Maliye Bakanı Naci Ağbal da, bu indirimler sonrasında, “Yaptığımız hesaplamalara göre, ÖTV ve KDV’de indirimin bütçeye yaklaşık 1 milyar lira maliyeti olacak” açıklamasını yaptı. Bu maliyet şu an için 3 ay olarak öngörülen indirim dönemini kapsıyor. Eğer bu indirimlerin süresi uzatılırsa maliyet de kuşkusuz artacak.
Piyasalara canlandırmak, zorda olan sektörlere can suyu vermek adına bu tip indirimler kuşkusuz önemli ve kritik. Ama benim burada kafama takılan 1 milyar liralık faturanın nereden karşılanacağı. Biliyorsunuz geçtiğimiz kasım ayı sonunda bütçedeki bazı sapmalar sonrası Maliye Bakanlığı, Bakanlar Kurulu’ndan aldığı yetkiyle bir gece ansızın otomobillerdeki ÖTV sistemini değiştirip önemli bir artışa imza atmıştı.
Bu artışta amaç iyi giden otomotiv sektöründen biraz daha fazla vergi alıp, bütçedeki açığı minimuma indirmekti. O dönem Maliye Bakanı Ağbal’ın açıklaması da zaten bu yöndeydi. Matraha göre belirlenen yeni sistem, yılı hem üretim, hem ihracat hem de satış anlamında rekorla kapatan otomotiv sektörü için tam bir şok etkisi yaratmıştı. Zaten artan kurlarla mücadele eden sektör bir de fiyata göre ÖTV düzenlemesini kucağında bulunca açıkçası afalladı. Otomotiv markaları ellerindeki stoka bağlı olarak aralık ve ocak aylarında ne kur artışını ne de ÖTV zammını henüz tam olarak fiyatlara yansıtmadı.
Şubat ayından itibaren gelecek 2017 modellerde Maliye’nin vergi gelirlerini arttırmak için yaptığı ÖTV düzenlemesinin etkilerini fiyatlarda net olarak göreceğiz. Yüzde 20’yi aşması beklenen zamlar sonrası otomotiv sektörünün bu yıl yüzde 30’a yakın daralması öngörülüyor. Bu oranlar sektörde konuşulmaya başlandı bile...
O zaman ne olacak ben söyleyeyim; Maliye otomotiv sektöründen garanti olarak gördüğü vergi gelirlerini artıracağım derken elindekinden de olacak. 1 milyon adetlik pazardan toplanan ÖTV ile vergi oranları artmasına rağmen 650 bin adetlik pazardan toplanacak ÖTV aynı olur mu? Eğer beyaz eşya, mobilya ve konuta yönelik vergi indirimlerinin faturasının vergileri artırılan otomotiv sektörünün ödemesi bekleniyorduysa da bence artık çok geç.
Bu yaşananlar size de Robin Hood hikayesini hatırlatmadı mı... ‘Zengin’ olarak görülen otomotiv sektöründen alıp, zor durumdaki diğer sektörlere vermek. Başarılı olabilir mi, hiç sanmıyorum... Unutulmaması gereken asıl nokta şu; “Büyüyen otomotive yönelik düzenli hale gelen vergi artışları son yıllarda istikrar yakalayan pazarı küçültüp, olası yeni yatırımların (mevcutlar dahil) önünü kapatır, tüm Türkiye kaybeder. Otomotiv sektörüne sadece iç pazardaki ithal oranından bakarsak hiç bir şekilde gelişemeyiz. Toplam dış ticarette fazla veren bu sektör daha fazla korunmalıdır.”
Yeni ÖTV’ye illegal çözüm
Eylül ayındaki Paris fuarı gibi İstanbul’da 2 yılda bir düzenlenen Autoshow fuarına katılımda da sıkıntılar olduğunu, bir çok marka ve grubun katılıp katılmama konusunu düşündüğünü belirtmiştim. O tarihten sonra iptaller arka arkaya gelirken, geçtiğimiz hafta Sabah gazetesinden Ufuk Sandık da fuara katılmayan firma sayısının 20’yi bulduğunu yazdı. Sonuçta İstanbul Autoshow fuarı ‘iptal edilsin’ çağrılarına rağmen ‘Geleceğe Yakından Bakın’ temasıyla 21-30 Nisan 2017 tarihleri arasında Beylikdüzü TÜYAP’ta katılım düşükte olsa düzenlenecek. Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) katılmayan firmalar yerine fuara teknoloji şirketlerini dahil ettiğini duydum. Yani son dönemde otomotiv markalarının istilasına uğrayan Las Vegas’taki teknoloji fuarı CES’in tam tersi bir durum yaşanabilir. Başarılı olur mu, sonucu 2019’daki fuarın bu yıldan iptal edilmesine yol açar mı, bekleyip göreceğiz.
Ama şunu belirtmem gerekiyor. Bugün bir çok kişi 2017’de kurlardaki ve piyasalardaki dalganın yarattığı belirsizlik yüzünden fuara katılımda düşme olduğunu düşünüyor. Hakları da var. Türkiye’de her marka üreticisiyle birlikte bir çok faktörü değerlendirip, fayda/maliyet/fırsat analizi yapıp karar veriyor. Bu analizlere göre katılmayan markalar eminim vardır. Ama bir çok markanın kısa konjonktür değişikliği ile karar vermediğini, asıl gerekçelerinin fuarların artık markalara pek de bir şey katmadığı görüşünün ağırlık kazanması olduğunu biliyorum. Bu tabiki İstanbul’a özel bir şey değil. Paris’e Detroit’e olduğu gibi bu yıl Frankfurt fuarına da katılımda azalma bekleniyor. Yani tüm dünyadaki otomobil fuarları tehdit altında. Çünkü uluslararası markalar bu çağda fuar konseptinin maliyet ve fayda analizini yaptığında çok fizibıl olmadığı sonucunu çıkarıyor. Uluslararası markaların Türkiye temsilcileri de bu gerekçeler nedeniyle fuarlara artık inanmadığı için katılmıyor. Yani internet ve teknoloji çağında markalar büyük paralar harcayıp fuarlara katılmak yerine, müşteri bazlı pazarlama stratejilerine para harcıyor. Eğer İstanbul özelinde düşünürsek, Beylikdüzü’ne gidip Autoshow’u ziyaret edenlerin çoğunluğu bir çok markanın hedef kitlesi arasında yer almadığı düşünülüyor. Böyle olunca fuara katılmak yerine kendi hedef kitlelerini tespit edip, birebir pazarlama stratejisine daha fazla önem veriyorlar. Anlaşılıyor ki otomobil fuarları konusu önümüzdeki dönemde daha fazla tartışılacak gibi duruyor...
PAZARDAKİ DARALMA YÜZDE 30’U GEÇER Mİ?
2016 yılında satışlarda rekor kıran otomotiv sektörü için 2017 yılı çok zor bir yıl olacak. Kurlardaki durmayan yükselme ve kasım sonu gerçekleşen ÖTV zamları sektörü bu yıl oldukça zorlayacağa benziyor. Ama buna rağmen yapılan 2017 öngörülerine bakınca şaşırıyorum. Çünkü bir çok yetkili pazardaki daralma öngörüsünü yüzde 10’da tutuyor. İnanın kurlardaki artışa, ÖTV zammına rağmen eğer otomotiv pazarı yılı 900 bine yakın satışla tamamlarsa tam bir mucize olur. İnşallah öyle olur ama bana pek gerçekçi gelmiyor. Zaten Başbakan Binali Yıldırım’ın ‘Yaza kadar sabredin’ demesinden de ekonominin en azından yaza kadar pek düzelmeyeceğini anlıyoruz. Kredi notlarımızın da indiğini düşünürsek, pazarın en iyimser tahminle 650-675 bin adetlerde olması bekleniyor. Bunu da inanın ben değil sektör temsilcileri söylüyor. Bu da öyle yüzde 10 değil pazarın yüzde 30’un üzerinde daralacağını ortaya koyuyor. Yetkililer, ocakta pazarın 30 bin adetlerde kapanacağını, şubatta da eldeki stokların satışına devam edileceğini belirterek, “Tüketiciler eski maliyetli stok araçlarına hücum etti. Kur ve ÖTV zammı eklenmeyince adeta ikinci el otomobil fiyatına geliyor. Şubatta da bu biraz devam eder. Ama martta yeni kurlarla fiyatlama yapılınca pazar o zaman çok zor durumda kalacak” açıklamasını yapıyorlar.
Asan, yeni yürürlüğe giren ‘Sinai Mülkiyet Kanunu’ ile ithal otomobilde distribütör tekelinin kırılacağını ve fiyatların ucuzlayacağını belirtirken, yeni kanunla yedek parçada da eşdeğer ürünün önünün açılacağını söylüyor. “Türkiye’ye belli araçlar, otomobil örneğini vermek gerekirse distribütörle girdiği için, başka şekilde giren araçlar kaçak muamelesi görüyor. Yeni kanun onu da çözüyor. Mercedes’i Türkiye’ye sadece distribütörle değil, ticari bağlantınızı yaptınız, başka şirketle anlaştınız, 20 tane araç getirdiniz, daha uygun fiyata satarsınız. Buna kimse karışamaz” açıklamasını yapan Asan, eşdeğer parça konusunda da şu örneği veriyor; “Örneğin Mercedes’le kaza yaptınız. Orijinal parçasını taktığınız zaman çok pahalı oluyor. Araba 3 yaşından daha eski değilse orijinal parça takmak zorundasınız. Yeni yasada ikili bir yapı getirdik. Bizim eşdeğer parça üretimimiz var. Eğer yedek parça, bu eşdeğer parçalardan herhangi birisiyse, buna korumayı kaldırıyoruz. Sıfır Mercedes’e dahi yan sanayi takabileceksiniz.”
Öncelikli olarak eşdeğer parça zaten sistemde yıllardır var olan bir şey. Ama bu kanuna kadar eşdeğer parça takılırsa buna itirazı olacak olan üreticinin parçanın eşdeğer olmadığını ispat yükümlülüğü ya da hakkı bulunuyordu. Sayın Habip Asan’ın burada kastettiği sanırım bundan böyle orijinal olmayan parça için eşdeğer sertifikası tarzında bir şey verecekler. Ama buna rağmen üretici eşdeğer olmadığını kanıtlayabilir o zaman bunu kim engelleyecek. Ayrıca bugün Almanya’da 100 bin Euro olan bir otomobile Türkiye’deki tüketicinin vergilerle 250 bin Euro’nun üstünde bir fiyat ödemesini tartışmak dururken, yedek parçada 30-40 Euro avantaj yakalamaya çalışıyoruz. Elbette yedek parça fiyatları eğer uygunsa düşürülsün ama bu biraz da ‘Kepçeyle al kaşıkla ver’ gibi geliyor bana. Zaten var olan bir şeyi sanki büyük bir gelişmeymiş gibi anlatmayı da gerçekten anlayamıyorum.
PARALEL İTHALAT ZATEN VAR
Asan’ın distribütör ve ‘kaçak muamelesi’ yorumlarına gelirsem zaten Türkiye’de paralel ithalat serbest. Yani yılda 75 araca kadar aynı tip aracı getirebiliyorsunuz da burada önemli olan bu araçların ÖTV ve KDV’sinin doğru ödenip ödenmediğinin tespitinde. Daha dün ajanstan ‘milyonluk lüks otomobiller gümrüğe takıldı’ diye bir haber geçti. Yurda kaçak sokulmak istenen, aralarında Porsche, Mercedes ve BMW gibi lüks otomobillerin de yer aldığı, piyasa değeri yaklaşık 240 milyon liralık 11 bin araca el konulmuş. Bu kanunla ve yapılan açıklamalarla yurda giren araç sayısı daha da artar ama emin olun vatandaş kazanmaz. Geçmişte ve günümüzde olduğu gibi bu araçlar üzerinden yaratılan bir çok paravan şirketle vergi kaçırılır, aradaki fark da tüketiciye ucuz otomobil olarak yansımaz, kaçaklık yapanın yanına kâr kalır. Sonuç olarak biz bırakalım bu tip detayları önce vatandaşlarımızı nasıl daha ucuza otomobil sahibi yapabiliriz ona kafa yoralım.
BAŞARININ YOLU İLETİŞİMDEN GEÇİYOR
YANDAKİ manşette Renault Mais’in yeni Genel Müdürü Berk Çağdaş’ın önemli açıklamalarını aktardım. Özetle Çağdaş, Renault Mais’te öncelikli olarak bayi ve müşteri memnuniyetini artıracağı bunun da markanın artan filo satışlarıyla düşen imajını ve kârını yükselteceğine inanıyor. Otomotiv sektöründe çok temel bir görüş vardır, o da iletişim. Bayisiyle, müşterisiyle ve basınla iyi iletişimde olup kendisini ve modellerini doğru anlatıp doğru mesajları veren markalar gerçekten başarılı oluyor. Ama bunlardan birini atlarsanız, o zaman muhakkak bir yerden açık veriyorsunuz. İşte yıllardır Renault’da da özlem duyulan buydu. Çağdaş, daha mutlu bayiler ve buna bağlı olarak daha memnun müşterilere sahip olmak istediğini ortaya koydu. Bu mesajları da basın üzerinden yani bizimle görüşüp vermesi de önümüzdeki dönemde her alanda istenilen iletişimi kuracağını gösteriyor.
Ama yandaki manşet haberde de okuyacağınız gibi hükümet yeni ÖTV düzenlemesiyle resmen 2017’de bu sektörün içine dinamiti bırakıp, çekildi. Kur yükseldikçe otomobillerin ÖTV oranlarını otomatik olarak artıran bu dinamitin sektöre ciddi anlamda kayıp yaşatacağı kesin. Olan vatandaşa olacak. Zaten dünyanın en yüksek vergilerini ödeyen biz Türkler, önümüzdeki günlerden itibaren otomobil fiyatlarında yüzde 20’ye yakın zamlarla karşılaşacağız. Peki ne olacak sonunda? Ben size söyleyeyim, vatandaş alımı azaltınca iş otomotiv markalarında istihdam kayıplarına dönecek. Bu da ekonomiyi daha da derinden etkileyecek. 2017 yılına ilişkin tüm bu sorunları yaşayıp göreceğiz. Şimdi bunları bir yana bırakıp, üretim, ihracat ve toplam satışlarda 2016’da sektörün büyümesine katkı sağlayan rekortmenleri aktarmak istiyorum.
- Tofaş, 2016 yılını toplam otomotiv üretimi ve ihracatında kırdığı Türkiye rekoruyla lider olarak tamamladı. 2016’da 383 bin 495 adetle araç üretimi yapan Tofaş, 279 bin 537 adet aracı da dünyanın farklı ülkelerine ihraç etti. Tofaş’ın üretiminin 190 bin adedi otomobil, 193 bin adedi ise hafif ticari araçtan oluştu. Tofaş tarafından Bursa’da üretilen Fiat Egea Sedan ise 2016 yılında 34 bin 755 adetle Türkiye’de en çok satılan otomobil modeli oldu.
- Renault ise otomobil üretimi, ihracatı ve satışında birinci sırada yer aldı. 2016 yılında 340 bin otomobil üreten Oyak Renault, bunun 270 bin adedini ihraç ederken, Renault Mais ise Türkiye’de 2016 yılında yine en çok otomobil satan şirket oldu. Renault, 106 bin 616 adetlik satışla 2016 yılında 17. kez binek otomobil pazarı liderliğini elde etti.
- Ticari araç üretimi, ihracatı ve satışında ise Ford Otosan yine ilk sırayı kimselere kaptırmadı. 2016 yılında 333 bin 740 adetle rekor üretim yapan Ford Otosan bunun 257 bin adedini ise ihraç etti. Ford Otosan, 2016 yılında Türkiye’de iç pazarda 68 bin 234 adetlik satışla hafif ticari araç sınıfında da ilk sırada yer aldı.
- Volkswagen ise toplam satışlarda yine lider oldu. VW 101 bin 763 adedi otomobil olmak üzere 2016 yılında toplam 134 bin 535 adetlik satışla 2016 yılında otomotiv pazarının şampiyonu oldu.
Şimdi 2017 yılında gözler yine bu marka ve şirketlerde olacak. Türkiye’nin sınıfında lider markaları bakalım bizi bekleyen bu zor yılda otomotiv sektörünü kurtarabilecek mi?
KEKLİK ÇITAYI YÜKSELTİYOR
OPEL, Türkiye’de kesinlikle 2016 yılının en dikkat çeken markalarından biri oldu. Özellikle Astra satışlarıyla dikkat çeken Opel’in Türkiye Genel Müdürü Özcan Keklik, 2016’da otomobil satışlarını yüzde 18 artırarak 55 bin 500 adetle en çok tercih edilen ilk 3 marka içinde yer aldıklarını belirterek, “ÖTV ve kurdaki artışa rağmen 2017 yılında pazara sunacağımız 3 yeni modelle yüzde 10-15 daralmasını beklediğimiz pazarda büyümeyi öngörüyoruz” dedi. Opel, geçtiğimiz yıl Astra ile elde ettiği başarıyı bu yıl da yeni Insignia ile devam ettirip 2017 yılına moralli giren markaların başında yer alıyor.
“Çok şükür 2016’da en çok otomobil satan ilk 10 marka arasına girdik. Son ay iyice yüklendik, hem ekip hem de bayilerimiz 30 bin adedi geçmeye odaklandı. Otomobil satışlarında 30 bin 513, Navara ile toplam satışlarda 32 bin adede ulaştık. Pazar yüzde 1.6 büyürken, biz yüzde 21 büyüdük. Bu arada aralık ayında ise 8’nci olduk. Bizim için çok iyi bir kapanış oldu.”
Sinan Özkök’e hemen, “Kaldı 8 bin” diye cevap gönderdim. Ne demek olduğunu hemen açıklayayım; geçtiğimiz nisan ayıydı Özkök’le görüşmüş bana, “Türkiye’de 40 bin adetlik satışa ulaşırsak, o zaman yatırım gündeme gelebilir” açıklamasını yapmıştı. Bende bunu sayfa manşetinden vermiştim. Nissan ve Renault’nun CEO’su olan Carlos Ghosn, bundan 2-3 yıl önce üst üste Türkiye’de Renault gibi yatırım yapmayı düşündüklerini açıklamış ancak şartlar bir türlü uygun olmamıştı.
OLACAK İNŞALLAH
Şimdi Özkök’ün dediğinden yola çıkarsak, üretimin tekrar gündeme gelmesi için Nissan’ın Türkiye’de 8 bin adet daha araç satıp 40 bine ulaşması lazım. Yatırım için çok uğraştığını sürekli dile getiren Özkök, “Ülkeye faydamın olması için çalışıyorum. İnşallah bir gün başaracağım. Kolay olmayacak, hemen olmayacak ama olacak inşallah” diyerek bunu ne kadar istediğini de açıkça ortaya koyuyor. Nissan Türkiye’de Özkök’ün tek başına mücadelesiyle yatırıma gelir mi gelmez mi bilemem ama Türk otomotiv sanayinin büyümek için yeni oyunculara ihtiyacı olduğu kesin. En son 20 yıl önce Türkiye’ye gelen büyük yatırımlarda artık kapasiteler limite dayandı. Ekonomiyi 2016 yılında adete tek başına sırtlayan otomotiv sektörünün bunu devam ettirmesi ve küresel pazarlarda stratejik önemini artırması için yeni markaların gelmesine ihtiyacı olduğu kesin. Ama her ihtiyaç duyulduğunda vergileri artıran bir sektöre kim yatırım yapar bilemem...
HAZIR DEĞİLSEN NEREYE KAPTAN!
Cuma günü meterolojinin kar uyarılarını dikkate alıp gazeteden erken çıktım. Saat 16.30 civarı eve dönerken yoğun kar Hadımköy civarında beni yakaladı. Altımda 4 çeker ve kış lastikli bir SUV (test aracı) olduğu için endişeli değildim, uyarılara uymuş gerekli her türlü önlemi almıştım. Trafikte iş sadece bana kalsa hiç bir sorun yaşamayacaktım ama çoğunluk bu uyarılara uymadığı için 4 saatten fazla aracın içinde mahsur kaldım. Sebebi kış lastiği olmayan özellikle hafif ticari, kamyon ve TIR’ların küçük yokuşları bile çıkamayıp yolda kalmasıydı. İşin vahim tarafı o lastiklerle gidemeyeceklerini bilmelerine rağmen kenara çekmek yerine ısrarla yol almaya çalışıyorlardı. Kesin ve net, bir an önce otomobiller dahil tüm araçlar için kış lastikleri zorunlu hale getirilmeli. Ama öyle sözde zorunluluk değil. Sıkı denetimlerle kontrol edilip, olmayanlara büyük cezalar kesilmeli. Niye bu bilinçsiz insanlar yüzünden biz mağdur oluyoruz ki. Bunlara 4 lastik fiyatından daha fazla ceza kesin ki akıllara başına gelsin.
Önceki gün Twitter üzerinden General Motors’a (GM) “Ya ABD’de üretim yap ya da büyük bir sınır vergisi öde” uyarısında bulunan Trump’ın bu sert söylemleri karşısında ilk teslim bayrağını çeken ise daha önce defalarca uyardığı Ford Motor Company oldu. Seçimler sırasında Trump’un, “Başkan olursam Meksika’dan ABD’ye getirilen araçlara yüzde 35 ek vergi koyacağım” açıklamasına, “Politikacılar anlamadıkları işlere karışmasınlar” cevabını veren Ford Motor Company CEO’su Mark Fields önceki gün tam bir geri adım atarak Meksika’da yapacağı ve 1.6 milyar dolara mal olacak fabrikanın iptal edilmesinin planlandığını açıkladı. Fields, söz konusu plan yerine, Ford’un genel merkezinin de bulunduğu ABD’nin Michigan eyaletinde şirketin 700 milyon dolarlık yatırım yapacağını ve bunun 700 kişilik yeni istihdam yaratacağını bildirdi.
Uzmanlar, Trump’ın ekonomi politikalarına işaret ederek, serbest piyasaya yapmayı planladığı müdahalelerin uzun vadede Amerikan ekonomisini ve piyasaları olumsuz etkileyebileceği konusunda uyarıda bulunurken, bu durumun Meksika ile sınırlı kalıp kalmayacağı ise şu an için soru işareti. Trump, sonuçta ABD’de gerçekleşen üretimlerin başta Meksika olmak üzerene başka ülkelere gitmemesini, bu nedenle ülkenin istihdam kaybı yaşamamasını istiyor. Bilmeyenler için 20’nci yüzyıl başından itibaren ABD’nin otomotiv merkezi olarak bilinen Michigan eyaletinde, 1970’lerden itibaren Amerikalı şirketlerin üretimlerini ucuz iş gücü nedeniyle Meksika, Güney Amerika ve Asya’ya taşımasıyla işsizlik artmaya başlamıştı. Michigan Eyaleti’nin en büyük şehri olan otomotiv şehri Detroit, 2013’te iflasını açıklamış, uzun zamandır tam bir ‘ölü şehir’ haline gelmişti.
Bundan yola çıkarak Trump’un amacı yatırımı ülkede tutup, istihdamı artırmak... Peki Türkiye başta olmak üzere ABD’li devlerin yatırımı olduğu diğer ülkeler ne olacak.
VAR OLANIN PEŞİNDE
Tüm bunları ABD’li Ford’un Koç Holding’le ortak olduğu Ford Otosan’ın Genel Müdürü Haydar Yenigün’e sordum.
Yenigün, öncelikli olarak Trump’ın tehditleri üzerine Mark Fields’in 1.6 milyar dolarlık Meksika yatırımını iptal etmesini çok kıvrak ve zekice bir manevra olarak yorumlayarak, “Ford, yeni başkanı karşısına almak istemedi. Bu doğru bir pozisyon. Çünkü Trump göreve geldikten sonraki dönem daha önemli. O noktada gerçekler daha net ortaya çıkacak” açıklamasını yaptı.
Bu durumun Ford’un Türkiye’deki yatırımlarını etkilemeyeceğine, Trump’ın asıl konsantrasyonunun Amerika olduğuna dikkat çeken Yenigün, şu görüşleri paylaştı:
“Trump, büyük balık peşinde. Var olan üretimin ülke dışına kaymasını önemsiyor. Bizim doğrudan Amerika ile bir işimiz yok. Avrupa’ya para kazandırmak da bir Amerikan şirketi olan Ford ve dolayısıyla Trump için iyi bir şey. Fiat-Chrysler’in Türkiye’de Koç ile ortak olduğu Tofaş’ın RAM markasıyla ABD’ye ihraç ettiği Doblo modeli de bu durumdan etkilenmez. Çünkü o araç ABD’de üretilmiyor. O adetlerde üretilmesi de mümkün değil.”
Buradaki amacım, 4 milyon insana ekmek kapısı olan Türk otomotiv sektörünün darbe yememesiydi. Çünkü Avrupa’dan ikinci el ithalatının önünün açılması, sadece Türkiye’de üretilen araçları değil, sıfır olarak ithal edilen araçlara da büyük bir darbe vurur. Bunu görmemezlikten gelemeyiz.
Ama yazıma okuyuculardan, ‘İthalat açılsın ki bizde lüks araçlara ucuza binebilelim. Niye bizi yerli araçlara mahkum ediyorsunuz?” tarzında bir çok tepki geldi. Tüketiciler kendi pencerelerinden kesinlikle haklılar. Sonuçta yüksek vergiler nedeniyle sadece hayalini kurdukları lüks markaların ikinci ellerine ithalatın önünün açılmasıyla ucuza binmeyi arzuluyorlar.
Ama Türkiye’nin buna izin vermesi için önce ikinci el otomobil ihracatının da yapılabileceği şartların oluşması gerekmez mi? Aksi takdirde Türkiye ikinci el araç çöplüğüne döner. Bugün Türkiye’de ikinci el araç fiyatları diğer ülkelere göre çok yüksek. Bunun sebebi de yeni otomobiller üzerindeki yüksek vergi yükü. Örneğin bugün orta sınıfta yer alan 3 yaşındaki bir aracın fiyatı 60-70 bin TL arasındaysa, bu aracı bu fiyata hiç bir ülkeye ihraç edemeyiz. Çünkü o ülkelerde aynı aracın yenisi bile daha ucuz fiyatlara satılıyor.
Bizim ikinci el ihracatı yapabilmemiz ancak bir ihracat teşviki ile mümkün olabilir. Burada da fayda/maliyete bakmak lazım. İhraç ettiğiniz değer ile devletin uygulayacağı teşvik arasında milli ekonomiye artı sağlayacak bir dengeye ulaşmak lazım ki bu artı değer 1 TL dahi olsa sistem çalışır. Çünkü bu sayede trafikteki çok yaşlı araçlardan kurtulmuş olunur ve otomotiv iç piyasasında canlanma sağlanabilir.
Belki ilk başta tüm modeller için uygulanması zor olabilir ama belli yaş ve üzerindeki araçlarla başlamak bile önemli bir adım sayılabilir. Örneğin; 10 yaş ve üzerindeki araçlarla başlanıp bir deneme yapılabilir. Bu sistem çalışırsa ‘Ömrünü Tamamlamış Araçlar’ (OTA) sistemi de çalışmaya başlar. Şu anda yüksek vergi yükü nedeniyle 20-30 yaşındaki bir aracın dâhi (normal şartlarda hurdaya ayrılması beklenirken) üzerinde bir piyasa değeri olması nedeniyle kimse aracını OTO sistemiyle hurdaya ayırmıyor. Kurulacak bu sistem toplam ihracat rakamlarımıza da önemli katkı sağlayabilecektir.
Sonuçta, AB’den ithalatın önünün açılması sağlıklı bir yapıda olursa buna kimse itiraz etmez. Ama bugünkü şartlarda biz satmadan sadece alırsak, hem Türk ekonomisi hem Türk otomotiv sektörü büyük yara alır.
İLK 10’A GİRMEK İÇİN BÜYÜK MÜCADELE
2016
AB Komisyonu müzakerelere başlamak için AB Konseyi’nden ‘yetkilendirme’ talep etti ve gelinen aşamada, Gümrük Birliği’nin kapsamının genişletilerek hizmetler, tarım ve kamu alımlarını da kapsayacak şekilde düzenlenmesi gündeme geldi. Buraya kadar olan kısmını geçtiğimiz hafta muhakkak duymuşsunuz veya okumuşsunuzdur. Ama bu değişim doğrultusunda gözden kaçan ve Türk otomotiv sanayini etkileyecek önemli bir noktayı bana Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) eski Genel Sekreteri Ercan Tezer hatırlattı. Tezel, Gümrük Birliği’nin modernize edilmesi kapsamında 1996’dan bu yana kısıtlı olan kullanılmış motorlu taşıt araçlarının serbest dolaşımının yeni düzenlemede yer aldığını aktardı. Diğer bir deyişle modernize çalışmaları kapsamında Avrupa Birliği’nin özellikle kurucu 7 üye pazarında yer alan kullanılmış motorlu taşıt araçlarının Türkiye’ye serbest olarak ithali söz konusu olabilecekmiş.
OSD MÜCADELE VERDİ
Tezer, Gümrük Birliği müzakereleri sırasında Türkiye’nin en önemli mücadeleyi kullanılmış araçların serbest dolaşımına ilişkin verdiğini hatırlatarak, “OSD olarak yaptığımız ayrıntılı çalışmalarla konuyu ilgili kamu kurumları nezdinde gündeme getirmiş ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan doğrudan destek almıştık. Bu konu hükümet tarafından da desteklenince kullanılmış motorlu taşıt araçlarının ithalatı yasaklanmıştı. Bu da Türkiye’de otomotiv sanayimizin gelişiminde çok önemli bir katkı sağlamış, yatırımları artırmıştı. Bizim burada bürokratik kurumlarla hedefimiz, tam üyelik dönemine kadar bu kısıtlanmanın devamını sürdürmek olarak belirlenmiş ve tüm görüşmeler bu esasa göre sürdürülmüştü” açıklamasını yaptı.
Bu noktada Tezer’in söylediklerine ilave olarak AB’ye 1996 sonrası tam üye olarak katılan Doğu Avrupa ülkelerinin durumunu vermek aslında konunun vehametini göstermek açısından önemli. Doğu Avrupa ülkelerinde kullanılmış araçlar üyeliğin ilk günden itibaren serbest dolaşıma girmiş, bu pazarlarda üretilen araçlar ise kısa sürede pazar dışında kalmıştı. Şimdi kesin olmamakla beraber Gümrük Birliği’nin modernizasyonu için yapılan müzakerelerde Avrupa Birliği (AB) tarafının kullanılmış motorlu taşıt araçlarının serbest dolaşımını tekrar gündeme getirmesi söz konusu. Bu henüz çok küçük bir ihtimal dahi olsa Türkiye’de hükümetin ve sanayinin şimdiden gerekli önlemleri alması gerekiyor. Aksi takdirde iş işten geçmiş olabilir.
MAHMUTBEY’DEN 1, BOĞAZ’DAN 11 GEÇİŞ
GEÇTİĞİMİZ hafta ‘Avrasya Tüneli’nin açılmasıyla, Avrupa’dan Asya’ya geçmek için tam 11’inci alternatif yaratıldı. Ne mi bunlar; “3 köprü, 2 tünel, metrobüs, vapur, feribot, deniz otobüsü, deniz taksisi ve motor (deniz).” Özel tekne ve yatları saymıyorum bile. İstanbul trafiğini düşününce daha da fazlasının gerektiğini biliyoruz. Ama İstanbul sadece Avrupa’dan Asya’ya geçişten ibaret değil ve sadece o güzargâhlar tıkalı değil. Bugün hızla gelişen ve her geçen gün konutlara yenisi eklenen, Beylikdüzü, Bahçeşehir, Hadımköy, Avcılar, Esenyurt’ta oturan 2 milyonu aşkın kişi ne yapacak? Anadolu yakasına 11 alternatif yolla gidilirken, bu yerleşim yerine tek alternatif TEM üzerinden Mahmutbey gişeler. Yan yollara girmeyi düşünmeyin bile. Ağrıma giden sanki bu sorun sadece biz gazetecilerin sorunuymuş muamelesi görüyoruz. Efendim ‘serbest’ geçişle çözüleceğini söylüyorlar. Sizce mümkün mü? Ne metro var ne tren var ne alternatif bir yol yapılıyor. Biz yıllarca karşıda oturanlara üzülürken, şimdi onlar 10-15 kilometrelik bu güzergâhı en az 1 saatte gitmemize üzülüyorlar. Umarım çözülür, yoksa yakında Mahmutbey’de cinnet geçirenleri çok sık duyabilirsiniz.