8 Eylül 2004
<B>SON </B>iki yazımda terörün <B>3. dünya</B> (paylaşım) <B>savaşının </B>en önemli biçimi haline geldiğini, akıl almaz bir şekilde gelişen <B>teknoloji </B>karşısında ‘tüfek icat oldu, mertlik bozuldu’ babından <B>emperyal paylaşıcılar</B> arasındaki doğrudan savaşların ortadan kalktığını ve savaşın <B>modalite </B>değiştirdiğini yazdım. * * *
Ben artık eminim ki savaşın iki boyutu var (Bkz. 06.09.2004 yazım):
1) Zaman zaman bağımsız hareket eden ancak zaman zaman da kullanılan/yönlendirilen/satın alınan kalleş katiller.
2) Zaman zaman bu katilleri birbirlerine karşı kullanan paylaşımcı emperyal devletler.
* * *
Maalesef, kimse inkár edemez ki kalleş katiller arasında çoğunluk Müslüman kökenli ve utanıp sıkılmadan yüce Kuran’ı emellerine alet ediyorlar.
Yine biliyoruz ki, Müslümanların yüzde 99.99’unun bu işle alakası yok. Sadece aramızda teröre ‘Oh olsun, bak işte intikam alıyorlar!’ şeklinde destek veren ve tıpkı paylaşımcı devletler gibi teröristleri kışkırtan bir avuç azmettirici var.
Ancak, ortada acı bir gerçek daha var: İslam dünyada insanların zihinlerinde kalleş katillerle eş tutuluyor.
Bu tutum İslam’a karşı büyük bir haksızlık ama aramızdaki bağnazlar bu imajı var güçleriyle körüklüyorlar. Onlara kızmıyorum dahi, yazdıklarını okudukça ne kadar çapsız, ne kadar düşünce fukarası olduklarını ve şan şöhret uğruna ne kadar zırvalayabildiklerini görüyorum.
Ancak bu ülkenin akıl, izan ve vicdan sahibi Müslümanları da var ve onlar öbürleri kadar şirret olmasalar dahi çoğunluklar.
İslam’ı dünyada bu hak etmediği yerden kurtarmak bu akıl, izan ve vicdan sahibi Müslümanlara düşüyor.
* * *
Türkiye’nin AB serüveni tüm dünyada İslam medeniyet çığırı ile Batı medeniyet çığırının birbirini kucaklama projesi olarak değerlendiriliyor.
Bu proje, Türkiye’ye iki medeniyet arasında coğrafi konumuna uygun bir köprü görevi veriyor.
Bu proje Türkiye’yi 21. yüzyılın merkezine oturtacak.
Türkiye de bu projeye katılmak için hukuki temelde bir sessiz devrim gerçekleştiriyor.
Ancak, hukuki devrim sadece AB’li siyasilerin ilgi alanı içinde; AB’nin kamuoyu bu devrimle fazla ilgilenmez!
Türkiye, dünya kamuoyuna çok güçlü bir şekilde teröre lanet okuduğunu ilan etmek zorundadır!
* * *
Fethullah Gülen, 11 Eylül’de Türk ve yabancı gazetelere verdiği terörü kınama ilanları ile dünya barışına İslam’ın katkısı için büyük çaba göstermişti.
Ertuğrul Özkök yazdı; İki İngiliz’in kurtarılmasına da katkıda bulunmuş. Şimdi benzer eylemlerin zamanıdır.
Benim aklıma gelen şu:
Diyanet İşleri, dünyanın en masum, en güzel yaratıkları çocuklar arasında Osetya’da sönen fidanlar için büyük bir camide mevlit okutsun.
Ne olur, hemen ‘onlar Müslüman değil’ demeyin.
Onlar sadece çocuk.
Lütfen, herkes teröre karşı kuru açıklamalarla değil, kendine uygun eylemlerle tavır koysun.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2004
<B>ARTIK </B>iyice kanaat getirdim ki, yaşadığımız <B>3. dünya savaşıdır.</B> Tipik bir <B>yeniden paylaşım </B>savaşı yaşıyoruz. Sadece savaşın <B>modalitesi </B>değişti. Terör yeni modalitenin başaktörü haline geldi.
Hasmın üzerine sessizce ve kalleşçe taşeron katillerin gönderilmesi 3. dünya savaşının yeni modalitesidir.
* * *
Dünya, terörü yeni bir savaş yöntemi olarak keşfedince ortaya iki türlü yeni olgu çıktı:
1) Daha önceki savaşlarda cisminin farkına dahi varılmayan, devlet dışı faktörler savaşa aktif ve etkin aktörler olarak katılmaya başladılar. Küresel dünyanın üretim biçimi transnasyonel (devlet üstü) örgütlenmeyi şimdi bu mikro savaş birimleri de kullanıyorlar.
Planlama, eğitim, strateji üretimi ve hedef tayinini tamamen merkezi örgütleyen ama yerel ihtiyaçlara da çok duyarlı olan bu örgütlenme biçimi, örneğin Nike gibi bir ayakkabı şirketinin yöntemi olduğu kadar artık El Kaide gibi bir terör örgütünün de yapısı haline geldi.
Bu örgütlenme yapısı da daha önce fazla etkin olmayan mikro savaş birimlerini hem çok etkin, hem de çok güçlü hale getirdi.
Ayrıca bu örgüt, dünyanın en güçlü silahının da tekelini eline aldı:
Dava uğruna ölümün en kutsal yaşam biçimi olarak algılanması!
‘Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.’ (Bakara Süresi, Ayet 154.)
Maalesef; insanlığı sadece kutsayan yüce Kuran onların elinde çok güçlü bir ölüm makinesi olarak kullanılmaya başladı.
* * *
2) 3. dünya savaşında bazı devletler de hasım devletlere karşı transnasyonel terörü taşeron olarak kullanmaya, yönlendirmeye, kışkırtmaya başladılar.
Hasımlarına doğrudan saldıramayan devletler bu yöntemi kullanıyorlar.
Bu devletler Pakistan, Suudi Arabistan gibi teröre yataklık etmiş veya eden devletler, yahut terörü ideolojik nedenlerle arkadan kışkırtan veya kışkırtmış İran, Suriye, Libya gibi devletler kadar yeniden paylaşım savaşında dünyadaki enerji payını artırma veya kaybetmeme derdine düşen Almanya, Fransa, Japonya, Rusya, Çin ve hatta Hindistan gibi 21. yüzyılda çok iddialı devletler de olabilir.
* * *
Sadece şu rakamlar, ne demek istediğimi anlatacaktır:
ABD dünya ekonomik üretiminin % 26’sını yerine getiriyor. Japonya % 16, Almanya % 8, Fransa % 5 oranında katkıda bulunuyor. Gelişmiş ülkeler hep birlikte dünya ekonomik üretiminin % 77’sini karşılıyorlar ve dünya enerji tüketiminin % 48’ine hükmediyorlar.
ABD Enerji Bakanlığı’na göre, ABD ham petrol ihtiyacının % 60’ını ithalat yolu ile temin etmektedir. İthalatın % 20’si Basra Körfezi ülkelerinden sağlanmaktadır. 2025 yılı itibarıyla bu bölgeden ithalatın payı % 26’ya çıkmak zorundadır. ABD’nin ithalatı içinde OPEC üyesi ülkelerin payının da % 40’tan % 53’e çıkması gerekmektedir.
* * *
Dağınık taşlar bir araya konulduğunda bana öyle geliyor ki; bir dünya savaşı için tüm maddi şartlar, örgütler ve yeni model oluşmuş vaziyette!
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2004
<B>DÜNYADA Müslümanların </B>son dönemdeki <B>performansına </B>bir göz atalım: 1) Kuzey Osetya’da dünyada ilk kez 8-12 yaşında çocuklar, düşman ilan edildi, davalarını savunanlar çocukların ardına sığındılar.
2) Rusya’da iki uçak teröristlerce düşürüldü, 100’e yakın insan öldü.
2) Irak’ta amacı sadece ekmek parası kazanmak olan 3 Türk Müslüman daha öldürüldü.
3) Yine Irak’ta bir Türk Müslüman işadamı rehin alındı.
4) Irak’ta, ABD işgaline açıkça karşı çıkan Fransa’nın 3 gazetecisi, Fransa’da türban yasağının kaldırılması için, ölümle tehdit ediliyor.
5) Irak’ta her gün bir yerler bombalanıyor, ancak ABD askerlerinden çok Iraklılar ölüyor.
6) Kerkük-Ceyhan boru hattına bir sabotaj daha yapıldı.
7) Her seferinde İsrail’in Filistinli çocukları öldürdüğünü haykıran HAMAS, İsrail’de masum insanları öldürdü.
* * *
Elimizi vicdanımıza koyalım. Kabul etmek zorundayız.
Yerden göğe kadar haklı olsalar dahi, her türlü gelişme karşısında, Müslümanlar sadece ve sadece kalleş ölümler üretiyorlar.
Müslümanların yüzde 99.9’unun bu işlerle alakası yok. Ancak, dünyada Müslüman denince artık akla, terör kelimesi bile değil, açıkça kalleşlik kelimesi gelmeye başladı.
Sinek küçücük bir hayvandır; ama bir káse nefis çorbayı berbat eder.
* * *
Gelelim Türk Müslüman aydınlarına!
Analizleri hangi seviyede?
‘Bizden ölürse yuh olsun, onlardan ölürse oh olsun!’
Necef’i Çanakkale’ye tercih edenler yücelttikleri Sadr’ın, Irak’ta lümpenleri örgütleyen ve İran’dan beter bir şeriat rejimi isteyen bir maceraperest olduğunu iyi bilirler.
* * *
Zina meselesine de göz atalım.
Zina tüm dinlerde olduğu gibi bizim dinimizde de günahtır.
Ancak, her günah olan, laik hukuk açısından suç olmak zorunda değildir.
Aksi halde İslam’a göre, alkollü içkilerin tüketimini de suç saymak gerekir.
Ne oldu? AKP içinde bazı aklı evveller, zinanın suç olması teklifini büyük iddialar ile hazırlanan yeni TCK’ya son anda ilave ettiler.
En büyük kötülüğü de AKP’ye yaptılar. Partiyi iki arada bir derede bıraktılar.
Neymiş efendim, millet böyle istiyormuş!
Ölüm cezası kalkarken çok daha büyük bir kitlenin ‘Apo’nun asılması talebine’ neden o zaman bigane kalmışlardı?
* * *
Bu konu AB’yi ilgilendirmez de dediler.
Ancak, AB’nin açıklamasına bakın.
‘Zinanın suç sayılması, geçen asırdan kalan bir ádettir. Türkiye Cumhuriyeti daha akıllı işlerle uğraşsın.’
Hükümet canla başla AB’den müzakere tarihi almak için uğraşıyor. Sonra dönüyor, kendi kalesine gol atıyor.
Bu performanstan memnun musunuz?
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2004
<B>TÜRK dış politikası </B>son dönemde önemli bir değişimden geçiyor. Değişimi kabaca tarif etmek gerekirse; tek boyutlu politikaların yerini çok boyutlu politikaların aldığını söylemek mümkün.
Daha önce sadece ABD eksenine oturan politikamız, dünyadaki herhangi bir gelişim karşısında alınacak tavra cevabı ‘acaba ABD ne der?’ sorusu ile bulurdu.
Ayrıca tek boyutlu düşünce sistematiği bizi genellikle ‘ya ABD, ya AB’ veya ‘ya İsrail, ya Arap dünyası’ ikilemlerinden birisini seçmeye zorlardı.
‘Hem ABD, hem AB ile birlikte olamayız, birini seçmemiz lazım!’. ‘Araplara yaklaşırsak İsrail bozulur, tersini yaparsak bu sefer Araplar ile anlaşamayız!’ türü basit düşünceler, uzmanlarca olmasa bile, kendini uzman addedenler tarafından dile getirilir, üstelik etkin de olurdu.
* * *
SSCB çökünce kuzey politikamız da içler acısı bir hale geldi. Milliyetçilerin ‘gün bugündür’ sığlığında sarıldığı ‘Rusya’yı dışlama, Türki Cumhuriyetler ile kucaklaşma’ politikası maalesef bir süre devlet politikası oldu ve hem uyuyan devi yok sayma aymazlığına dönüştü, hem de soydaşlarımızla ilişkiyi ‘verilen sözlerin tutulması şart değildir’ veya ‘işbirliği adı altında malı götürelim’ seviyesinde gören anlayış kısa sürede hüsrana dönüştü.
* * *
Bugün özellikle Bush yönetiminin, son dönemde düzeltmeye çalıştığı, tek boyutlu dünya algılaması ‘ya benimle tamamen hemfikir olacaksın, ya da düşmansın’ seviyesi(zliği)ne dönüşünce, Türkiye çok boyutlu dünya algılamasına döndü.
Bir mihnetten bir nimet doğdu!
* * *
1990’da kurulduğunu zannettiğimiz tek kutuplu dünya, belki iki kutuplu dünyayı yıktı ama bu sefer ortaya çok kutuplu dünya çıktı.
Bizim Avrasyacıların aklı basmasa da Uzakdoğu’da iki güç, Çin ve Hindistan, kuzeyimizde Rusya ve hevesle üyelik günlerini saydığımız AB, ABD karşısında yeni güç odakları olarak ortaya çıkıyorlar.
Dünya, 21. yüzyılda daha evvel tanımadığı bir düşmanla da tanıştı: İslamcı terör!
Bu gelişmelere bir de bitmeyen 1., bitmeyen 2. dünya savaşlarını devam ettiren 3. dünya savaşını yeni modalitesi ile eklerseniz; dibimizde yaşanan ‘petrol savaşı’nı da bu gözle dikkate almamız gerektiğini görürsünüz.
* * *
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde Putin’in ziyareti çok ama çok anlamlı.
Strateji ve politika alanındaki işbirliği dışında iki ülkenin ekonomik alanda da paylaşabileceği menfaatler var.Türkiye, Rusya ile Avrupa-ABD arasındaki enerji ticaretinde çok önemli aracı rolleri yüklenebilir ve bu işbirliği iki ülkeye büyük katma değerler sağlar.
Ancak, bir konu beni korkutuyor: Transtrakya Projesi.
Karadeniz ile Saros arasında petrol boru hattı kurup, petrolü Saros’ta gemilere yüklemek anlamına gelen bu proje bir katil projedir ve 07.08.04 tarihinde de yazdığım gibi bu proje bir dünya incisinin katline yöneliktir.
Üstelik alternatifleri de vardır.
Putin ve Erdoğan’dan rica ediyorum:
Dünya güzeli Saros’un katledilmesine vesile olmayın.
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2004
<B>MEHMET Şevket Eygi </B>bu toprakların yetiştirdiği en derin <B>kültür insanlarından </B>birisidir. Benim indimde onun önemi, İslami hassasiyetinden çok insanı insan yapan tarihin hülasası kültüre olan düşkünlüğüdür.
Onun kadar kültüre düşkün bir insanın tarihe de düşkün olmaması, tarihimizi araştıran bir insanın da İslam’dan etkilenmemesi zaten düşünülemez.
Herhangi bir konuda bir şey söylediği zaman, uçuk da olsa, ben onu ciddiye alırım.
* * *
Benim indimde Ayşe Arman da bu toprakların en ilginç gazetecilerinden birisidir.
Eygi’nin öbür ucunda bir uçukluk sergileyen Arman, yaptığı söyleşilerde seçtiği insanlar, onlara sorduğu sorular ile önemli ve yeni mesajlar nakleder.
Onunla herkes konuşur, zira Arman’ı isteyen eleştirebilir ama samimiyetinden ve meslek namusundan kimse şüphe edemez.
Geçen hafta sonu Ayşe Arman, Mehmet Şevket Eygi ile tadına doyulmayan bir sohbet yayınladı. Devam da ediyor.
Sohbette uçuk mesajlar kadar önemli mesajlar da var.
* * *
Mehmet Şevket Eygi, İslami hassasiyetini öne çıkaran insanların birçoğuna egemen olan kültürel ve entelektüel fukaralığı çok doğru vurguluyor.
Bana göre de; İslam’ı vurgulayan kesimlerin sorunu katı bir köylü sosyolojisine bağlı kalmaları ve daha beteri bunun laik kesim ile fark yarattığını zannederek körü körüne savunmalarıdır.
* * *
Mehmet Şevket Eygi sohbetin bir yerinde aynen;
‘Türban çok önemli bir hadise değildir! Bayraklaştırılmış, sembol hale getirilmiş bir hadisedir. Müslümanlar son 30 sene içinde ‘Yok Ayasofya açılsın, yok türban serbest bırakılsın!’ gibi iki sloganla çok vakit harcadılar. Bugün hem siyasal İslam’da hem de laik kesimde türban bir bayrak ve sembol haline getirilmiştir’ diyor.
Eygi’ye göre Müslümanlar çirkin bir görüntüden kurtulmak için Batılı modacılardan feyiz almak zorundalar.
* * *
Ben estetikten anlamam ama ‘yeni bir kapanma modeli aramanın gerekliliği’ konusunda Eygi ile aynı fikirde olduğumu, ‘türbanın karşı tarafça tehdit olarak algılandığını’ vurgulayan son AİHM kararının ardından yazdığım bir seri yazıda vurgulamıştım.
Karşılıklı inatlaşma, tipik köylü tavrıdır. Paylaşma üzerine kurulu şehir hayatı bizleri karşı tarafın kaygılarına karşı, onlara hak vermesek dahi, hassas olmaya zorlar.
* * *
Türban bir Arap modasıdır. Kapanmanın türlü çeşidinden sadece birisidir. Tüm dünyada, yine Arap radikaller sayesinde ‘İslami direnişin’ simgesi haline gelmiştir.
Keşke, soyadı kimliğine eş, Mehmet Aydın İslami hassasiyeti vurgulayan ama aynı seviyede estetik ve Türk kimliği kaygıları taşıyan bir modanın yaratılması için bir projeye önderlik etse!
Emine Erdoğan da ona bu konuda yardımcı olsa!
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2004
<B>TÜRKİYE’</B>de <B>bağırsak temizliği </B>devam ediyor. Son olarak ortalık yere <B>Çakıcı-Yargıtay-MİT </B>sarmalı döküldü. Ancak, giderek tartışma dar bir tabana çekildi ve sanki MİT ve Yargıtay devletin diğer aygıtlarından bağımsız hareket ediyormuş veya etmiş gibi bir hava yaratıldı.
Sanki MİT veya benzeri örgütler, hatta bu örgütler içinde bireyler kendi kendilerine karar alıp uyguluyorlarmış gibi bir algılama/algılatma yönlendirildi.
Böyle bir olası yanlış değerlendirmeye en doğru düzeltme yazısı, benim cumartesi günü özetlediğim, aslı 26.08.2004 günü Radikal’de yayınlanan ‘Güç aleni, kaynak karanlık’ başlıklı makalesi ile Avni Özgürel tarafından yazıldı.
* * *
Özetle makale; Çatlı-Çakıcı gibi taşeronların bizzat devlet tarafından kullanılma politikasının 12 Eylül’de başladığını, bu dönemde Ülkü Ocakları ve MHP içinde bazı unsurların Alparslan Türkeş’in bile denetleyemediği bir devlet aygıtı haline geldiklerini savunuyor.
Belli ki devlet bu insanları kullanmak isterken, aralarında bazıları (örn: Çakıcı) giderek devleti denetlemeye ve kullanmaya başlamışlar.
* * *
TİP’lilerin öldürüldüğü Bahçelievler katliamının ertesi günü en büyük şaşkınlığın bizzat MHP’de yaşandığı dönemin yöneticileri tarafından anlatılıyor.
Ben onlara inanıyorum.
Mehmet Ali Ağca’nın, zamanında bizzat Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu tarafından aykırı unsur olarak denetime alınmaya çalışıldığını yine dönemin şahitleri belirtiyorlar.
Türkiye’de davasına tüm namusu ile sahip çıkan nadir insanlardan birisi olduğunu düşündüğüm Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ağca’yı, sonu hüsran olsa da, yakın takibe aldığına da inanıyorum.
* * *
Ancak, ortada bir iddia var ki bunun gerçek olup olmadığını Kenan Evren’e sormak lazım.
Kenan Evren 1982’de devletin başı olarak Abdullah Çatlı ile Almanya’da yüz yüze görüştü mü?
* * *
Avni Özgürel yazıyor ki:
‘(1982 başları: ABD’nin İsrail ile Türkiye’nin yakınlaşmasını dayatması neden ile)...İsrail’in Lübnan’a yönelik yeni bir askeri harekátıyla ilgiliydi not. Ancak Türkiye açısından bunun önemi, Tel Aviv’in Beyrut’un doğusundaki Zahle kentinde ASALA ve JCGA (Ermeni Soykırım Adalet Komandoları) kamplarına yönelik operasyona istedikleri takdirde Türk güvenlik mensuplarının katılabileceklerinin ifade edilmesiydi.’
Kenan Evren ve yetkililer böyle bir operasyona resmi görevlilerinin katılmasının skandal olacağı kararına vardılar.
* * *
İddilara göre, ‘iş’ Çatlı-Çakıcı gibi gözüpek insanlara, iyi niyetlerinden zerre akdar şüphe etmediğim devletin en üst kademelerince, ‘ikna edilerek’ ihale edildi.
Ancak, sonradan işin içine PKK, Gladio, Jitem, Narkotik, ABD gibi yeni boyutlar girince, kimin ne olduğu, kimin kimi yönlendirdiği birbirine girdi.
* * *
Kenan Evren 1982’de Almanya’da Abdullah Çatlı ile görüştü mü?
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2004
<B>YAŞANAN Çakıcı-Yargıtay-MİT </B>sarmalına derin bir bakış açısını <B>26.08.2004 </B>günü <B>Radikal</B>’de yayınladığı <B>‘Güç aleni, kaynak karanlık’ </B>başlıklı makalesi ile <B>Avni Özgürel </B>getirdi. İşin iç yüzüne en yakın yaklaşım olarak dikkatimi çeken bu önemli makaleyi daha geniş kitlelere ulaştırmak amacı ile ben de özetliyorum.
* * *
‘...Tabloyu 12 Eylül’ün kuvvet komutanları, Turgut Özal, Eşref Bitlis, Mehmet Ağar ve Hiram Abas değiştirdi. Komutanlar ASALA’nın yok edilmesini, PKK’nın ezilmesini istiyorlardı; CIA’nın Güney Amerika’da gerçekleştirdiği operasyonlara ilişkin bilgileri okudukça heyecanlanan Özal da İsrail’in ’vuruş kabiliyetine’ imrenen jandarma, emniyet ve MİT kadrosunun önünü açtı...
* * *
...İhtilal öncesi dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’yla röportaj yapmıştım. Sıkıntılı bir şekilde, ‘İçimiz ajan kaynıyor’ demişti... Şu kadarını söyleyeyim, 12 Eylül’de ülkücü kadroların suçlandığı büyük eylemler ne Ülkü Ocakları’nın ne de MHP’nin iradesiyle gerçekleşti... Yedi TİP’linin katledilmesi, Abdi İpekçi suikastı ve diğerleri. Dönemi yaşayan ve araştıranlar MHP ve Ülkü Ocakları’nın sadece ’fatura adresi’ olarak seçildiğini, oradan devşirilmiş çekirdek bir kadronun gözünde ne Türkeş’in saygınlığının ne de Ülkü Ocakları’nın bir önemi olmadığını bilir...
* * *
...Düğümü ihtilal çözdü açıkçası. Darbeciler o zamana kadar adları oyunun afişinde yazılı olmakla birlikte sahneye çıkmayan MHP ve Ülkü Ocakları’nı tümüyle devre dışı bıraktılar. Ellerinde bulunan ’devşirilmiş’ ve kendilerinin ’MHP ve Ülkü Ocakları gibi işlevi sınırlı alt düzey kuruluşlar yerine devletin gücüyle donatıldıklarına inandırılmış’ gençlerin varlığı káfiydi. Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı ve daha birkaç kişilik ’çekirdek’ yani...
* * *
...Bu noktada oyunun uluslararası boyutunun anlaşılması için parantez açıp ihtilalin Türk-İsrail ilişkileri açısından da dönüm noktası olduğunu vurgulamamız gerek...Tel Aviv...o senenin (1982) haziranında Türkiye’ye resmi bir bilgi notu gönderdi... İsrail’in Lübnan’a yönelik yeni bir askeri harekátıyla ilgiliydi not. Ancak Türkiye açısından bunun önemi, Tel Aviv’in ‘Beyrut’un doğusundaki Zahle kentinde ASALA ve JCGA (Ermeni Soykırım Adalet Komandoları) kamplarına yönelik operasyonuna istedikleri takdirde Türk güvenlik mensuplarının katılabileceklerinin’ ifade edilmesiydi... Bu işin...bir grup ülkücüye havale edilmesi, MİT’in Operasyon Dairesi Başkanı Hiram Abas’ın bulduğu formüldü...Alaattin Çakıcı’yla Abdullah Çatlı’nın aralarında bulunduğu 10 ülkücünün ’devletle dansı’ böyle başladı...
* * *
...Sonrası malum. Abdullah Çatlı da, Alaattin Çakıcı da devlet çarkı içindeki irtibatlarını güçlendirerek sürdürdüler.
...Bugün tabloya baktığımızda açıkça görünen şu: Alaattin Çakıcı elini nereye değse orayı yakıyor. Şimdi sormaz mısınız ’Bu adam ne’ diye? Buna ikna edici bir cevap verilmesi, bulunacak tatminkár izah devleti ne kadar sıkıntıya sokar bilemem. Ama devletin bu ’diyet borcu’yla daha uzun zaman sıkıntı çekeceğini ve onun vermesi muhtemel zarardan daha fazla yara alacağını biliyorum...’
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2004
<B>SON </B>dönemin bazı gelişmelerini alt alta yazalım: <B>1) Çakıcı-Yargıtay-MİT ilişkileri</B> hakkındaki anlamlı ve güçlü iddialar ayyuka çıktı. 2) Yargıtay; bazı Yargıtay üyelerinin, başkalarının telefonları dinlenirken tesadüfen öğrenilen ve suç içeriği teşkil eden konuşmalarını ‘dinleme izni’ olmadığı için işleme koymadı.
3) Yine Yargıtay’ın bazı üyelerini, maaşı aynı seviyede olan başka bir Yargıtay üyesi, iki kere otellerde aileleriyle birlikte misafir etmiş!
4) Bizzat TC’nin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, bu gelişmeler için ‘bu iş bizim dışımızda’ dedi!!!!!
5) Anayasa’ya göre (madde 104) asli görevi ‘... Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözet(mek)... Devlet Denetleme Kurulu’na araştırma yaptırmak’ olan Cumhurbaşkanı, hálá bu konuda hiçbir girişimde bulunmadı.
6) Van’da yakalanan eroin kaçakçısı çocuğunu, eski milletvekili-aşiret reisi-baba karakol basarak, polisi tartaklayarak kurtardı! Kaçakçı oğul, onu kurtaran babası ve baskında yakalanan eroin ortada yok. Başka bir aşiret reisi, olayı soruşturan CHP liderini açıkça tehdit etti.
7) Önden uyarılmasına rağmen hızlandırılmış treni kör inat savunanlar, göz göre göre 38 kişinin ölümüne sebebiyet verdikten sonra bile hálá istifa etmediler.
* * *
Şimdi kendi kendimize soralım:
1) AB vatandaşı olsanız, siz Türkiye’yi aranızda görmek ister misiniz?
2) AB siyasetçisi olsanız, AB’ye girmek için gayret gösteren hükümete ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ diye sormaz mısınız?
3) Böyle bir ülkede yaşamak sizi ne kadar huzurlu kılıyor? Bırakın huzuru, bazen korkmuyor musunuz?
* * *
Şimdi de tersten soralım:
1) Çakıcı-Yargıtay-MİT ilişkileriyle ilgili belgeler her geçen gün birer birer yeni gelişmelerle birlikte kamuya yansıdığına göre; bu takibi yapan ve işlerin peşini bırakmayan devlet kurumlarının da var olması gerekmiyor mu?
Hükümetten hiçbir destek almadan istihbaratını yapıp, ilgilileri ısrarla uyaran bu devlet kurumları, içinize bir nebze olsun serin sular serpmiyor mu?
Türkiye’de hálá sadece kendi işini yapan kurumların olması güzel bir gösterge değil mi?
2) Tren kazasında, nerede ise topyekûn, hükümete karşı ortak tutum izleyen kamu vicdanı sizlere bir şeyler söylemiyor mu?
3) Hükümete rağmen TCDD Genel Müdürü hakkında soruşturma açmak isteyen ve hükümeti pes ettiren savcı, size hukuk devleti ile ilgili ipucu vermiyor mu?
4) 2000 yılından önce bu tip olayların farkında bile değildik. 2000 yılında banka operasyonlarıyla başlayan ‘bağırsak temizleme operasyonu’ devam ediyor, diye de düşünmek mümkün değil mi?
* * *
Bütün bunlar hayır mı, şer mi?
Seçim sizin.
Yazının Devamını Oku