18 Ekim 2004
<B>DÜN Radikal</B>’de yayınlanan bir yazı beni çok mutlu etti, bu ülke adına umudumu bir kez daha artırdı. Gazeteye göre:
‘...(Başbakanlığa bağlı) oluşturulan ‘Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nun raporunda, Türkiye’deki vatandaşlık anlayışının gözden geçirilmesi, tek kültürlü ulus-devlet modelinin insan haklarını göz ardı eden boyutu yerine, çok kültürlü, çok kimlikli, özgürlükçü ve çoğulcu yeni bir toplum modelinin esas alınması istendi...’
Bu sözleri çok değil, 3-4 yıl önce birisi söyleyecek olsa idi, maazallah anasından emdiği süt burnundan gelirdi.
Bu ifadeler şimdi Başbakanlık’ta seslendiriliyor!
Yetmedi, şu ifade de raporda yer alıyor:
‘...Artık eğilim, bir ülkede azınlık olup olmadığını o ülkeye sormamak ve eğer ’etnik, dilsel, dinsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz parçası sayan’ gruplar varsa, o devlette azınlık bulunduğunu kabul etmek yönündedir.’
* * *
Yalım Eralp Ağabey haklı olarak uyarıyor:
Lozan’ı sorgusuz sualsiz 21. yüzyıla uydurmaya kalktığımızda:
1) ‘Azınlık kavramının sadece ve sadece dinsel olduğu konusunda ısrarlı oluyoruz’; benim de aklıma takılıyor; buna göre laiklik anlayışımızı nasıl müdafaa ederiz? Nasıl ‘Biz tüm dinlere aynı mesafede duran laik bir toplumuz’ diyebiliriz? Bu akıl ile hangi hakla AB’ye ‘Hıristiyan kulübü’ deyip, onları din faktörünü öne çıkarmakla suçlayabiliriz?
2) Eğer Kürtler asli unsur ise, o halde resmi dilin içine Türkçe dışında Kürtçe’yi de koymak zorunda kalmaz mıyız? (Y.E.)
* * *
Halbuki Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu azınlığın tarifini 21. yüzyılda ulaştığı anlam çerçevesinde veriyor.
Yine Radikal’de Murat Yetkin’in Prof. Dr. Baskın Oran’dan naklettiğine göre, raporunu özü:
‘Azınlık, çoğunluktan kendini farklı hisseden ve bunu kimliğinin vazgeçilmez unsuru sayan kişidir. Varsa vardır, yoksa yoktur. Devlet, sadece, hak verecek mi vermeyecek mi ona karar verir’, diyormuş.
Meseleyi bu kadar öz ve basit takdim eden herkese teşekkür ederim.
Hepimizin bir şeyden gocunduğu bir dünyada ben de Lozan’daki ‘azınlık’ kavramından gocunuyorum.
Herkesin ama herkesin bir şekilde ve bir yerde çoğunluktan farklı olarak azınlık olduğu bir dünyada azınlık kelimesini ait olduğu sosyolojiye taşımaz isek, hele hele hiç ait olmadığı hukuk kelimesinden koparmaz isek:
Herkese eşit mesafede duran tek hukuklu bir dünyayı nasıl kucaklarız?
* * *
Beni Müslüman bir dostu öldüğünde ‘Rahmet eylesin!’ sözleri ile yad eden mantığın başka dinden bir dostunu ‘Toprağı bol olsun!’ diyerek uğurlaması bile çok rahatsız eder.
Devlet, çoğunluk-azınlık ayrımına zerre kadar kapılmadan herkesin hakkını herkese ve eşit koşullarda vermek zorundadır!
Yazının Devamını Oku 16 Ekim 2004
<B>HANGİ </B>açıdan bakarsanız bakın; son on yılda ülkemizin en fazla tartışılan insanlardan birisi <B>Fethullah Gülen </B>olmuştur. Hoca’yı eski yıllarda verdiği vaazlar çerçevesinde bağnaz bir din adamı olarak görme ve gösterme gayreti olmuştur.
Muhakkak ki, her insan gibi Fethullah Gülen de geçmişte taşıdığı bazı görüşlerini şimdi kendisi de yagırgamaktadır.
* * *
Ancak, ben 1990 sonrası dönemin Türkiye’sinde; diğer kültür ve dinlerle kucaklaşma çabasında, zamana -anlayış ve teknolojisi ile- uyum gösterip dünyanın mihnetlerinden uzak kalıp, nimetlerinden faydalanmak gayretinde, İslam’ın bizzat içinden gelen en güçlü damarın Saidi Nursi ışığında tefekkür üreten insanlar olduğunu düşünüyorum.
Şüphesiz ki, Fethullah Gülen bu mütefekkirlerin en önde gelen isimlerinden birisidir.
* * *
28 Şubat döneminin şeriata karşı verdiğini söylediği mücadelede yaptığı bir sürü hatanın içinde Gülen’i yanına almak yerine karşısına almak da vardır.
Ne yazık ki Hoca son 5 yıldır gerek siyasetin, gerek sağlığının dayattığı gerekçelerle yurtdışında.
Son yıllarda Fethullah Gülen’in meselelere yaklaşımını doğru dürüst öğrenemiyorduk.
Ancak, Hoca ünlü sohbetlerine, ağır hastalığına rağmen, 5 yıldır bulunduğu ABD’de de devam etmiş ve kayda alınan bu sohbetler şimdi Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından 3 cilt halinde yayınlanıyor.
Sohbetler; Kırık Testi, Sohbet-i Canan ve Gurbet Ufukları başlıkları altında toparlanmış ve Türkiye’nin her noktasında satışa sunuldu.
* * *
‘Küreselleşen dünyada Müslümanların, insanlık ve medeniyet yarışından kopmaması için (verilen mücadelede) herkesin kendi konumunda kabul edil(erek ve) yaşam tarzlarına karışılmamasını (temin ederek)...Şekle takılma(dan) özü öne çıkaran anlayışı (benimseyerek)...(din ve dava ayrımı gütmeden) Teröre ve kavgaya düşman olan...’ tavrı ile Fethullah Gülen’in İslam’ın gülen, kucaklayan, uzlaşan, uyum gösteren, bilimi ışık kabul eden ana damarlarından birisi olduğuna bütün içtenliğimle inanıyorum.
* * *
Fethullah Gülen cemaatinin niyetinin ne olduğunu samimi olarak merak edenler ise sadece iki olguyu incelesinler:
1) Dünyaya yayılan ve gittiği her ülkede çocukların sadece bilimle kuşatılmasını hedefleyen laik okullar.
2) 28 Şubat döneminden itibaren Türkiye’nin kucaklaşmasına vesile olan ve her yıl Türkiye’de temsil edilen tüm görüşleri bir araya getiren Abant Toplantıları.
* * *
Görüşü, bakış açısı ne olursa olsun; ‘çağdaş dünyada İslam’ın, özünü yitirmeden, yerinin ne olması gerektiği’ konusu üzerine akıl yoranlar Fethullah Gülen’in gurbetten bize ulaşan sohbetlerini muhakkak okumalıdırlar.
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2004
<B>AJDA Pekkan</B>’ın 1970’lerin ortasında müzik dünyasına hediye ettiği <B>‘Petrol’</B> adlı şarkı, müzikalitesinden öte güftesinin naklettiği anlam itibarıyla güncelliğini bir 40 yıl kadar daha koruyacak galiba. Dünyanın bilinen petrol stoku en iyi tahminle ancak 40 yıl daha dünyaya yetermiş.
BP’nin Başkan Yardımcısı ve Başekonomisti Prof. Peter A.Davies’in İstanbul’da verdiği konferansta, başta petrol olmak üzere dünyanın enerji sorunları üzerine arz ettiği görüş ve yorumları büyük bir lezzet alarak takip ettim.
* * *
Prof. Davies dünyada varil başına 50 doların üzerine fırlayan petrol fiyatlarını kimsenin ama kimsenin öngöremediğini vurguluyor.
Ancak hemen ilave ediyor; fiyatlar Irak Savaşı nedeniyle yükselmiyor. Savaş olmasaydı da fiyatlar yükselecekmiş. Zira, dünya tarihinde nadir rastlanan bir şekilde petrol fiyatını tetikleyen bir sürü faktör bir araya gelmiş.
Bu faktörler arasında tabii ki Irak Savaşı’nın yarattığı kaos, bilinmezlik ve güvenlik tedbirleri var. Dünyadaki terör korkusu var. Venezüella’daki sorunlar, ABD’de stokları ve Orta Amerika’da üretimi altüst eden kasırga da fiyat artışlarında etken oldu.
* * *
Bir başka etken; petrole olan talepteki artış.
Dünya ekonomisi genelde olumlu bir çizgide ve üretkenlik ile beraber istihdam artmasa dahi, petrol tüketimi artıyor.
Ancak bence fiyatların en önemli ve anlamlı artış nedeni, Çin’in yükselen talebi.
Çin dev adımlarla büyüyor ve buna paralel olarak dünya petrol stoku içinde tüketim payı artıyor.
Bu yıl petrole gelen ilave talebin % 40’ını Çin yaratmış.
Çin 2004 yılında enerji talebini % 13.8 artırmış.
Çin’in ardından büyüyen bir dev olarak Hindistan geliyor.
* * *
Çin tüketici olarak büyürken, artan enerji arzını ise büyük oranda Rusya karşılıyormuş.
Rusya’nın enerji üretimi, enerji tüketiminden daha fazla artıyor.
Ancak, Prof. Davies dünyanın bilinen petrol stokunun 40 yıllık olduğuna dair tahminlerden şüphe duyuyor ve petrolde sona daha çabuk ulaşacağımıza inanıyor.
Ona göre ‘son’ çok daha yakın.
* * *
Şimdi eski bilgilerimizle yenileri bir araya koyalım.
Dünya petrolünün % 48’ini gelişmiş ülkeler karşılar ve ABD’nin tek başına dünya petrol tüketiminde payı % 28 iken; 2025’e dek ABD’nin petrol tüketimi içinde ithalat payının % 55’ten % 70’e çıkması gerekirken, şimdi bir de resmin içine geçen yılki petrol talebindeki artışın % 40’ını yaratan ve enerji tüketimi 2004’te % 13.8 artan Çin resme dahil oluyor -Hindistan da ardından geliyor-. Petrol stokunun % 6.2’si Rusya dahil Kafkaslar’da, % 65.3’ü ise hemen dibimizde Ortadoğu’da. Buna mukabil Ortadoğu petrol tüketiminin sadece % 4’üne hükmediyor -Yemeyenin malını yerler!-. Ve petrol stoku en iyi tahminle 40 yıllık!
* * *
Defalarca yazdım, yine yazacağım.
Lütfen Irak Savaşı’na ve bölgemize bir kere de bu gözle bakın!
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2004
<B>GERÇEK </B>ayrıntıda gizlidir! <B>Sedat Peker; ilk tutuklanmasının ardından aniden salıverilmesi ile yeniden tutuklanıp hapise konulması arasında boş kaldığı 84 saat içinde ne yaptı? Bana göre, Türkiye’de nasıl bir devlet yapısı olduğunu anlamak için bu sorunun cevabını aramak gerekir.
Avukatına göre; doktora gidip hastalığı nedeni ile tedavi görüp, ilaç hazırlatmış.
Bu eylem; toplam 84 saatin sadece 2 saatini, hadi hadi bilemediniz 3 saatini alır. 8 saat uyduğunu, 3 saat de yemek yediğini varsayalım.
Geriye 70 saat kalıyor!
Sedat Peker 70 saat ne yaptı ise, devletin bir kanadı da aynı işi yapıyor.
Benim kanaatim budur!
* * *
Dilerim, Adalet Bakanı Cemil Çiçek de elindeki mevzuat ve kanunlardan şikayet ederken, bu sorunun cevabını da arıyordur.
Sedat Peker; Bakan’ın şikayet ettiği türden, hakimlerin kovuşturamadığı ‘ayrıcılıklara sahip devlet memuru’ değil.
Bakan; Peker’in aynı mahkeme tarafından önce delil yetersizliği nedeni ile salıverilme kararı ile sonradan delil yeterliliği nedeni ile yeniden tutuklanmasının teknik açıdan doğru ama ahalinin anlayamayacağı kadar karmaşık bir mesele olduğunu da söylüyor.
Hukukun temel bir özelliği vardır!
Akla ve mantığa aykırı hukuk hükmü olmaz.
Açıkçası, Bakan’ın bize teknik açıdan hata olmadığını anlatmak için fazla zorlanmasına gerek yoktur.
Anlatırsa, pekala anlarız!
* * *
Aynı mahkemede hakim ile savcı aynı delilleri hem yeterli, hem de yetersiz buluyorsa, demek ki ortada ‘iki adet akıl’ var.
Bize, anamızdan doğduğumuz günden beri ‘tek ve bir devlet’ anlatırlar.
Ama karşımıza hep birkaç devlet çıkar!
* * *
Şu söz ancak ve ancak Türkiye gibi ülkelerde anlam kazanır.
Devletin malı deniz, yemeyen domuz!
Devletin tüm temel kurumlarına baktığınızda, birbiri ile çelişen, paylaşma kavgası veren ama illa ki vatanı bizden çok seven gruplar görüyorsunuz.
Sadece ve sadece Peker çevresinde izlenen telefonların dökümündeki kişilere bakınız:
Yargıtay üyeleri, komutanlar ve türlü çeşitli bürokratlar!
* * *
Ancak, aynı anda sevinçle görüyoruz ki, yine devletin içinde bir kesim işin ucunu bırakmaya hiç niyetli değil.
Onlar da tüm güçleri ile devletin içine çöreklenmiş aykırı unsurları ayıklamaya çalışıyorlar.
Bir taraf eski/yeni ilişkilerini korumaya, kollamaya çalışıyor, diğer taraf ise var gücü ile temizlik yapmaya çalışıyor.
Sanmayın ki Sedat Peker yurtdışına kaçmadı, kendi iradesi ile teslim oldu.
Hayır!
Kaçamadı, birileri kaçmasına yardımcı olmaya çalışırken, diğerleri engel oldular.
Ancak, yine de kafama takılıyor; Sedat Peker boşta kaldığı 84 saat ne yaptı?
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2004
<B>BUGÜN </B>AB ülkelerinde Türkiye’nin AB üyeliğine kabulü hakkında bir <B>referandum</B> yapılsa Türkiye reddedilir. <B>Neden? Türkiye Batı kamuoyunda tanınmıyor da ondan! Avrupalı bizi aralarına katılmamak üzere adeta yemin etmiş işçiler vasıtası ile ve tarihin getirdiği önyargılar ile tanıyor.
Değişen, farklılaşan, modernleşen yönü ile Türkiye hemen hemen hiç tanınmıyor, Türkiye de bu konuda anlamlı bir çaba göstermiyor.
Türkiye kendini tanımadığı, kendi kimliğini tarif edemediği için kendisini tanıtmakta büyük güçlük çekiyor.
Biz tanıtımı; mutlaka devletin yapması gereken ve özü itibarıyla Batılılardan farkımız olmadığını ispat edecek bir eylem olarak anlıyoruz.
Yarım yamalak tanıtım gayretimiz, tanıtımın hedefinin tam tersini savunuyor.
Tanıtım ile bizden beklenen; diğerleri ile aramızdaki farkı anlatmak, farkımız nedeni ile dünyaya nasıl bir katkıda bulunacağımızı dünyaya göstermek iken, biz farksız ve dolayısıyla renksiz olduğumuzu dünyaya haykırıyoruz.
Hal böyle olunca da ne yutuyorlar, ne de bizimle ilgili bir heyecan yakalıyorlar.
* * *
Tanıtımı devlet değil, özel kuruluşlar, bireyler yaparsa, devlet sadece destek verirse; tanıtım doğrudan tanıtım amaçlı değil eylem amaçlı olursa faydalı olur.
Buna bir örnek Şule Kılıçaslan ve arkadaşlarının çıkardığı ve Türk-Ermeni kadınlarının ortak özelliklerinden yola çıkarak, iki ülke kadınlarının ortak çalışmalarıyla hazırlanan WM Women’s Magazine adlı dergi.
WM Women’s Magazine okuyucuları ile Türkçe, İngilizce, Ermenice olmak uzere 3 dilde ve 4 ayda bir buluşuyor.
Türkiye ve Ermenistan’ın yanı sıra ABD’de ve Avrupa ülkelerinde dağıtılan dergi toplam 15.000 adet basılıyor.
Derginin iki ana hedefi var:
1) Türk kadınını modern ve çağdaş yönleri ile dünyaya tanıtmak.
2) Ayrıca dünyaya; Türkiye ve Ermenistan’ın diyalog içinde olduğunu göstermek.
* * *
WM Women’s Magazine, TC Dişişleri Bakan Abdullah Gül tarafından, yapılan ikili görüşmeler sırasında, Ermenistan Dişişleri Bakanı Vartan Oskanian’a takdim edilmiş ve takdirini kazanmış.
* * *
Bir dergi Türk ve Ermeni kadınlarının ortak çabası ile çıkıyorsa, bu eylem kendi kendine bir tanıtımdır ve içerisinde Türk kadınları çeşitli yönleri ile tanıtılıyorsa, bu da ilave bir tanıtım katkısıdır.
Önümüzdeki yıllarda dünya standartlarında yapılacak ve dünyada gösterim değeri kazanacak Türk filmlerinin, TV dizilerinin, romanların, sergi, yarışma vb. türü kültürel etkinliklerin ülkenin tanıtımına büyük katkıda bulunacağına inanıyorum.
Tıpkı artık dünyaya üretilen Arçelik, Beko, Vestel vb. markalarının yarattığı dolaylı tanıtım gibi, kaliteli eserler de aynı pozitif görevi yapacaklardır.
Görevimiz; farkımız nedeni ile AB’ye katkıda bulunabileceğimizi Avrupa insanına anlatmaktır.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2004
BUGÜN AB ülkelerinde Türkiye’nin AB üyeliğine kabulü hakkında bir referandum yapılsa Türkiye reddedilir. Neden?Türkiye Batı kamuoyunda tanınmıyor da ondan! Avrupalı bizi aralarına katılmamak üzere adeta yemin etmiş işçiler vasıtası ile ve tarihin getirdiği önyargılar ile tanıyor.Değişen, farklılaşan, modernleşen yönü ile Türkiye hemen hemen hiç tanınmıyor, Türkiye de bu konuda anlamlı bir çaba göstermiyor.Türkiye kendini tanımadığı, kendi kimliğini tarif edemediği için kendisini tanıtmakta büyük güçlük çekiyor.Biz tanıtımı; mutlaka devletin yapması gereken ve özü itibarıyla Batılılardan farkımız olmadığını ispat edecek bir eylem olarak anlıyoruz.Yarım yamalak tanıtım gayretimiz, tanıtımın hedefinin tam tersini savunuyor.Tanıtım ile bizden beklenen; diğerleri ile aramızdaki farkı anlatmak, farkımız nedeni ile dünyaya nasıl bir katkıda bulunacağımızı dünyaya göstermek iken, biz farksız ve dolayısıyla renksiz olduğumuzu dünyaya haykırıyoruz. Hal böyle olunca da ne yutuyorlar, ne de bizimle ilgili bir heyecan yakalıyorlar.* * *Tanıtımı devlet değil, özel kuruluşlar, bireyler yaparsa, devlet sadece destek verirse; tanıtım doğrudan tanıtım amaçlı değil eylem amaçlı olursa faydalı olur.Buna bir örnek Şule Kılıçaslan ve arkadaşlarının çıkardığı ve Türk-Ermeni kadınlarının ortak özelliklerinden yola çıkarak, iki ülke kadınlarının ortak çalışmalarıyla hazırlanan WM Women’s Magazine adlı dergi. WM Women’s Magazine okuyucuları ile Türkçe, İngilizce, Ermenice olmak uzere 3 dilde ve 4 ayda bir buluşuyor. Türkiye ve Ermenistan’ın yanı sıra ABD’de ve Avrupa ülkelerinde dağıtılan dergi toplam 15.000 adet basılıyor.Derginin iki ana hedefi var: 1) Türk kadınını modern ve çağdaş yönleri ile dünyaya tanıtmak. 2) Ayrıca dünyaya; Türkiye ve Ermenistan’ın diyalog içinde olduğunu göstermek.* * *WM Women’s Magazine, TC Dişişleri Bakan Abdullah Gül tarafından, yapılan ikili görüşmeler sırasında, Ermenistan Dişişleri Bakanı Vartan Oskanian’a takdim edilmiş ve takdirini kazanmış.* * *Bir dergi Türk ve Ermeni kadınlarının ortak çabası ile çıkıyorsa, bu eylem kendi kendine bir tanıtımdır ve içerisinde Türk kadınları çeşitli yönleri ile tanıtılıyorsa, bu da ilave bir tanıtım katkısıdır.Önümüzdeki yıllarda dünya standartlarında yapılacak ve dünyada gösterim değeri kazanacak Türk filmlerinin, TV dizilerinin, romanların, sergi, yarışma vb. türü kültürel etkinliklerin ülkenin tanıtımına büyük katkıda bulunacağına inanıyorum.Tıpkı artık dünyaya üretilen Arçelik, Beko, Vestel vb. markalarının yarattığı dolaylı tanıtım gibi, kaliteli eserler de aynı pozitif görevi yapacaklardır. Görevimiz; farkımız nedeni ile AB’ye katkıda bulunabileceğimizi Avrupa insanına anlatmaktır.
button
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2004
<B>BAZILARI </B>için <B>‘6 Ekim tedavülden kalkma günüdür’ </B>diye yazdım. <B>‘Kim bunlar?’</B> diyerek alaylı bir şekilde soranlar oldu. Açın gazeteleri; kimler son gayret 6 Ekim kararına pislik atmaya çalışıyorlarsa, işte onlar esasında ‘Ben artık bittim!’ diye feryat edenlerdir.
Onlar artık tedavülden kalkmışlardır zira...
6 Ekim, Türkiye sınırlarını aşan bir karar günüdür.
Biz ‘ben-merkezli’ dünyamızda kararın evrensel anlamına pek kulak asmadık; ama alınan kararın zorluğunu bir nebze olsun hissedebilmek için karara kendi dışımızdaki anlamıyla da bakmak gerekir.
* * *
6 Ekim 2004 günü alınan kararın tarihsel önemi; var olduğundan beri birbirinin boğazını sıkan, diğerini beyhude yok etmeye çalışan, hiç olmadı yarışan, itişen; ancak aynı anda da dünya insanlık tarihinin belkemiğini oluşturan ‘Batı medeniyet çığırı’ ile ‘İslam medeniyet çığırı’nın nihayet bir arada yaşaması, egemenliği paylaşması, sınırları birleştirmesi (Türkiye), yakınlaştırması (Ortadoğu), ortak politika belirlemesi için Batı medeniyet çığırının açık ve somut niyet belirlemesidir.
* * *
Böyle bir tarihi ve zor kararın Batı medeniyet çığırını bugün temsil eden AB’nin komisyonunda; huzur içinde, itişip kakışmadan, fikir ayrılığına düşmeden, risk almadan, riski birbirinin üzerine yıkmaya çalışmadan alındığını düşünmek ya cahil cüreti, ya da salaklıktır.
Türkiye için alınan kararın, örneğin Bulgaristan için alınan karardan daha ağır olmasından alınmak ise açıkça Türkiye’ye hakarettir.
Şartlar eşit olsa idi, işte o zaman alınmak gerekirdi.
* * *
Bin yıldır uzak bildiğin bir medeniyeti; AB içinde tam 7 ülkenin toplam nüfusuna sahip olduğunu, üstelik 21. yüzyılın en dinamik ve en genç yapılarından birisini oluşturduğunu da bilerek kendi içine almak, bugünkü hali ile AB Parlamentosu’nda en büyük grubu oluşturacak bu ‘yabancı unsur’ ile egemenliği paylaşmaya yol açmak kolay bir karar mıdır?
* * *
Yıllardır içine aldığı unsurlar (Türk işçiler) hiçbir değerlerine, geleneklerine, göreneklerine uyum göstermeme konusunda azami gayret gösterirken, ‘artık bu ülke ile akraba olmak gerektiğini’ söyleyen AB’li siyasilerin, vatandaşları önünde ne kadar zor bir karar aldıklarını görmemek mümkün müdür?
AB’yi tek bir irade zannetmek, içinde bizim içimizde de olduğu gibi farklı unsurların, kronik Türk dostları kadar kronik Türk düşmanlarının da olduğunu görememek, kararın ‘dostların’ ‘düşmanlara’ üstünlüğünü yansıttığını tahmin edememek aklın herhangi bir seviyesiyle izah edilebilir mi?
* * *
Dünya tarihinin ana çizgisinin kırılma günlerinden birisi olan 6 Ekim 2004’te, tüm risklerine rağmen Batı medeniyet çığırını ‘yeni bir tarih yazma’ denemesi için ikna eden ülkem ile gurur duyuyorum.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2004
<B>BUGÜN </B>yapılması gereken tek şey <B>yiğidin hakkını yiğide </B>teslim etmektir. Eminim, 6 Ekim 2004 tarihi ileride çok ama çok yazılacak, üzerinde düşünülecek, tartışılacak bir gündür.
Muhakkak, bu rapor çerçevesinde yine birbirimizin kaşını gözünü uzun süre oyacağız.
Ama bugün soluklanalım!
Ben şahsım adına; başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm Bakanlar Kurulu üyelerine, hükümete destek olan AKP milletvekillerine ve AB yolunda hükümete çoğu kez sahip çıkan, hatta bazen de yol gösteren Deniz Baykal ve CHP milletvekillerine çok ama çok teşekkür ederim.
Onlar emin olsunlar ki; ileride bugünleri irdeleyecek araştırmacılar açısından birer kahraman olarak anılacaklardır.
* * *
Madem, gün yiğidin hakkını yiğide teslim etme günüdür, eski yıllara da uzanmak gerek.
Bugün soluklanırken; geçmiş yıllarda Gümrük Birliği için büyük mücadele veren Prof. Dr. Tansu Çiller’e, katıldığı son hükümette, katıldığı koalisyona zor da olsa AB yolunda laf anlatmaya çalışan Mesut Yılmaz’a da çok teşekkür ederim.
Doğrudan ilgisi yokmuş gibi gözükse de; ekonomik alanda IMF ile birlikte Türk ekonomisinin düzlüğe çıkarılması sırasında, aynı zamanda Maastricht Kriterleri’ne ayak uydurulması yönünde de mücadele vermiş olan Kemal Derviş’e de çok teşekkür ederim.
Bugün aynı zamanda, bazı yazar, bilim adamı ve düşünürlerimizin tedavülden kalktığı gün olarak da tarihe geçecektir.
Her kim ki; bugün hálá kafasını gömdüğü kumdan çıkaramamaktadır, onlar da bugün tarihe gömülüyorlar.
Ülkenin türlü çeşitli gerici ve faşistleri var.
Bugün hepsi tedavülden kalkmıyor.
* * *
Ancak, aralarında hálá:
1) ısrarla ve inatla AKP hükümetinin gizli bir şeriat ajandası olduğunu beyan edenler,
2) Her fırsatta analarının eteği altına kaçar gibi, askere davetiye çıkaran, askeri uyaran, eski apoletinin altına sığınan tüm postalseverler bugün itibari ile hiçbir anlam ifade etmez hale geliyorlar.
Unvanları ne olursa olsun bu zevat toplum önünde tüm saygınlıklarını yitirdiler.
* * *
Onları da ileride araştırmacılar ‘nerede idik, nereye geldik?’ sorusu içinde irdeleteceklerdir.
Hele hele daha henüz 28 Şubat döneminde birbirinden nefret eden, birbirinin kellesini isteyen insanların şimdi ‘aman Türkiye değişmesin!’ hedefinde birbirlerini referans veriyor olmaları, ilerideki Aziz Nesin’lere epey malzeme oluşturacaktır.
Bugün önemli bir gün. Bugün analiz yapmak, illa ki öküzün altında buzağı aramak yanlış.
Türkiye’nin bugüne ulaşmasında gayret gösteren herkese ama herkese saygılarımı sunuyorum.
Yazının Devamını Oku