç üretiyor bu yüzden geri çağırıyor’ düşüncesi yatıyor.

Aslında, bir marka sorun gördüğü aracı servise geri çağırıyorsa, bence ürettiği aracın arkasında olduğunu gösteriyor demektir. Aksi takdirde Mitsubishi’nin düştüğü durum ortada. Siz istediğiniz kadar örtbas edin, o küçük sorun birden fazla araçta aynı dönemde gerçekleşir ve sonunda ölümcül bir durum olursa, bunun faturasını hiç bir marka ödeyemez. Bu yüzden markalar dünyada böyle bir riske hiç bir zaman girmek istemez.

MERKEZDEN TALİMAT GELİYOR

Bu yüzden, otomotiv devlerinin hemen hemen her gün bir geri çağırma haberi çıkar. ’Peki bu geri çağırmalardan Türkiye nasibini alıyor mu’ diye düşünebilirsiniz. Bu uluslararası bir durum. Eğer problemli araç Türkiye’de de satılmışsa, bu geri çağırmaya dahil edilmek zorunda. Buna zaten o markanın Türkiye’de temsilcileri karar vermiyor. Merkezden hangi araçların bu kapsama girdiğini ve çağrılması gerektiğine ilişkin talimat geliyor.

Ama Türkiye’deki temsilciler uzun süreden bu yana, bu tip geri çağırmalarla ilgili basın açıklaması yapmaktan kaçınıyor. Gazeteciler eğer münferit olarak sorarsa cevap vermek zorunda ama zorunlu olmadıkları sürece toplu bir açıklama yapmıyor. Sebebi de 5-6 yıl önce benzer bir açıklama sonrası, basında ters etki yaratan haberlerden kaynaklanıyor. Yani yukarıda da söylediğim gibi Türkiye’de bu tip açıklamalar ’Bu marka kötü ki araçları geri çağırıyor’ imajını yaratıyor. O yüzden Türkiye’de geri çağırmalar markaların kendi bünyesinde sessiz sedasız yapılıyor.

SIRF RESİM BİLE ETKİLİYOR

Ford’un 3.6 milyon aracı geri çağırdığını açıklamasının ardından, haberi okuduğumda modeller yazmıyordu. Daha doğrusu ajanslar geçmemişti. Ama haberin tümünü bulup okuduğumda, daha çok Amerika’da satılan araçların olduğunu gördüm. Yani Avrupa ve Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değildi. Ama ertesi gün bazı gazeteler haberi, Ford’un Türkiye’de ürettiği Transit modelinin fotoğraflarıyla koyunca, Ford Otosan’da ufak çaplı bir kriz yaşattığını duydum. Kötü bir amaç gütmeden sırf görsel malzeme olsun diye Transit fotoğrafının geri çağrılma haberinde yer alması bile kullanıcılarının ’ne oluyor’ diye telefonlara sarılmasını sağlamış.

Artık bir markanın, sorun gördüğü aracını geri çağırmasına alışmamız lazım. Bugün dünyanın en büyük otomotiv devleri sürekli araçlarını geri çağırıyor. Bu onlar kötü araç yapıyor anlamına gelmiyor. Tam tersine müşterilerine verdikleri önemi gösteriyor. Zaten satışlar dünyada müşterilerin bunu olumlu algıladığını ortaya koyuyor.
Yazının Devamını Oku

Eş dosttan satışların arttığı anlaşılıyor

8 Ağustos 2007
Biz otomotiv editörlerini otomobil test etmek, yazı yazmak veya yolculuklar yormaz. Bizi en çok yakın çevremizin ’Hangi otomobili alayım?, ... otomobili alacağım, indirim alabilir misin’ istekleri yorar. İşimizin en zor kısmı budur. Hergün tanıdık tanımadık işyerimizden, arkadaş çevremizden veya okul yıllarımızdan bir çok kişi size bu taleplerle gelir ve tabiki hiç birini kıramazsınız. Bu istekler eskiden açıkçası bana zül gelirdi ama artık bu yazıda da okuyacağınız gibi bu istekleri bir istatiksel veri olarak kullanmaya başladım.

GÜNDE 10-15 TALEP GELİYOR

Öncelikli olarak otomobil satışları daha doğrusu eş-dost istekleri AK Parti hükümetinin ikinci kez tek başına iktidar olmasıyla birlikte ciddi şekilde artışa geçti. Seçim belirsizliği yüzünden yaklaşık 3-4 aydır bekleyen talep seçimin hemen ardından yerini alıma bıraktı. Satışlarla ilgili bu kez hiç bir otomotiv yetkilisine başvurmadan artık sadece eş-dostun otomobil isteklerinden pazarın yeniden yükselişe geçtiğini rahatlıkla anlayabiliyorum. Bundan bir ay önce kapımı hiç kimse çalmazken, bugünlerde günde en az 10-15 tane otomobil almak veya değiştirmek isteyen oluyor.

BORCU OLAN AKP’YE OY VERDİ

Sebebi yukarıda da söylediğim gibi seçimin halkın yüzde 50 gibi bir çoğunluğun istediği şekilde sona ermesinden kaynaklanıyor. Türk halkı, ne laikle ilgili tartışmalara ne de popülist yaklaşımlara bakmadan, seçime ’ekonomik’ kaygıyla girdi. Çevremde bir çok insanın, "Ev veya otomobil aldım. Borcum var o yüzden AKP’ye oy vereceğim" dediğine bizzat tanık oldum. Umarım yabancı kaynaklı sıcak parayla şişen ekonomi önümüzdeki yıllarda sekteye uğramaz da, her şey olumlu gider.

Son günlerde eş dost istekleri doğrultusunda satışlarda yaşanan artışı, otomotiv yetkililerine sorduğumda paralel yanıtlar verdiler. Özellikle Temmuz’un son haftasında satışlarda çok ciddi artış yaşanmış. Bu artışın Ağustos’ta da devam ettiğini ve edeceğini belirten yetkililer ancak bu hızın aynı şekilde sürmeyeceğini kaydediyor. Zaten araya Ramazan’ın da girmesinden dolayı bu aralar yaşanan satış artışının, yılın son iki ayında yaşanabileceğinin altını çiziyorlar. Bu dönemki satışlar, yıl sonu hedeflerinde revizyonlara sebep olabilir. Seçime kadar yıl sonunda 500-550 bin adet aralığında bir pazar hedefleyen sektör şimdi bu hedefi 600 bine çıkarmış durumda. Bu da geçtiğimiz yıla göre küçük çaplı bir düşüş anlamına geliyor. Bekleyip göreceğiz.

Eş-dost isteklerine bağlı istatistiklere dönersem, son dönemde en çok talep gören sınıf ’C’. En çok istenen marka ise Toyota ve Honda. Yani Japon otomobiller. Toyota Corolla ve Auris, Honda Civic Sedan oldukça ciddi talep görüyor. Bu araçları Renault ve Ford takip ediyor. Zaten ilk 6 aylık sonuçlarda da en çok satışını artıran markalar bunlardı.
Yazının Devamını Oku

Motosikletler İstanbul’da denizin üstünde uçacak

1 Ağustos 2007
Motosiklet daha doğrusu iki tekerlekli araçlara karşı özel bir ilgim yok. Bugüne kadar ne bir motosiklet kullandım, ne de kullanmak için çaba gösterdim. Motosiklet firmalarından eğitim almam yönünde telkinler gelmesine rağmen, hiç bir zaman ilgimi çekmedi. Bunun sebepleri çok açık. Öyle çocukluğuma inmeye filan de gerek yok. Bana göre Türkiye’de henüz bir motosiklet kültürü oluşmuş değil. Son yıllarda özellikle ucuz Çin malı motosikletlerle birlikte sayılarında ciddi bir artış olmasına rağmen, doğru düzgün eğitim alınmadığı için bilinçsizce kullanılan motosikletler beni açıkçası korkutuyor. Tabi bir de buna, iki tekerlekli araçları stardart araçtan saymayan 4 teker kullanıcıları eklenince, hayatıma iki teker hiç giremedi. Düşünsenize siz ne kadar da iyi kullanırsanız kullanın, arkanızdaki dört teker kullanıcısı sizi hiçe sayıp yanınızdan hızla geçerken dokunsa, her şey orda bitiyor.

BİZİM İÇİN İYİ MALZEME ÇIKIYOR

Bu düşüncelerle geçtiğimiz hafta enerji içeceği Red Bull tarafından organize edilen ’Serbest Stil Motokros Dünya Şampiyonası’nın (Red Bull X-Fighters) Madrid’de gerçekleşen son etabına davet edildim. Daha önce hem Red Bull’un Dubai’de gerçekleşen bir organizasyonuna katıldığım hem de geçtiğimiz aylarda Türkiye’de Red Bull Air Race uçağıyla yaptığım akrobasi tecrübesinin ardından daveti tereddütsüz kabul ettim. Çünkü, bu organizasyonlardan biz gazeteciler için çok iyi malzemeler çıkıyor. Bir de İstanbul Vali Yardımcısı Ergün Güngör’ün aramızda yer alması, organizasyonun önemini ’motosiklet’ olsa da artırdı.

Türkiye’de tüketimi son 6-7 yıldır yılan hikayesine dönen Red Bull, son 2-3 yıldır AK Parti hükümetinin desteğiyle biraz rahatlamış gözüküyor. Bunda Red Bull Türkiye’nin 32 yaşındaki Genel Müdürü Aykut Ferah’ın, Başbakan Erdoğan’la hemşehri olmasının da etkisi var diye düşünüyorum. Çünkü Aykut Ferah, Erdoğan’ın da isteğiyle Rizespor’un yönetimine girip, kulübün basın sözcüsü olmuş. Ferah, Rizespor’un yeni yüzü olacağını belirtiyor. Buradan şuraya gelicem. Red Bull’un Türkiye yasağı kalktığından bu yana yaptığı organizyonlar büyük ses getiriyor. Önce Formula 1 pilotu David Coulthard’ı İstanbul’a getirerek, F1 aracıyla Boğaziçi köprüsünden geçiren Red Bull Türkiye, daha sonra iki yıldır Haliç’te gerçekleştirdiği ’Air Race’ yarışıyla İstanbul’un ve Türkiye’nin tanıtımı adına önemli organizasyonlara imza atıyor. Yani neredeyse Formula 1 kadar ilgi çeken birbirinden ilginç organizasyonlara imza atıyorlar. Şimdi Red Bull Türkiye ekibi bunlara çok daha fazla ilgi çekecek bir yenisini eklemeye hazırlanıyor.

Bu yeni organizasyon yazımın başından da anlayacağınız gibi ’Serbest Stil Motokros Dünya Şampiyonası.’ Bu organizasyon adrenalin düşkünü maceraperestlerin yaptığı bir spor olarak da biliniyor. Red Bull’un 2001 yılında Madrid’de yer alan dünyaca ünlü boğa güreşi arenası olan Las Ventas’da başlattığı organizasyon gördüğü yoğun ilgiden dolayı, son yıllarda Meksika ve İrlanda’da da yapılarak dünya çapında bir yarış haline geldi. Şimdi Red Bull, bu organizasyonu genişletmek istiyor. Türkiye’de bu organizasyonun yapılabileceği en önemli adaylardan biri.

Bu yüzden Aykut Ferah, bu organizasyona Vali Yardımcısı Ergün Güngör’ü de davet ederek, desteğini almayı amaçlamış. Ergün Güngör, Las Ventas’ta gerçekleşen organizasyondan sonra hayran kaldığını ve İstanbul’a getirmek için her türlü desteği vereceğini söylüyor. Aykut Ferah’a ’Bu organizasyonu İstanbul’a getirirseniz nerede yaparsınız’ diye sorduğumda cevabı şu oldu: "Biz de Red Bull yetkilileri ile bunu düşünüyoruz. Farklı bir yer olmalı. Öyle stadyumda filan istemiyorlar. Çok daha dikkat çekecek bir nokta bulmalıyız. Benim aklıma boğaza yanaşan arabalı vapurlar geliyor. Rampalarıdırılarak oluşturulacak platformda bu organizasyon gerçeleşebilir. Ama bunun için daha fazla çalışmamız ve neler yapabileceğimize bakmamız lazım".

DÜNYA MEDYASI İZLİYOR

Arabalı vapurların rampalarından atlayıp uçan motosikletler. Gerçekten ilginç olabilir. Birde bu organizasyonu dünya medyasının izlediği, Eurosport gibi onlarca televizyon kanalının canlı yayınladığı düşünülürse, arkada boğaz manzarası, önde arabalı vapurların üzerinden uçan motorlar, büyük ses getirebilir. Ama Red Bull yetkilileri ikna edilebilirse, ikinci bir seçenek olarak konumu gereği İnönü Stadyumu bile olabilir. Bekleyip göreceğiz, ama İstanbul’un tanıtımı adına bu tip dikkat çeken organizasyonların diğer firmalar tarafından da Türkiye’ye çekilmesi lazım. Bir tek Formula 1’le yetinmemeliyiz.

23 bin kişi uçan boğalarla çoştu

İstanbul’un da önümüzdeki yıllarda takvime sokulması planlanan ’Serbest Stil Motokros Dünya Şampiyonası’nın (Red Bull X-Fighters) son etabı 27 Temmuz akşamı Madrid’in dünyaca ünlü boğa güreşi arenası Las Ventas’ta gerçekleşti. Kırmızı Boğa anlamına gelen ’Red Bull’ ile Las Ventas arenası çok iyi örtüşüyordu.

Organizasyonun biletleri dana önceki yıllarda olduğu gibi haftalar önceden satılmış, yaklaşık 23 bin kişi arenayı doldurmuştu. Biz Türk ekibi olarak arenaya girdiğimizde, organizasyonun büyüklüğünü daha iyi anladık. Koca arena bu şov için baştan aşağıya değiştirilmişti. Arenanın ortasına devasa kum tepeleri ve rampalar yerleştirilmiş, tribünlere dev ekranlar konmuştu. Biz ağzımız açık arenayı incelerken bir anda kapılar açılıp arenanın ortasına yüzlerce insan koşarak girmeye başladı. İspanya’da her zaman boğadan kaçan bu insanlar bu kez Formula 1 boğasından kaçıyordu. İnanılmaz bir görüntüydü. Formula 1 pilotu Vitantonio Liuzzi’nin kullandığı araç kumların üzerinde patinaj çekerek bu insanları yakalamaya çalışıyordu. Daha sonra benzer durum arenaya giren motosikletlerle yaşandı. Onlarca motosiklet inanların peşinde koşuyor, tribünlerden ’Olee’ sesleri yükseliyordu.

İNANILMAZ BİR ŞOV

Bu büyük şovun ardından saat 21.00’de yarış başladı. Aslında yarış değil, akrobasi veya çılgınlık demek daha doğru olabilir. Daha önce sadece fotoğraflarını gördüğüm yarış başladığında, Auto Car Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Koray Muratoğlu’yla birbirimize bakıp, sadece ’Ohaaaa’ (affedersiniz) dediğimizi hatırlıyorum. Fizik kurallarını tamamen hiçe sayan pilotlar, bütün tribünlerin çoştururken biz ağzımız açık donmuş bir şekilde arenanın ortasına bakıyorduk. Ford Fiesta Rally Cup Şampiyonluğuna doğru emin adımlarla koşan Muratoğlu, aynı zamanda bir motosiklet kullanıcısı. Bana dönerek, "Ben motosiklet kullandığımı sanıyormuşum’ demekle yetindi.

ADAMS’IN PARMAĞI KIRILDI

İsimlerinin ’No Hander’, ’Can Can’ ve ’Nac Nac backflip’ olduğunu öğrendiğim çeşitlemeler, ellerini motosikletten çekerek ve bacaklarını motosiklete dolayıp yapılan şovlar inanılmazdı. Bazen havada pilotlar ve motosiklet tamamen bağımsız uçuyordu.

Derken Amerikalı pilot Nate Adams, havada uçtuktan sonra hızını alamayarak bariyerlere çarptı. Eli motosikletle bariyerlerin arasında kalan Adams’ın bir parmağı kırılırken elinin üzerinde de ezikler oluştu. Yarışmadan elenen Adams buna rağmen tribünlerin önüne gelerek, üzerindekileri seyircileri atarak çoşkuyu artırdı.

PASTRANA İKİNCİ KEZ ŞAMPİYON

10 pilotun mücadele ettiği Red Bull X-Fighters yarışını, ABD’li pilot Travis Pastrana (Suzuki) kazandı. Bu yıl Meksika ve İrlanda’da yapılan ilk iki yarışın ardından sıralamada 3’üncü sırada olan Pastrana, Madrid’deki finalde genel klasmanda 2’nci sıradaki İsviçreli Mat Rebeaud’a karşı büyük üstünlük sağlayarak, arka arkaya ikinci dünya şampiyonluğunu ilan etti.

Yarış bittikten sonra, üzerimizdeki şoku ve yüzümüzdeki ifadeyi uzun bir süre atamadık. Benim motosiklet kullanımı konusundaki düşüncelerim belirli ölçüde değişti ve İstanbul’a döndüğümde eşime ’Acaba bir motosiklet alsam mı? Trafikte filan rahat ederim" bile dedim. Kim bilir belki ben de ileride iki teker tutkunu olurum.
Yazının Devamını Oku

Bayraktar 1 taşla 3 kuş vuramadı

25 Temmuz 2007
Bundan yaklaşık 2-3 ay önce Bayraktar Otomotiv Grubu Başkanı Sami Nacaroğlu ve Baylas Otomotiv Genel Müdürü Bora Koçak'la bir öğle yemeğinde biraraya gelmiştik. Belki hatırlatmakta fayda var, Bayraktar'ın otomotiv grubu bünyesinde, Citroen ve Subaru markası, Yokohoma lastikleri ve Ege Fren ile Ege Endüstri bulunuyor. Citroen markası Baylas Otomotiv'in Subaru ve Yokohoma ise Baytur şirketinin bünyesinde Türkiye'de satılıyor.

Bayraktar Grubu uzun bir süreden bu yana otomotivde büyümek, bunu da yeni markalarla birlikte gerçekleştirmek istiyordu. Hatta geçtiğimiz aylarda Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bayraktar, bünyesinde 10'un üzerinde otomotiv markası bulunan Doğuş Grubu'nu model aldıklarını da belirtmişti.

Bu doğrultuda Bayraktar Grubu'nun hem Koreli Ssangyong hem de Çinli markalarla ilgilendiğini biliyordum. Özellikle Koreli Ssanyong'la distribütörlük görüşmelerinin sona geldiği söyleniyordu. İşte 2-3 ay önceki görüşmemizinde ana gündem maddesi, Koreli Ssangyong'tu. Nacaroğlu'na hangi aşamada olduklarını sorunca bana, "Halen görüşüyoruz, Haziran sonu gibi netleşecek. Lütfen netlik kazanmadan bir şey yazma" demişti.

Olayın boyutu aslında sadece Ssangyong markasının temsilciliği değildi. Bayraktar bir taşla üç kuş vuracaktı. Yani bir markanın distribütörlüğüyle iki markanın daha temsilcisi olabilecekti.

Nasıl mı...

Koreli Ssangyang, 1954 yılında kurulan ve yaklaşık 30 yıl ağırlıklı olarak iç pazar için ticari araç üreten bir şirketti. 1986 yılına gelindiğinde Ssangyong, bugün dünyada söz sahibi olduğu 4x4 araçları üretmeye başldı ve 1990'lı yılların başında Mercedes'in şirkete ortak olmasıyla bu alanda kendini hızla geliştirdi. Ancak 1997 yılına gelindiğinde Koreli şirket Asya krizinin etkisiyle mali çıkmaza girdi ve Daweoo şirketiyle birleşmek zorunda kaldı. Ancak bu ortaklık sadece 2 yıl sürdükten sonra Ssangyong, 2000 yılında yeniden bağımsızlığına kavuştu. 2004 yılına gelindiğinde ise Çin'in en büyük otomotiv şirketlerinden biri olan Shanghai Automotive (SAIC) Ssangyong'un yüzde 51'ini satın alarak şirketin en büyük hissedarı oldu.

ÖNCELİK SSANGYONG TEMSİLCİLERİNE

İşte Bayraktar'ın bir taşla üç kuş vurma planı da burada kendini gösteriyor. Çünkü Çin'de GM ve VW'in ortağı olan SAIC firması bundan kısa bir süre önce ünlü İngiliz markası MG Rover'ı satın aldı. Rover'ın adını Roowee olarak değiştiren, MG markasıyla da üretime geçen SAIC firması, bu iki markayla Avrupa'ya açılmak istiyor. Bu doğrultuda da Ssanyong markasını kullanmak istiyor. Özellikle Roowee'yi Avrupa'da Ssangyong bayi ve teşkilatının üzerinde satmak istiyor.

Yani Bayraktar Otomotiv, Ssanyong markasının Türkiye temsilcisi olursa, MG ve Roowee gibi iki önemli markanın daha otomatik olarak temsilcisi olma şansına sahip. Kesin değil ama Çin'li şirketin MG ve Roowee için Ssangyong distribütörlerine öncelik tanıyacağı kesin.

Bu gelişmeler üzerine geçtiğimiz hafta, Sami Nacaroğlu ve Bora Koçak'la yine bir öğle yemeğinde biraraya geldim. Nacaroğlu ve Koçak'a Citroen'in Pazarlama ve Reklam Müdürü Ebru Gürbüz'de eşlik ediyordu. Kuşkusuz, görüşmenin gündemi belliydi. Ne olmuştu Ssangyong temsilciliği.

Çünkü, Bayraktar Otomotiv, Ssangyong'un Türkiye'ye getirilecek modellerine kadar her şeyi hazırlamıştı. Ssangyong, Baytur şirketinin bünyesinde satılacak ve Türkiye'de çok rekabetçi olacaktı.

Ama Nacaroğlu, görüşmelerin sonuçlanamadığını ve iki taraflı dondurduklarını söyleyince, bırakın 3 kuşu, birinin bile vurulmadığı ortaya çıktı. Sebebi ise Ssanyong'dan Türkiye koşullarına göre özel fiyatın alınamamasıydı.

Nacaroğlu bu konuyu açtı: "Bize verdikleri fiyat, pazardaki mevcut 4x4 araçlardan düşük değil. Biz pazara öncelikli olarak fiyat avantajıyla girmeliyiz ki, rekabette markanın bilinirliğini artıralım. Rakiplerle aynı fiyatta, kimse çok iyi tanımadığı Ssanyong markasını tercih etmez. Kaldı ki, bir de rakipler pazara göre fiyatlarda oynama yaparsa, bizim elimiz kolumuz bağlanır. Bu yüzden görüşmeleri dondurduk. Aramızda öyle bir protokol ve anlaşmada yok."

Bayraktar Grubu'nun öyle sırf başka bir markanın daha distrübütörlüğünü almak için zarar edeceği bir işe girmeyeceğini de söyleyen Nacaroğlu şunları da anlattı: "Bizim elimizde zaten güçlü markalar var. Koreli şirketle fiyat konusunda anlaşsaydık 4x4 sınıfında uygun bir markamız daha olacaktı. Ama olmadı. Otomotiv sektörüne ilk kez girmek isteyenler için cazip olabilir ama bizim için Ssangyong cazip değil."

KISMET DEĞİLMİŞ

"Ssangyong'dan vazgeçince MG ve Roowee markaları da otomatik olarak elinizden kaçtı" dediğimde, Nacaroğlu onayladı ve "Bizim için öncelik Ssangyong'du. Eğer olsaydı böyle bir şansımız da olacaktı. Ama kısmet değilmiş" cevabını verdi.

Nacaroğlu, başka bir Çinli markayla görüştüklerini ve bu konudaki stratejilerinin ise seçim sonrasında oluşacağını da belirtti. Seçimler sonuçlandı, Nacaroğlu'yla artık bir daha ki görüşmemizde bu markayla ilgili gelişmeleri konuşacağız.

Ama burdan bir ipucu vereyim, aynı markayla başka bir grup daha ilgileniyor ve markanın hafif ticari modellerinin ithalatı düşünülüyor.

Minicargo dünyaya Kasım'da İstanbul'dan tanıtılacak

Citroen markasının Türkiye temsilcisi Baylas Otomotiv Genel Müdürü Bora Koçak, Tofaş'ın Fiat, Peugeot ve Citroen için üreteceği hafif ticari modeli 'Minicargo'nun Kasım'da OSD'nin desteğiyle İstanbul'da düzenlenecek ticari araç fuarında sergilenebileceğini söyledi.

Minicargo'nun şu anda pilot üretimlerinin başladığını kaydeden Koçak şöyle konuştu: "Bildiğiniz gibi Minicargo'nun üretimi yoğun talep nedeniyle öne çekildi. Şu anda Bursa'da ilk örnek araçlar banttan inmeye başladı. Kasım sonunda veya Aralık'ta Minicargo Türkiye'de piyasaya sunulabilir. Avrupa'da ise 2008 yılının başında sırayla piyasaya sunulması planlanıyor. İlk plan bildiğiniz gibi Mart-Nisan gibi araçların satışa sunulmasıydı. Üretim öne çekilmesiyle birlikte ben Minicargo'nun ilk olarak Kasım'da düzenlenecek ticari araç fuarında sergileneceğini düşünüyorum. Fiat'ın sergilemesi halinde bizde Minicargo'yu Citroen markasıyla İstanbul'da vitrine çıkarmak istiyoruz."

Minicargo'yu gördüğünü ve çok beğendiğini kaydeden Koçak, "Tamamen yepyeni bir sınıf ve yepyeni bir model. Benzeri yok. Ne tam otomobil ne tam ticari araç. Biz 2008 yılında Türkiye'de 900-1000 adetlik bir satış hedefliyoruz. Çünkü Combo modeli önümüzdeki yıl yok. Combo modelinin de piyasaya sunulmasıyla rakam 2-3 bin adedi bulabilir" dedi.

Bayraktar 1 taşla 3 kuş vuramadı

Citroen Genel Müdürü Bora Koçak'ı bu günlerde bir heyecan sarmış. Çünkü, Eylül-Ekim aylarında Koçak, Amerika'ya 'Advanced Management' (İleri Yönetim) konusunda eğitim almaya gidiyor. Yılda dünyadan sadece 8 yöneticinin seçildiği bu eğitime katılması için Sami Nacaroğlu ve Bayraktar Grubu tam destek vermiş. Hatta bu eğitim için grubun sponsor olduğunu da söylemeliyim. Bu eğitim aslında bir başka değişle Koçak'ın yöneticilik açısından MBA (Master of Business Administration) alması anlamına geliyor.

Türkiye'de otomotiv alanında bu programa katılan 1-2 kişi var. Bunlardan biri benim hatırladığım eski VW Genel Müdürü Arif Cengiz, diğeri de Temsa Otomotiv Direktörü Yusuf Soner. Deniz Harp Okulu mezunu Bora Koçak'a bu programın neler katacağını önümüzdeki yıllarda net olarak göreceğiz. Ama Bayraktar Grubu'nun Koçak'a gelecek için ciddi yatırım yaptığı ortada.

Peugeot 308'e karşı C4 Sedan kozunu kullanacağız

Bora Koçak'a, '2 aylık eğitim süresince burdaki işler ne olacak" diye sorduğumda, "Zaten 2 aylık eğitimin 1 ayı Ramazan'a denk geliyor. Diğer ay için ise planlamayı yaptık" cevabını verdi. Hem pazarın hem de Citroen'in Kasım ayından sonra hareketleneceğini kaydeden Koçak, "Biz Kasım ayında önce C4 Sedan'la daha sonra da Aralık ayından itibaren Minicargo'yla pazarda yer alacağız. Bu yüzden bu eğitime gitmeyi kabul ettim. İkisinde de burdayım" dedi.

Peugeot'nun yeni 308 modelini sonbaharda Türkiye'de piyasaya sunacağını söyleyen Koçak, Citroen'in de bu dönemde C4 Sedan kozunu kullanacağını kaydetti. Arjantin'de üretilen C4 Sedan'ın bu yıl sadece Türkiye'de satılacağını söyleyen Koçak, "Citroen, bu modeli bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya'da da piyasa sunacaktı. Ama bundan bu yıl vazgeçildi. C4 Sedan, Arjantin'de bu yıl sadece Türkiye için üretilecek." bilgisini verdi.
Yazının Devamını Oku

İlk 5 aydaki ikincilik bizim için sürpriz

11 Temmuz 2007
Dünyanın bir numaralı otomotiv üreticisi konumuna yükselen Japon Toyota, Türkiye’de de hızla büyüyor. 2005 yılında Türkiye’nin en çok satan 7’nci markası olan Toyota, 2006 yılında 5’inciliğe yükseldi. Bu yılın ilk 5 ayında ise yeni modellerin etkisiyle bir anda 2’nci sıraya çıktı. Japon markanın Türkiye temsilcisi Toyotasa’nın Genel Müdürü İbrahim Orhon bile 2’nciliğin kendileri için sürpriz olduğunu söylüyor.

PERAKENDE’DE BİRİNCİYİZ

Orhon, Türkiye’de yavaş ama emin adımlarla ilerlediklerini belirterek, "Bizim 2007 yılı hedefimiz en çok satan 4’üncü marka olmak. İlk 5 ayda 2’inci olmayı biz bile beklemiyorduk. Düşen pazarda yeni modellerimizle etkili olduk. Ama rakiplerimiz filo satışlarıyla yıl sonunda sıralamayı değiştirirler. Biz de yıl sonunda en kötü ihtimalle 4’üncülük hedefimizi tuttururuz. Ama yılı 3’üncü olarak da bitirebiliriz" dedi.

Toyota’nın Türkiye hedefinin en çok satan ilk 3 marka arasına girmek olduğunu söyleyen Orhon, bu hedeflerine beklenilenden önce ulaşacaklarını da sözlerine ekliyor. Düşen pazarda filo satışlarının toplam satışların yüzde 40’ına ulaştığını kaydeden Orhon, filo satışları çıkartılırsa bugün Toyota’nın perakende satışlarda birinci marka olduğunu söyledi.

Türkiye’de üretim yapan markaların filo satışlarla paylarını artırdığını kaydeden Orhon şöyle konuşuyor: "Çünkü ellerinde ve fabrikalarda stok var. Pazar payı için filoda yüzde 25’e varan indirim yapabiliyorlar. Toyota’nın global stratejisi doğrultusunda bizim böyle bir şansımız yok. Toyota’nın Türkiye’de üretim yapıyor olması bize de aynı yöntemi uygulama şansı vermiyor. Rakiplerimiz, perakende satışlar düşünce, stoktaki araçları büyük indirim yaparak filoya satabiliyor. Bizde ise üretilen her aracın gideceği yer 3 ay önceden belli. İç pazarda talep biranda artsa bile 3 ay önceden sipariş vermediysek, araç bulma şansımız çok zor."

Orhon, bununla ilgili olarak 3 kapılı Auris örneğini veriyor: "Bugün 3 kapılı Auris, dünyada sadece Türkiye’de üretiliyor. Biz Türkiye’de 3 kapılı araçlara çok fazla talep olmadığı için bu modeli satmıyoruz. Ama satmak istesem bile Türkiye’de üretiliyor olmasına rağmen alma şansım yok. Çünkü kapasite sınırlı ve üretilen araçların gidecekleri ülkeler belli. Ben şu anda test için bile bir tane 3 kapılı Auris bulamam."

Bunun üzerine Orhon’a, "Toyota Türkiye’nin CEO’luğuna Tamer Ünlü’nün gelmesi durumu değiştirir mi" diye sorunca cevabı çok netti: "Tabiki bir Türkün Japon şirketin başına gelmesi çok önemli ve gurur verici. Toyota’nın Türkiye’ye duyduğu güvenin bir göstergesi. Ünlü’yle birlikte Toyota Türkiye’nin üretim kapasitesi ve model sayısı yükselir. Ama bize istediğimiz zaman istediğimiz kadar otomobil alma şansı vermez. Yani bir avantaj yaratmaz. Çünkü Toyota’nın global stratejisi aynen devam ediyor."

Küçük sedan aracımız olsa 10 bin satarız

Dizel motorlar ve modellerle birlikte Türkiye’de güçlendiklerini söyleyen İbrahim Orhon, "Ama bizim dezavantajımız, B sınıfında yer alan Sedan bir modelimizin olmaması. Bugün Renault, Symbol ile bu sınıfta çok güçlü. Biz burda biraz eksik kalıyoruz. Türkiye pazarına uygun böyle bir modelimiz olsa 10 bin tane bile satabiliriz" diye konuşuyor. Bunun üzerine, "Amerika’da satılan Yaris Sedan var, niye getirmiyorsunuz" diye hatırlatınca Orhon, "Bu aracı getirmeye kalksak hem vergi hem de lojistik dezavantajı nedeniyle fiyat olarak rakiplerimize karşı avantajımız olmaz. Toyota da global stratejisinde de sadece bir pazarı düşünerek hareket etmiyor. Bölgede yoğun bir talep varsa kararını öyle veriyor" dedi.

1000 adedin altında satan otomobil ’zarar’ demektir

Toyota ve PSA (Peugeot-Citroen) Grubu’nun ortak olarak ürettikleri üçüz modellerinden sadece Toyota Aygo’nun Türkiye’de satılmadığını hatırlatmam üzerine de Orhon, "Türkiye’de A sınıfı yani minik sınıf çok fazla telep görmüyor. Biz açıkçası Peugeot 107 ve Citroen C1’in performansına baktık. Bu modeller talep görseydi getirebilirdik. Ama getirmemizi gerektirecek bir satışa ulaşmadılar" cevabını verdi.

Bugün Türkiye’ye küçük veya orta sınıfta yer alan yeni bir modeli getirmek için en az 1000 adet satmayı garantilemeniz gerektiğini kaydeden Orhon, "1000 tane satarsanız yedek parça, altyapı ve pazarlama yatırımını çıkartabilirsiniz. Aksi takdirde tamamen zarardır" dedi.

Kar yağmayınca satışlarımız düştü çektiğimiz reklam rafa kalktı

Türkiye’de 2007 yılına kadar 4x4 satışlarında yaşanan artışta ’kar’ yağışının etkisini de gözardı etmemek gerekir. Özellikle 2005-2006 yıllarında İstanbul’da yağan yoğun kar nedeniyle yollarda mahsur kalanlar çözümü 4x4 araç almakta bulunca, bu sınıfta yer alan modellerin satışında önemli bir patlama meydana geldi. Bu artış sonucunda pazara giren yeni model sayısında da adeta bir yarış yaşandı.

Ama son dönemde dünyanın en önemli gündem maddesi haline gelen ’küresel ısınma’yla birlikte mevsimlerde yaşanan değişim, 4x4 satışlarını da vurdu. Kia’nın Türkiye distribütörü Çelik Motor’un Genel Müdürü Alp Evcimen, küresel ısınmaya bağlı olarak mevsimlerde yaşanan değişimin satışlarını olumsuz etkilediğini belirterek, "Bu yıl hiç kar yağmadığı için Sorento satışlarımızda düşüş var" diye konuşuyor. Son 3 yılın 4x4 lideri olan Sorento’nun satışlarındaki düşüşün ilk 5 ayda yüzde 35’i bulduğunu kaydeden Evcimen şöyle konuştu: "Bu düşüşte pazarın küçülmesinin dışında bu yıl hiç kar yağmamasının da etkisi var. Biz yıl başında Sorento ve Sportage modellerimiz için kar yağışını öngören bir reklam kampanyası hazırladık. Ancak hiç kar yağmadığı için bu reklamı iptal etmek zorunda kaldık. Kışın adeta kar duasına çıkacaktık. Neredeyse her gün internete girerek hava durumunu takip ettik. Ama yağmadı ve bizde reklamı iptal etmek zorunda kaldık." Evcimen’in anlattıkları sadece Kia’nın Türkiye’de yaşadığı bir tecrübe. Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyada da 4x4 satışlarında bu yıl önemli bir düşüş yaşanıyor.

Sportage’ye YTL dopingi

Alp Evcimen, Sorento’nun satışlarındaki düşüşü kar yağmamasına bağlarken, kompakt SUV modelleri Sportage satışlarının ise YTL sayesinde arttığını kaydetti. Evcimen, Sportage’nin dövizle satıldığını hatırlatarak, "Rakiplerimiz ise YTL’yle satış yapıyor. Döviz fiyatları düşünce Sportage’nin fiyatı biranda rakiplerine göre çok avantajlı bir hale geldi. Bu da satışlarında önemli bir artış yaşanmasını sağladı. Şu anda Sportage satışlarında yüzde 20’lik bir artış var. Araç olsa bu oran çok daha fazla artacak. Ama elimizde hiç araç kalmadı"dedi.

Kar kralı yoluna devam edemedi

Kia, Sorento ve Sportage için hazırladığı reklam filminde, "Yakında kar yağacak. Yollar kapanacak. Sokaklar kapanacak. Herkes camdan bakıp beklerken. Ben kar kralı. Sadece ben yoluma devam edeceğim" sloganını kullanmıştı. Ancak kar yağmadığı için bu reklam filmi rafa kalktı
Yazının Devamını Oku

Mitsubishi, 4x4 imajından sıyrılıp 5 yılda 20 modelle yeniden doğacak

4 Temmuz 2007
Geçtiğimiz hafta Japon Mitsubishi’nin Avrupa’nın önde gelen otomotiv editörlerine yönelik Frankfurt’ta gerçekleştirdiği VIP toplantısına katıldım. Toplantıda Mitsubishi’nin artık otomotiv sektöründe sadece 4x4 modelleriyle anılan bir marka olmaktan çıkıp, ortak platform stratejisi ’proje global’ ile hızlı bir şekilde çok daha fazla model geliştiren bir marka olacağı mesajı verildi. Bu doğrultuda yıl sonunda Avrupa’da piyasaya sunacakları yeni Lancer’ı tanıtıp bizlere test ettirdiler. Ama test izlenimi yazmamız ikinci bir emre kadar ambargolu. Sadece şunu söyleyebilirim. Mitsubishi yeni Lancer ile 4x4 modellerdeki başarısını binek otomobillere de taşıyacanın sinyallerini veriyor.

2004’TE KRİZ YAŞADI

2004 yılında Mercedes’in tüm desteğini çekerek hisselerini satmasının ardından Japon Mitsubishi önemli bir kriz yaşamıştı. Son 2-3 yıldır bu krizden kurtulmaya çalışan marka, bunun yolunu ’Proje global’ stratejisi ile aşmayı hedefliyor. Bu strateji aynı platformda çok model üreterek maliyetleri aşağıya çekmekten ibaret. Bu kapsamda şu anda 14 olan platform sayıları 6’ya düşecek ve önümüzdeki 5 yıl içinde piyasaya 20 yepyeni model sunulacak. Bu modellerden 4’ü şu anda hazır durumda. Sedan, Hatchback ve Evo’dan oluşan yeni Lancer Ailesi ile MPV-SUV sınıfı arasında konumlandırılan Delica modeli.

’Proje global’ stratejisinin en ilginç tarafı, aynı platform üzerinde farklı sınıftaki araçların da üretilebilmesi. Bu güne kadar bir çok markanın ortak olarak aynı platformda model ürettiğine şahit olduk ve oluyoruz. Günümüzde artık otomotiv sektöründe ayakta kalmak için ortak platformda üretim şart. ’Tek platform tek model’ dönemi neredeyse bitiyor. Ama Mitsubishi ortak platformu bir ileri safhaya taşıyarak, aynı platformda farklı sınıf ve model üretimi yapabiliyor. Bugün Mitsubishi tek bir platform üzerinde 10’a yakın model üretiyor ve bu sayıyı 15’e kadar çıkarma niyetinde. Mitsubishi bu işi sadece kendi markası için değil 5 farklı marka için yapabiliyor.

TEK PLATFORM 10 MODEL

Bugün Mitsubishi orta sınıfta yer alan modeli yeni Lancer’ın üretildiği platformda, kompakt SUV sınıfında yer alan modeli Outlander’ı ve MPV-SUV karışımı yeni modeli Delica’yı üretiyor. Buna ek olarak Peugeot’nun 4007 ve Citroen’in C-Crosser modelleri de bu platformda fason olarak üretiliyor. Bu platformda modeller bununla sınırlı değil. Chrysler Sebring, Jeep Compass ve Patriot ile Dodge Avanger ve Caliber’de bu platformun modelleri. Her ne kadar Mitsubishi DaimlerChrysler ortaklığı bitse de, ortak platform işbirlikleri devam ediyor. Yani toplamda baktığımız zaman şu an için 10 farklı model tek bir platformda üretiliyor. Hem de bu modeller 4 farklı sınıfta yer alıyor.

Lüks model üretmeyeceğiz

Mitsubishi, 5 yıl içinde piyasaya sunacağı 20 model içine, yer almadığı A ve D sınıfında yer alacak modelleri de eklemeye hazırlanıyor. Ayrıca başarılı pick-up modeli L200’ün platformunu da kullanarak yeni modeller geliştireceğini açıklıyor. Yani anlayacağınız Mitsubishi 6 platformda mevcut modelleriyle birlikte 2012 yılına gelindiğinde minik sınıftan, küçüğe, orta sınıftan, MPV ve SUV’a kadar 30’a yakın modele sahip bir marka olacak. Mitsubishi yetkilileri sadece lüks sınıfta yer almayacaklarını belirterek, "Geçmişte lüks sınıfta yer alarak büyük hata yaptık. Bundan sonra bu hatayı tekrarlamayacağız. Lüks sınıfa hiç bir şekilde girmeyeceğiz" açıklamasını yapıyor.

Yeni Lancer, Volvo ve Alfa’yı model aldı

Mitsubishi için yeni bir dönemin başlangıcı olan ’proje global’ stratejisinin ilk ürünü yeni Lancer ailesi. Eylül ayında Frankfurt fuarında ilk kez dünyaya tanıtılacak Lancer yeni stratejinin ilk meyvelerinden biri. Yeni Lancer Sedan’ı önümüzdeki yıl hatcback ve yeni Evo versiyonları takip edecek. Yeni Lancer dışarıdan bakıldığında önden Volvo S40 arkadan ise Alfa Romeo 159’u andırıyor. Zaten Mitsubishi yetkilileri de Avrupa’da ’benchmark’ (model) olarak bu iki modeli aldıklarını açıkça söylüyorlar. Fiyat olarak ise model aldıkları model Mazda 3. Yani yıl sonunda Türkiye’de Mitsubishi, iddialı bir modeli piyasaya çok uygun bir fiyata sunmaya hazırlanıyor. Hem de Türkiye’de vergi avantajına sahip 1.5 litrelik benzinli motor versiyonu da bulunuyor.

Fiat, Minicargo’nun ismini belirledi, Citroen Türkiye’de tescile takıldı

Tofaş’ın Bursa fabrikasında Fiat ve PSA (Peugeot-Citroen) Grubu için üretmeye hazırlandığı ’üçüz ticari araç projesi’ Minicargo’da artık sona yaklaşıldı. 350 milyon Euro’luk yatırımla yılda 165 bin adet üretilecek Minicargo yıl sonunda yollara çıkmaya hazırlanıyor. Peugeot ve Citroen toplam üretimin 95 bin adedini alırken, geriye kalan 70 bin adedin ise 50-55 bin adedini Fiat, 15-20 bin adedini ise Tofaş satacak.

Minicargo ilk olarak Fiat tarafından yıl sonunda piyasaya sunulacak. Daha sonra 2008 yılı içinde Peugeot ve Citroen’de sırayla ’Made in Turkey’ imzalı yeni modellerini satışa sunacaklar. Tofaş tarafından Bursa’da üretilen yeni aracın şu an testleri devam ediyor. İsim konusunda ise yavaş yavaş sona yaklaşılmış durumda.

KAPADOKYA’DA İPUÇLARI VERİLDİ

Geçtiğimiz hafta Kapadokya’da gerçekleşen Fiat Ducato lansmanında Tofaş Ticari Araçlar Pazarlama Müdürü Özgür Mehmet Süslü, arkadaşımız Aslan Batur’a Minicargo’yla ilgili bazı ipuçları vermiş. Süslü, Minicargo’nun ismini belirlediklerini fakat gizli tuttuklarını belirterek şunları söylüyor: "Aracın ismi Fiat’ın son dönemde uyguladığı isimlendirle projesinden nasibini alacak. Yani önceki yıllarda başarı yakalamış Croma ve Bravo modellerinde olduğu gibi Minicargo’da Fiat’ın önceden kullandığı bir ismi alacak."

Süslü’nün bu açıklamasının ardından Aslan Batur, ’İsim ’Panorama’ olabilir mi’ diye bana sordu. Panorama Fiat’ın Doblo’da dahil olmak üzere ticari araç modellerinde kullandığı bir ’donanım’ ismi. Bu yüzden bu seçeneği hemen geçtim. Bence madem Fiat eskiden başarılı olmuş bir ismi kullanacak, bu ’Fiorino’ olacaktır. Nedeni çok açık. Fiat için Minicargo, ’Fiorino’nun yerini alacak model. 1978 yılında piyasaya sürülen ve Brezilya’da kısa bir süre önceye kadar üretilen Fiorino, İtalyan markanın en başarılı hafif ticari araçlarından biri. 25 yıla yakın bir süre üretilen Fiorino’nun yeni nesli olan Minicargo’da ismini devam ettirmesi Fiat için önemli. Kısa bir süre sonra isimler açıklanacak ama ben Fiat’ın Fiorino’yu tercih edeceğini düşünüyorum. Aksi de olabilir ama Süslü’nün söylediklerini düşünürsek ortaya bu isim çıkıyor.

Diğer taraftan Peugeot ve Citroen cephesinde ise isimler Temmuz ayında netlik kazanacak. Citroen, Fiat gibi eski bir isim düşünmüyormuş. Biliyorsunuz Minicargo, Citroen cephesinde ’C15’ isimli modelin yerini alacak. 1984 yılından bu yana üretilen C15’in dünyada iyi bir itibara (repütasyon) sahip olmadığı için bu isim ’Minicargo’ için düşünülmemiş. Zaten Citroen ticari araçta binek modellerindeki gibi rakamları artık kullanmıyor. Bu doğrultuda Citroen Minicargo için 2-3 isim belirlemiş. Ama aldığım duyumlara göre Türkiye’de tescile takılmışlar. Citroen’in belirlediği isimlerden bazıları Türkiye’de tescil edilmiş isimlerden oluştuğu için başka isim arayışlarına girmişler. Şimdi Türkiye’den bu isimlerin tesciline ilişkin haber bekliyorlarmış.

Peugeot’da ise durumun hangi aşamada olduğunu net olarak bilmiyorum. Zaten Fiat ve Citroen’in daha önce ’Minicargo’nun sınıfında modelleri varken bir tek bu sınıfta aracı olmayan marka Peugeot. Peugeot ilk kez minicargo’nun yer aldığı sınıfta bir modele sahip olacak ve o yüzden ismin tamamen yeni olacağı ortada.

Pandır: Minicargo’yu ilk Türk gazeteciler görecek

Minicargo, Türkiye ekonomisi için oldukça önemli bir proje. Tüm hakları Tofaş’a ait olan bu projeyle, yılda 1 milyar dolarlık garanti ihracat hedefleniliyor. Ancak Linea’da olduğu gibi Minicargo’nun dünya lansmanının Türkiye’de yapılma ihtimali çok düşük. Çünkü işin içinde Peugeot ve Citroen de var. Üç farklı marka için üretildiği ve yüzde 90’ı ihraç edileceği için tanıtımının Türkiye dışında olacağı söyleniyor. Bunun üzerine bizde bir iki ay önce Ali Pandır’a, "Türkiye için böylesine önemli bir modeli dünyada herkesten önce Türk basına gösteremez misiniz?" diye sormuştuk. Pandır geçtiğimiz günlerde bu konuyla ilgili müjdeyi verdi: "Sizin talebinizi dikkate aldık ve Bursa’da ’Minicargo’nun banttan inmesiyle ilgili törene sadece sizi çağıracağız. Böylece dünyada ilk siz görebileceksiniz." Pandır’ın söylediği gerçekleşirse, merakla beklenen ’Minicargo’yu dünyaya ilk kez Türk otomotiv basını tanıtacak.
Yazının Devamını Oku

10 ayda 10 genel müdür değişti sırada Peugeot ve Honda var

27 Haziran 2007
Son yıllarda Türk otomotiv sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin yönetiminde hızlı bir değişim yaşanıyor. Bu değişim modellerin yenilenme hızının bile önüne geçmiş durumda. Bunun tabiki bir çok sebebi var. Bazı şirketler yaşanan yoğun rekabette istenilen performansı alamadıkları için yönetim kademesinde değişime gerek duyarken, bazı yöneticilerin görev süresi doluyor, bazıları ise terfi ediyor. Sonuçta geçtiğimiz yıl Ağustos ayından itibaren otomotiv sektöründe 10 markanın genel müdürü değişmiş durumda. Buna Temmuz ve Eylül aylarında Honda ve Peugeot’nun da eklenmesiyle sayı 12’yi bulacak. Bende bu doğrultuda bu hafta yaşanan bu değişimleri hatırlatmak istedim. Çünkü her yeni genel müdür yepyeni bir strateji ve yönetim tarzıyla geliyor. Bu da hem satışlarda hem de Türkiye’ye bakışta önemli değişikliklere sebep olabiliyor. İşte markaların yönetim kademesinde yaşanan değişimler:

Önce Ağustos ayında, bünyesinde Opel, Saab, Chevrolet markalarını barındıran General Motors (GM) Türkiye Genel Müdürü Peter Fahrni’nin yerine ilk defa bir Türk genel müdür olarak Özcan Keklik atandı.

Kasım ayında ise Tofaş’ta önemli bir değişim yaşandı. Tofaş’ın İtalyan CEO’su Alfredo Altavilla yerini GM Endonezya’nın başındaki Ali Pandır’a bıraktı.

Yine Kasım ayında Suzuki’nin 10 yıldır genel müdürlük görevini yürüten Koray Batur’un yerine Edmonda Morigi atandı.

1 Nisan itibarıyla yaklaşık 1 yıldır boş duran Volvo Car Türkiye’nin Genel Müdürlüğüne Torben Eckardt getirildi.

Haziran ayına gelindiği ise Doğuş Otomotiv’de yönetim kademesinde taşlar tamemen yerinden oynadı. Ali Bilaloğlu’nun Doğuş Otomotiv’in CEO’luğuna atanmasının ardından 7 Haziran itibariyle Volkswagen Binek Araç Marka Genel Müdürü Birgül Ak Karacahisarlı’nın yerine Volkswagen Ticari Araç Genel Müdürü Vedat Uygun atandı.

Vedat Uygun’dan boşalan Volkswagen Ticari Araç Genel Müdürlüğü görevine ise Doğuş Oto Ankara Bölge Direktörü Kerem Güven getirildi.

Ali Bilaloğlu’nun şirketin CEO’su olmasının ardından Audi’nin Genel Müdürlüğüne Bentley ve Lamborghini’nin Genel Müdürü olan Gino Bottaro getirildi. Bottaro böylece üç markanın genel müdürü olmuş oldu.

Aynı değişim rüzgarında Seat Türkiye’nin Genel Müdürü Bahadır Gören’in yerine Audi Satış Müdürü Anıl Gürsoy atandı.

Anıl Gürsoy aynı zamanda Ali Bilaloğlu’nun yerine Porsche’nin de yeni Genel Müdürü oldu.

Doğuş Otomotiv’in yönetim kademesindeki değişiklikler tartışılırken, Japon Toyota’dan çok önemli bir değişim geldi. Toyota Türkiye Genel Müdür ve CEO’su Kazuhiro Kobayashi’nin Japonya’da yeni bir göreve atanması ile birlikte, şirketin Genel Müdür ve CEO’luğu görevini 22 Haziran itibarıyla Tamer Ünlü üstlendi. Ünlü böylece Japon şirketin dünyadaki ilk Türk CEO’su oldu.

Değişim rüzgarı bunlarla da sınırlı değil. Öğrendiğime göre Honda Türkiye’nin Genel Müdürü ve CEO’su Katsumi Sawai Temmuz itibariyle görevini bırakıyor. Sawai’nin yerine yine bir Japon yöneticinin atanması bekleniyor.

Yönetimdeki değişim Fransız Peugeot markasında da yaşanacak. Türkiye’de 4 yılını tamamlayan Yann Carnoy, Eylül ayı itibariyle Peugeot Türkiye Genel Müdürlüğünden ayrılacak. Carnoy’un yerine yine bir Fransız yöneticinin gelmesi bekleniyor.

2 yıl CEO adaylarının performanslarını izledik

Bildiğiniz gibi Volkswagen, Volkswagen Ticari, Audi, Seat, Skoda, Lamborghini, Bentley, Porsche, Scania, Krone ve Meiller gibi markaların Türkiye temsilcisi olan Doğuş Otomotiv’in Haziran itibariyla CEO’luğuna Audi ve Porsche Genel Müdürü Ali Bilaloğlu getirildi. Aclan Acar ise Doğuş Otomotiv’in Yönetim Kurulu Başkanı olarak görevine devam ederken, markaların yönetimi artık Bilaloğlu’ndan sorulacak.

20 yıla yakın bir süredir Doğuş Grubu’nda finans, perakende ve otomotiv alanlarında üst düzey görevlerde yer alan Aclan Acar, bu değişim hakkında kendisiyle ilgili yapılan eleştirilere sinirlenmiş. Acar şunları söylüyor: "Bu operasyon 2004 yılında Doğuş Otomotiv’in yeniden yapılanma faaliyetlerinin bir parçası. 2004 yılında Doğuş Otomotiv’in Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su olduğumda bu değişim zaten planlanmıştı. Sadece 2 yıl yönetim olarak CEO adayı olarak belirlediğimiz isimlerin performanslarını izledik. Zaten hesap alanla hesap verenin aynı kişi olması kurumsal yönetim mantığı ile uyuşmuyordu. Ben göreve geldikten sonra yaşanan yapısal değişim sürecini ikinci yılın sonunda tamamladık. Artık ben başkanlığa geçip hesap soracağım. Şirketi ise otomotivde benden daha tecrübeli olan Ali Bilaloğlu yönetecek."

Acar, markaların yönetiminin Bilaloğlu’na geçmesinin normal bir süreç olduğunu belirterek, "Bugün Finans Grubu Başkanı Süleyman Sözen ama Garanti Bankası’nı Ergun Özen yönetiyor. Aynı şekilde Medya Grubu Başkanı Erman Yerdelen ama NTV’yi Cem Aydın yönetiyor. Benzer durumu otomotiv alanında da gerçekleştirdik. Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Üyesi olan bizler işin tepesindeyiz" yorumunu yapıyor. Acar, Doğuş Otomotiv’in CEO’luğu için Ali Bilaloğlu ve Vedat Uygun’un en büyük adaylar olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bu arkadaşların ikiside çok başarılı işler yapıyorlar. 2 yıllık süreçte önemli yurtdışı tecrübesi olan Bilaloğlu’nun CEO’luğa, Vedat Uygun’u ise Volkswagen Binek’in başına getirdik. VW Binek’in eski Genel Müdürü Birgül Akkaracahisarlı ise CEO adayları arasında yer almıyordu. Birgül hanım hırslı birisi. Kendisi ayrılmak istedi. Ama söylendiği gibi başarısız olduğu için ayrılmadı."

Yeni Doblo’yu dünya Hürriyet’ten okudu

Geçtiğimiz hafta pazartesi günü, Tofaş’tan bir davet geldi. Davette, "Tofaş’ın ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayacak yeni projesi ile ilgili basın toplantısı 20 Haziran Çarşamba günü düzenlenecek" deniyordu. Otomotiv sektörünü takip eden biri olarak, Tofaş’ın elinde yeni olarak açıklayabileceği bir tek Doblo’nun olduğunu biliyordum. Zaten uzun bir süredir Tofaş, yeni Doblo’nun üretimini almak için büyük mücadele veriyordu. Kararı Fiat verecekti ve bizde açıkçası otomotiv basını olarak bu kararı bekliyorduk. İşte böyle bir davet gelince, yeni Doblo’nun üretimini aldığımız ortaya çıktı. Tabi bunun üzerine Çarşamba günkü toplantıdan önce Salı günü haberi gazeteye taşıdım. Aynı ayrıntıyı birkaç meslektaşım da yakalayınca, Tofaş çarşamba günü düzenleyeceği toplantıyı iptal etmek zorunda kaldı. Salı günü yayınlanan "Yeni Doblo’yu kaptık" haberimi, uluslararası haber ajansı Reuters İngilizce’ye çevirerek dünyaya servis yaptı. Dünyadaki bir çok yayın kuruluşu, Hürriyet’in ismini kullanarak ’Yeni Doblo’ haberlerine yer verdi. Sonuçta Türkiye’de bir taraftan otomotiv sektörü büyürken, biz de otomotiv basını olarak Avrupalı rakiplerimizle boy ölçüşür hale geldik.
Yazının Devamını Oku