7 Mart 2006
GÜNÜN birinde bir savcı ortaya çıkacak, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın geçmişte söylediği masum sözler nedeniyle hakkında iddianame düzenleyecek, dava açılmasını isteyecek! Türkiye’de siyasetin, hem de söylentilerin kızıştığı bir dönem yaşıyoruz.
Bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın süresi 30 Ağustos günü sona erecek. Toplumun büyük bir kesimi o günün gelmesini sabırsızlıkla beklerken, birileri de "gelmemesini" bekliyor.
Niçin?.. Çünkü o gün Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olacak. İktidar ve yandaşlarının pek hoşlanmadığı bir durum!
Burada bunun nedenlerine girmiyorum.
Ferhat Sarıkaya isimli Van Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan 100 sayfalık iddianame elimde. Dün çok acele okudum.
Bu beyefendi, Rektör Yücel Aşkın davasında da iddianame hazırlayan kişiydi. O belgenin bir yerinde "Aşkın’ın ev ve ofisinde yapılan aramalarda gazeteci Emin Çölaşan’ın yazıları bulunmuştur" diyordu. Bir gazetecinin gazeteden kesilmiş yazılarının bulunması, beyefendinin gözünde "suç kanıtı" idi!
Peki ne demişti Orgeneral Büyükanıt? Şimdi aynı Van Savcısı’nın iddianamesinde ismi nasıl, hangi sözleri nedeniyle geçiyordu? Şemdinli olaylarından sonra sanık olarak yakalanan Astsubay Ali Kaya için söylediği sözler aynen şöyleydi:
"Ben o astsubayı tanıyorum. Benim karargáhımda çalışmıştı. Onu (bombalamayı) yapacak biri olduğunu zannetmiyorum."
* * *
Savcının hazırladığı iddianamede Büyükanıt’ın ismi nasıl geçiyor? Birkaç örnek vereyim de öğrenin! Meclis Araştırma Komisyonu’nda Mehmet Ali Altındağ isimli biri ifade veriyor, "Büyükanıt bu kişiyi koruyordu" demiş. (İddianame sayfa 48 ve 49.)
İşte savcı için bulunmaz bir malzeme! O adamın komisyon ifadesini tümüyle aktarıyor.
Bu hususu iddianamesinde aynen şöyle dile getiriyor: (Türkçe bozukluğu savcıya aittir!)
"Mehmet Ali Altındağ’ın Cumhuriyet Savcılığımızda TBMM Araştırma Komisyonunda vermiş olduğu bu ifadeler karşısında halen Genel Kurmay Başkanlığında Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı bilinen Yaşar BÜYÜKANIT ile o dönemde komutası altında çalışan bir kısım askeri yetkililer hakkında Suç İşlemek İçin Örgüt Kurmak, Görevi Kötüye Kullanmak ve Sahte Belge Düzenlemek suçlarından, yine 9 kasım 2005 günü Şemdinli ilçesinde meydana gelen patlama olayından sonra Yaşar BÜYÜKANIT’ın olayın faillerinden olan Ali Kaya’ya yönelik açıklamaları nedeniyle Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs suçundan soruşturma evrakı Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına gönderilmek üzere tefrik edilerek (ayrılarak) soruşturma defterimizin 2006/152 sırasına kaydı yapılmıştır."
Şimdi şu ifadeye bakınız: "Kara Kuvvetleri Komutanı" demiyor, "Halen Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı bilinen" diyor! (İddianame sayfa 68.)
* * *
Bir basit örnek daha vereyim. Bay savcı iddianamesinde (sayfa 47 ve 48) Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten övgüyle söz ediyor.
Onlardan söz ederken isimlerinin başında "Sayın" sözcüğünü kullanıyor.
Fakat bunların hemen altında sıra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri ile Yaşar Büyükanıt’a geldiğinde, bu "Sayın" sözcüğü savcı bey tarafından her nedense kaldırılıyor!
Bunlar küçücük ve önemsiz örnekler!
Şimdi AKP iktidarı tarafından Türkiye’de bir mekanizma çalıştırılmak isteniyor. (Bunun ilk somut örneği, aynı savcının açtığı Yücel Aşkın davası idi.)
30 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturacak olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı yıpratmak, mümkünse her yolu ve yöntemi kullanarak harcamak ve o makama gelmesini önlemek.
İktidarın işine gelmeyen bir yargı kararı çıkınca hepsi birlikte havaya zıplıyor: "Olmaz böyle şey, böyle karar olmaz!.."
Ama ortaya kendi işlerine gelen, hoşlandıkları bir yargı belgesi çıkınca her biri masum çocuk rolüne bürünüyor:
"O yargının işidir, bize karışamayız ki!.. Bize yorum yapmak düşmez ki!.."
Dün de aynen böyle oluverdi sevgili okuyucularım!
Onlar bu işlere hiç karışmıyor!
TSK’ya doğrudan müdahale edemeyenler, bunu dolaylı yollardan yapmaya yelteniyor. TSK, kendi üzerinde oynanmak istenilen bu çirkin oyunun mutlaka bilincindedir.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2006
CANIM Türkiyem 1: AKP Bursa milletvekili Mehmet Emin Tutan, hacca giden vatandaşların isim listesini aldı. Sonra güzel bir kart bastırıp her birine gönderdi:
"Muhterem Hacım,
Mübarek Hac görevini ifa ederek yurdunuza ve yuvanıza döndüğünüzü memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Bu vesileyle Haccınızı içtenlikle tebrik ediyor, bundan sonraki hayatınızda sağlık ve afiyet üzere daim olmanızı diliyorum. Saygılarımla."
Bu kartı alan hacı vatandaşlarımızdan biri kendisine mektupla yanıt verdi:
"Muhterem milletvekili, Hac tebriğinizi aldım. Ama siz beni tanımıyorsunuz, ben de sizi tanımıyorum. Benim kutsal Hac ibadetimi Maliye Bakanı’nı aklama gibi siyasetinize ve çıkarlarınıza alet etmeyin.Benim Haccım Allah’la benim aramdadır. Samimi değilsiniz. Beni kendi çıkarlarınızın aracı olarak kullanmaya çalışmayın.
Tebrik kartınızı şahsınıza iade ediyorum. Saygılarımla."
* * *
Canım Türkiyem 2: Vatandaş
Hamdi Kayra borcunu ödememiş. Hakkında icra takibi yapılıyor,
Batman’da
Grosmar şirketinde çalıştığı belirleniyor.
İstanbul 13. İcra Müdürlüğü tarafından bu adrese maaş haczi gönderiliyor.
Grosmar şirketinden İcra Müdürlüğü’ne gelen
17 Şubat 2006 tarihli yazı:
"İlgi: 2002/10...sayılı dosya. Kurumumuz bünyesinde böyle bir elemanımız yoktur.
Grosmar A.Ş.’nin sahibi AKP İl Başkanı’dır. (Borçlu)
Hamdi Kayra onun dayısıdır ve sürekli onunla birliktedir... Bilgilerinize arz ederiz."
Resmi bir kurumun yazısına gönderilen yanıt! Yurdum insanı İcra Müdürlüğü’ne çaktırmadan
gözdağı veriyor!
* * *
Canım Türkiyem 3: Devletin
Anadolu Ajansı’nın 3 Mart 2006 tarihli haberi:
"İstanbul-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Cuma namazını konutunun yakınındaki Akabe Camisi’nde kıldı. Namazı burada kılan Erdoğan, çıkışta KENDİSİNİ BEKLEYEN ve SEVGİ GÖSTERİSİNDE BULUNAN İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNE ’nasıl olduklarını’ sordu.
Daha sonra çocukları severek bisküvi dağıttı, onlarla hatıra fotoğrafı çektirdi."
Cuma namazından çıkış saati
ilköğretim okullarının ne giriş, ne de çıkış zamanı. Çocuklar oraya
"Başbakan’ı alkışlasınlar" diye toparlanıp getirilmiş olmasın!
Çocukların geleceği bilinmediği
(!) halde bagajdan hemen bisküviler çıkarılıyor ve oracıkta dağıtılıyor. Rastlantı, rastlantı!
Çıkar hesaplarında ve siyasette bazıları hacdan dönen hacıları, bazıları AKP il başkanlarını, bazıları da ilköğretim öğrencilerini kullanıyor! Hangisi denk gelirse! * * *
Canım Türkiyem 4: Geçtiğimiz cuma günü gelir vergisi yatıracaktım. Tahakkuk fişi kesilmişti. Yani işlem tamamdı. Verginin
tamamını yatıracağım. Öğleden sonra bizim gazetenin yakınındaki dört ayrı bankaya gittim, hiçbiri almadı. Nedenini sordum, hepsi aynı şeyi söyledi:
"Maliye’nin bilgisayar sistemi sadece ilk taksiti almaya göre kurulmuş. Öteki taksitleri kabul etmiyor."
Yaklaşık
1.5 saatim o bankadan bu bankaya giderek boşa geçti, verginin tamamını yatıramadım.
Devlete para lazım! Ancak verginizin tamamını kabul etmiyor,
"sadece ilk taksiti yatırın" diyor.
Hey gidi canım Türkiyem!Yazının Devamını Oku 4 Mart 2006
HANGİ taşı kaldırsak altından onlar çıkıyor. Elime dün geçen belgeler Unakıtan ailesinin yaklaşık 10 yıldan bu yana tekstil ve iplik sektörüne de el atmış olduğunu kanıtlıyor. Bu şirketlere önce baba Kemal Unakıtan ortak olmuş, sonra bazılarını oğul Abdullah’a devretmiş.
Türkiye’de çok ilginç gelişmeler oluyor. Başbakan’ın kuyumcu dostları var. Onların hatırına pırlanta, elmas, yakut ve zümrütün KDV’sini sıfıra indirdiler.
Oğul Abdullah Unakıtan pastörize ve sıvı yumurta işine girdi, bu ürünün KDV’sini yüzde 18’den yüzde 8’e düşürdüler ve oğlana muhteşem bir kazanç sağladılar.
Şimdi tekstil sektöründe KDV indirimine gidiyorlar. Gitsinler! Ama ilginç olan, bu sektörde de karşımıza Unakıtan Ailesi çıkıverdi.
Birkaç günden beri turizmcilerden istekler yağıyor: "Biz de çok zor durumdayız. Fiyatları aşırı düşürdük. Ancak yüzde 18 KDV ile çalışmak belimizi büküyor. Unakıtan Ailesi’nden ricamız, en kısa zamanda bizim sektöre girsinler ve böylece KDV’miz düşürülsün."
* * *
Şimdi bu ailenin tekstil sektörü belgelerini açıklıyorum. Bunların eksik olduğundan kuşkum yok. Yenileri gelirse onları da yayınlarım. İşte ortak oldukları şirketler:
1- Bereket İplik Sanayii: Sermayesi 18 Temmuz 2005 tarihli genel kurul toplantısında 3 trilyon 900 milyar lira gözüküyor. Öteki ortakları İstanbul Ticaret Odası Başkan Yardımcısı İbrahim Çağlar, Albaraka İslamcı finans kurumu eski genel müdürü Yalçın Öner, Ahmet Topbaş, Ebubekir Topbaş. Unakıtan’ın payı 390 milyar lira.
(Kemal Unakıtan ve Yalçın Öner eski ortak. Birlikte hayali ihracat yaptıkları gerekçesiyle haklarında Ağır Ceza’da dava açıldı. Kemal Unakıtan dokunulmazlık sahibi olduğu için yargılanamıyor.)
Bereket’e başlangıçta Kemal Unakıtan ortak görünüyor. Daha sonra hisselerini oğlu Abdullah’a davretmiş. (Bakınız: 27 Ocak 2003 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi sayfa 165.)
2- Vizyon İplik Sanayii. Buraya Kemal Bey yüzde 24 ortak ve yönetim kurulu üyesi. Sonradan hisselerini oğlu Abdullah Unakıtan’a devretmiş.
Burada karşımıza çok ilginç (!) bir husus daha çıkıyor. Bu şirkette Kemal Unakıtan’la birlikte 8 ortak var. Ortaklardan birinin adı Ahmet Ertürk! Acaba kendisi şu anda TMSF Başkanı olan Ahmet Ertürk mü?
İlginç ilişkiler!
Size bu bilgileri çok özetle aktardım.
Şimdi tekstil ve iplikte KDV indirimi gerçekleştiğinde, Unakıtan Ailesi ve ortakları yine büyük kazanç sağlayacak.
Dikkat ediniz, KDV indirimleri hep bu iktidarın yakın dostlarına, kuyumcularına, ya da Unakıtan Ailesi’ne yarar sağlıyor. Bunlar elbette rastlantı!
* * *
Kamuoyu uzun süredir çok önemli birkaç soruya yanıt arıyor. Bu yanıt asla gelmiyor, verilmiyor, verilemiyor:
Unakıtan Ailesi bunca parayı, sermayeyi nereden buldu? Geliri nereden sağladı? Miras, toto, loto, sayısal, milli piyango?.. Ortalıkta trilyonlar dönüyor, bunların gelir vergisi bile ödemediği anlaşılıyor. Eğer ödüyorlarsa niçin gizliyorlar?
Bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Araştırıyoruz, bu ailenin çok büyük ticaretin içinde olan bireylerinin kişisel gelir vergisi ödediğine ilişkin herhangi bir kayıt bulamıyoruz. Bir yanda şirketlerine trilyonlarca liralık sermaye koyuyorlar, öbür yanda gelir vergisi kayıtları yok!
Ya vergi vermiyorlar, ya da Kemal Unakıtan bunların gizli tutulması için emir vermiş. Hangisi?
Tık yok!
Bay Unakıtan ve eşi, Ankara’nın en görkemli sitesi Zirvekent’te devlete ait iki daireyi birden tutuyor. Biri kendileri, biri konukları için. Kendi oturduğu daire dahil, ikisinin de aidatını devlete ödetiyor.
AKP hükümeti sırtında bu yumurta küfesini taşıyor.
Yumurtalar öylesine pişkin ki, yakında çatlayacak! Ya da küfe bu ağırlığa dayanamayıp düşecek, her şey berbat olacak!
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2006
TÜRKİYE, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olayı ile çalkalanıyor. Basında belgeler birbiri ardına uçuşuyor. Aile bireylerinin köşeyi nasıl ve hangi yöntemlerle döndüğü tek tek gözler önüne seriliyor.
Sorular soruluyor, Unakıtan bunların hiçbirine yanıt vermiyor, veremiyor.
Bir siyasetçinin bu duruma düşmesi, kim olursa olsun üzücüdür.
Ama ona sahip çıkanların durumu daha da üzücüdür.
Bir konuya dikkatinizi çekerim. Unakıtan’la ilgili olarak yazılanların hiçbiri bugüne kadar yalan ve yanlış çıkmadı.
Örneğin, İstanbul Çamlıca’ya kondurduğu villaların kaçak olduğu yazılmış ve kendisi inkár etmişti. Şimdi o villalar yıkılıyor.
Kendisi ve aile bireyleriyle ilgili konuları gündeme getiren sadece bizler, "bazı" gazeteciler değildik. Aynı konuları bazı AKP milletvekilleri vurguladı. Hatta onlar, Unakıtan’a mektuplar yazdılar, sorular sordular.
Dahası var. Bugüne kadar AKP iktidarına en büyük desteği veren, övgüler düzen köşe yazarları bile bu konuda 180 derece dönmek zorunda kaldı. Onlar şimdi Unakıtan’ı doğrudan eleştiriyor ve "aman abicim, olmaz böyle şey" diyorlar.
"Yapma etme, hem bizi, hem de desteklediğimiz hükümeti zor duruma düşürüyorsun, çekil git" demeye getiriyorlar.
***
İşte bu ortamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yine konuştu. "Abisine" yine arka çıkmak zorunda kaldı. Ama bununla da yetinmedi. Unakıtan konusunu gündemde tutan köşe yazarlarını suçladı.
Sözleri yenilir yutulur gibi değil:
"Köşe yazarları kendini hiç yormasın. Attıkları birçok iftiranın yalan olduğu ortaya çıktı. Bunların bir şeyler karşılığında olduğunun farkındayız. Bakın bu konuda bu kadar ağır söylüyorum."
Ben şimdi bu satırları sadece kendi adıma yazıyorum ve kendisine soruyorum:
"Yazdıklarımın hangisi iftira, hangisi yalan çıktı?"
Dahası var:
"Bunların (bu yazılanların) ’BİR ŞEYLER KARŞILIĞINDA’ olduğunun farkında imiş! Peki neyin karşılığında?"
Bu suçlama çok ağırdır. Anlamı şudur:
"Bunlar bu yazıları çıkar karşılığı yazıyor. Bir yerlerden para alıyorlar, avanta elde ediyorlar!"
Ben şimdi burada Başbakan’ı, ağzından çıkan bu sözleri kanıtlamaya çağırıyorum. Devletin bütün olanakları elinde. O makama oturmuş biri böyle boş konuşamayacağına göre, elbette bir bildiğinin olması gerekir.
Üstteki paragrafın ilk cümlesinden de vazgeçtim. Belki "elimde belge yok, kanıtlayamam" diyecektir. O halde kanıtlamasını değil, bu doğrultuda en küçük bir belirtiyi ortaya koymasını bekleyeceğim.
***
Kendisine buradan açık, somut ve net bir çağrıda bulunuyorum. Benimle ilgili bildiği en ufak bir şey varsa derhal açıklamaya çağırıyorum. Buyursun, hodri meydan.
Eğer derhal açıklayamazsa, er meydanından kaçmış demektir.
Bizim alnımız Allah’a bin şükür açık. Yaşantımızın herhangi bir gününde, saatinde, dakikasında en ufak bir açığımız olsaydı, bunları yazamazdık. Bizi rezil ederlerdi.
Başbakan unutmasın, bizim adımız geçmişte bazı anlı şanlı köşe yazarları gibi yolsuzluk, iş takibi, iş bitiricilik, devleti dolandırma gibi olaylara karışmadı. Hiçbir iktidar döneminde çıkar karşılığı yazı yazmadık. Yalakalık yapmadık, övgüler düzmedik, sofralarına oturmadık.
Dönek de olmadık. Sağdan sola, soldan irticaya kıvırtmadık.
O köşe yazarları gibi olsaydık sokağa çıkamaz, insanların yüzüne bakamaz, yazılarımızı bu doğrultuda yazamazdık.
***
Bunlar yaklaşık 10 gün önce HAMAS’ı Türkiye’ye çağırmışlardı. Ayrıntılara girmiyorum, Halid Meşal’in ziyareti tam bir komedi, fiyasko oldu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu haberlerin altında ezilince yine Türk basınını suçladı. Bizlerin "yabancı servislerin (yani yabancı istihbarat örgütlerinin) ve yabancı diplomatların" dolduruşuna geldiğimizi söyledi.
Sonra zor durumda kalınca sözlerini geri almak zorunda kaldı!
Bunlar önce konuşuyor, ağzına geleni söylüyor. Sonra sıkışınca "yanlış anlaşıldım, yanlış anlaşılmıştır" gibi ipe sapa gelmez gerekçelerle kendi ağızlarından çıkan sözleri düzeltmek zorunda kalıyorlar.
Evet, yukarıdaki isteğimi burada bir kez daha yineliyorum:
Recep Tayyip Erdoğan benim için ne biliyorsa açıklasın. Bir şeyler karşılığında yazı yazdığımın kanıtını değil, en ufak bir maddi belirtisini ortaya koysun.
Bir gazeteciden Başbakan’a bundan daha net, somut ve açık bir çağrı olabilir mi?
Kendisine bir kez daha "hodri meydan" diyorum.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2006
SEVGİLİ okuyucularım, burada iki gün önce Bay Kemal Unakıtan’a basit ve kolay sorular sordum. Aradan saatler ve günler geçti, yanıt veremedi.
Bundan sonra da verebileceğini sanmıyorum.
Eğer bir siyasetçi kendisine sorulan sorular karşısında bu duruma düşüyorsa, onun işi zaten bitmiş demektir.
O koltukta bundan sonra iğreti oturacaktır. Buna mahkûmdur...
Eğer kendi kendine
"Oğlum Kemal sen dayan, bunlar yazarlar ama birkaç gün sonra unuturlar ve sen de rahata kavuşursun" diyorsa, yanıldığını anlayacaktır.
Kemal Unakıtan bundan sonra Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin yumuşak karnıdır. Yumurta küfesidir. Yumruklar oraya çalışacak, orası kaşınacaktır... Ve hiç kuşkunuz olmasın, kendisini koruyanlarla birlikte bunların hesabını yargı önünde verecektir.
* * *
Bugün size iki fotoğraf sunuyorum. Bunlar beyefendinin Çamlıca’da yıkılma aşamasına gelen
kaçak villalarına ilişkin.
Duvarında kocaman
Arapça bir yazı:
"Allah’ın mülkü."
Sen memleketin bütün yasalarını çiğneyip kaçak villalar yapacaksın ve üzerine
"Allah’ın mülkü" yazdıracaksın!
Kutsal varlığımız, inancımız Yüce Allah’a bundan daha büyük bir saygısızlık yapılabilir mi?
* * *
Dün bir internet sitesine girdim:
www.abfoods.com.tr
Bu site Bay
Unakıtan’ın (bazı okurlarımdan aldığım mesajlara göre
Baltutan’ın) oğluna ait.
AB firmasının sitesi. Girdiğiniz anda karşınıza tavuklar çıkıyor, ötmeye başlıyor. Neşenizi buluyorsunuz!
Sonra
Abdullah Unakıtan’a ait
AB firmasının işleri anlatılıyor. Bildiğimiz yumurtanın üzerine
çarpı işareti konulmuş! İlla ki onların yumurtasını alacaksınız.
Mısır, yumurta, krem şanti vesaire deyip geçmeyin. Bunlar en az
15 milyon dolarlık yatırımların parlak sonucu!
Ama babasına "
Ankara’da oturduğunuz evin aylık 275 milyon lira olan aidatını bile devlete mi ödetiyorsunuz?" diye sorduğumda yanıt veremiyor. Niçin veremiyor?..
Çünkü evet, devlete ödetiyor.Türkiye genelinde lojmanlarda oturan belki yüz binlerce memur, polis, subay, astsubay, istisnasız herkes lojman aidatını
kendi cebinden öderken, Bay
Unakıtan bunu
devlete ödetiyor.
Site yönetimi aidat makbuzlarını
Maliye Bakanlığı adına kesiyor.
AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin metro kartlarının arkasında yine AB firmasının reklamı! Kaça verildi, parayı kim aldı, belgesi nerede? Bunlar, yüzlerce trilyonluk bir süreç içerisindeki en hafif, en küçük örnekler. Gerisini siz düşünün. * * *
Türkiye Cumhuriyeti’nde nice bakanlar, nice maliye bakanları geldi geçti. Özellikle maliye bakanları hep
saygın isimler olarak kaldı. İsimleri katakulliye karışmadı.
Böylesini ilk kez gördük! Kendisine sorulan
belgeli sorulara bile yanıt veremiyor.
Onun işi bitik. Süngüsü düştü. Kimin koruması altında olursa olsun, bu saatten sonra hiç fark etmez.
Yakında gidecek. Gitmekle de kalmayacak, yargı önünde aile boyu hesap verecek.Yazının Devamını Oku 1 Mart 2006
"SAYIN Emin Çölaşan, Hürriyet gazetesinde 26 Şubat Pazar günkü yazınızı üzülerek okudum. Sayın Çölaşan ben bugüne kadar doğru bildiğim şeylerin altına imza atmaktan korkmadım. Takdir edersiniz ki iş yapan insanlar hata da yapabilir. Ancak yazınızda konu ettiğiniz 2001 yılında EGS'ye verilen kredi doğru bir karardır. Daha önce de belirttiğim gibi bugün aynı koşullarda önüme böyle bir onay gelse yine imzalarım.
Sayın Emin Çölaşan, 2001 yılı Türkiye'nin en büyük krizinin yaşandığı yıldır. Yaşanan kriz nedeniyle çok sayıda firma sıkıntıya girmiştir. Birçok firmanın sıkıntıya girmesinin nedeni de ekonominin genelinde yaşanan krizdir. EGS bir şahıs firması değil 400'ün üzerinde KOBİ'nin ortak olduğu bir şirkettir. Ege bölgesindeki ihracatçıların birçoğunu bünyesinde barındırmaktadır. EGS kuruluşundan 2001 yılına kadar 445 milyon dolar kredi kullanmış bunun karşılığı olarak da 4.9 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiştir. Bu kredileri öderken de hiç temerrüde düşmemiştir. Borçlarını zamanında ödemiştir. 2001 yılında ise sıkıntı yaşamıştır. O günleri hatırlarsanız kamu bankalarının verdiği kredilerin yüzde 37'si sorunlu iken Eximbank'ın aynı yıl (2001) verdiği kredilerde sorun yaşanan miktarı ise sadece yüzde 0.9'dur. Bu durum bankanın nasıl başarıyla yönetildiğinin en büyük delilidir.
EGS'ye verilen kredi ile ilgili olarak gerçeğin ne olduğunu 23 Şubat günkü basın toplantısında detaylarıyla anlattım. Sanırım takip etmişsinizdir. Kredi verilirken teminat düşürülmemiş aksine 15 puan yükseltilmiştir. Konu ile ilgili olarak yapılan incelemeye gelince:
Birincisi, bu konuda Eximbank 3 kez denetlenmiş ve herhangi bir suç bulunmamıştır. Basında yer alan raporu ise henüz görmedim. İçinde ne olduğunu da bilmiyorum. Raporun BDDK'ya gönderildiğine ilişkin yazınız ise yanlış bir bilgiden kaynaklanıyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu konuyu incelemek üzere BDDK'yı görevlendirmiş ve iddiaları incelemesini istemiştir. Yine basından öğrendiğime göre BDDK incelemesini tamamlayıp sonucu Başbakanlık Teftiş Kurulu'na henüz iletmemiş. Bunlar tamamen benim bilgim dışındaki gelişmelerdir.
Bugüne kadar bürokrasinin her kademesinde görev yaptım. Veremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur. Bugüne kadar söylediğim her sözün, attığım her imzanın arkasında oldum. Bugün de arkasındayım. Bunun için bir bedel ödemem gerekiyorsa ödemeye hazırım.
Takdirlerinize sunarım. Açıklamanın köşenizde değerlendirileceğini umar, çalışmalarınızda başarılar dilerim."
***
Kürşad Bey'e teşekür ediyorum. Ancak yazdığım hususların tamamı doğrudur. Kendisi, Bankalar Yeminli Murakıpları Kurul Başkanlığı tarafından hazırlanan 4 Temmuz 2005 tarihli raporla sorumlu tutulmuştur. Devletin 64 trilyon lirası buharlaştı. Raporda suçlamalar belgelerle açıklanıyor ve şöyle deniliyor:
"...(Banka yönetiminin) Bilerek ve isteyerek hareket etmekte oldukları, yani 'suç kastının' oluştuğu, ve halen Devlet Bakanı ve milletvekili olan bankanın eski yönetim kurulu başkanı Kürşad Tüzmen'in özel durumu (dokunulmazlık kazanmış olması) nedeniyle Tüzmen dışındaki ilgililer hakkında TCK'daki emniyeti suiistimal suçunun unsurlarının gerçekleştiği, haklarında TCK uyarınca yasal takibat başlatılmasının uygun olacağı düşünülmektedir..."
Benim yazdığım hadise budur. Kürşad Bey raporu biliyor veya bilmiyor, benim sorunum değildir. Bu rapor aylardan beri BDDK'da çekmecede tutuluyor, uyutuluyor ve işleme konulmuyor.
Şu anda zamanaşımı süresinin dolmasına 38 gün kaldı! Ondan sonra 64 trilyonun hesabı sorulmayacak, sorumluların yargılanması mümkün olmayacak.
Kürşad Bey "Raporun içeriğini bilmiyorum, haberim yok" diyor. Şimdi öğrendi. Lütfen girişimde bulunsun, bu rapora işlerlik kazandırılmasını sağlasın ve devlet mekanizmasında gereği ne ise o yapılsın.
UNAKITAN OLAYI
DÜNKÜ yazımda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a çok basit, kolay anlaşılır sorular sormuş ve yanıt göndermesini istirham etmiştim.
Dün bütün gün bekledim, herhangi bir yanıt gelmedi.
Bugün de bekleyeceğim, bundan sonraki günlerde de.
Ancak dün sürpriz bir gelişme oldu ve Unakıtan'ın eşi Ahsen Unakıtan bendenizi telefonla aradı.
Kendisini uzun uzun dinledim. "Gönlünüzün bir kenarında bize de yer ayırın" diyordu.
Gönlümde çok önemli, hem de saygın bir yere sahip olduklarını söyledim!
Bu ilginç konuşmayı ve Ahsen Hanım'ın söylediklerini olduğu gibi yazmayı doğrusu çok isterdim. Ancak yazılmasını istemediğini söyledi.
Şimdi Kemal Unakıtan'dan dünkü sorularıma yanıt beklemeye devam ediyorum ve mutlaka geleceğine inanıyorum! Ne var bunda, niçin gelmesin ki!
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2006
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan ve ailesi, trilyonlarla oynuyor. Şirketleri birbirini kovalıyor. Allah onların tuttuğunu altın ediyor! İnşallah daha çok kazansınlar. Amin. Ancak ben şimdi Unakıtan'a birkaç soru soracağım. Amacım aklanmasıdır! Yanıtları çok basittir, yarım saat içerisinde hazırlayıp gönderir. Ben de burada sizlere aynen iletirim. Eğer yanıt vermezse, verinceye kadar burada sorarım. İşte sorularım:
1- Milyonlarca dolar sermayesi, cirosu olan şirketlerinizde eşiniz, oğlunuz ve kızlarınız ortak. Onlar gelir vergisi mükellefi oldu mu?
2- Olduysa, son beş yılda ne kadar kazanç gösterip ne kadar vergi ödediler?
3- Bunlar, bu şirketlere koydukları sermayeyi nereden buldular? Örneğin miras, piyango, loto, toto gibi yollarla gelir mi elde ettiler? Kredi veya birilerinden borç mu aldılar?
4- Şirket sermayelerini daha önceden kazandılarsa, daha önce gelir vergisi mükellefi olmuşlar mıydı? Oldularsa ne kadar kazanç bildirip kaç lira vergi ödemişlerdi?
5- Eşiniz, oğlunuz ve kızlarınız şirketlere koydukları milyonlarca dolarlık sermayeyi sizden borç aldılarsa, siz son beş yıl içerisinde ne kadar kazanç bildirdiniz ve ne kadar gelir vergisi ödediniz?
6- 2005 yılında yaklaşık 22 trilyon 163 milyar lira ciro yapan aile şirketlerinizden (yumurtacı) AB Gıda A.Ş.'nin devlete ödediği KDV "sıfır" mıdır?
(Bu soruları lütfen 'vergi gizliliği var' diye geçiştirmeye kalkışmayın. Maliye Bakanı olarak bilirsiniz. Her işyerinde, bakkal dükkánlarında bile vergi levhaları vardır, gösterilen gelir ve ödenen vergi orada yazılıdır.)
***
Şimdi Unakıtan'a birkaç soru daha soracağım. Numara sırasıyla devam edelim:
7- Ankara Zirvekent'te içinde yüzme havuzu ve spor merkezi bile bulunan sitede Maliye Bakanlığı'na ait görkemli bir dairede oturuyorsunuz. Lojmanın aylık aidat gideri 275 YTL (275 milyon lira). Bu aidat giderini site yönetimine siz mi ödüyorsunuz, yoksa Ankara Deftardarlığı mı? Eğer devlet ödüyorsa, niçin ödemeyi cebinizden yapmıyorsunuz? Örneğin, aynı yerde oturan Gelir İdaresi Başkan Vekili Osman Arıoğlu cepten öderken, bu para zat-ı alinize çok mu geliyor?
8- Hükümet siyasetçilere lojmanları yasaklamadı mı? Milletvekili lojmanları satılmıyor mu? Siz niçin lojmandasınız? Üstelik orada Maliye'nin dört dairesi var, birini de üç yıldan beri boş tutuyor musunuz? Niçin, hangi akla hizmet amacıyla?
9- Cumhuriyet döneminde sizden başka soyadı ile ürün çıkarıp bunları pazarlayan, satan, sattıran bir bakan ve ailesi var mı? Ben bilemedim, siz biliyor musunuz?
10- Aile şirketinizin pastörize yumurta reklamlarını AKP'li Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin EGO metro kartlarında da görüyorum. Bu iş için EGO'ya kaç para ödediniz? Belgesi nerede?
11- Mısır, gübre ve pastörize yumurta işleriyle birlikte oğlunuz Abdullah otomotiv işine de girdi mi? Wolkswagen, Audi, Seat marka otomobil ve hafif ticari araçların yetkili satıcılığını ve servisini yaptı mı? İstanbul'da 15 milyon dolarlık yatırımla AVEK Otomotiv'i kurdular mı? Eğer kurdularsa, bu 15 milyon doların ne kadarını oğlunuz ödedi ve bu parayı hangi kaynaktan karşıladı?
Eğer şimdi ayrıldı ise niçin ayrıldı ve ne kadar para aldı?
Kızınızın Telsim-Vodafone ilişkisinde ihale ayrıntıları için arabuluculuk yaptığı, Telsim binasında taraflarla bir araya geldiğine falan burada hiç değinmiyorum.
Evet, bu sorularıma Kemal Unakıtan tarafından gönderilecek yanıtı sabırsızlıkla bekleyeceğim.
***
AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez dün Kemal Unakıtan'a çok ağır bir mektup gönderdi. Yenilir yutulur lokma değil. Son gensoru oylamasına değiniyor, "káğıt üzerinde aklandınız ama vicdanlarda aklanmadınız" diyor. Mektup şöyle bitiyor:
"Yeter artık, bize, partiye ve ülkeye yük oluyorsunuz. Sizi artık taşıyamıyoruz. İstifa edin."
Sevgili okuyucularım, Kemal Unakıtan artık o makamda oturamaz. Bu yama dikiş tutmaz. Bu terazi bu sıkleti çekmez.
Afra tafrası, o hava atmaları, milletin malını mülkünü "babalar gibi" satması yetmez.
Bu saatten sonra değil Recep Tayyip Erdoğan, gökten ilahlar bile inse onu kurtaramaz.
Bir vade mi desem, üç vade mi desem!.. Kemal Abisi çok yakında yolcu! Eli mahkûm, koruması altına alıp sahip çıktığı sevgili abisini elleriyle uğurlayacak.
(Emin Çölaşan'ın notu: Unutmasın, yukarıdaki sorularıma Unakıtan'dan yanıt bekliyorum. Nasıl olsa gidiciyim diye ihmal etmesin!)
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2006
TÜRK basınında en keskin bir İslamcı gazete var. İsmi Vakit. Bu gazetenin manşetleri, haber ve yazıları tümüyle "din ve iman"dan oluşur! Bunlar Allah, Peygamber, Kuran der, başka bir şey demez. Bazen de hoşlanmadıkları kişilerin kocaman fotoğraflarını birinci sayfadan basıp hedef yaparlar. Bunlardan bazıları saldırıya uğrar, hatta Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday gibi öldürülür. Şimdi esas konumuza geçelim.
Müslümanlıkta yalancılık var mıdır? Yalan söyleyip müminleri kandırmak Kuran’da yazar mı? Hayır.
Şimdi size dünkü Vakit Gazetesi’nin dokuz sütuna sürmanşetini aynen veriyorum:
"Demirel’lere haczi kaldıran üç üyeyi (Danıştay üyelerini) Demirel atamış."
Biliyorsunuz, Danıştay 13. Dairesi geçen hafta önemli bir karar aldı. Şevket Demirel, Isparta’da TMSF tarafından el konulan şirketleri ve mülkleri için dava açmıştı. 13. Daire, TMSF işlemleri için yürütmenin durdurulmasına oybirliğiyle karar verdi.
Dünkü Vakit manşeti hemen patlattı: "Demirel’lere haczi kaldıran üç üyeyi Demirel atamış."
Yani şunu söylemeye çalışıyor:
"Bu üç üyeyi Cumhurbaşkanı Demirel, Danıştay’a atamıştı. Onlar da teşekkür borcunu ödemek için Şevket Demirel’e kıyak yaptılar."
Gazete bu üyelerin isimlerini de veriyor.
* * *
O üç üye dahil o kararda imzası olanların hepsi de idari yargının en üst düzeydeki yargıçları. Danıştay’a sınavla girmişler, çok uzun yılları orada geçmiş, pek çok aşamada görev alıp mesleklerinde ilerlemişler, kıdem kazanmışlar, Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından Danıştay üyeliğine seçilmişler.
Evet, yalanın böylesi görülmedi! Danıştay mensuplarının zamanı gelince üye seçilmesi, Cumhurbaşkanı ile uzaktan yakından, doğrudan veya dolaylı ilgili değil. Cumhurbaşkanları Kurul’un kimleri üye seçtiğini ancak gazeteden öğrenir.
İnsanın aklına şu soru geliyor:
"Bunlar bu yalanları acaba bilerek mi, yoksa cahillikten mi yazıyorlar?"
Belki bunların eline bazı TMSF mensuplarından veya başkalarından bilgi notu gönderiliyor ve "böyle yazın" deniliyor. Ama insan bir araştırır canım!
Her gün sayfalarında din, iman, Allah, Peygamber söylemlerinin yer aldığı İslamcı bir gazetenin, okuru olan Müslümanlara böylesine yalan, yanlış ve cahilce haberler verip onları kandırmaya yeltenmesi anlaşılır gibi değil.
Şimdi yalanları belgelendi. Müslümanlık (!) adına yayın yapan bu gazete acaba özür diler mi?
KÜRŞAD TÜZMEN’İN KURTARILMASI
Vatan Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Bilal Çetin, birkaç gün önce çarpıcı bir belge açıkladı. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, siyasete girmeden önce devlete ait Eximbank’ın Yönetim Kurulu Başkanı. Bankadan bir firmaya sürekli kredi veriyorlar. Firma borcunu ödeyemiyor. Ödemedikçe yeni krediler veriyorlar, teminatları düşürüp süreyi uzatıyorlar.
Sonuçta firmayla birlikte devletin tam 64 trilyon lirası da batıyor.
Duruma Başbakanlık Teftiş Kurulu el koyup rapor hazırlıyor. Kurul raporu üzerine Bankalar Yeminli Murakıpları soruşturma başlatıyor. Kürşad Bey ve yönetim kurulu üyeleri sorumlu bulunuyor.
Bu sırada Kürşad Tüzmen siyasete girmiş, AKP’den milletvekili seçilip bakan olmuş, dokunulmazlık kazanmış. Türkçesi: Atı alan Üsküdar’ı geçmiş.
Kendisinin devleti zarara soktuğu artık belgelenmiştir. Bu rapor, gerekli işlemin yapılması için geçtiğimiz temmuz ayında BDDK’ya gönderiliyor.
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin, bu raporu 6.5 aydan beri hiçbir işlem yapmadan masasında bekletiyor.
Fakaaaat, işin çarpıcı aşaması işte burada başlıyor.
Zamanaşımı süresinin dolmasına 40 gün kaldı.
Bu süre içerisinde BDDK toplanıp bir karar verecek (!), öteki bürokratik işlemler bitirilecek (!), savcılığa suç duyurusu yapılacak (!), savcılık dava açacak (!), Tüzmen’in dokunulmazlığı kaldırılıp mahkemeye çıkarılacak!..
Türkiye’de bu süreci, hele bir AKP milletvekili-bakan için 40 günde bitirmek asla mümkün değil.
Zamanaşımı geliyor. Yargılanmaktan kurtulmak üzere olan Kürşad Bey’i ve raporu aylardır masasında bekletip Kürşad Bey zamanaşımından kurtulsun diye çaba harcayan BDDK Başkanı’nı derhal kutlamak gerekir!
Bilal Çetin bu olayı patlatmasaydı, olanları ruhumuz bile duymayacak ve dosya kapanıp gidecekti. Şimdi, devletin buharlaşan 64 trilyon lirasının üzerine hep birlikte birer bardak soğuk su içelim.
Afiyet olsun, "benim genlerimde devlet adamlığı DNA’sı var" diyen Kürşad Bey!
İyi ki varmış, ya olmasaydı!
Yazının Devamını Oku