Emre Özpeynirci

Otomotivin tek ihtiyacı itibar

5 Haziran 2017
"11 yıldır üst üste ihracat şampiyonu olan, Türkiye ihracatının yüzde 20 sini tek başına gerçekleştiren otomotiv sanayinin yarattığı değerin çok altında bir kamu algısı var. Hak ettiği pozitif algı ve siyasi irade ilgisi için ilgili sivil toplum kuruluşları daha çok emek sarf etmelidirler.” Bu sözler şu anda Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği (OİB) Başkan Yardımcısı olan eski TAYSAD Başkanı Ömer Burhanoğlu’na ait.

Hürriyet Ekonomi’de ‘Otomobille uçuşa geçti’ başlığıyla verdiğimiz mayıs ayı ihracat sonuçlarına ilişkin haberimizden sonra bu açıklamayı yapan Burhanoğlu’na yüzde 100 katılıyorum. Otomotive sektörüne yıllardır hak ettiği gerekli itibarı vermeliyiz. Otomotiv sanayinin başarısını başka herhangi bir sektör gerçekleştirseydi inanın el üstünde tutulur, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, ‘Montajcı’ diye değerlendirilmezdi.

Son 10 yılda 15 milyar dolar, 2016’da 1.96 milyar dolar dış ticaret fazlası veren otomotiv sektörünün verdiği fazla 2017’nin ilk üç ayında 2.7 milyar dolar seviyesine yükseldi. Bu rakam nisan ayında 3 milyar doları aşacak. Bu yıl sonunda 27 milyar dolarlık ihracat hedefleyen otomotiv sanayinin, vereceği fazlanın da 10 milyar doları zorlaması bekleniyor. Eğer bu gerçekleşirse otomotiv sektörü yıl sonunda üretim ve ihracat dışında, dış ticaret fazlasında da rekor kıracak.

Bugün otomotiv sektörünün Türk ekonomisinin tek başına dinamosu olduğuna kimse itiraz edemez. Ayrıca montajcı filan da değil, ciddi ciddi Türkiye’de kurulan Ar-Ge merkezlerinde önemli geliştirmeler ve ardından üretimler yapılıyor. Yerli parça kullanım oranları yüzde 70’leri aşmış durumda. İstihdama katkısı tartışılmaz, işsizlikle mücadelede de ciddi payı var. Ayrıca yan sanayinin gelişmesine de katkı sağlıyor. Yani aslında otomotiv bizim coğrafyada bayraktarlığını yapabileceğimiz en güçlü hatta tek sektör adayıdır. Bu noktada Toyota Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurt’un söylediği şu sözler çok önemli: “Çıkıp tüm üreticilere, “Gelin yatırımlarınızı burada yapın, biz önümüzdeki 10 yıl içerisinde otomobil ile ilgili vergilerde şöyle bir plan içerisinde hareket edeceğiz ve bunu 10 yıl boyunca değiştirmeyeceğiz. Ondan sonraki 5-10 yıllık süreçte ise şu şekilde hareket ederek kademeli olarak vergileri dünya ölçeklerine getirmeyi planlıyoruz. Böylece pazarın 1 milyon adedin altına düşmemesini sağlayacağız, hatta ikinci 10 yılda 1.5 milyon adet olması için çalışmalar yapacağız” gibi bir garanti verebilsek, mevcut üretim yapan markaların ilave yatırımlarını çekmek konusunda çok ciddi şansımız olacağını düşünüyorum. Hatta, henüz üretim yapmayan markaların da Türkiye’de yatırım planlarını masaya yatıracaklarına inanıyorum. Yatırımcının 10 yıllık projeksiyonu görebilmesi çok çok önemlidir.”

TÜRK SAMURAYLAR YATIRIM PEŞİNDE

BUGÜN Otoyaşam sayfalarında dünya devi 2 Japon markanın Türkiye’deki yöneticilerinin açıklamalarına yer verdim. Türkiye’nin en çok araç satan ilk 10 markası arasında yer alan Toyota ve Nissan, hem satışlarını artırıyor hem de ülkeye yatırım konusunda önemli adımlar atıyor. Bugün Toyota’nın en büyük avantajı kuşkusuz Sakarya’da Corolla ve C-HR modellerini üretiyor olması. Bu yerli desteğiyle birlikte hızla büyüyen ve 50 bin adetlik satış sınırını aşan Toyota’nın Türkiye hedefleri büyük. Çok az sayıda modelle Türkiye’de 32 bin adetlik satışa ulaşan Japon Nissan’ın hedefi ise rakibi Toyota gibi Türkiye’de yerli üretim avantajına sahip olmak. Nissan, yılda 40 bin adetlik satışa ulaşırsa, Japonya merkezin yatırım için ikna olacağına inanıyor. İşte o zaman Toyota ve Honda’dan sonra Türkiye’de üretime gelen 3. marka olabilecek ve satışlarını daha hızlı artırabilecek. Ben işin yatırım tarafındayım. Nissan’ın Türkiye’de en az 100 bin adetlik bir yatırım yapması halinde, Japonların otomotiv sanayine katkısı 400 bin adetleri aşacak. Yani Honda’nın da kısa sürede üretimini 100 bin adetlere çıkartacağını düşünürsek, Türk samuraylar ekonomiye büyük katkı sağlayacak gibi görünüyor.

Yazının Devamını Oku

‘Milli oto’ gündemde ‘Milli CEO’lar atakta

29 Mayıs 2017
‘Yerli’ veya ‘Milli otomobil’in gündeme gelmesinden bu yana tam 7 yıl 5 ay geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ocak 2011’de Başbakan iken TÜSİAD İstişare Konseyi toplantısında iş dünyasından yüzde 100 yerli otomobil markası geliştirilmesi talebinde bulunmuştu.

Ancak aradan geçen 7 yılda TÜBİTAK’ın bünyesinde gerçekleşen bazı çalışmalar dışında çok somut bir adım atılmadı, atılamadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Mayıs’ta katıldığı son TÜSİAD toplantısında, “Şu salondan babayiğit çıkmıyorsa dükkanı kapayalım” çağrısı yaparak, yerli otomobil talebini yineledi. Ancak bu çağrısına da heyecanlı bir yanıt bulamayan Erdoğan, bir hafta sonra bu kez babayiğit arayışını TOBB genel kurulunda da devam ettirerek şunları söyledi: “Bir teklifim var. Bu milletin evladı olarak buna hasretim. Gelin, şu yerli yüzde 100 üretimi olan otomobilimizi TOBB camiası içerisinden çıkartalım. TOBB yüzde 100 yerli otomobili ‘Made in Turkey’ olarak çıkarsın. Biz bu konuda yanınızdayız. Montajcılık bu millete yakışmıyor. Artık bu millet üretebilecek beyine de ürüne de sahip…”

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜSİAD’ın aksine Erdoğan’ın çağrısına hemen cevap verip, “Sayın Cumhurbaşkanım biz bunu yaparız. Siz yeter ki yanımızda olun. Siz bizim yanımızda olduktan sonra biz bunu yaparız” yanıtıyla ‘yerli otomobil’ konusunda istekli olduklarını ortaya koydu. Şimdi Erdoğan başta olmak üzere herkes heyecanla 6 Haziran’ı bekliyor. Çünkü TOBB Yönetim Kurulu Toplantısı’nın gündem maddesinin ‘yerli otomobil’ olacağı belli oldu.

Bu konuda çok yazdım, çok yorum yaptım. En başından beri söylüyorum, ‘Türkiye kendi markasını çok kolaylıkla üretir.’ Sahip olduğumuz otomotiv sanayi her türlü otomobili geliştirip, üretecek bilgi ve birikime sahip. Tek sorun bu markayı ve ürettiğimiz bu otomobilleri kime ve nasıl satacağımız. Dünya otomotiv endüstrisinin hızla geliştiği, artık geleceğin elektrikli ve sürücüsüz otomobillerden oluşacağının kesinleştiği bir dönemde, biz kime rakip olacağız? 100 yıllık geçmişe sahip markaları mı yoksa Tesla gibi 13 yıl önce kurulan ve piyasa değeri olarak Ford’u bile geçen yeni nesil otomotiv şirketlerine mi? Bu konuda TOBB’un neler yapacağını yakın zamanda göreceğiz, ama işlelerinin kolay olmadığını söylemeliyim. Sırf yapmış olmak için yapmamak, dünya otomotiv endüstrisini yakından incelemek gerekiyor. Yoksa sonu hüsran olur, yatırım yapan ciddi zarar edebilir. Örnekler çok...

BEN AHKAM KESEMEM
Ben burada ‘yerli otomobil’ konusunda ahkam kesmek niyetinde değilim. Sadece son 7 yılda Türkiye’de yerli otomobil gündemi meşgul etse de atlanan çok önemli bir şey var. O da Türk yani yerli yönetici rüzgârı... Otomotiv Distribütörleri Derneği’ne (ODD) üye 45 otomotiv markası var. Üye olmayanlarla bu sayı yaklaşık 48-49 civarında. Bundan 10-15 yıl önceye kadar Türkiye’de yer alan markaların birçoğunun başında yabancı yönetici görev yaparken varken bu sayı bu yıl itibariyle 2’ye düştü. Yani Türkiye’de sadece 2 marka ki onlar da Peugeot ve Honda yabancı genel müdürler tarafından yönetiliyor. Geri kalan tüm markaların başında artık Türkler var.

Yani uluslararası markalar başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada artık yerel yönetici stratejisine yöneldi. Pazarı daha iyi koklayan, bayilerle, müşterilerle daha iyi iletişim kurabilen yerli yöneticiler tercih edilmeye başlandı. Çünkü Türkiye özelinde bakarsak, yabancı bir yöneticinin pazar dinamiklerine ve şartlarına alışması 2 yılı buluyor. Tam alıştı derken 3 yıllık görev süresinin sonuna geliyor ve hop başka ülkeye transfer oluyor. İşte artık bu tip sıkıntılar otomotiv dünyasında pek olmayacak gibi gözüküyor. Burada bence en büyük sıkıntıyı Türkiye’ye gelip daha sonra hızla uluslararası arenada basamakları tırmanan yabancı yöneticiler yaşayacak. Çünkü Türkiye gibi sürekli değişen dinamik bir pazarda görev yapmak, kariyerlerinde önemli bir fırsatı onlara sunuyordu. Ama artık arena Türk yöneticilerine kaldı.

İlanla girdi zirveye çıktı

TÜRKİYE’de son dönemde yerli yöneticiyi tercih eden uluslararası otomotiv devleri arasında Nissan, Mercedes ve Volvo yer alıyor. Uzun yıllar Nissan Türkiye’nin başında Japonlar yer alırken, Sinan Özkök bu durumu bozarak ilk Türk Genel Müdür oldu. Aynı şekilde Mercedes 50 yıldır Türkiye’de hep Almanları tepeye getirirken, ilk kez bir Türk’ü Süer Sülün’ü Direktörler Kurulu Başkanı olarak atadı. Son yerli yönetici hamlesi ise İsveçli Volvo’dan geldi. Bugüne kadar Türkiye’de hep yabancı genel müdür tercih eden İsveçli marka, ilk kez bir Türk’ü başa getirdi. O isim de 20 yıldır Volvo Türkiye’de birçok kademede çalışmış Sabri Sözen oldu.

Yazının Devamını Oku

36 bin araç nasıl kayboldu?

22 Mayıs 2017
TÜRKİYE’de otomobil ve hafif ticari araç satışları her ay düzenli olarak açıklanır. Yani ‘hangi marka ne kadar satmış’, ‘hangi modeli daha fazla talep görmüş’ hepsini şeffaf olarak görürüz. 

Otomotiv bu konuda düzenli veri açıklayan yegane sektörlerden biridir. Şeffaf ve kurumsal bir sektördür. Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) her ay sonunda markalardan, model ve sınıf olarak satışlarını ister ve bunları toparlayıp rapor olarak sunar. Buna göre pazarın durumu, markaların sıralaması, en çok satan otomobillerin listesi belli olur. Firmalar da bu rapora göre stratejilerini belirleyip hedeflerini koyarlar. Çoğu zaman ilk 10 marka arasında ne denli çetin bir mücadele olduğunu, sıralamanın ‘at başı’ şeklinde nasıl son anda değiştiğine şahit oluruz.

Ama dediğim gibi ODD’nin raporunda yer alan rakamlar firmaların beyanlarına dayalıdır. Özellikle filo satış rakamlarını başka bir kayıt olmadığı için tamamen ‘gönlünden ne koparsa’ şeklinde verirler. Ama satış rakamlarında Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini de dikkate almak durumunda olduklarından çok fazla sapma yapma şansları yoktur. Çünkü TÜİK gecikmeli de olsa, trafiğe kaydı yapılan araç sayısını düzenli olarak verir. Burada tam anlamıyla kesin rakamlar oluşur. Bu yüzden otomotiv markaları aylık satış rakamlarını verirken bunun bilincinde hareket ederler.

Ama son yıllarda özellikle kritik dönemlerde, markalar ve bayiler nezdinde açığa satışlar yaşandığından ODD ve TÜİK raporları birbirini tutmamaya başladı. Bazı firmalar ve bayiler hedeflerini tutturabilmek için ellerindeki araçları satılmış gibi gösterip, ODD’ye beyan ediyor. Bayiler bu tip araçları daha sonraki aylarda stokta yer alan ‘sıfır 2. el’ olarak satmaya devam ediyor. Ama bazı araçlar ki bunlar TÜİK raporlarından ortaya çıkıyor, trafiğe kaydı olmadan satılmış gibi gösteriliyor. İşte bunu da sadece iki rapor arasındaki farka bakanlar anlayabiliyor. Şöyle bir 2016 yılı TÜİK raporuna baktığımızda Türkiye’de ODD’nin açıkladığı satış rakamlarından 35 bin 799 adetlik bir sapma olduğunu görüyorsunuz. “Ama TÜİK’te daha fazla marka yer alıyor” diye düşünen olursa merak etmeyin, ODD raporunda yer alan 45 markaya göre hesap yapılmıştır. Sonuç olarak trafiğe kaydı yapılan araç sayısı ODD’nin açıkladığından daha az. ODD, 2016 yılında toplam 983 bin 730 adet otomobil ve hafif ticari araç satıldığını açıklarken TÜİK aynı dönemde trafiğe kaydı yapılan araç sayısının 947 bin 921 adet olduğunu söylüyor.

Yani aradaki fark sanki satılmış gibi gösterilmiş araçlardan oluşmuş. Bunun üzerine trafiğe kaydı yapılıp yine satılmış gibi gösterilen ‘sıfır 2. el’ araçları da eklediğimizde rakam 2-3 katına çıkıyor.

İşte o zaman ne oluyor ben size söyleyeyim. Eldeki bu satılmış gibi gösterilen araçlar bir sonraki yıl satılıyor. Hemen bunun için yeni bir TÜİK örneği vereyim. 2017 yılının ilk 3 ayında TÜİK raporundaki toplam satış ODD raporundan yaklaşık 79 bin daha fazla. Yani o 2016 yılında satılmış gibi gösterilip, trafiğe kaydı yapılmayan araçlar var ya, bu yılın ilk 3 ayında ancak kayıt olmuş. Böyle olunca da ODD’ye göre ilk 3 ayda 156 bin, TÜİK raporunda ise 235 bin adet civarında araç satışı yapılmış gözüküyor. Pazarın daha sağlıklı olması için bence firmalar ve bayiler artık bu satılmamış araçları satılmış gibi göstermekten vazgeçmeli. İnanın markaların değerlerini düşürüp, tüketiciyi yanıltmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor, bayiler arasında haksız rekabet yaratıyorlar.

TEPELERDE DEĞİŞİM İDDİASI27 Şubat’ta ‘Ferit Şahenk otomobilden vazgeçer mi?’ başlığıyla Doğuş Otomotiv’in Katarlı bir gruba satılabileceği iddiasını sizlere aktarmıştım. Bu yazımla ilgili ne Doğuş Grubu’ndan ne başka kanallardan bir yalanlama veya açıklama gelmedi. Bu iddiaların doğru olup olmadığını inanın ben de pek bilmiyorum. Bu konuda çok fazla istihbarat geliyor ama henüz güvenip de yazılabilecek noktada değiller. Ama Volkswagen Grubu’nda yüzde 17, Porsche’de yüzde 12.83 hisseye sahip fonun Katarlı olduğu düşünülürse, böyle bir operasyon inanın pek fazla da şaşırtmaz.

 

İşte henüz bu iddialar ortada dolaşırken, geçen hafta otomotiv sektöründe yeni bir söylenti rüzgarı esmeye başladı. O da Doğuş Otomotiv’in bünyesindeki bir çok markanın üst yönetiminin değişeceği yönündeydi. Yani Volkswagen’den Audi’ye, Seat’tan Porsche’ye kadar markaların üst yönetimlerinde bir revizyona gidileceği iddia ediliyor. Marka yöneticileri bunu şu an için doğrulamasa da olur mu olmaz mı önümüzdeki günlerde net olarak göreceğiz.  Türkiye’nin en çok otomobil satan sessiz grubunu izlemeye yakından devam ediyoruz.

Yazının Devamını Oku

Bu yakışıklı İzmit’e gelecek, nokta

15 Mayıs 2017
GÜNEY Koreli otomotiv devi Hyundai, son yıllarda Avrupa’da hızla büyüyen küçük SUV sınıfında yer almak ve Avrupa’da en büyük Asyalı otomotiv üreticisi olmak için atağa kalktı.

Bu atak için de elindeki en büyük kozu eylül ayında Frankfurt fuarında dünyaya tanıtacağı ‘Kona’ isimli yepyeni modeli olacak. Küçük SUV sınıfında yer alan Kona’nın nerede üretileceğine ilişkin ‘Henüz resmi karar verilmedi’ diye açıklama yapılsa da çok büyük ihtimalle Hyundai Assan’ın İzmit fabrikasında üretileceği ortada. Zaten Hyundai Assan yetkilileri de bunu çok iyi bildikleri için açıklamalarında ‘henüz’ kelimesine yer verdiler.

Sebebi açık Avrupa’da satacak ve İzmit’te üretilen i20 platformunda yükselecek bu aracın Kore’de üretilip gönderilmesi pek de mantıklı değil. Zaten Hyundai Assan’ın Koreli Başkanı da Türkiye’de kompakt bir SUV üretileceğini açıklamış, ama iki seçenek arasında olduklarını daha önce söylemişti. Bürokrasi aşıldığında ve Türkiye’ye bu konuda açıklama yetkisi verdiklerinde modelin İzmit’e verildiğini resmi olarak da öğreneceğiz.

Gelelim şimdi asıl konumuza... İsmini kahvesiyle ünlü Hawaii’nin bir bölgesinden alan Kona dünya tanıtımı öncesinde ilk kez kamuflajsız olarak Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan reklam çekimlerinde görüntülendi. Daha önce resmi olarak yayınlanan teaser (tanıtım) resimlerinde olduğu gibi modelin kaputunun hemen altında yer alan ince farlar dikkat çekerken, yeni model bu görüntüsüyle Jeep Cherokee ve Citroen C4’ü de andırıyor. Ancak genel tasarımı hem orijinal, hem de ilginç buldum.

Markanın yine Türkiye’de ürettiği i20’yi temel alan daha doğrusu aynı platformda üretilecek aracın 3 farklı motor tipi olacağı belirtiliyor. Hyundai, bu modelle Avrupa’da en büyük Asyalı üretici olmak için Toyota ve Nissan’ı geçmek istiyor. 2016 yılında Toyota Avrupa’da yüzde 7 artışla 596 bin 515 adet araç satarken, Nissan yüzde 1.2’lik kayıpla 549 bin, Hyundai ise yüzde 7 büyüme ile 499 bin 22 adet araç sattı. İşte bu noktada Hyundai, İzmit’te ilk etapta 50 bin adet olarak üreteceği bu yeni modelle aradaki farkı kapatarak Avrupa’da Asya markalarının lideri olmak istiyor. 

İşin bir başka ilginç tarafı aynı sınıfta Japon Toyota’nın Türkiye’de C-HR’yi üretmesi. Yani Avrupa’da Asyalı markaların liderliğini önümüzdeki yıllarda Türkiye’de üretilen küçük SUV modelleri belirleyecek gibi.

ARTIK HER PAZARTESİ CANLI YAYINDAYIM

Yazının Devamını Oku

77 milyar dolarlık ‘otonom’ pastası

1 Mayıs 2017
OTOMOTİV sektöründe geleceğin artık kendi kendine giden otonom (sürücüsüz) araçlardan oluşacağı kesinleşti. Şu an otomotiv sektöründe yer alan veya almayan bir çok firma sürücüsüz araçlar konusunda hızlı bir çalışma içinde.

Özellikle son yıllarda satışa sunulan lüks sınıftaki araçların neredeyse tamamı yarı otonom özelliklere sahip bir şekilde yollardaki yerini şimdiden alırken, tam otonoma geçiş öncesi orta sınıftaki araçların da bu özelliklerle piyasaya sunulması bekleniyor. Tesla gibi yeni nesil otomotiv markaları ile birlikte Google, Apple gibi teknoloji devlerinin de bu konuda kafa patlattığı düşünülürse gelecekte sürücüsüz otomobiller, pazardaki rekabeti belirleyecek gibi gözüküyor. Bir diğer açıdan bakarsak, kendi kendine giden otomobilleri üretmek için yaşanan yarış önümüzdeki yıllarda çok büyük şirket evliliklerini ve satın almaları da gündeme getirecek.

Uluslararası danışmanlık şirketi Boston Consulting’in yaptığı bir hesaplamaya göre 2035 yılında otonom araç sektörünün büyüklüğünün 77 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Kendi teknolojisine sahip firmaların bu pazarda çok büyük kârlara ulaşacağı da belirtiliyor. Bu yüzden bu teknolojiye sahip olmanın en kolay ve hızlı yolu satın almaktan geçiyor.

Sürücüsüz otomobiller konusundaki anlaşmalar iki kategoriye ayrılıyor. Büyük teknoloji devleri kurulu tedarikçileri almak için milyar dolarlar harcarken, otomobil üreticileri ve tedarikçiler ise erken aşamadaki startup şirketlerini alma yolunu tercih ediyor. Yani büyük şirketler şu an için daha büyük oynuyor ve bu pazarı kimseye kaptırmamak için uğraşıyor gibi. Otomobil üreticileri ise Silikon Vadisi’ndeki küçük girişimleri bünyesine katarak ilerleme yolunu seçmiş durumda. Sonuç olarak şu çok net, gelecekte otomotiv sektörünü otonom araçlar ve bu konuda başarılı olan şirketler şekillendirecek. Halen ‘Milli otomobil’in tartışıldığı Türkiye’de de bence bu konuda çalışmalar yapılıp, devlet tarafından desteklenmeli. Çünkü yeni başlayan bir yarışta başarı şansımız daha yüksek olacaktır. O yüzden bırakalım vergi artışını, hurda teşvikini bir an önce sektör olarak bu konuda neler yapabileceğimize veya nasıl bir destek alabileceğimize kafa yoralım.

HOLLYWOOD’UN ENDİŞESİ DE AYNI

23 Ekim’de ‘Ya sürücüsüz otoları korsanlar kaçırırsa!’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. Hatırlamayanlar için o günlerde bilgisayar korsanları evimizde internete bağlı ne cihaz varsa ona ulaşmayı başarmış, bu durum dünya çapında büyük ses getirmişti. Ben de buzdolabına bile sızan siber korsanların otomobile saldırmamasını beklemenin gülünç olacağını belirterek şunları dile getirmiştim; “Benim asıl merak ettiğim otonom yani sürücüsüz araçların hayatımıza tam anlamıyla girdikten sonra ne olacağı? Çünkü internet ve teknoloji kullanımı bu araçlarda en üst seviyeye çıkacak. Hatta önümüzdeki dönemde sürücüsüz otomobillerde kullanılacak 5G gibi bağlantılar siber korsanlar için bulunmaz fırsat yaratacak. Düşünün araç kendi kendine giderken siz arkada uyuyorsunuz, korsanlar araca sızıp sizi istediği yere istediği şekilde götürebilir.”

İşte benzer endişeleri duymuş olmalılar ki şu an gösterimdeki ‘Hızlı ve Öfkeli’ filminde bu konuya geniş bir şekilde yer vermişler. Filmde bir siber korsanı canlandıran Charlize Theron, New York’ta internete bağlı araçları ele geçirerek, kendi kendine giden araçlardan bir ordu yaratıyor. Bu araçlar sürü halinde uzaktan kumandayla ilerlerken, binaların tepelerinden caddelere filan uçuyorlar. Yani aslında Hollywood’un ve dolayısıyla ABD’nin de benzer endişeleri taşıdığı, bu sebeple bunu uyarı olarak algılamak gerektiğini düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

AutoShow oldu YERLİ ŞOV

24 Nisan 2017
HER ŞEY aslında 2016 yılı Kasım ayında yapılan ÖTV artışıyla başladı. Sektörde işler iyi giderken, ekim ayında başlayan söylentiler sonrası kasım ayında gerçekleşen vergi artışıyla otomotiv markalarının tüm planları şaştı.

Sonuçta 2016 yılını 1 milyon adetlik satışla tamamlasalar da herkesin kafasında 2017 yılının kötü geçeceğine dair endişeler oluşmaya başladı. Bazı markalar pazarın en az yüzde 10 daralacağını belirtirken bazıları bu daralmanın özellikle lüks otomobillerde yüzde 30’u aşacağını ortaya koyuyordu. Vergi artışına ellerinde stok baskısıyla yakalanan ve kâr marjları hızla düşen otomotiv markaları 2017 yılına ciddi tasarruf önlemleriyle girdi.

İşte böyle bir ortamda Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) yönetim kurulu toplantısının ana gündemini ise 2 yılda bir düzenlenen ve geçtiğimiz hafta kapılarını açan ‘İstanbul Autoshow Fuarı’ oluşturuyordu. 2017’de pazarda daralma öngörülüğünden bazı markalar fuarın iptal edilmesi gerektiğini söylerken bazıları ise artık bu karar için geç kalındığını, 2019 yılında ki fuarının iptal edilebileceğini beyan ettiler. Sonuçta ortak bir karara varılmadı ve fuarın düzenleneceği açıklandı. Ama gelin görün ki 2017 yılının başında basına yavaş yavaş fuara katılmayan markalar sızmaya başladı. Sayı her geçen gün artıyor ancak buna rağmen ODD’den ‘fuar yapılacak’ açıklaması geliyordu.

Kısa sürede fuara katılmayan marka sayısının 20’ye yükseldiği ortaya çıktı. Bu markaların bazıları artık inanmadığı bazıları ise tasarruf yapmak için çok kısa zaman kala fuarın düzenlendiği TÜYAP’a cezalarını ödemeyi göze alıp katılmamayı tercih ettiler.

Katılmayan markalar arasında fuarı düzenleyen ODD’nin Başkan ve Başkanvekili’nin temsil ettiği markalar da olunca durum iyice karıştı. Bugün ODD Başkanı Mustafa Bayraktar, Citroen, DS, Subaru ve Infiniti markalarının Türkiye temsilciliğini yaparken Başkanvekili Ali Bilaloğlu ise Volkswagen, Audi, Skoda, Lamborghini, Bentley, Seat, Porsche ve Bugatti markalarının Türkiye Distribütörü olan Doğuş Otomotiv’in CEO’su pozisyonunda. Ayrıca Kia markasını temsil eden yönetim kurulu üyelerinden Bora Koçak da fuara katılmayacağını açıkladı. Yani 7 kişiden oluşan yönetim kurulundan 3’ü katılmayacağını açıklamıştı. Derneğin denetim kurulunda yer alan 3 üyeden 2’si de fuara katılmama kararı aldı. Bu üyelerden en önemlisi BMW, MINI, Land Rover ve Jaguar’ın Türkiye temsilcisi olan Borusan Otomotiv’in CEO’su Eşref Biryıldız’dı. Fuara katılmayan diğer denetim kurulu üyesi ise Mazda’nın Genel Müdürü Nurkan Yurdakul’du. Sonuçta yönetimden 4 üye katılma kararı alınca fuar gerçekleşti. Ama kuşkusuz başkan ve vekilinin olmaması, katılmayan firma sayısının yükselmesinde etkili oldu.

Son tahlilde fuara ağırlıkta olarak Türkiye’de yatırımı olan yani üretim yapan markalar katıldı. Türkiye’de fabrikası olan Renault, Ford, Fiat, Toyota, Hyundai, Honda ve Mercedes fuardaki yerlerini aldı. Yani aslında üretim ve ihracatın verdiği güçle Autoshow tam bir ‘yerli otomobil şovu’ rengine büründü. Üretimi olmayan ama fuara katılan markalar ise bir elin 5 parmağını geçmiyordu.

ÜZÜLDÜĞÜM İKİ KESİM

Kuşkusuz katılımın düşüklüğü fuarın açılışına da yansıdı. Türkiye’nin en büyük sektörünün en önemli etkinliğine bırakın Cumhurbaşkanı veya Başbakanı, bakan düzeyinde bile katılım olmadı. İhracatta, üretimde, istihdamda ekonomiyi sırtlayan böylesine önemli bir sektörün 2 yılda bir gerçekleştirdiği önemli bir etkinliğinin açılışında sadece hükümet düzeyinde Bakan ve Müsteşar yardımcılarının olması da düşünülmesi gereken başka bir durum.

Bu noktada üzüldüğüm iki kesim var; biri fuara inanıp, büyük yatırımlar yaparak katılan markalar, diğeri ise hayallerindeki otomobilleri görmek için Beylikdüzü’ne gidip umduğunu pek bulamayan otomobilseverler. Benim ve bir kaç meslektaşımın yazdığının dışında resmi olarak fuara katılmayan markalar açıklanmadığı için otomobilseverler fuara gidince Lamborghini, Ferrari, Maserati, Bentley, Bugatti, Porsche, BMW ve Land Rover gibi rüya otomobillerin olmadığı gerçeği ile karşılaştı. Yani yorumlarda tüketiciye karşı ayıp edildiği üzerinde de duruluyor.

Yazının Devamını Oku

Emeklilik başka bahara kaldı!

17 Nisan 2017
EMEKLİLİK süresi dolan ve son 1 yıldır uzatmaları oynayan 63 yaşındaki Borusan Otomotiv CEO’su Eşref Biryıldız’ın yerine uzun süredir birinin arandığını yazmıştım.

Mayıs ayında yeni 5 Serisi ile jübile yapmayı planladığını açıklayan Biryıldız’la geçtiğimiz hafta bu lansman için Bodrum’da birlikteydik. Biryıldız, öncelikli olarak henüz kendisinin yerine birinin bulunamadığını belirtse de müjdeyi sona bıraktı; “Borusan Otomotiv’de kalıyorum.” Bilmeyenler için bugün BMW, Land Rover, Jaguar ve MINI gibi markaların Türkiye temsilcisi olan Borusan Otomotiv iki ortaklı bir şirket. Yüzde 50’sı Borusan Holding’e yani Kocabıyık Ailesi’ne yüzde 50’si ise İran kökenli Vahabzadeh Ailesi’ne ait olan şirketin yönetim kurulunda her iki aileden 4’er üye bulunuyor. Geçtiğimiz hafta yapılan yönetim kurulu toplantısında şirketin Yönetim Kurulu Başkanı olan Hossein Vahabzadeh görevini Ali Vahabzadeh’e bırakarak emekli oldu.

Böylece yönetim kurulunda Vahabzadeh Ailesi’nden 3 üye kaldı. Uzun süredir yeni CEO (İcra Kurulu Başkanı) arayışındaki Ali Vahabzadeh de şirketin başına geçince ilk icraatı Eşref Biryıldız’a yönetim kurulu üyeliği teklif etmek oldu. Böylece hem yönetimdeki Vahabzadeh sayısı 4’e tamamlanacak hem de sektördeki önemli bir profesyoneli ellerinde tutmaya devam edeceklerdi.

Biryıldız, “Bu üyelik başka yere transfer olmamanız için kısa süreli bir teklif miydi?” soruma ise, “Hayır, Ali Vahabzadeh birlikte uzun yıllar çalışmak ve deneyimlerimden yararlanmak istediğini söyledi” cevabını verdi.  Ali Vahabzadeh’i de uzun yıllardır tanırım, hem vizyoner hem de başarılı bir iş adamıdır. Biryıldız’ı tutarak tecrübesinden yararlanmak istemesi bence doğru bir karar. Kuşkusuz bu kararla Biryıldız Borusan Otomotiv’de bir üst lige çıkarak görevine devam ediyor olacak.  Biryıldız şirkette kalsa da yine de asıl soru , ‘Yeni icracı CEO kim olacak?”

Bu aşamada, “Gerek var mı” veya “İçeriden biri niye yapılmıyor?” diye de düşünülebilir. Mesela BMW ve MINI’nin Genel Müdürü Ayhan Ölçer bu konuda öne çıkıyor. Ama onun tecrübesinden markaların satış ve pazarlaması konusunda yararlanmaya devam etmek istiyorlar.  Haklı da olabilirler çünkü başarılı olmak için önce satmak lazım.

KOÇ’A YENİ BİR ‘ESCORT’ LAZIM

GEÇTİĞİMİZ hafta yazdım, bugün Türkiye ekonomisinin dinamosu olan otomotiv sektöründe Koç Holding’in ağırlığı büyük. Ford Otosan ve Tofaş ile her geçen gün hem üretimde, hem ihracatta hem iç pazarda büyürken, yeni projeleri hızla devreye sokuyorlar. Bu noktada Koç Holding Otomotiv Grubu Başkanı Cenk Çimen yeni sürprizlerinin olacağını açıklamış ama hiç bir ipucu vermemişti. Bende son dönemde Fiat Egea Ailesi ile altın günlerini yaşaşan Tofaş’tan yeni bir model daha çıkabileceğini düşünmüştüm. Bu düşüncem devam ediyor ama internette dolaşırken aklıma bu sürprizin Ford Otosan’dan da çıkma olasılığı geldi.

Yine bilmeyenler için hatırlatmam lazım Tofaş ve Ford Otosan Türkiye’de otomotiv sektörüne otomobil üretimiyle adım attılar. 2000’li yıllarında başında yaşanan krizler sonrası hafif ticari araç sınıfını (Doblo, Transit Conncet) yaratarak hem Türkiye’de hem dünyada önemli başarı sağladılar. Bu iki şirket halen hafif ticari araç sınıfında Avrupa’nın üretimini yaparken, Tofaş 2 yıl önce ‘Egea’ (Tipo)  ile yeniden otomobil üretimindeki ağırlığını artırarak ön plana çıktı. Bursa’da halen Doblo ve Minicargo üretimi devam etse de Fiat Egea Ailesi ile Tofaş hızlı bir büyümenin içine girdi. Ford Otosan ise 2000 yılından bu yana Gölcük, Eskişehir ve Yeniköy fabrikalarında hafif ticari araç ve kamyon üretimi yapıyor.  Ford’un Türkiye’deki otomobil üretimi ise 1999 yılında noktalanmıştı. Türkiye’de son olarak 1994-1999 yılları arasında 5 yıl ‘Escort’ modelini üreten Ford Otosan, o dönem ‘ekonomik gerekçeler’ nedeniyle bu projeyi iptal etmiş ama yeniden üretebileceğinin sinyalini vermişti. Ancak şartlar Ford Otosan’ı Türkiye’de üretimde tamamen ticari araça yönlendirdi.

İşte bu noktada internette haberlere bakarken geçtiğimiz yıllarda Çin’de üretilen yeni nesil

Yazının Devamını Oku

SEKTÖRDEKİ ÇAKALLAR

10 Nisan 2017
GEÇTİĞİMİZ hafta Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği’nin (OYDER) düzenlediği ‘Otomotiv Kongresi’nde, ‘Otomotiv Perakendeciliğinde Beklentiler’ isimli panelin moderatörlüğünü yaptım.

Konuklarım Toyota CEO’su Ali Haydar Bozkurt, Renault Mais CEO’su Berk Çağdaş ve Anadolu Grubu Otomotiv Grup Başkanı Bora Koçak’tı. Panelde, vergi artışlarından, müşteri memnuniyetine, filo satışlarından dünyada otomotiv sektörünün gittiği yere kadar birçok konuda 2 saate yakın konuştuk. Yetkili satıcıların büyük ilgi gösterdiği panelde bana göre en önemli özeleştiri filo satışlarına yönelik oldu.

Daha önce defalarca yazdım, anlattım. Türkiye’de otomobil satışlarının performansı aslında filo satışı çıkarıldığında oldukça kötü. Son olarak mart ayı örneğini vereyim. ÖTV ve kur artışları sonrası toplam otomobil satışlarının yüzde 13 daraldığı açıklandı. İnanın filonun payını çıkardığınızda perakende satışlardaki daralma bunun neredeyse 2 katı. Yani ortada ciddi bir sorun olmasına rağmen, kimse bunu anlatamıyor.

Filo satışları kuşkusuz önemli ve oranları tüm Avrupa’da da yüksek. Ama buna ilişkin regülasyonlar ve sıkı kurallar var. Yani sizin filoya sattığınız aracı, kiralama şirketi veya büyük şirketler 12 ay satamıyor. Bizde ise bazı markalar pazar payını artırmak, hedeflerini tutturmak için bunu görmezden geliyor. Böyle olunca yüzde 15-20 iskontoyla filoya satılan bir aracı ertesi ay bir galerinin vitrininde görebiliyorsunuz. Yani hem haksız rekabet yaratıyor hem de pazar rakamlarını şişirip hem hükümet hem toplum nezdinde, “Ya bu sektöre ne kadar zam yapılırsa yapılsın, satışlar düşmüyor” algısı yaratılıyor. Sektör aslında kendi bacağına sıkıyor. Böyle olunca da ÖTV artışların sonu gelmiyor.

Bu konuda geçmişe dönük özeleştiri yapan Renault Mais CEO’su Berk Çağdaş, yüzde 70’i aşan filo oranlarını aşağıya çekip marka imajını yükseltmek istediklerini açıkça ortaya koydu. Çağdaş, konuşmasına şöyle devam etti: “Filo çok önemli bir mecra ama müşteri memnuniyetini ve pazardaki imajınızı da dikkate almanız gerekiyor. Filo satabilirsiniz ama satılan filoyu takip etmeniz lazım. Sizin dışınızda bazı çakalların gelip aracın fiyatıyla ilgili farklı değerler çıkarmasını önlemeniz gerek. Alan kitle onu gerçekten filo olarak satıyor mu bakmanız şart. Bu konuda çok ciddi analizler yaptırdık. Galeride normalden çok ucuz fiyata satılan bir araç tespit ediyorsunuz. Bu araç gökten zembille inmedi. Sizin filo olarak sattığınız bu araç oraya nasıl geldi. Benim Anadolu’daki bayim 100 liraya satmaya çalırken bu araç 85 TL fiyatla nasıl satılıyor. Olacak şey mi!  Bu bizden yani markaların yöneticilerinden kanyaklanıyor. Biz doğru yönetmediğimiz için bu mantarlar büyüyerek artıyor.”

 Ali Haydar Bozkurt ise markaların verdiği filo rakamlarının beyan usülü olduğunu belirterek, “Bunun artık resmi olarak verilmesi gündemde. Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) ASBİS’i kullanmak için çalışmalar yapıyor. Çünkü pazardaki zorlukları anlatmak için gittiğinizde sözde filo ile şişen rakamlarla durumu izah edemiyorsunuz. Hedefleri tutturmak için açıkçası kendimizi avutuyoruz. Bu durum bizi felakete götürecek. Filo oranın çok olması değil, perakende de ne yaptığınız çok önemli. Kendimizi kandırmayalım. “Bu ay birinci bitirdik” durumu bana göre hikayedir. Gerçek rakamları konuşmalıyız” yorumunu yaptı.

Bora Koçak ise bu gün Türkiye’de filo kiralama pazarının toplam pazardan aldığı payın yüzde 27 civarında olduğunu belirterek, “Geriye kalan yüzde 20’lik filo satışı nereye gidiyor ona bakmak lazım. Burada kanun koyucunun yeni kurallar belirlemesi gerekiyor. “12 ay veya 30 bin kilometreden önce satamazsın” demesi lazım. İşte o zaman filo dışında alanlar bundan negatif etkilenir, gerçek perakende satışa odaklanılır” diye konuştu.

Ben de panelistlere,

Yazının Devamını Oku