22 Eylül 2004
<B>TCK</B>’nın koynuna çöreklenen <B>zina saplantısı </B>karşısında <B>CHP</B>’nin aldığı tavrı <B>takdir</B> ediyorum. AKP’nin adeta intihara benzeyen çaresizliği karşısında muhalefet partisi yangına körükle gidebilir, AKP’nin AB’den tarih almaması için gayret gösterebilirdi. AKP de böyle bir ‘gel gel’ oyununa balıklama atlardı.
CHP, AKP’yi zina konusunda kışkırtabilir, sert muhalefet ile laikçi-şeriatçı söylemini körükleyebilir, AKP içinde belirgin hale gelen ikilemi ısrarla sergileyebilirdi.
Ancak karşı tarafı tüketmeye yönelik politikalara CHP’liler katiyen itibar etmediler.
Dikkat ediyorum, zina krizinin başladığı günden beri CHP yöneticileri ve Genel Başkanları Deniz Baykal gayet yapıcı ve yol gösterici bir tavır sergiliyorlar.
* * *
Türkiye’nin AB önündeki menfaatlerini kendilerinin AKP önündeki menfaatlerine üstün tutan CHP yöneticilerini kutluyorum.
Bu yöntem görmeye alışık olmadığımız ama özlediğimiz bir yöntemdir.
Eğer Türkiye’nin çıkarlarını iktidar partisi görmüyorsa, çıkarları muhalefet partisi hatırlatacaktır.
Eğer iktidar partisi vizyonunu kaybediyorsa, muhalefet partisi ülkenin vizyonunu düzeltecektir.
Son dönemde CHP; AKP’yi kırmadan, dökmeden, adeta bir ağabey edası ile, AB hedefini ayakta tutmaya çalışıyor.
* * *
Muhalefet, ‘olumlu muhalefet’ yapınca da itibarı ve saygınlığı ‘olumsuz muhalefet’e oranla çok daha hızlı yükseliyor.
AKP uzun süre AB konusunda bayrağı elinde tuttu ve takdir kazandı, ancak son dakika sap(ıt)ması karşısında alttaki güreşçinin ani bir hamle ile avantajı elde etmesi gibi, CHP dizginleri ele aldı.
Ancak, takdir ettiğim tavır bunu karşı tarafın başına kakmadan yapmasıdır.
CHP de pekala biliyor ki, eğer her şeye rağmen yine de AB’den tarih alırsak, bunun övüncü yine de AKP’ye ait olacaktır.
Buna rağmen ülke çıkarlarını öne almalarını sadece takdir etmek gerekir.
TCK TBMM’den çıkmadan veya içinde zina ile çıkarsa AB’nin üyelik müzakereleri için tarih vermeyeceğini AB yetkilileri açık ve seçik bir şekilde ifade ettiler.
Bu safhadan sonra tartışılacak hiçbir şey kalmadı.
Ya bu şarta uyarsın, ya bu diyardan gidersin!
Üye olmak isteyen biziz, o halde şartları (haklı-haksız) onlar koyacaklar.
* * *
Sırat Köprüsü geçilirken, CHP’nin Meclis’i 28 Eylül’de toplama çağrısına AKP bigane kalamaz!
Kalırsa bu vebalin altından bir daha kalkamaz!
Eğer, yıl sonunda AB’den tarih alamazsak, hep beraber kaybedeceğiz. Ancak, en fazla zararı AKP görecek, en az zarara ise CHP uğrayacak.
Bütün bunlara rağmen CHP inatla bir çağrı yapıyorsa, bu çağrıya kulak vermek AKP’nin görevidir!
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2004
<B>ZİNA tartışmaları </B>çerçevesinde bir ayrıntı sanki göz ardı edildi! Zina tartışmaları tam gaz ilerlerken, Başbakan yurtdışındayken, Abdullah Gül ile Cemil Çiçek ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ı ziyaret ettiler ve hepimizin hükümet adına yapıldığını zannettiğimiz bir mutabakat geliştirdiler.
Mutabakat TCK ile ilgili olarak sadece ortak öneri verilebileceğini söylüyordu.
CHP’nin zinanın TCK kapsamına alınmasına karşı olduğu bilgisi ile birlikte bu mutabakat, zinanın gündemden kaldırılması olarak yorumlandı. Bir günlüğüne rahatladık!
* * *
Ancak, Başbakan yurda döner dönmez zina başka bir isimle tekrar gündeme girdi ve AKP bir gün önce CHP ile yaptığı mutabakatı unuttu.
Bir hükümet için çok büyük bir çelişki!
Abdullah Gül ve Cemil Çiçek hükümetin güçlü ve tecrübeleri üyeleri, hükümette, neredeyse Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra gelen kişiler. Birisi başbakan yardımcısı, diğeri hükümet sözcüsü.
Başbakan bu kişilerin CHP’ye verdikleri sözü elinin tersi ile itti.
Eminim, bu kişiler kendilerini iki arada bir derede bırakan bu tavra oldukça içerlemişlerdir.
* * *
TCK tasarısının sahibi Cemil Çiçek. O ve arkadaşları bu tasarı üzerinde aylarca çalıştılar, çok radikal bir kanun hazırladıklarını iddia ettiler.
Ancak, taslak için tam 70 değişiklik önergesi verildi!
Tasarının sahibi Cemil Çiçek ‘Ne rot kaldı ne balans!’ dedi.
İktidar kendi milletvekillerini dahi kontrol edemedi.
Bunlar neden oluyor?
Bence birinci neden hükümette son dönemlerde açığa çıkan yönetme ve denetleme eksikliği.
Hükümet Van rezaletini, Yargıtay-MİT-Çakıcı sarmalını, hızlandırılmış tren kazasını hep seyretti, adeta tüm çabası ile dışında kalmaya çalıştı.
Hep beraber gördük ki, hükümet eline verilen şablonun dışına çıkan olaylar karşısında bocalıyor.
Açıkçası, kriz yönetimini beceremiyor!
* * *
Ancak, bana göre son zina kazası; hükümetin yönetim zaafını keşfedenler tarafından, hem Erdoğan’ı altı sakal-üstü bıyık bir duruma düşürmek, hem de AB yolunda iyi giden işleri baltalamak; belki de bir son dakika golünü denemek üzere akıllıca ve sinsice planlandı ve adım adım hayata geçirildi.
Ben Necmettin Erbakan ve ekibi ile anti-AB’ci statükonun hükümeti ve bu arada Recep Tayyip Erdoğan’ı büyük bir başarı ile içeriden kündeye getirdiklerini düşünüyorum.
Ancak, olan oldu bir kere!
Lafı fazla uzatmamak gerek!
Bundan böyle bize düşen Batı’ya ne kadar yaralandığımızı değil, şu ana dek neleri başardığımızı göstermek olmalı.
Unutmayalım, hepimiz bu ülkeden ortak sorumluyuz!
Hükümet AB’ye tek başına girmeyecek!
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2004
<B>ARTIK </B>iyice kanaat getirdim ki; <B>statüko </B>odaklı <B>AB karşıtı lobi </B>büyük bir başarıyla <B>AKP Hükümeti</B>’nin altını bizzat AKP’nin içinden oyuyor. * * *
Bakınız AB yetkilisi, TCK tasarısının TBMM’den geri çekilmesinden sonra ne demiş:
‘...Konuyla ilgili görüşlerini dile getiren KPK Avrupa kanadı Başkanı Joost Lagendijk, AKP Hükümeti’nin AB içerisinde ‘itibar kaybı’ içinde olduğunu söyleyerek, ‘6 Ekim’de yayınlanacak olan AB Komisyonu’nun raporu, ya olumsuz ya da şartlı olur’ uyarısında bulundu.
Lagendijk, komisyon raporunun ‘tavsiye’ bölümünde, ‘Bu sorun giderilmedikçe müzakerelere başlanamaz’ görüşüne yer verilebileceğini kaydetti.’ (Hürriyet-17.09.2004)
* * *
AB karşıtı lobi, baktı ki iş onlar açısından hazin sona gidiyor, SP üzerinden AKP’deki Milli Görüşçüleri kafakola aldı.
Şu satırların yazıldığı saatlerde Ankara’da bir köşede Necmettin Erbakan, Mümtaz Soysal, Tuncer Kılınç birbirlerini muştuluyorlarsa hiç şaşmam:
‘Muhteremler, aslında biz birbirimizi yanlış anlamışız!’
* * *
Komisyonda ilk ağızda atılan golü Recep Tayyip Erdoğan fena yedi.
İlk anda açık tecavüzü püskürtemeyince kendini Yedi Kocalı Hürmüz’den daha zor bir ortamda buldu.
Tasarının geri çekilmesinin nedeni, Başbakan’ın kündeye gelmesidir.
Geri çekilmenin nedeni, bir başkasının değil, Erdoğan’ın AB politikaları ile çelişen tepkisidir.
TCK yüzünden hükümet yedi düvele rezil olmuştur!
Zaten, tasarıya sonradan 70 değişiklik önerisi verilmişti.
28 Şubat’taki balans ayarını çok iyi bilen Cemil Çiçek bile TCK tasarısı için ‘Ne rot kaldı, ne balans!’ dedi.
Şu andan itibaren hükümet ne yaparsa yapsın AB açısından üzerindeki şüpheyi artık kolay kolay silemez.
* * *
Van rezaleti karşısında ‘Van, TC sınırları içinde midir ki!’ mealli tartışma, Çakıcı-MİT-Yargıtay sarmalı karşısında ‘ben Patagonya’nın başbakanıyım!’ mealli tavır, hormonlu tren tragedyası karşısında ‘tren vardı da biz mi bindik!’ mealli vurdumduymazlık, şimdi de rafa kalkan TCK tasarısı...
Hükümet son dönemde fena halde irtifa kaybediyor.
* * *
Bazıları diyor ki, AKP’nin ‘esas yüzü’ ortaya çıktı.
Katiyen katılmıyorum.
AKP takıyye yapıyor olsa dahi, kendisi açısından TSK’yı bertaraf edip hain emeline(!) ulaşmak için AB’ye ihtiyacı olduğunu, statükonun emrindeki tüm yazarlar koro halinde bağırmıyorlar mıydı?
İçine kapanan Türkiye, statükonun işine gelir ama en fazla zararı da AKP’ye verir.
* * *
İnsan kendi kendisine zina yapabilir mi?
Galiba yapabiliyor!
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2004
<B>BENİM </B>hükümetin emelleri konusunda hiçbir sıkıntım yok. Hele hele hükümetin <B>gizli bir ajandası</B> olduğu konusundaki iddialar bana komik geliyor. Ancak, hükümetin icraatındaki ikilemler beni zaman zaman şaşırtıyor, kafamı karıştırıyor.
Hükümet bazı alanlarda bugüne kadar çok az hükümete nasip olacak kadar radikal ve istikrarlı.
Bazı alanlarda ise devamlı yalpalıyor, bir dediği bir dediğini tutmuyor, istikrarı bir türlü yakalayamıyor.
* * *
Hükümet AB sürecinde elindeki şablonu doğru uyguluyor, gereğinde şablon lehine cesur çıkışlar yapıyor.
Ayrıca, IMF’nin önüne koyduğu ekonomi alanındaki şablonu da aslına uygun ve tutarlı uyguluyor.
Ancak aynı hükümet; önceden bir başkası tarafından hazırlanmış bir şablona dayanmayan, kendiliğinden geliştirdiği atılımlarında oldukça tutarsız.
* * *
Her şeyden önce, hükümetin Cumhurbaşkanı’na gönderdiği kanunlara Köşk genellikle siyasi tavır koysa da, yeni kanunlar da teknik hatalar ile dolu.
YÖK konusunda, zina konusunda yaptığı gibi, Başbakan önce kendi grubunda esti gürledi, sonra da aniden tasarıyı çekiverdi.
Kamu Reformu Tasarısı da büyük iddialarla hazırlandı; ama karşılaştığı vetoları henüz halletmiş değil.
Başbakanlık Müsteşarı eski şevkini çoktan yitirmiş bir görüntü veriyor.
Hükümet türban konusunda, hele hele AİHM kararından sonra nerede duruyor, bir bilen yok.
Meslek okullu ve bu arada imam hatipli gençlere verilen ‘üniversiteye giriş sınavında katsayının kaldırılması’ sözü doğru olmasına rağmen, hükümet bu konuda da son anda yan çizdi.
Hukuken bir garabet olan YAŞ kararlarıyla ilgili olarak muhalefet imzaları dışında hiçbir girişim yok.
* * *
Van rezaleti ile ilgili olarak eski milletvekilinin önce yakalanıp sonra salıverilmesi, daha sonra da oğluyla yeniden aranmaya başlanması; yetmezmiş gibi haddini bilmez bir ağanın Baykal’a saldırısı karşısında sessiz kalınması, hükümetin devlet otoritesini kullanma konusunda da aciz kaldığını gösteriyor.
Hele hele göz göre göre işlenen hızlandırılmış tren cinayeti konusunda ‘bilirkişi raporunu bekleyeceğini’ söyleyen Ulaştırma Bakanı’nın şerefli bir eylem olan istifa yerine her geçen gün ortaya saçma sapan görüşler atmasının, TCDD Genel Müdürü’nün çapsızlık kadar vurdumduymazlığı da şiar edinmesinin hükümeti her kesim önünde küçük düşürdüğünü görmemek için hayata çok küçük bir açıdan bakıyor olmak lazım.
* * *
Kimse bana, hükümetin ‘tavşana kaç, tazıya tut’ oyunu oynayarak çıkışları ile tabanını; geri çekilmeleri ile de AB’yi, statükoyu, TSK’yı, liberalleri, muhalefeti vb. oyaladığını söylemesin.
Zina tartışmasıyla hükümet, kendi elleriyle hazırladığı TCK tasarısına bizzat tecavüz etmiştir.
TCK tasarısı artık hükümetin denetimi dışındadır.
Tutarsızlık politika olamaz, sadece çapsızlık olur!
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2004
<B>ÖNCE </B>birkaç gözlem: 1) <B>TCK</B>’da yapılan düzenlemeler <B>bütünü</B> ile ele alındığında hazırlanan metin <B>özgürlükçü</B> bir atılımdır. 2) ‘İnsanın kendine ettiğini başkası edemez’ sözünü AKP bir kez daha doğrulamıştır. Böyle bir kazığı muhalefet kırk yıl düşünse, AKP’ye atamazdı.
3) Avrupa ülkelerinin tepkileri doğaldır ama AB’nin sadece olası zinaya suç maddesi nedeni ile Türkiye’ye sırt çevirmesini mantık kabul etmez. Kimse AKP’nin AB konusundaki samimiyetinden şüphe etmemelidir.
Bir de tahmin:
Tıpkı YÖK, meslek okulları (imam hatipler), türban, YAŞ vb. konularında olduğu gibi bu konuda da hükümet son anda orta yolu bulacaktır.
* * *
Ben hukukçu değilim ama bence hükümet, kucağında bulduğu bu tartışma çerçevesinde hukuk devleti adına vahim hatalar yapmak üzeredir:
1) Allah’ın müeyyidesi (günah), hatta toplumsal müeyyideler (ahlak) ile suç (hukuk) müeyyidesi iç içe girerse laik tek hukukluluk prensibi derin yara alır. Örn: Dine inanmayan bir ateiste, genel kabul gören ahlak anlayışı dışında yaşamak isteyen bir marjinale zinayı suç olarak nasıl uygulayacaksınız? Bu bir dayatma olmaz mı?
* * *
2) Deniyor ki; zinaya ceza sadece mağdur(e) 2 ay içinde şikayet ederse uygulansın. Ancak:
Suç kavramı kamu düzeninin korunması için hukukta yer alır.
Kamu düzeni adına hareket eden hukuk tüm vatandaşlara eşit uzaklıkta ve objektif olmak zorundadır.
Evinize giren hırsızı siz affetseniz dahi, kamu yargılar ve cezalandırır. Zira, hırsız sadece size zarar vermemiş, aynı zamanda kamu düzenini ihlal etmiştir. Hırsızlık sadece bir kişinin evi soyulmuş olsa bile, kamusal düzeni bozan bir eylemdir.
Düşünün; ikisi de evli çift zina yapıyorlar, erkeğin eşi şikayet etmiyor, hanımın eşi ediyor.
Bu durumda ortak suç işleyen iki kişiden birisinin hapis yatması, diğerinin ise elini kolunu sallayarak gezmesi gerekiyor!
Suç subjektif olamaz, subjektif olursa suç olamaz!
* * *
3) İki ay içinde şikayet şartı; Medeni Kanun’a göre zina sayılan; salt imam nikáhı ile kurulan evlilikleri ise hukuki hale getirecektir.
İmam nikáhını kabul eden zavallı kadınların sonradan şikáyet edebileceklerini kimse hayal dahi etmesin.
İmam nikáhsız zina suç, imam nikáhlı zina serbest!
O zaman; imam nikáhsız zinaya da, iyice zırvalayarak, tıpkı İran’ın yaptığı gibi; muta nikáhını hak saymak gerekir!
* * *
4) Özgürlük, ruhu itibari ile, kamunun bireye mümkün olduğunca az müdahale etmesidir.
Yeni ceza kanununu da kamusal alanı küçültmesi, bireysel hakları artırması nedeni ile alkışlıyoruz.
Zinaya suç, özgürlük kavramına indirilen bir darbedir!
* * *
5) Yapılması gereken; zinayı sadece boşanma gerekçesi olarak kabul ettikten sonra mağdur(e)nin istemeden sona erdirdiği evlilik akti nedeni ile karşılaşacağı ‘maddi kayıpları’ ayıplı taraftan tazmin etme hakkını tanımaktır.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2004
<B>21. yüzyılda</B> en çok tartışılan kurum <B>devlet </B>olacaktır. Devletin <B>görevlerinin</B> ne olduğu konusunda daha çok tartışacağız. Zira, bugünkü yapısı ile hantal devletin savunulacak bir tarafı kalmadı ama devletin nasıl olması gerektiği konusunda minimal devlet tezi etrafındaki tartışmalar da havada kalıyor, uygulama fırsatı bulamıyor.
* * *
Hantal devletin en fazla eleştirilen yönü inatla ekonomik üretim yapmaya çalışması! Devletin üretim çabası verimlilikten nasibini zerre kadar almayan, dostlar alışverişte görsün mantığı ile yapılan abuk bir üretim. Ancak, statükoyu savunanlar, maalesef haklı olarak, devletin yine de istihdam yarattığını, hiç olmazsa insanın ekmek parasını sağladığını vurguluyorlar.
* * *
‘Devlet üretimden tamamen çekilsin!’ tezi en büyük bela işsizliğe çözüm getiremiyor ve bu yüzden gök kubbede hoş bir seda olarak kalıyor.
Galiba devlet-üretim ilişkisi çok hassas bir dengeye oturmak zorunda.
Devlet balık tutup vatandaşı doyurmasın ama vatandaşa balık tutmayı öğretsin!
Devlet üretim yapmasın ama üretmeyi bilmeyen vatandaşa nasıl üretim yapacağını öğretsin!
* * *
‘Çağdaş devlet nasıl çalışır?’, sorusuna Sapanca Kaymakamı Hasan Duruer örnek ve uygulamalı bir cevap veriyor. Sapanca’da fidancılığı hem teşvik ediyor, hem öğretiyor, hem kredilendiriyor, hem de altyapıyı kuruyor.
* * *
Sapanca iklim yapısı gereği tabiatın çok canlı olduğu şirin bir ilçemiz.
Bitki örtüsü itibarıyla, fidancılığın tipik ağaçlarını oluşturan meşe, kestane, çınar, defne, ıhlamur, palamut ve kayın Sapanca ormanlarının doğal ağaçları.
* * *
Kaymakam Hasan Duruer 2002 yılında ilçede bir kooperatif kurmuş. Kooperatife 85 üye kayıtlı. Kooperatif mevcut durumu tespit etmiş, üreticilere uzmanları seminerler vermiş, yurtiçi fuarlar gezdirilmiş, büyük üreticiler ve peyzajcılar ile birebir temas kurulmuş.
Böylece üreticiye formlu, kaliteli bitki tanıtılmış, makas kullanma öğretilmiş, ‘Başkası yaparsa pazar daralır’ mantığına karşı bu alanda çok büyük bir talebin var olduğu ispat edilmiş, kısacası dar bakışlı üretici üzerinde tam bir zihniyet devrimi başarılmış.
Son iki yıl içerisinde 146 aile üretici hale getirilmiş, üreticiye Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından bir yılı ödemesiz, dört yılda geri ödemeli faizsiz kredi açılmış. Şahıs başına ortalama 1.5 milyar TL ödeme yapılmakta. Fidan ve malzemeler Vakıf tarafından verilmekte, üretici sulama, otu alma ve budama yapmakta.
İki yıl içinde fidanlardan asgari 8-10 milyar TL kazanç elde edilmekte. Verilen dallardan çelik yapmak suretiyle de mevcut fidanların sayısı geometrik olarak artırılmakta. Bu yıl 100 aile daha üretici yapılacakmış.
* * *
Çağdaş devleti yine devletin; ama asık suratlı değil, görevini sadece devlet bekçiliği sanan hiç değil; Hasan Duruer gibi güleç yüzlü ve piyasayı tanıyan ve öğretmeye gönüllü yöneticileri kuracak.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2004
<B>BUGÜN </B>bir <B>yüzbaşı</B> ve <B>eşinin</B> hazin hikáyesini naklediyorum: ‘... 1988 senesinde Topçu Teğmen olarak mezun oldum. 1989 yılında Diyarbakır’a atandım. Bu süre zarfında öğretmen olan rahmetli ve de tesettürlü eşimle evlendim. Eşim de Diyarbakır’a atanarak görevini devam ettirdi... O dönem itibarıyla PKK olaylarının yoğunluğu, 1991 ilk Körfez Harekátı’na katılmak gibi görevlerde de bulundum. 1992 Kasım ayında askeri lojmanlara yapılan PKK tacizi neticesinde evim % 100 isabet aldı. Kendimin nöbetçi olmasına karşılık Cenab-ı Allah 7 aylık hamile eşimi ve 2 yaşındaki oğlumu da muhafaza etti.
* * *
... Bu arada 1994 yılında oğlum balkondan düşerek vefat etti. Eşim bu olaydan çok müteessir oldu.
1994 yılı itibarıyla TSK’da yoğunlaşan tesettürlü eşi olan mensuplarla mücadele, onları taciz etmeler, hakir görmeler vb. tavırlarla aile hayatımız bir buhrana dönüştü. 1998 yılında şirin bir yer olan Göle’ye tayin oldum. Burada ve Tunceli bölgesinde PKK ile mücadelemiz devam etti.
* * *
1999 yılında garnizon komutanının, arkadaşlarının gözü önünde, inancından dolayı o güne kadar taşıdığı kıyafet nedeniyle hakaret etmesiyle başlayan süreç sırasında, eşimin kendisinin bilmediği mide kanseri ve karaciğere metastazı sonucu Ankara’ya tayin oldum. Eşimin tedavisine GATA’da başlandı. Ne yazık ve hazindir ki, birçok konuda tam 21 adet takdir almama rağmen, 1999 Kasım ayında, eşimin (ölümle biten) tedavisinin sürdüğü ve TSK’nın malumunda olduğu halde ‘disiplinsizlik nedeniyle’ ordudan ayrıltıldım. Bunu da hiç anlamamıştım. Ne zaman ki Bilgilendirme Kanunu çıktı, ben de bu disiplinsizliğimin belgelerini talep ettim. Bana gönderilen cevaptan gördüm ki, aslında ben DGM’lik suç işlemişim! Ama yargılanmadan YAŞ kararlarıyla atılmışım.’
* * *
Yüzbaşı’nın Bilgi Edinme Yasası sayesinde elde ettiği kararda Genelkurmay diyor ki:
‘1) Milli görüş sahibi olduğu...
2) Atatürk ilke ve inkılapları ile cumhuriyetin temel niteliklerine karşı olduğu...
3) Kendi ideolojik görüşünde olan örgüt mensuplarıyla irtibat kurduğu...
4) TSK’nın birlik ve beraberliğini sarsacak faaliyetler içerisinde bulunduğu, (bu 2 ciddi iddiaya rağmen yargılama yok! C.Ü.)
5) TSK’dan ayrılma pahasına uyarı konusu olan tutum ve davranışlarından vazgeçmeyeceğini belirttiği...
6)... yapılan ikazlara rağmen ‘ben görüşlerimin doğru olduğuna inanıyorum ve bunları doğru yapıyorum’ şeklinde beyanda bulunduğu...
7) Sosyal faaliyetleri küçümseyip ahlak dışı telakki ettiği ve subay-astsubay camiası ile hiçbir ilişki kurmadığı...
8)... hiçbir resmi kutlama ve anma törenine katılmadığı (gerekçeleri ile)... ‘TSK’dan ilişiğinin kesilmesi uygundur’ kanaatinin bulunduğu öğrenilmiştir...’
* * *
Allah Bilgi Edinme Yasası’nı çıkaranlardan razı olsun! Türkiye’de YAŞ kararlarının nasıl alındığına dair bir örneği, bu yasa sayesinde öğreniyoruz.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2004
<B>HÜKÜMET </B>bazı konularda oldukça <B>başarılı</B>. Ancak, bazı konularda o kadar <B>basit sorunlar</B> yaşıyor ki; insan ister istemez <B>‘Acaba başarılar tesadüf mü?’</B> diye sormadan edemiyor. Van olaylarındaki sessizlik, göz göre göre hızlandırılmış tren cinayeti, Çakıcı-Yargıtay-MİT sarmalında ‘Bize ne!’ tavrı, batık bankalar karşısında çaresizlik, Cumhurbaşkanı tarafından belki de siyasi mülahazalar ile veto edilen, ancak teknik açıdan da sürekli eksik ve yanlış hazırlanan bir sürü kanun ve nihayet AB kapısında hükümetin kendi kendine attığı zinaya ceza golü vb. insana hükümetin devleti ne kadar tanıdığı, ne kadar başarılı stratejiler geliştirebildiği konusunda sorular sorduruyor.
O zaman da Kıbrıs başarısı, AB sürecinde sessiz devrim insana ‘Bu başarılar dışarıdan gelen itme gücü ile mi sağlanıyor?’, diye de sorduruyor.
* * *
Bilirkişi raporuna göre; 2/8 oranında suçlu bulunan TCDD çalışanları hapiste iken 4/8 suçlu bulunanların hálá işlerinin başında durması, sorumlu siyasilerin oralı bile olmaması ise herhalde dünyada örneği çok az görülen bir rezalet!
* * *
Bana göre hükümetin en önemli sorunu devlet tecrübesi yoksunluğu!
‘Bizim cemaatten olsun da, isterse çamurdan olsun!’ mantığı ile bürokrat devşiren hükümete ışık tutacak yöneticiler arasında kamu tecrübesi en uzun olanlar 5-6 yıllık İstanbul Belediyesi çalışanları.
Hükümet; devlet tecrübesi yüksek bürokratları ise ‘Bizden değil!’ mantığı ile devamlı kaybediyor. Ankara’da her gün birkaç tecrübeli bürokrat hal’lediliyor.
En son Gümrük Müsteşarı Prof. Dr. Nevzat Saygılıoğlu’nun ‘Yeter artık!’ diyerek istifa ettiğini öğrendim ve üzüldüm.
Hükümet bu çapta bir insanı kaybetmeyi nasıl göre aldı, anlayamadım. 30 yıllık kariyerini bürokrasiye adamış Saygılıoğlu ne oldu da devleti bıraktı, hiç anlamadım.
* * *
Aşağıda Nevzat Saygılıoğlu’nun profilini yazacağım, hükümetin, bürokrasinin, devletin ne kaybettiğini görün.
* * *
Nevzat Saygılıoğlu’nun akademik hayatı şöyle:
Lisans: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ekonomi-Maliye Bölümü (1974). Doktora: Gazi Üniversitesi (İİBF) Maliye Bölümü: Mali-Hukuk (1986). Doçent: Ankara Üniversitesi Maliye Bölümü: Mali-Hukuk (1989). Profesör: Gazi Üniversitesi (İİBF) Maliye Bölümü (2004).
* * *
Artık Gazi Üniversitesi’nde öğretim hayatına katılan Saygılıoğlu’nun bürokratik geçmişi ise şöyle:
Gümrük Müsteşarı (2000-2004). Turizm Bakanlığı Müsteşarı (1999-2000). Maliye Bakanlığı, Gelirler Genel Müdürü (1997-1999) Hazine Müsteşar Vekili (1995-1996). Hazine Müsteşar Yardımcısı (1994-1997). Dış Ticaret Müsteşar Yardımcısı (1994). Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcısı (1994). Gelirler Genel Müdürlüğü, Genel Müdür Yardımcısı (1991-1993).
* * *
Hükümet hangi akılla böyle bir insanı kaybeder?
Yazının Devamını Oku