Emin Çölaşan

Baykal-Gökçek dostluğu

12 Ocak 2007
ANKARA’yı ve başkentte yaşayan milyonlarca yaya ve araç sahibini perişan eden bir şehircilik faciasını burada defalarca gündeme getirdim. Ankara’nın anayolu olan Atatürk Bulvarı ile Protokol Yolu aylardan beri oyuluyor. Ne olduğunu, ne yapılacağını, bu işin kimlere verildiğini, kaç trilyona biteceğini bilen yok. Ne zaman biteceğinin ise hiç önemi yok. Olayı özetliyorum:

- Büyükşehir belediyesi ihaleyi 2002 Aralık ayında, bundan dört yıl önce açmış! İşi bir belediye şirketi olan Belbeton’a vermiş! Ciddiyete bakın ki, iş dört yıl sonra başladı!

- Belbeton bu işi Namık Tanık isimli müteahhidin NATA isimli firmasına, onlar da başka taşeronlara devretti. Bizim gazetede gözümüzün önündeki rezaleti her gün izliyoruz. İnşaatta Büyükşehir’in araçları, kamyonları, işçileri çalışıyor. Yapılan yer yıkılıyor, yeniden yapılıyor, yeniden yıkılıyor.

- Bulvar mahvoldu. İnşaat alanındaki bankalar (Yapı Kredi ve HSBC) taşınıyor. Bayındır Hastanesi’ne hastalar ulaşamıyor. Yöredeki pek çok işyeri kapandı, kapanmayanlar kan ağlıyor. İnşaat tam beş aydır sürüyor.

- "İhalesi" dört yıl önce yapılan bu işin maliyeti belli değil, kimin yaptığını gösteren levhalar yok. Milletin trilyonları millete hiçbir bilgi verilmeden harcanıyor.

- Melih Gökçek, müteahhit Namık Tanık’la yakın dost. Son Kurban Bayramı’nda birlikte hacca gittiler.

- İnşaat bahanesiyle evlerin, binaların bahçelerini yok ettiler, yüzlerce anıt ağacı dibinden kestiler.

* * *

Bu olayı size çok özetle aktardım. Milyonlarca Ankaralı perişan durumda. İşin ilginç yanı, Çankaya’da yaşayan bu kitlelerin büyük çoğunluğu CHP’ye oy vermiş kimseler. Bu şehircilik rezaleti sürüp giderken beklediler ki, CHP ve Baykal bu konuyu gündeme taşısın. Dahası, şu belediye şirketlerinin üzerine gidilsin. Büyükşehir bugüne kadar kaç belediye şirketine hangi iş ve alımları vermiş, niçin vermiş, kaça vermiş, bunlar olurken hangi mekanizmalar çalıştırılmış, Meclis’te araştırılsın.

Baykal ve partisi (Yılmaz Ateş’in önergeleri dışında) bu vahim olayı görmezden geldi ve gelmeyi sürdürüyor.

Dahası var: Baykal, Melih Gökçek’le çok yakın ve sıcak ilişkiler içerisine girdi. Bazen yapılan ziyaretlerde baş başa, saatlerce görüşüyorlar.

(Bazı CHP milletvekillerine göre Gökçek bu görüşmelerde Baykal’a önemli bilgiler ve siyasi kulisler aktarıyor.)

Son olarak Gökçek, Baykal’ı makamında ziyaret etti. CHP Genel Merkezi’nin yakınına bir kavşak yapılacakmış, Baykal’ın görüşünü aldığını söyledi! "Kavşak konusunda tercihi Baykal’a bıraktım" dedi. Şehircilik anlayışına bakar mısınız! (Sabah Ankara Eki, 21 Aralık 2006.) Sonra demeç verdi:

"Baykal beni sever, takdir eder, hakkımı teslim eder." (Sabah Gazetesi.)

CHP’nin Ankara’da sadece bir tek ilçe belediyesi var: Çankaya. Şimdi soruyorum, acaba Deniz Bey, ya da partinin yetkilileri, Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz’la seçildiğinden beri kaç kez konuştu? Gökçek’e gösterdiği ilginin yüzde birini Eryılmaz’a gösterdi mi? Gökçek’le kurduğu samimiyetin yüzde birini kendi başkanı ile kurdu mu? Büyükşehir tarafından Çankaya Belediyesi’ne yapılan haksızlıkları görmüyor mu?

* * *

Ankara inim inim inliyor. Paraları savurganca harcayan Büyükşehir Belediyesi’nin sadece BOTAŞ’a olan borcu 883 milyon YTL. (Yani 883 trilyon.) 5 Aralık 2006 tarihli Hürriyet Ankara ekinde Enerji Bakanı’nın demeci.) Hazine’ye olan borçlarla birlikte rakam 2 katrilyonu geçiyor.

Baykal ve partisi bu konulara niçin girmiyor? (Yer yok, bunları çok özetle yazmak zorunda kaldım.)

Ancak, bir şehircilik rezaleti olan Cinnah-Kuğulu-Atatürk Bulvarı kavşağı inşaatı milyonlarca Ankaralıyı perişan ederken, ben ve o insanlar beklerdik ki, Baykal bir gün milletvekilleri ve parti örgütüyle birlikte oraya gelsin, olanları görüp her açıdan irdelesin ve çukurların başında bir basın toplantısı düzenlesin... Ve bu konuları belediye şirketleri rezaletiyle birlikte Meclis gündemine taşısın.

Bunların hesabı sorulmazsa, neyin sorulur?

Yazdıklarım Türkiye genelinde birkaç katrilyonluk konular. Soru önergesi falan bunları kesmez. Bir kez daha söylüyorum, en büyük vurgun ve hortum bazı belediyelerde dönüyor. Fakat ne acıdır ki, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinden tık yok. AKP’nin yumuşak karnını ya görmüyorlar, ya da üzerine gitmek işlerine gelmiyor.

Deniz
Bey istediği kişiyle dost olabilir, "şu veya bu nedenle" yakınlaşabilir. Kişisel tercihidir.

Ancak unutmasın, bugün Ankara’da mağdur edilen milyonlarca insandan yarın gidip oy isteyecek.

O zaman seçmen sıkı fıkı Baykal-Gökçek dostluğuna değil, kendisinin ve partisinin belediyelerde olup bitene gösterdiği duyarlılığa bakarak oy kullanacak.
Yazının Devamını Oku

Muhalefetle AKP’li belediyeler işbirliği

11 Ocak 2007
SEVGİLİ okuyucularım, burada ısrarla bir konuyu gündeme getiriyorum... Ve sık sık yazıyorum. Yazdıklarımın tümü gerçek. Ülkemizde en büyük hırsızlık, yolsuzluk, avanta, hortum, partilileri, eşi dostu ve yandaşları zengin etme ve aklınıza bu doğrultuda hangi kavram gelirse, özellikle bir konu üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor:

Belediyeler ve belediye şirketleri.

Belediyeler deyince elbette ki küçük, beş kuruşa muhtaç belediyeleri kastetmiyorum. Onlar zaten kaderleriyle baş başa bırakılmış durumda. Ayrıca hırsızlık, namussuzluk yapmayanları da kastetmiyorum.

Olay çoğu büyük kentlerin belediyelerinde ve onların kurmuş olduğu belediye şirketlerinde düğümleniyor.

Bunların elinde korkunç paralar var. Bunlar milletin vergilerinden kesilen, ancak belli hırsızların eline ve insafına bırakılan, bu beylerin ve başkanların, başkanlarından emir alan şirket yöneticilerinin kişisel ve siyasal çıkarları uğruna çarçur edilen, toprağa gömülen, yandaşlara köşe döndüren paralar.

Hesabını bilen yok. Bırakın paraların hesabını, iş öylesine laçkalaşmış ki, Türkiye’de kaç belediye şirketi olduğunu devletin bakanlıkları bile bilmiyor. Sanayi Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından verilen rakamlar birbirini tutmuyor. İşin ciddiyetine bakın!

***

Devletin bütçedeki harcamaları denetime tabidir. En başta Sayıştay denetimi gelir. İhaleler, alımlar, harcamalar, Sayıştay dahil çeşitli kurumlar tarafından incelenir ve denetlenir.

Ya belediye harcamaları?..

Belediyelerin çoğu şimdi AKP’nin elinde. Onlar da işin kolayını ve denetimden kaçma yöntemini cingözce bulmuş durumdalar.

Alımları, ihaleleri kendi şirketlerine, yani belediye şirketlerine vermek! Niçin?.. Çünkü bu şirketler özel hukuka tabi. Bunların üzerinde hiçbir kamu denetimi yok. İşi belediyeden bunlar alıyor, sonra göstermelik ihale açıp kendi adamlarına, yandaşlarına veriyorlar. Emme basma tulumba!

Bu olanları küçümsemeyin.

Katrilyonlar dönüyor ve kendi adamları köşeyi dönüyor. Paraların bir bölümü de doğal olarak işi verenlere, onların çoluk çocuğuna ve partilerine belli yollarla aktarılıyor. Bu işler karşılığını vermeden olur mu? Olmaz!

Daha da Türkçesini söylemek gerekirse, büyük rüşvet-avanta-hortum dönüyor.

Türkiye bu yolla soyuluyor.

Dikkat ediniz, AKP iktidar olduktan sonra belediyeleri ve özellikle büyükşehir belediyelerini inanılmaz-olağanüstü parasal ve yasal yetkilerle donattı.

Niçin?.. Çünkü devlet harcamaları denetime tabi. Harcamalar belediye şirketleri eliyle yapılsın ve denetimi olmasın diye.

***

Şimdi burada işin en acı boyutuna bakalım. Meclis’te temsil edilen veya edilmeyen muhalefet partileri var.

CHP, ANAP, DYP, MHP ve ötekiler...

Siz bugüne kadar muhalefet partileri tarafından bu belediye soygunlarının, vurgunlarının dile getirildiğini hiç duydunuz mu?

Bu hortum sürecine burada defalarca değindim, bazen de somut örneklerle gündeme taşıdım.

Bir tek muhalefet partisinin herhangi bir yetkilisinden "Arkadaş haklısın, biz bu işin üzerine gideceğiz" diye bir mesaj almadım. Ya da herhangi bir iktidar yetkilisi "Yazdıkların yalandır, yanlıştır" diyemedi.

Bu nasıl muhalefettir? İktidarı sıkıştıracak, zor durumda bırakacak bir fırsat altın tepsi içinde önlerinde duruyor. AKP’nin yumuşak karnına vurmak ya akıllarına, ya da işlerine gelmiyor. Hiçbirinden ses yok, tepki yok, tık yok... Ve bunlar yarın milletten oy isteyecek!

Oysa bu "belediye marifetleri" özellikle büyük kentlerimizde milyonlarca insanımızın yaşamını bire bir ve olumsuz yönde etkiliyor. Milletin paraları savruluyor, hortumlanıyor. Vurgun, yolsuzluk büyük.

Bu rezaleti toplum adına gündeme taşıması gerekenlerde ise -başta CHP olmak üzere- tık yok!

CHP ve öteki muhalefet partileri, bu konuda hem AKP iktidarı, hem de AKP’li belediyeler ve belediye şirketleri ile adeta anlaşmış, uzlaşmış gibi! Daha açık yazayım, böyle sessiz kalarak onların koruyuculuk görevini üstlenmiş durumdalar.

Nedenini sizler gibi ben de çözebilmiş değilim.

***

Not: Yarınki yazımda Ankara’da süregelen ve yüzbinlerce insanı aylardan beri perişan eden bir kavşak inşaatına, bu doğrultuda Deniz Baykal ile Melih Gökçek arasındaki "çok sıcak ve yakın ilişkilere" değineceğim. Bir ibret belgesidir!
Yazının Devamını Oku

KKTC gerçekleri

10 Ocak 2007
KKTC Cumhurbaşkanı Bay Talat birkaç gün önce Ankara’ya geldi. Daha önce hükümetle görüşmeler yapmış, Rumlara şirin görünmek amacıyla Lefkoşa’daki Lokmacı geçidinin kaldırılmasını istemişti. Burası Türk ve Rum kesimlerini bağlaması öngörülen bir yer...

Ve Rumlar da kaldırılmasını istiyor. Fakat birkaç ’önemsiz’ istekleri daha var!

Şöyle diyorlar: "Biz de kendi duvarımızı kaldırıp burasını açarız. Ancak karşılığında buradaki TÜRK ve KKTC bayraklarını indirir, gümrük binasını kapatırsanız... Ve ayrıca Lefkoşa’daki Türk askerini çekersiniz."

Biz ille de Rum tarafına ödün vermek zorundayız ya!.. Bay Talat işin içine bunu da katmak istiyor.

Fakat gelin görün ki, askerler Rumların bu istemlerini -elbette ki- kabul etmiyor.

Bay Talat Ankara’ya geldi, Dışişleri Bakanı ile konuştu. Talat Rum tarafının bu isteklerine ne yazık ki sıcak bakıyordu.

Şimdi sıra askerleri razı etmeye gelmişti. Kalktılar, birlikte Genelkurmay Başkanı’na gittiler. Büyükanıt Paşa ve komutanlar sakıncaları dile getirdiler ve geçidin kaldırılmasına onay vermediler.

Bay Talat bu görüşme sonrasında yaptığı açıklamada "Bu konuyu görüşmedik" dedi! Hemen ardından Genelkurmay açıklama yaptı ve Talat’ı yalanladı. Bu konu görüşülmüştü. Bay Talat doğru söylemiyordu.

İşin buraya kadar olan bölümünü çok özetle ve kısaca yazdım.

* * *

Şu işe bakın siz! Rumlar bir devletin egemenliğini temsil eden bayrakların indirilmesini, Türk askerinin çekilmesini istiyor...

Ve Ankara’da hükümetteki bazıları ile KKTC’de bazıları bu isteme sıcak yaklaşıyor, olumlu bakıyor.

Niçin? Rumlara bir ödün daha verelim, AB’yi hoşnut kılalım!

Bay Talat emir verdi, Lokmacı geçidinin yıkımına dün başlandı.

Böylece Rumlara ve AB’ye bir kez daha göz kırpmış oldular. AB dönem başkanı Almanya’nın Ankara’daki büyükelçisi dün bu davranıştan övgüyle söz etti.

Bu göz kırpma, bu yıkım, AKP hükümetinin -askere rağmen- izni, bilgisi ve haberi olmadan yapılır mı? Yapılmaz.

Ancak ne yazık ki (!) oradaki Türk ve KKTC bayraklarını indirmeleri, Türk askerini çektirmeleri mümkün olmadı. Ancak geçidi yıkarak Genelkurmay’a rağmen bir adım attılar.

Başbakan dün yıktırılan Lokmacı geçidi kendisine gazeteciler tarafından sorulunca aynen şöyle dedi:

"Oranın bir cumhurbaşkanı, bir hükümeti yok mu? Nihai kararı onlar verir. Bize de saygı duymak düşer. KKTC kararını vermiştir."

Aman haaa, bir yanlışlık olmasın!

Yarın öbür gün "oranın cumhurbaşkanı ile hükümeti" öyle bir karar alıverir ki, hep birlikte apışıp kalırız. Örneğin KKTC’den bir açıklama geliverir:

"Cumhurbaşkanımız ve hükümetimizin dün aldığı karar doğrultusunda Türk askerinin egemen ve bağımsız bir ülke olan KKTC’den çekilmesine, KKTC’nin Rum kesimiyle birleşmesine karar verilmiştir."

Tayyip Bey’in bu sözlerinden bir şey daha öğrendik. Demek ki KKTC, kararları Türkiye’ye danışmadan alıyormuş! Belki o zaman bizim başbakan aynı sözlerle bir açıklama daha yapar:

"Oranın bir cumhurbaşkanı, bir hükümeti yok mu? Nihai kararı onlar verir. KKTC Rumlarla birleşme kararı vermiştir. Bize saygı duymak düşer. Hayırlara vesile olsun."

* * *

Bazı şeyleri çok iyi bilmek gerekir. Bugün KKTC’yi yönetenlerin kafa yapısı aslında böyle bir gidişe uygun.

Bunları elbette böyle açık, somut ve net bir biçimde söylemeleri mümkün olmuyor.

Tümüyle özgür olsalar, çoğunun söyleyeceği şey aynıdır:

"Ey Türkiye, düş yakamızdan. Biz Kıbrıslıyız. Bizi Rumlarla baş başa bırak, onlarla birlik olalım, birleşelim. Çıkarımız orada. Onlar zengin, biz fakiriz. Onlar ceplerinde AB pasaportu taşıyor.

Çek askerini, bizi rahat bırak. Biz başımızın çaresine Rumlarla birlikte bakarız."

Ankara’da bizi yönetenlerden bazıları da aynı doğrultuda düşünüyor. Ancak bunu sesli olarak dile getirmeleri elbette mümkün olmuyor:

"KKTC bizim sırtımızdaki yük. Hem AB olayımıza engel oluyor, hem de bütçeye parasal yük getiriyor. Şu Türk kamuoyu olmasa, Rumlara birkaç ödün daha verebilsek, KKTC’yi satışa getirebilsek ne iyi olur. Hem AB işinin önünü açarız, hem de üzerimizdeki parasal yükten kurtulmuş oluruz."

O günler de gelir inşallah!.. Ah bu yıl yapılacak seçimler olmasa... Ah, ahhh!
Yazının Devamını Oku

Ay yıldızdan şimdi medet umanlar!

9 Ocak 2007
SEVGİLİ okuyucularım, geçtiğimiz Kurban Bayramı öncesinde Türkiye’nin bütün yörelerinde duvarlara kocaman kocaman afişler asılmıştı. Mutlaka gördünüz. İller, ilçeler, meydanlar, sokaklar ve caddeler bunlarla doldurulmuştu. Sol tarafta Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı. Onun hemen arkasında büyük bir Türk bayrağı.

Yanında yine kocaman bir yazı:

"KURBAN OLAM AYINA YILDIZINA

Bayramınız kutlu olsun"

Kurban bayramı ile kurban olma kavramını Türk bayrağı üzerinde birleştirmiş, hem milliyetçi, hem de din kutsalına ilişkin kavramları birlikte kullanıp kendi reklamını ve dolayısıyla partisinin propagandasını yapıyordu!.. Böylece bir taşla iki kuş vuruyordu!

Temel unsur Türk bayrağı idi!/images/100/0x0/55ea0bbcf018fbb8f866d318

***

Elimde bir yasa metni var. Bayrak Kanunu. Açıyorum, maddelerini okuyorum.

"Bayrak Kanunu madde 7: Yasaklar:

Türk Bayrağı...hiçbir SİYASİ PARTİ, teşekkül, dernek, vakıf ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde kullanılamaz."

(Aynı hüküm Bayrak Tüzüğü’nün 26. maddesinde de yer alıyor.)

Şimdi aynı yasa maddesinin devamını okuyalım:

"Bu kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal önlenir ve gerekli soruşturma yapılır."

Bu afişler yasaya tamamen aykırı bir biçimde Türkiye’nin neredeyse bütün duvarlarına asıldı.

Neredeydi bunu önlemekle yükümlü olan devlet yetkilileri, neredeydi?

İdari birimler!.. Yani İçişleri Bakanlığı, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri...

Bayrak Kanunu açıkça çiğnendi. Yasaları çiğneyen sıradan biri olursa üzerine gidiliyor da, iktidar partisi ve Başbakan olunca görmezden mi geliniyor? Bu nasıl iştir, nasıl hukuk ve adalet anlayışıdır?

***

Şimdi haklı olarak bana, "Bu yasayı çiğnemenin bir yaptırımı, cezası var mı" diye soracaksınız... Bayrak Kanunu’nda bu yasayı çiğneyenlere eski TCK’nın 526. maddesi uyarınca 3 aydan 6 aya kadar hapis cezası öngörülüyordu.

AKP iktidarı bunu da yok etmeyi başardı!.. Ve bu suçu Kabahatler Kanunu’nun 32. maddesi kapsamına soktu. Şimdi bunun yaptırımı sadece 120 YTL dolaylarında bir para cezası!

Cezasından da vazgeçtim ama karşımıza şu olayda çıkan düşündürücü tablo iki boyutlu:

1- Türk bayrağına saygısızlık adli suç olmaktan çıkarıldı.

2- Fakat Bayrak Kanunu hükümleri aynen yürürlükte. Onu henüz kaldıramadılar! Başbakan ve partisi o afişlerle yasayı çiğnediler. ’Yasalar bize işlemez’ mesajını bir kez daha verdiler. Türk bayrağını kullanarak propaganda yapmaya, siyasi çıkar elde etmeye kalkıştılar...

Çünkü yurt sorunlarına duyarlı, gidişin nereye olduğunu gören milyonlarca Türk insanı iktidara büyük tepki gösteriyor.

Baktılar ki zemin ayaklarının altından hızla kayıyor, iş kötüye gidiyor, yasaları çiğnemek pahasına bile olsa çareyi Türk bayrağına, ayına yıldızına ve "Türklük" kavramına sarılmakta-sığınmakta buldular!

Geç kaldılar.
Yazının Devamını Oku

Basından haber özetleri!

7 Ocak 2007
DİDİM’de yaşayan İngilizler, devlet hastanesine yardım toplamak amacıyla bir gece düzenledi. Hastanenin başhekimi, yapılan çağrıyı reddetti ve şöyle dedi: "Ben içki içmiyorum. İçkili yerde bulunmam, içki içilen yere doktorlarımı da göndermem." Hiçbir hastane doktorunun katılmadığı gecede hastane için 4700 YTL toplandı.

Yılbaşından itibaren net 403 YTL olan asgari ücretle Türkiye yine Avrupa ülkelerinin çok gerisinde kaldı. Türkiye 2007 yılı için çalışanlara 2l5 Euro asgari ücret ödeyecek. Asgari ücret Lüksemburg’da 1503, İrlanda’da 1293, Hollanda’da 1273, İngiltere’de 1269 Euro.

Ankara’da tam bir rezalete dönüşen Atatürk Bulvarı ve Cinnah Kavşağı projesi diplomatik krize neden oldu. Polonya Büyükelçisi Grzegorz Michalski altgeçit yapılan yerde büyükelçilik binasına ve arazisine araçla giriş çıkış olanağı kalmadığını bildirdi. Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı’na üç kez nota verdi. Notalara yanıt alamayan büyükelçi, bunun üzerine Varşova’da kendi hükümetine başvuruda bulundu ve Türk hükümeti nezdinde girişimde bulunulmasını istedi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, devlet hastanelerinin sosyal güvenlik kurumlarından 4 milyar YTL (4 katrilyon lira) alacağı bulunduğunu söyledi.

Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, üniversite hastanesinde SSK’dan sevk edilen hastalara hizmet vermeyi durdurmak zorunda kaldıklarını açıkladı. Üniversite hastanesinin devletten alacağının 10 trilyon liraya ulaştığını bildiren rektör şunları söyledi: "Hasta kendi ücretini öderse bakacağız. Bu koşullar altında hastane hizmeti verilemez. Malzeme aldığımız firmalara altı aydır para veremiyoruz. Öğretim üyesi hocalarımıza sekiz aydan beri performans kredisi ücretlerini ödeyemiyoruz."

Para bulamayan Ankara Üniversitesi arazisini satıyor. Üniversite, inşaatına başladığı yeni yerleşkeyi verilen ödeneklerle bitiremiyor. Çare Oran’da bulunan 38 dönümlük araziyi satmakta bulundu. Rektör Prof. Dr. Nusret Aras, "Altı yıl önce rektör olduğumda 5.5 milyon YTL ödenek vardı, şimdi bu parayı 3 milyon YTL’nin altına düşürdüler" dedi ve araziyi bu nedenle satışa çıkarmak zorunda kaldıklarını söyledi.

* * *

Bazıları ısrarla soruyor... "Hiç mi iyi haber yok?.." Elbette var. Örneğin, AKP ve iktidar yağcısı gazeteler manşet atıyor: "En alttaki fakir fukara kesimi ilk kez artıya geçti. Gelir dağılımı, adaletsizlikten adalete döndü. Orta ve alt gelir grupları zenginleşiyor!" Yaaa...

Size çok sevindirici bir haber daha vereyim.

Başkentin göbeğinde bulunan bizim Hürriyet Ankara Bürosu’nun, çevremizdeki konutların, bankaların, işyerlerinin ve büyükelçiliklerin elektriği belki bir yıldan beri ilk kez -dün bu yazıyı yazdığım saat 16.00’ya kadar- kesilmedi.

Daha güzel ve olumlu bir haber olamaz. 21. yüzyılda bunu başaranları kutluyorum!


THY AÇIKLAMASI

AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik’in şikáyeti üzerine görevine son verilen Selçuk Kaplan’la ilgili olarak önceki akşam geç saatlerde gönderilen THY açıklamasını özetliyorum:

"Eski çalışanımız Selçuk Kaplan hakkında yapılan tüm işlemler hukuka uygundur. Kendisine 1995-2003 yılları arasında çeşitli zamanlarda çeşitli davranışları nedeniyle uyarı, ikaz, ücret kesim cezaları verilmiştir.

Son olarak annesini yolcu etmeye gelen bir milletvekili
(Ömer Çelik) ile fazla bagaj nedeniyle gerginlik yaşanmasına neden olduğu, personelin görevi esnasında yolcuya karşı kullandığı terminoloji ve olumsuz davranışın, görevinin gerektirdiği incelik, sabır, nezaket, hoşgörü ve ağırbaşlılığı sergileyemediği hususları tespit edilmiştir. Çalışma düzeni, işindeki ve davranışlarındaki olumsuzluk ve değişik yıllarda birkaç kez çeşitli disiplin cezaları almış olduğu değerlendirilerek, işe iadesine ilişkin karar (mahkeme kararı) aynı kararda hükmedilen tazminatlar ödenmek suretiyle uygulanmamıştır.

THY hakkında kamuoyunda oluşabilecek yanlış anlamaların giderilmesi için bu açıklamamızı yayınlamanızı rica ederiz."


Teşekkür ederim. Ancak personelin geçmişte disiplin cezaları almış olması, ne yazık ki bir milletvekilinin annesini uğurlarken yaptığı şikáyet nedeniyle kovulmuş olmasına gerekçe oluşturmuyor.
Yazının Devamını Oku

"Başardılar! Enflasyon tek hane!

6 Ocak 2007
SEVGİLİ okuyucularım, 2006 yılı enflasyon rakamları açıklandı. Adına sokak enflasyonu dediğimiz, hepimizin günlük yaşamında yüz yüze olduğu tüketici endeksi artışı yüzde 9.65 oranında kalmayı başardı! Bu rakamda bir incelik olduğunu unutmayın!

Biliyorsunuz, hükümetin AB karşısında uygulamaya geçirdiği bir ekonomi politikası var.

"Yıllık enflasyon tek haneli olacak!"

Yıl içerisinde doğalgazdan kiraya, konut ve işyeri fiyatlarından et ve yumurtaya, kömürden otobüs ve dolmuş ücretlerine kadar her şeye zam gelmiş. Olsun varsın! Önemli olan enflasyonun tek haneli olması. Yani yüzde 10’u geçmemesi.

Belki daha da önemlisi, enflasyon ne kadar "düşük" çıkarsa, işçi, memur ve emeklilere o kadar az zam yapılıyor ve bütçede tasarruf sağlanıyor. Siz hükümet olsanız, enflasyonu düşük göstermez misiniz?

Bu rakamları devletin bir kurumu olan TÜİK toplayıp açıklıyor. Bu durumda yapılacak olan nedir? Vatandaşı doğrudan ilgilendiren sokak enflasyonunu ille de yüzde 10’un altında göstermektir. İşte onu yapıyorlar.

Kuyumcu gibi ince çalışıp bunu başardılar!

Biri "sen bunun aksini kanıtla" derse, hiç kimse kanıtlayamaz.

Yani bu rakamı yüzde 9.99 olarak bile açıklayabilirlerdi! Yine tek haneli olurdu.

Bu yıl aynı olaya yeniden tanık olacağız. Yıl sonu hedefi olan yüzde 5’i tutturmak için yine ellerinden geleni yapacaklar. Örneğin bu ocak ayında enflasyonun büyük olasılıkla "eksi", ya da binde bir gibi bir şey olduğu açıklanacak...

Çünkü seçim yılındayız. Göz boyama kampanyası daha da hız kazanacak.

Siz doğrudan AKP hükümetine bağlı bir kurum tarafından açıklanan bu kuşkulu-tartışmalı rakamlara değil, cebinizden çıkan paraya ve önünüze getirilen zamlara ve fiyat artışlarına bakın. İşte o zaman gerçeği göreceksiniz.

ÖMER ÇELİK OLAYI

BİRKAÇ gün önce AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik’le ilgili bir olay yazdım. Havaalanında, fazla bagaj parası vermemek için tartıştığı THY görevlisi Selçuk Kaplan’ı genel müdüre şikáyet etmiş ve kovulmasına neden olmuştu. Hem de olayı belgelemiştim.

Kaplan mahkemeye gitmiş, göreve iade davasını kazanmış, bu karar Yargıtay tarafından onanıp kesinleşmişti. Ancak THY yönetimi, mahkeme kararını da takmıyordu. Yazdıklarımın hepsi belgeliydi.

Aradan üç gün geçti. AKP Milletvekili Ömer Çelik’ten, ya da THY yönetiminden hiçbir açıklama, yalanlama gelmedi. Nasıl gelecekti ki!

Bir kamu çalışanı, bir iktidar milletvekilinin telefonuyla işinden kovuluyor, mahkeme kararları uygulanmıyor. Milletvekili inkár edemiyor, İstanbul’da Atatürk Havalimanı pistinde uçakların yanında deve kestirip ülkemizi dünyaya rezil eden THY yönetimi suskun kalıyor!

Hak, hukuk, adalet, insanlık, vicdan, Allah korkusu, kanun korkusu gibi kavramları ayakları altına almışlar, paspas gibi çiğniyorlar, silindir gibi ezip geçiyorlar. Zannediyorlar ki, hep o mevkilerde kalacaklar. Kalmayacaklar.

Onlara yazıklar olsun. Diyeceğim bu kadardır.

Günaydın münaydın yok!

DÜNKÜ Milliyet’te Melih Aşık’ın köşesinde yer alan belgeli olay kanımı dondurdu. Diyanet’e bağlı İstanbul Müftülüğü, 23 Şubat günü bütün camilerde okunacak hutbeyi internet sitesinde yayınlamış. Özetle şöyle:

"Dinimizde selam verme kısaca ’Esselamü Aleyküm’ veya ’Selamün Aleyküm’ şeklindedir. Kendisine selam verilen kişi de ’Ve Aleykümüsselam’ şeklinde karşılık verir. Müminlerin selamlaşmaları dinimize göre sünnettir.

Kültürümüzde mevcut olan ’iyi günler, merhaba, günaydın’ gibi cümlelerle de insanlar birbirleriyle ilgi kurmaktadır.

Ancak kişinin esenlik ve mutluluk temennisini ’Esselamü Aleyküm’ veya ’Selamün Aleyküm’ şeklinde ifade etmesi en güzel ve sünnete en uygun olanıdır."

Bundan sonra her kim başkalarına "günaydın, iyi günler, merhaba" falan derse, Diyanet İşleri’ne göre o mümin değildir.

Ya nedir? Onu ben bilemem, bilenlere sormalı!

Bir şey daha sormalı:

Türkiye bu kafaların elinde nereye sürüklenmek isteniyor?
Yazının Devamını Oku

Mudanya müftüsü...

5 Ocak 2007
BURSA’dan bir okuyucumdan gelen yazılı mesaj ilginçti: "Mudanya’ya bağlı Bademli Mahallesi’nde olanları size bildirmek istedim. Son aylarda bazı kimseler, evlerinden ezan yayını yapmaya başladılar. Bu her geçen gün artıyor. Araştırdığımda bu işin Mudanya Müftüsü tarafından verilen destekle yapılmakta olduğunu öğrendim.

Bursa ve Mudanya müftüleri ile yapılan görüşmelerde, halk istediği için izin verdiklerini belirtiyorlar.

Ayrıca Jandarma da izin veriyormuş. O yüzden bir şey yapılamıyormuş.

Bizim bildiğimiz, ezan camiden okunur. Şimdi mahalle aralarına hoparlör çekiyorlar..."

Konuya girmeden önce, adı Nizamettin Doğan olan bu Mudanya müftüsünün kimliği hakkında birkaç satır yazayım. Bu şahıs bir süre önce bayram vaazında ilginç şeyler söylemişti:

"Erkeklerin anne, eş ve kızlarından başkasıyla el sıkışması caiz değildir."

Devletin müftüsü 21. yüzyılda bunları söylüyordu.

Şimdi de devletin Anadolu Ajansı tarafından geçilen 8 Kasım 2006 tarihli habere bakalım:

"Mudanya Müftüsü Nizamettin Doğan’ın bayram vaazında söylediği öne sürülen ’erkeklerin anne, eş ve kızından başkasıyla tokalaşması caiz değildir’ sözleriyle ilgili olarak Bursa Valiliği’nin talebi üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müfettiş görevlendirdiği öğrenildi..."

Bu soruşturma acaba ne oldu?!

* * *

Şimdi yine dönelim konumuza. Elimde Müftü’nün iki adet yazısı var:

"TC Bursa Valiliği Mudanya Müftülüğü. Tarih 2 Ekim 2006. Sayı 452.

Mahallenize bağlı Hacı Süreyya Sokağı sakinlerinin ezan sesi duyamadıklarından bahisle ilgi dilekçenizde ifade ettiğiiz talebiniz tarafımızdan değerlendirilmiştir.

Söz konusu mahalle sakinlerinin, camide olduğu gibi Bursa Ulucami’de okunan ezanı dinleyebilmeleri için EMEK firması ile irtibata geçilerek tarafınızca uygun görülecek bir direğe alıcı cihazı ve yeterli sayıda hoparlör taktırılması Müftülüğümüzce uygun görülmektedir. Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim."

İşi yapacak firmanın da ismini veriyor!

İkinci yazı:

"TC Bursa Valiliği Mudanya Müftülüğü. Tarih 13 Ekim 2006. (Yazının sayısı tam okunmuyor.)

Muhtarlık Makamına, Bademli. Köyünüzün Yenimahalle ve çevresinde bulunan evlerin ezan sesi duymadıkları ilgi yazınızdan anlaşılmaktadır.

Köy merkezinde bulunan camimizden okunan ezanların o bölgede duyulabilmesi için gerekli sistemin kurularak herhangi bir aksaklığa meydan vermeden düzenli şekilde beş vakit ezanın Yenimahalle’de duyulmasının teminini rica ederim. Nizamettin Doğan. Mudanya Müftüsü."

* * *

Ezan camide, Allah’ın evinde okunur. Ezan evlerin damından, direklerden rastgele yayınlanmaz.

Şimdi Mudanya ve yöresinde -ve Türkiye’nin dört bir yanında- pek çok yerde evlerin damlarında, direklerde hoparlörler asılı.

Damlardan, pasajlardan, direklerden cızırtılı, metalik sesler yükseliyor.

İnsanlar ezana karşı sergilenen bu saygısızlığa karşı çıktıklarında "din düşmanı, kafir, Allahsız" olarak tanımlanıyor...

Ve öyle bir baskı ortamı oluşturuldu ki, hiç kimse karşı çıkamıyor.

Ezan sesi yüceliğini yitiriyor.

İşin ticareti, pazarlığı, firma seçimi, firma tavsiyesi artık açıktan, müftülük eliyle bile yapılıyor.

İKİ GÜZEL KİTAP

Büyükelçi, Cumhurbaşkanı’nın Özel Kalem Müdürü ve Dışişleri Başdanışmanı Sermet Atacanlı’nın çok ilginç bir kitabını bayramda okudum:

"Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları" (MB Yayınevi)

Atacanlı Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı arşivlerine girmiş, kitabını çoğu ilk kez yayınlanan bilgi, belge, mektup ve fotoğraflarla süslemiş. Gerçekten okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir kitap. Yeni Tokyo büyükelçimizin ellerine sağlık.

Abbas Gökçe’nin kitabı "Yargıdaki Anıların Tortusu" (Kutupyıldızı Yayınevi). Emekli Danıştay üyesi Gökçe Güneydoğu’da başlayan hakimlik yaşamını, Danıştay’ı, 12 Eylül sonrası Danışma Meclisi üyeliğini, yaşadıklarını, başına gelenleri anlatıyor. Onun da ellerine sağlık.
Yazının Devamını Oku

Okuyucular yazıyor

4 Ocak 2007
BAZI okuyucularımdan aldığım mesajları yorumsuz yazıyorum. Ders alması gerekenler alsın! "Adım Emrah Paksoy. ABD California’da, üniversitede matematikçi yardımcı doçent olarak görevliyim. Ocak ayında Meksika’da bir matematik konferansına davet edildim. Türk vatandaşı olduğum için vize almam gerekti. Bu işlemin gayet kolay ve çabuk olacağını düşünüyordum, çünkü Meksika’daki üniversite tarafından çağrı mektubu almıştım.

İki hafta kadar önce Los Angeles şehrindeki Meksika konsolosluğuna gittiğimde ilginç bir sürprizle karşılaştım. Gerekli belgelerim tam olmasına ve zaten ABD’de ikamet ediyor ve çalışıyor olmama rağmen sadece Türk vatandaşı olduğum için başvurumun iki ay önceden yapılması gerektiğini söylediler. Sinirlendim ve üzüldüm. Meksika’da bir Türk göçmen sorunu yaşandığını sanmıyorum.

Bu olay ülkemizin diğer ülkeler nezdinde ne kadar saygın (!) ve önemli (!) bir konuma sahip olduğunu gösteriyor. Umarım ülkemi bu derece, Meksika tarafından bile hor görülecek kadar küçülten kadrolar ne yaptıklarının ve Türkiye’ye nasıl zarar verdiklerinin bir gün farkına varırlar. Bunu sizinle ve Hürriyet okurlarıyla paylaşmak istedim. En derin saygılarımla."

***


İsminin verilmesini istemeyen bayan okuyucum yazıyor ve telefonda anlatıyor:

"Marmara Bölgesi’nde bir kurumda yöneticilik yapan bayan okurunuzum. Bir süre önce fabrikamıza bir sipariş vereceklerini beyanla, İGDAŞ’tan birkaç kişi geldi. İGDAŞ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir şirketi.

Karşıma gelen beş kişiyi karşılayınca şoke oldum. Grup başının kıyafeti aynen şöyleydi: Başında beyaz hacı takkesi, altında şalvar, üzerinde son düğmesine kadar ilikli bir gömlek ve göbeğine kadar sakallı. Diğerleri de ona benziyordu.

Doğal olarak elimi sıkmadılar. Uzattığım elim boşlukta kaldı. Oysa daha önce kendileriyle telefonda konuşmuştuk ve karşılarına benim çıkacağımı biliyorlardı. Bunun üzerine bir erkek arkadaş çağırdım. Onu görünce rahatladılar ve elini sıktılar!

Bir Atatürk çocuğu olarak ülkemin bu kadar hızla gerilere sürüklenmesine tahammül edemiyorum."

***

Emekli öğretmen Güngör Malkoçoğlu, Sivas’tan yazıyor:

"Sayın Emin Çölaşan eliyle
(Başbakan’ın başdanışmanı) Cüneyd Zapsu’ya iletilmek üzere açık mektup:

Sayın Çölaşan, lütfen kendisine iletiniz. Sayın Zapsu, sizi rahatsız etme nedenim sayın Başbakanımıza ulaşamadığım ve anamdan korktuğum içindir.
(Ananı al da git hikáyesi.) 66 yaşındayım. 42 yıl yurdun çeşitli yerlerinde Türkçe öğretmenliği yaptım. Öğrencilerimden adam gibi düşünmelerini istedim ve onlara Atatürk’e bağlılığımızın nedenlerini anlattım. İçlerinden çeşitli görüşlerde insanlar yetişti. Çok şükür ki Atatürk ve devletimize küfür etme alçaklığını gösteren birine rastlamadım. Benim için en büyük mutluluk kaynağıdır.

Efendim, kalp, tansiyon, vertebrozeller yetmezlik hastasıyım. İlaçlarımı almadığım zaman kafam emme basma tulumba gibi sallanmaktadır.

Görenler vaziyetimi AB ve ABD karşısındaki Başbakanımızın durumuna benzetmektedir.

Sayın Zapsu, sizden dileğim bu durumumu ve benim gibi olanların perişanlığını Başbakanımıza iletmenizdir. Size karşı güven ve muhabbet herkesçe malum! Babasına bile kefil olmayan Sayın Başbakanımız basın organlarında, size ve eski ortağınız Yasin El Kadı’ya kefil olduklarını bildirdiler.

66 yaşındaki bir pir-i faninin ayda içeceği iki kutu ilaç ile uğraşılması bizleri üzmektedir.

IMF’nin verdiği emirlerin yumuşatılmasını ve ilaçlarımızı alabilmemiz için aracılığınızı arz ederim Sayın Zapsu.

Ek: Üniversite hastanesinden verilmiş olan heyet raporu."

***

Isparta’dan Bahar Çam yazıyor:

"Yüzde 60 özürlü raporum var. Belediye tarafından bize ücretsiz ulaşım kartı verildi. 25 Aralık günü bindiğim belediye otobüsünün şoförü bana hakaret etti ve beni indirip bindirmekten bıktığını söyledi. Hiç cevap veremedim, çünkü şaşırıp kalmıştım. Başka özürlü arkadaşlarım da aynı davranışla karşılaşmışlar. Şikáyet ediyoruz, hiçbir sonuç çıkmıyor. Üniversite bitirdim. Sınav kazandığım halde, durumum nedeniyle uzman ve müfettiş olamadım. Parti programında özürlülere en yüksek özenin gösterileceğini açıklayan AKP hükümetinin AKP’li belediyesinde bu çirkin saldırıya muhatap olduğum için çok üzgünüm. Lütfen bana ne yapmam gerektiği konusunda bir fikir verebilir misiniz efendim. Baki selam ve saygılarımla."

Bugünkü yazım yorumsuz. Hiçbiri için yorum yok!
Yazının Devamını Oku