25 Mart 2006
SEVGİLİ okuyucularım, adına "açıklama hakkı" denilen bir kavram var. Burada bir konuyu yazarım. Haberi bir gün önce başka gazetede çıkmıştır. Açıklamayı o gazeteye değil, bana gönderirler! Bir olayı belgelerim. Hemen ardından açıklama gelir. Yazdıklarım tümüyle doğrudur ama derhal yanıt gönderilir!
Size bunun son örneğini vereceğim. Kararnamesi Merkez Bankası Başkanlığı için Çankaya’da bekleyen Adnan Büyükdeniz, iki gün önce açıkladığım belgelerle ilgili bir açıklama gönderdi. Kendisinin Albaraka kökenli olduğunu, aynı zamanda Bereket Mensucat isimli şirkette Kemal Unakıtan, Ahmet Ertürk gibi isimlerle ortaklığını belgelerle kanıtlamıştım. Gelen açıklamayı size sunuyorum:
"Hürriyet gazetesinin 23 mart 2006 tarihli nüshasındaki köşenizde yayınlanan yazınızda adıma da yer verilmiş olmasına karşın, konuya ilişkin olarak bir telefonla dahi olsun doğrudan şahsımdan bilgi talep edilmemesini yadırgamaktayım.
Halbuki kısa bir telefon görüşmesi, hatta bir kısmını yayınladığınız Ticaret Sicili Gazetesi kayıtları başta olmak üzere ilgili resmi belgeler üzerinde yapılacak kısa bir inceleme sonunda, sözkonusu şirketteki (Bereket Mensucat) hissemin onbinde 6 ve 375 YTL gibi bir miktarda olduğu, şirketin yönetim kurulu ve sair hiçbir organında yer almadığım, hissemi de bir yıl gibi kısa bir süre sonra kársız olarak 1999 yılında devir ettiğim anlaşılmış olacaktı.
Sayın Çölaşan, şimdi çok küçük bir tasarrufumla bugünkü para birimi ile sadece 375 YTL tutarında ortak olduğum, yetkilisi olmadığım, hiçbir menfaat temin etmediğim, yıllar önce ilgimin kalmadığı bir şirketin hissedarı olmamın ’Türk vatandaşının asla unutmaması gereken bir tablo’ olarak yansıtılmasının doğruluğunun, haklılığının ve basın ilkelerine uygunluğunun takdirini bizzat zatıalinize bırakıyorum. Saygılarımla. Adnan Büyükdeniz."
***
Ben de kendisine saygılar sunuyorum. Ancak, ben Büyükdeniz’in Bereket Mensucat şirketinin büyük ortağı olduğunu, buradan büyük kazanç elde ettiğini, şirketi yönettiğini mi yazmıştım?
Hayır! Belgelediğim olay şuydu: Adnan Büyükdeniz, Kemal Unakıtan’la şirket ortağıdır. Her ikisi de Albaraka kökenlidir.
Bunlar doğru mu, yanlış mı? Doğru.
Açıklamasında değindiği konuları yazmış olsaydım, "Keşke beni arayıp gerçeği öğrenseydiniz" demekte haklı olurdu.
Ben bir ortaklığı vurgulamışım, belgelemişim.
Ama bazıları "Bunu niye yazdın" diye açıklama gönderiyor.
Açıklama göndermek, eğer yazıda bir yanlış varsa, elbette ki herkesin hakkıdır. Ama yoksa?!..
ÖZELLEŞTİRME İDARESİ AÇIKLAMASI
Şimdi size aynı doğrultuda ikinci bir örnek veriyorum. 22 Mart 2006 tarihli yazımda, Manisa’da Et ve Tavuk Kombinası’nın özelleştirilmesini anlatmıştım. Burası önce May Et isimli firmaya satılmış, bu firma ise tesisi alır almaz Klimasan isimli bir başka kuruluşa satmıştı. Et kombinası kapatılmış, May Et bu satıştan büyük bir para kazanmıştı. Bu ikinci satışın yapılabilmesi için Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından yeni bir karar alınmıştı! Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci imzasıyla gelen yazılı açıklama yazdıklarımı aynen doğruluyor, ancak işin mevzuata uygun olduğunu belirtiyor. Özetliyorum:
"Klimasan, May Et’in bütün yükümlülüklerini üstlenmiştir. Klimasan’dan yeni teminat mektupları alınmıştır. Tesiste sürekli inceleme yapılacak, gerçekleştirilen yatırım tutarı ile istihdam edilen personel sayısının sözleşmede taahhüt edilenin altında kaldığı tespit edilirse, eksik kalan miktara tekabül eden tutarda ceza tahsil edilecektir.
Sözleşme değişikliği ile yatırım ve istihdama ilişkin şartlar ve cezai müeyyideler aynen korunmuştur.
Bu noktalarda herhangi bir iltimastan söz edilemeyeceği gibi, kamu yararının korunmasının amaçlandığı yeterince açıktır."
Özelleştirme yapıyorlar, kombinayı satıyorlar. İşçiler çıkarılıyor, tesis kapatılıyor. Alan firma kombinanın her şeyini söküp götürüyor, sonra tesisi başkalarına satıp aradan büyük paralar kazanıyor.
Bu işlemler normalmiş. Kamu yararı korunmuş. Demek ki özelleştirme böyle yapılıyormuş.
Bilgi edindim. Çok teşekkür ediyorum!
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2006
SEVGİLİ okuyucularım, dünkü yazımda size çok önemli belgeler açıklamıştım. Merkez Bankası Başkanlığı için kararnamesi Çankaya’ya gönderilen Adnan Büyükdeniz, Maliye Bakanı Kemal Unkakıtan’ın şirket ve iş ortağı idi. Bereket Mensucat isimli şirketin göbeğinden bereket fışkırmış, devletin pek çok önemli makamına bu şirketten "ortaklar" paraşütle inmeyi başarmıştı.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, TMSF Başkanı Ahmet Ertürk gibi. Ama iş bununla da bitmiyordu. Bereket’in ortaklarından Salim Alkan TMSF Başkan Yardımcısı, Mehmet Emin Özcan Halk Bankası yönetim kurulu üyesi ve murahhas aza oldular.
Bunların tamamı AKP iktidarı döneminde gerçekleşti.
Gördüğünüz gibi bunların Bereket isimli şirketi devlete, millete ve özellikle kendi ceplerine bereket getirmiş oldu.
* * *
Şimdi işin bir başka boyutuna bakalım. Türkiye’nin nerelere sürüklendiğini biraz da ekonomi açısından irdeleyelim.
Türkiye’de, açılışı Turgut Özal döneminde yapılan Albaraka isimli İslamcı bir finans kuruluşu var. Arap sermayeli. Kurucu ortakları arasında özellikle Araplar yer alıyor.
Günümüzde ülkemizi bu Arap kuruluşundan yetişen, orada en üst düzeyde görev verilmiş şahıslar yönetiyor. AKP, ekonomik alanda kadrolaşmasını büyük ölçüde buradan sağlamış durumda.
Şimdi size Albaraka’nın en tepe yerlerinden sonra başımıza gelenlerin bir bölümünü aktaracağım. Bazılarının Bereket’te ortak olduğunu unutmayın!
Kemal Unakıtan, Maliye Bakanı. Ahmet Ertürk, TMSF Başkanı. Adnan Büyükdeniz Merkez Bankası başkan adayı, kararnamesi Çankaya’da. Salim Alkan TMSF Başkan Yardımcısı. Mehmet Emin Özcan Halk Bankası murahhas üyesi. Yüksel Görgeç TMSF yönetim kurulu üyesi. Fethi Çalık TMSF Tahsilat Dairesi Başkanvekili. İbrahim Çağlar İTO Başkan Yardımcısı ve TSE yönetim kurulu üyesi.
Listeyi kısa kesiyorum. Özellikle TMSF bu İslamcı kuruluştan gelenlerle dolu. Kadrolar cımbızla seçilmiş durumda.
Bir yanda Albaraka, öbür yanda Bereket Mensucat.
Aynı yerlerden topluca geliyorlar ve devletin ekonomi ile ilgili kurumlarını, bankalarını ele geçiriyorlar. Katrilyonlarla oynuyorlar, kamunun parasını istedikleri gibi kullanıyorlar.
Tarikat, siyaset, ticaret, cemaat iç içe.
Burada bir konuyu da hep birlikte öğrenmiş olalım. Kimdir bu Albaraka’yı yönetenler? İşte günümüzün isim listesi:
Adnan Büyükdeniz, Osman Akyüz, Adnan Ahmet Yusuf Abdülmalek, Yalçın Öner, Osman Ahmet Suliman, İbrahim Fayez Humaid Alshamsı, Faisal Abdülaziz Alzamel.
Çoğunluk doğal olarak Araplar’da.
* * *
Burada size ilginç bir örnek daha vermek istiyorum. 2 Ağustos 2005 tarihli yazımda belgesini açıklamıştım. TMSF Tahsilat Dairesi Başkanvekili, yani batık bankacılardan para toplamakla yükümlü olan avukat Fethi Çalık mahkemeye düşmüş olan bir bankacının davasında onun avukatlığını yapıyordu.
Cebinde iki vekaletname taşıyordu. Hem davacı TMSF’nin, hem de Egebank davasından yargılanan sanık Fahrettin Yahşi’nin!
Şu tabloya bakınız: Fethi Çalık hem TMSF adına Yahşi’den para tahsil etmeye çalışıyor (!) hem de mahkemede Yahşi’nin avukatlığını yapıyordu.
Hem davalının hem de davacının avukatı idi! İkili oynuyor, çift taraflı çalışıyordu.
Niçin?.. Çünkü her ikisi de -Çalık ve Yahşi- Albaraka’dan geliyordu!
* * *
Son bir olay! Bu olay bizim medya sektöründen. TMSF, Uzan olayından sonra el koyduğu Star gazetesini birkaç gün önce sattı. Kime sattı, kaça sattı, ihaleye niçin kimseler rağbet etmedi?
Gazeteyi isim hakkı, matbaaları, binaları ve her şeyi ile Ali Özmen Sefa isimli bir Kıbrıslı satın aldı! Kaça aldı? En az 40 milyon dolarlık bir gazeteyi sadece 8 milyon dolara! Ölmüş eşek fiyatına.
Ama bitmedi. Kıbrıslı, Star’ı TMSF’den aldığı gün, hisselerin yüzde 60’ını, yani yönetimini ve yayın politikasını, Alaattin Kaya ile Kaya’nın oğluna devretti. Kaya kim? Fethullah Gülen’in sağ kolu. Gülen cemaatine ait Zaman gazetesinin kurucusu! Mekanizmalar nasıl oluyor da böyle hızlı, aynı gün çalışıyor?
Fethullah cemaati böyle TMSF satışlarıyla medyada yeni bir yayın organını nasıl tereyağdan kıl çeker gibi kazanıyor?
İlişkiler gün gibi açık:
Tarikat, siyaset, ticaret, cemaatler iç içe... TMSF’den öteki kamu bankalarına, taa Merkez Bankası kararnamesine kadar.
Devletin ilgili birimleri bu olanları görmüyor mu? Onlar nerede?
Nerede, nerede?
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2006
SEVGİLİ okuyucularım, bugün yine belgeleri konuşturuyorum. İnanılmaz belgeler! Merkez Bankası Başkanlığı görevi için AKP tarafından önerilen isimlerden Adnan Büyükdeniz. Kararnamesi Çankaya’da.
Peki kim bu Adnan Büyükdeniz? Ne iş yapar, nerelerden gelir? Merkez Bankası gibi önemli bir kurumun başına getirilmek istenilen kişiyi elbette ki herkesin tanıması gerekir.
Adnan Büyükdeniz, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın iş ortağı. Şirket ortağı!Şirketin adı Bereket Mensucat.Şimdi açalım 17 Haziran 1999 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin 164. sayfasını ve Bereket Mensucat şirketinin ortaklarına bir bakalım:
İbrahim Çağlar, Kemal Unakıtan, Yalçın Öner, Abidin Topbaş, Ahmet Topbaş, İlhan İmik, Salim Alkan, Mehmet Emin Özcan, Ahmet Ertürk ve Adnan Büyükdeniz. Bu kez açalım Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin 27 Ocak 2003 tarihli nüshasını (sayfa 165) ve aynı Bereket şirketinin ortaklarına dört yıl sonrasında bir kez daha bakalım:
İbrahim Çağlar, Kemal Unakıtan, Yalçın Öner, Abidin Topbaş, Ahmet Topbaş, İlhan İmik, Salim Alkan, Mehmet Emin Özcan, Ahmet Ertürk ve yine Adnan Büyükdeniz. ***Sevgili okuyucularım, şu isimlere lütfen çok dikkat ediniz. Bereket şirketinden nasıl bereket fışkırdığını görünüz!
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2006
MANİSA’da Et ve Tavuk Kombinası vardı. Kentin içinde, organize sanayi bölgesinde altın değerinde
87 bin metrekare arazisi, kapalı yerlerinde büyük ve küçükbaş hayvan kesimi yapılıyordu.. Hem kırmızı, hem de beyaz et işleyen bir tesis. Yaklaşık
3 bin metrekarelik soğuk hava depolarına sahipti. Kombinanın makine parkı yeni idi.
AKP iktidarı günün birinde bu tesisi de kapatıp satmaya karar verdi ve
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla Özelleştirme İdaresi’ne devretti. Satın alan firma sorun yaşamasın diye, işçiler çıkarıldı.
Kararın altında Kurul başkan ve üyeleri olan
Recep Tayyip Erdoğan, Ali Babacan, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım ve
Ali Coşkun’un imzaları var.
Şimdi olayın sonrasını izleyelim, ürperelim.
Kombinayı arazisi, binaları, makineleri, depoları ve her şeyi ile Diyarbakır’dan
May Et isimli bir firma aldı.
Toplam 1 milyon 260 bin dolar ödeyecekti! Üç yıl taksitle!
Yapılan değerlendirmede, sadece tesisin makine parkının değerinin
2 milyon dolar olduğu belirlendi. Organize Sanayi Bölgesi’ndeki arazisi falan hariç!
Firma ayrıca, sözleşme gereği olarak bu tesise üç yıl içerisinde
2 milyon dolar yatırım yapacak, en az
50 kişi çalıştıracaktı.
Bu hususlar tapuya da konuldu. Firma bunların hiçbirini yapmadığı gibi, tesisi alır almaz bütün makine parkını ve her şeyi sökerek götürdü.
Sonra?.. Sonrasında bu tesisi ve araziyi Klimasan isimli bir firmaya satıverdi! Hükümetin kendisine sağladığı kolaylıklar nedeniyle kombinayı ilk taksit olarak peşin ödediği 523 bin dolara satın alan May Et, bu satışla birlikte bir anda 2 milyon 800 bin dolar para kazanmış oldu...
Çünkü Başbakan başkanlığındaki
Özelleştirme Yüksek Kurulu alıcı firmanın talebiyle, bir yıl sonra 2005/70 sayılı kararıyla sözleşmeyi değiştirmişti.
Bu karar Resmi Gazete’de yayınlanmadı.
Kurul satış ve devir işlemine izin verdi ve
May Et firması ceza ödemekten kurtarılmış oldu. Büyük para kazandı, hem de bütün malları götürdü.
Üstelik halka hizmet veren kombina kapandı, işçiler çıkarıldı.
Bu karar Resmi Gazete’de yayınlanmadı!
Şimdi bir düşünün. Devlet adına bir satış yapılıyor. Sonra, satışı yapan aynı
Özelleştirme Yüksek Kurulu birdenbire sözleşmeyi değiştiriyor, cezaları kaldırıyor! Böylece, yandaş bir firmanın durduk yerde büyük paralar kazanmasını sağlıyor.
Türkiye’ye özgü tuhaf bir özelleştirme vakası daha!
Bu nasıl özelleştirme? Özelleştirmenin ticareti yapılır mı?
Bu işler torpilsiz, işin içine ahbap çavuş ilişkileri, particilik girmeden olur mu?Böyle bir şey başka bir ülkede olsa olay çıkar, kıyametler kopar. Burası Türkiye, hiçbir şey olmaz. Yazının Devamını Oku 21 Mart 2006
DÜN gazeteye geldiğimde, yazacağım konuyu biliyordum. Bugün Nevruz bayramı. Dünyanın pek çok ülkesinde baharın gelmesini müjdeleyen, çiçeklerle, ateşler yakılarak kutlanan bir bayram. Gelin görün ki, sadece Türkiye’de bir terör örgütünün kan akıtmak için kullandığı bahaneye dönüşmüş. O gün sokaklara döküleceksin, küçük çocukları ve kadınları ön saflara toplayacaksın, güvenlik güçleriyle çatışacaksın. Üstelik Abdullah Öcalan posterleri açacaksın, meydanları PKK renkleriyle donatacaksın, terör örgütüne övgüler yağdıran pankartlar açıp askere, polise saldıracaksın! Onlar karşılık verince "Vay insan hakları, fikir ve ifade özgürlüğü, demokrasi, PKK terör örgütü değildir" gibi kavramları piyasaya sürüp AB’nin şemsiyesi altına kaçacaksın!
Dünyanın neresinde böyle bir bayram kutlaması var?
Yaklaşık 20 yıldan beri her nevruz bayramında kanlı görüntüler yaşıyoruz. İnşallah bugün, geçmişte olanları yaşamayız.
VE GENELKURMAY
Nevruz bölümünü daha uzun yazacaktım. Daha somut örnekler verecektim. Ancak bizim meslekte güncellik çok önemli. Dün öğle saatlerinde Genelkurmay açıklaması ortalığa bomba gibi düşünce, yazı konusu ister istemez değişti.
Bu açıklama hükümet açısından yenilir yutulur bir lokma değil. Van Savcısı tarafından Orgeneral Büyükanıt ve dolayısıyla TSK üzerinde oynanmak istenen oyuna son nokta konuldu. Hem de en ağır ifadelerle:
"Bir Cumhuriyet Savcısı’nın bu derece hukuk bilgisinden yoksun veya tecrübesiz olamayacağı, bu bariz hataları yapması için belli bir görüşün temsilcilerinin kamuoyuna da yansımış etki ve telkinleri altında kalmış olabileceği..."
Kimdir o "belli görüşün temsilcileri" olarak tanımlananlar?
Ya Kürtçüler ve PKK yandaşları, ya da Fethullahçılar.
Pazar günkü Zaman gazetesinde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le ilgili bir yorum vardı. Zaman kimin gazetesi? Fethullah Gülen’in. "Birinci Sınıf Genelkurmay Başkanı" başlıklı yorumda aynen şu ifadeler yer alıyordu:
"Özkök Paşa, Genelkurmay Başkanlığı döneminde sergilediği tavır ve davranışlarla birinci sınıf Genelkurmay Başkanı sıfatını fazlasıyla hak etti... Genelkurmay Başkanlığı sıfatının yanına ’bilge kişi’ özelliğini de ekleyerek (TSK mensuplarına) ’önyargılarınızdan kurtulun ve şartlanma zincirinizi kırın’ diyor. Genç subaylara tavsiyesine bakın: ’İleri sürülen bir fikre karşı önyargı ile hareket etmeyin. Çok aykırı fikirlerle karşılaşabilirsiniz. Bunlara ’vatan haini’ gibi çok iddialı bir önyargı ile yaklaşırsanız, fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamış olursunuz.’
Bu sözleri Genelkurmay Başkanının ağzından duymak ne güzel.
Umarız Özkök’ün arkasından gelenler de ’Birinci sınıf Genelkurmay Başkanı’ çıtasını aşağı düşürmez, daha da yukarı çıkarır."
* * *
Fethullah Gülen’in gazetesi niçin Özkök’e bu övgüleri düzüyordu? Yoksa bir gün öncesinden, dünkü Genelkurmay açıklaması konusunda kulaklarına kar suyu mu kaçmıştı? Bir haber mi almışlardı?
Ama dünkü açıklama, bunların sevincini kursaklarında bıraktı!
Şimdi aynı konuyu bir kez daha irdeleyelim. O meşhur iddianameyi hazırlayan Van Savcısı’nın Fethullahçı olduğu basında sık sık yer almıştı. Kendisi ayrıca Kürtçü olmakla da suçlanmıştı.
Genelkurmay hangisi olduğunu belirtmiyor, ancak ikisinden birini ya da her ikisini kastettiği açık. Dahası var. Açıklamada başka ağır ifadeler de yer alıyor:
"Mesnetsiz, hukuki dayanaktan yoksun ve maksatlı bir belge (yani söz konusu iddianame) hem kamu vicdanını, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ciddi şekilde rahatsız etmiştir."
"Bu haksız suçlamalar karşısında öncelikle anayasal sorumluluğu olanların (hükümetin) tavır almaları ve (iddianamenin) arkasındaki çarpık zihniyetin temsilcilerini makam, statü ve konumları ne olursa olsun kamuoyuna açıklamaları ve haklarında işlem yapmaları gerekmektedir. TSK, kendisine karşı düzenlenen bu girişimlerin tümüyle farkındadır."
Görüyorsunuz, ifadeler son derece çarpıcı ve ağır.
Van’da Rektör Yücel Aşkın olayı sonrasında, ikinci bir oyun daha oynamaya kalkıştılar. Hiç hoşlanmadıkları Orgeneral Büyükanıt’ın önümüzdeki 30 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanı olmasının yolunu kesmeye kalkıştılar.
Silah ters tepti.
İsmi her iki olaya da karışan Ferhat Sarıkaya isimli Van savcısı bu saatten sonra o görevde kalamaz.
Sadece görevde değil, meslekte de kalamaz.
Ama akıllarda bir soru kalır!
"Varsayalım savcı gitti. İyi de ya ötekiler?.. Ülkemizi dört bir yandan başta eğitim olmak üzere bütün kurumlarıyla kuşatan Fethullahçı takımı ne olacak? O konuda ne yapılacak?"
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2006
ÇANAKKALE Deniz Zaferi’nin 91. yıldönümünü kutladık. Gerçekten de muhteşem bir zaferdir. Türk ordusu emperyalist güçlerin büyük donanmasını, güçlü ordularını Çanakkale’de durdurmuş ve geri püskürtmeyi başarmıştı. Karşılığında on binlerce şehit vermiştik. Ne uğruna? Vatanı kurtarmak için.
Şimdi 91 yıl sonrasında günümüze bakalım. Adamların amacı o sırada ülkemizi topla tüfekle işgal etmekti. Bir ölçüde başardılar da. Çanakkale’nin hemen öncesinde ve sonrasında Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu elimizden aldılar.
Küçüldük, ufaldık, Anadolu’ya çekildik. Orası da elden gitmek üzereydi ki, Mustafa Kemal Paşa gibi bir kahraman ortaya çıktı, vatanı kurtardı. O, Allah’ın ülkemize bir lütfuydu.
Hain ve işbirlikçi Osmanlı dönemini noktalayıp cumhuriyet rejimini kurduk.
Artık bağımsızlığımızı elde etmiştik.
* * *
Aradan uzun yıllar geçti. Peki ama elimizde şimdi "bağımsızlık adına" ne kaldı? Bu soruya her Türk vatandaşı elini vicdanına koyarak yanıt vermelidir. Günümüzde şu tabloya bir bakınız:
Ekonomi tümüyle IMF’nin denetiminde. Komiserimiz IMF. Onlar ne derse o yapılıyor. Bütçe, para politikaları, yatırımların durdurulması, işsizlik rezaleti, aklınıza gelen her şey IMF reçetesi!
İç siyaset AB’ye endeksli. Onlar istiyor yasa çıkarıyoruz. Onlar yetmez diyor, eklemeler yapıyoruz. Onlar emir veriyor, akıl almaz cambazlıklar sergiliyoruz. Türkiye AB’nin güdümünde parçalanmaya doğru hızla sürükleniyor. Her yerde ’Kürdistan’ edebiyatı yapılıyor.
Dış siyasetimizin tamamı hem AB’ye, hem ABD’ye endeksli. Emir oralardan geliyor. Kıbrıs’ta elimiz kolumuz bağlı. Irak’ta Kürdistan devleti kuruldu, seyrediyoruz. Kuzey Irak’ta PKK, ABD’nin koruması altında, hiçbir şey yapamıyoruz. Her gün şehit cenazeleri kalkıyor.
Yabancılar bastırıyor, devletin ve milletin malını mülkünü onlara ölmüş eşek fiyatına peşkeş çekiyoruz.
Bu utanç tablosunu sizlere çok kısaca, özetle anlatmaya çalıştım. Bütün bunlar olurken insanımızın durumu iyiye mi gidiyor? Yapılan fedakárlığa, ulusal onurdan verilen ödünlere değiyor mu? Hayır!
* * *
91 yıl önce boğuşmuşuz, vuruşmuşuz, dünyanın devlerine kafa tutmuşuz ve kazanmışız. Bugün bile onun haklı gururunu yaşıyoruz, kutlamalar yapıyoruz.
"Emperyalistleri vatanımıza sokmadık" diye göğsümüzü kabartıyoruz.
Şimdi yine gelelim günümüze!
Emperyalistler aptal değil. Zamanını beklediler. Şimdi ’gün bu gündür’ diyorlar, ellerini ovuşturuyorlar.
Günümüzde devir değişti!
Şimdi işgal olayları Irak gibi bazı yerlerde belki topla tüfekle yine yapılıyor da, önemli olan topsuz tüfeksiz, manevi baskı ve parayla yapılan işgal hareketleri!
Aynen ülkemizde yaşadığımız gibi!
Bulacaksın sana her konuda "evet" demeye hazır bir hükümeti, sonra o ülkeye "kibarca" dalacaksın.
Gerektiğinde parasını vereceksin.
O ülkenin ’özelleştirme’ adı altında satışa sunulan temel kuruluşlarını, altın yumurtlayan tavuklarını tek tek satın alacaksın.
O ülkenin ekonomisini, iç ve dış politikasını kendi güdümüne sokacaksın. O kadar ki, ülkeyi yönetenler senin haberin olmadan bir adım atamayacak.
Sen ’ılımlı İslam’ diyeceksin, onlar balıklama atlayacak. ’Yatırımları durdur’ diyeceksin, durduracak. ’İşsizleri boş ver, sen türban sömürüsünden oy alırsın’ diyeceksin, aynen uygulanacak.
* * *
Evet, uzun yıllar önce topla tüfekle yapamadıklarını şimdi parayla, baskıyla, daha kibar ve kitabına uydurulmuş yöntemlerle yapıyorlar... Ve başarılı oluyorlar!
Günümüzde Türk milleti olarak gurur duyduğumuz, duyacağımız hiçbir şey kalmadı. Her şey sıfırlandı. İnsanlar gelecekten umudu kesti. Palavralar karın doyurmuyor, kimse bunları yemiyor.
Artık hepimizin kulağı dışarıda:
IMF ne dedi? AB hangi emirleri gönderdi? ABD ne istiyor? Nevruz’da çok kan akacak mı? Öcalan posterleri hangi büyüklükte olacak? Kaç kişi ölecek?
Bir ülke onurunu, haysiyetini yitirince, egemenliğini dış güçlerin eline teslim edince, işte böyle oluyor sevgili okuyucularım!
Ne yazık ki Türkiye’yi ve milyonlarca insanımızı, kala kala ellerinde tek kalan din ve türban sömürüsüyle kurtarmak mümkün olmuyor!
Yıl 1915: Çanakkale’de kazandık, gururunu şimdi bile yaşıyoruz.
Yıl 2006: Yaşanacak bir gururumuz, kutlanacak mutluluğumuz kaldı mı, var mı?
Varsa Tayyip Bey açıklasın, öğrenmiş olalım!
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2006
SEVGİLİ okuyucularım, her gün sizlerden ortalama 150-200 adet internet mesajı, faks ve mektup alırım. Bu rakam bazen 300’e ulaşır. Her gün çeşitli saatlerde neredeyse bir kitap kalınlığına ulaşan okur mesajlarını tek tek okurum. Bunların arasında az sayıda eleştiri de gelir. Övgüler, ihbarlar, yakınmalar, öneriler, aklınıza gelen her şey bunların içindedir. Zamanımın önemli bir bölümünü bunları okumaya ayırırım.
Perşembe günü Cemali Bağcı’dan bir internet mesajı geldi. Aynen şöyle:
"Yazacak hiçbir şeyin kalmayınca sağa sola sataşıp gereksiz, seviyesiz ve mesnetsizce insanları suçlayarak, çağdaşlık ve modernlik adına yazdığını zannedip bu kadar küçülme. İnsanların hür demokratik haklarına dil uzatma.
Yeterince uzamış olan dilini bir gün koparırlar.
Halk adına konuş, halk adına adam gibi yaz. Eksilere düşmüş olan seviyeni daha da düşürme."
Peki Cemali Bağcı isimli bu vatandaşımız mesajını nereden göndermişti?
Devletin resmi internet sitesinden!
"tuik.gov.tr."
Demek ki bir kamu görevlisiydi. Hakaret ve tehdit içeren sözlerini çalıştığı devlet kurumunun internet sitesi üzerinden gönderiyordu.
TÜİK neresi?
Türkiye İstatistik Kurumu. (Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yeni adı.)
* * *
Bu mesajı alınca TÜİK’in Özel Kalem Müdürlüğü’nü arayıp durumu anlattım. Mesajı kendilerine faksladım ve Başkan Ömer Demir’le konuşmak istediğimi söyledim. Bunlar perşembe günü öğle saatlerinde oluyor. Başkan yokmuş. Aradan saatler geçti, ses çıkmadı. Akşam yeniden aradım.
Bu kez Başkan Ömer Demir telefonda, karşımda. Aramızda geçen konuşma aynen şöyle:
"- Beyefendi, bir çalışanınızdan aldığım mesajı size fakslamıştım. Bu nasıl iştir? Sizin bir çalışanınız, devletin resmi internet sitesini kullanarak başkalarına hakaret ve tehdit yağdırıyor.
- Evet Emin Bey, ben okudum faksladığınız mesajı. (Gülerek) Valla o arkadaşımız medeni cesaret sahibi imiş.
- Anlamadım, yani siz bu rezillik için medeni cesaret mi diyorsunuz?"
Ben biraz sert çıkınca Başkan sözünü değiştirmek istedi:
"- Hayır, onu demek istemiyorum... Yani sizin sevenleriniz olduğu gibi sevmeyenleriniz de var.
- Sevmeyen olabilir de, sizin bir memurunuz bunu yapma hakkına sahip mi? Kusura bakmayın, ben bu olayı yazı konusu yaparım."
Başkan bunun üzerine şöyle dedi:
"- Ben o arkadaşı arattım, şimdi burada değilmiş. Bunu yazı konusu yapmasanız iyi olur. Yarın söylerim, size bir özür mesajı gönderir.
- Özür dilemesi falan önemli değil Ömer Bey. Bu yapılanın üzerine gidin siz. Hangi biriminizde çalışıyor bu arkadaş?"
Nerede çalıştığını söyledi.
* * *
Dün sabah Cemali Bağcı’nın özür mesajı (!) elime ulaştı. Saat 09.43’te yine devletin internet sitesinden (tuik.gov.tr) çekmiş:
"Değerli basınımızın köşe yazarı. Dünkü yazmış olduğum biraz da sinirli zamanıma rastlayan mail için özür dilerim. Mailimin dünkü köşe yazınızla alakası yoktur. Vatandaş görüşüdür."
(Sözünü ettiği yazımda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olayını irdeliyorum. Sorular soruyorum. Hem onu, hem de başbakanını eleştiriyorum.)
* * *
Bizler burada AKP kadrolaşması diye yırtınırken, işte bu gibi olaylardan söz ediyoruz. Cemali Bağcı isimli vatandaş büyük olasılıkla bu iktidar döneminde bu kuruma alınmıştır. Öyle olmasa bile AKP’nin tam bir militanıdır ve onların ortamında rahatlığı bulmuştur.
O kadar ki, devletin resmi internet sitesini bile fütursuzca, çekinmeden kullanıp, hoşlarına gitmeyenlere buradan hakaret ve tehdit içerikli mesajlar göndermektedir...
Ve koskoca devlet kurumunun başındaki kişi "O arkadaşın medeni cesareti varmış" diyebilmektedir.
Ülkemizin milyonlarca insanı iş ararken ve bulamazken, üniversite mezunları cezaevlerinde infaz koruma memurluğu yaparken, on binlerce üniversite mezunu bile her gün asgari ücretle çalışabilmek için kapıları aşındırırken, sadece kendilerinden olanlar işe alınıyor, korunuyor, kollanıyor.
Adına "kadrolaşma" denilen şey işte bu.
Utanç tablosu. Yüz karası.
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2006
AKP iktidarı yine ilginç bir uygulama peşinde. Bunu bir kez daha görüyoruz. Devletin her kademesine eşinin başı bağlı olanını getirmek. Bu plan titizlikle uygulanıyor. Son olarak Merkez Bankası Başkanlığı’na atanan, ancak kararnamesi Cumhurbaşkanı tarafından henüz onaylanmayan Erdem Başçı olayı karşımızda.
Bu arkadaş Devlet Bakanı Ali Babacan’ın yakın arkadaşı, sınıf arkadaşı. Atamayı yapan Ali Babacan. Ancak şimdi Başçı arka planda kaldı ve öne geçen eşi Sıdıka Başçı oldu.
Niçin?.. Çünkü başı bağlı!
Dünkü gazetelerde birinci sayfadan verilen türbanlı ve türbansız resimleri vardı. Hanımefendi birkaç yıl öncesine, AKP iktidarı dönemine kadar türbanlı mürbanlı değil.
Ne zaman ki AKP iktidar oluyor, kendisi örtünüyor.
Belki de hanımefendiye haber gidiyor:
"Örtünse, başını bağlasa iyi olur. Kocasının Merkez Bankası Başkanı olabilmesi için avantaj elde ederler."
Ya da hanımefendi bu "inceliği" kendisi düşünmüş, "Örtünürsem aile geleceğimiz açısından iyi olur" demiştir.
Kendisi 37 yaşında imiş. İki yıl öncesine kadar örtünmeyi düşünmezmiş.
Ne zaman ki 2003 yılında Erdem Başçı, yakın arkadaşı Ali Babacan’ın hizmetine girmiş, işte o aşamadan sonra hidayete erip örtünmüş.
Devlet protokolü böylece yeni bir türbanlı isim kazanmış oldu.
Başbakan, Meclis Başkanı, Dışişleri Bakanı, bir sürü bakan ve üst düzey bürokratın eşleri örtülü olacak, yeni atanan Merkez Bankası başkanının hanımı örtüsüz olacak!
Olmaz efendim! Gereği işte böyle yapıldı.
Sakın "Türkiye bunların elinde nereye sürükleniyor" diye sormayın!
Önemli olan ülkemizin parsellenip ona buna peşkeş çekilmesi, yolsuzluk yapanların, devleti ve milleti soyanların kollanması, milyonlarca insanımız aç ve işsiz gezerken yandaşlarına iş yaratılması değil.
Bu aşamada önemli olan türban, örtünmek... Ve Müslümanlık gibi kutsal ve saygın bir dini, bir örtüye indirgemek.
Türbanı ve örtünmeyi, kendi yolsuzluklarını örtbas eden bir alet olarak kullanmaya yeltenmek.
TÜRK DEĞİL, TÜRKİYELİ!
Recep Tayyip Erdoğan’ın geçmişte sık sık kullandığı "Türkiyeli" kavramı en sonunda Kürtçülerin diline pelesenk oldu.
"Türk yok, Türkiyeli var!"
Bu ülkenin Hakkari Belediye Başkanı, hem de Meclis çatısı altında "Ben Türkiyeliyim, Türklüğümle gurur duymuyorum çünkü Türk değilim" diyor.
Sonra ekliyor: "PKK terör örgütü değildir. İnsanların belli haklarını dile getiren bir örgüttür."
Bu söylemleri Güneydoğu’da büyük yetkilerle donatılan pek çok belediye başkanının ve PKK takımının ağzından duyabilirsiniz.
Onlar da aynen Recep Tayyip Erdoğan ağzıyla konuşuyor:
"Türkiyeli!"
Fırsat buldukları anda "Kürdistanlı" diyecekler.
* * *
Bu "Türkiyelilik" söylemini başlatanlardan biri kimdi? Bir kez daha yazıyorum:
Recep Tayyip Erdoğan.
Siz hiç onun "Ben Türk’üm" dediğini duydunuz mu? Hatta yaptığı binlerce konuşmada "Türk milleti" dediğine kaç kez tanık oldunuz?
ANAP milletvekili Emin Şirin tek başına bir muhalefet partisi gibi çalışıyor. Yazılarının ve sorularının yer aldığı www.haberx.com sitesine sık sık girip bakın. Çok ilginç şeyler göreceksiniz. Şirin dünkü yazısında Erdoğan’ın şu sözlerini aktarıyor:
"Gazetenin bir tanesi (Hürriyet’in simgesini kastediyor) yazmış ’Türkiye Türklerindir’ diye. Ahlaksız bu, hayasız. Eğer bunu derseniz Türkiye’yi 30’a bölersiniz. Olmaz böyle şey. Türkiye’de Türkiyelilik bilincini yakalamalıyız."
Yıllarca çalıştılar, uğraştılar, didindiler... Yanlarına bizim "entel takımını" ve medyamızın bazı tiplerini aldılar ve işi bugünkü aşamaya getirmeyi başardılar!
Ülkenin Başbakanı böyle söyler de, Hakkari Belediye Başkanı durur mu?
Ülkemiz giderek "modern" ve "demokratik" oluyor! AB’nin emir ve kuralları bizi dört yanımızdan kuşatıyor. Türkiye’yi yönetenler buna bilinçli olarak göz yumuyor. O kadar ki, birileri "Biz Türk değiliz, ben Türk değilim" gibi şeyler söylediğinde, belki de zevkten dört köşe olup ellerini ovuşturuyorlar.
"Ohhh, bizim mesajlar, ektiğimiz tohumlar tuttu" diyorlar.
Ama şunu unutmasınlar -köken hiç önemli değil- bu ülkedeki milyonlarca Türk evladı henüz ölmedi.
Yazının Devamını Oku